22 Mart 2021 Pazartesi

 GERÇEK ATLANTIS: BATIK KITA HINDISTAN


Başka bir Atlantis mi. 20 yıl sonra Hindistan ile Avrasya’nın kayıp yarısını bulduk: Hindistan alt kıtası 10 milyon yıl önce Asya ile çarpışarak Dünya’nın en yüksek dağı olan Everest’i de kapsayan Himalayaları doğurdu. Artık çarpışma sırasında kaybolan anakara parçasının nereye gittiğini biliyoruz: Denizin dibine battı.


BIR KITA NASIL DENIZE BATAR?

Nuh ve Platon’dan bu yana kayıp kıta öyküleri dünya efsanelerini süslüyor. Platon, Atlantis kıtasının doğal afet sonucunda sulara gömüldüğünü söylüyordu.

Belki de 3600-3500 yıl önce Ege’deki Santorini adasında gerçekleşen ve 60 kilometreküplük toprağı havaya püskürten dev yanardağ patlaması Platon’a esin kaynağı olmuştu; çünkü patlama sırasında adanın ortasının denize batıp dev bir su altı krateri oluşturduğunu biliyoruz.

 Bunun ardından batık kıta efsaneleri 19. yy’ın coğrafi keşiflerinin de etkisiyle aldı yürüdü. Tarzan’dan tutun da Türkiye’de Atlantis adıyla yayınlanan Martin Mystère çizgi romanındaki Atlantis, Mu ve Lemurya uygarlıklarına kadar birçok batık kıta söylencesi halk arasında yayıldı. 


KITALARIN ÇARPIŞMASI

Dünya gezegeninin içyapısı nedeniyle kıtalar kayıyor ve milyonlarca yıllık sürelerde yer değiştiriyor. Depremleri, iklim değişikliğini ve Evrim’in kör tetikleyicisi olan genetik mutasyonların yeni canlı türleri doğurmasını hep buna borçluyuz; fakat son kıtalar çarpışması 10 milyon yıl önce gerçekleşti.

Gondwana süper kıtası dağılınca Hindistan Antarktika’dan koptu. Antarktika güney kutbuna yerleşirken Hindistan kuzeye, Avrasya’ya doğru kayıyordu ve 71 milyon yıl önce Hint Okyanusu’nun tam ortasındaydı; ama 10 milyon yıl önce Asya ile çarpışmaya başladı.


Bu çarpışma 6 milyon yıl önce tamamlandı ve Himalayalar doğdu. Dünyanın en yüksek dağı olan Everest’i de kapsayan Himalayaların oluşmasıyla birlikte modern insanın geçmişi de başladı; çünkü Himalayalar Asya’dan Afrika’ya gelen ve yağmur bırakan nemli rüzgarları kesti.


YAĞMUR HIRSIZI VE MUSON YAĞMURLARI

6 milyon yıldır Hindistan alt kıtası Afrika’nın yağmurunu çalıyor. Muson yağmurları Hindistan’ın Ganj Vadisi’ndeki tarlaları beslerken, Doğu Afrika kurak rüzgarlarla gittikçe çölleşiyor. Ancak, Hindistan ve Asya’nın bu çarpışmanın bedelini ağır ödediğini söyleyebiliriz.

Her iki kıtanın da yarısı denizin dibine battı ve 20 yıl sonra bu gizemi nihayet çözerek kayıp yarının nereye gittiğini bulduk: Manto tabakasının içine girdi.


YERBILIM DETEKTIFLERI

Doğrusu bilim insanları Hindistan ile Asya’nın yarısının kayıp olduğunu yeni öğrendiler. Bunu ancak Himalaya Dağlarını araştırdıktan sonra fark ettiler. Ölçümlere göre bölgedeki toprağın yarısı kaybolmuştu.

Neden yeni fark ettiklerine gelince: Hindistan alt kıtası Asya ile çarpıştığı zaman iki kıtanın çarpışan kenarlarının yorgan gibi buruşup yukarı kalktığını ve Himalayaları oluşturduğunu düşündüler.


4 milyon yıl süren çarpışma sırasında toprağın bir kısmı da dev depremlerle ufalanıp okyanus tabanında tortul katmanlar halinde birikmiş olmalıydı. Ancak Himalayaların kütlesini ölçen yerbilimciler şaşırtıcı bir şey keşfettiler: Hindistan’ın yarısı ortada yoktu!


JEOLOJININ HATASI

Bilimin en büyük özelliği sık sık yanılmasıdır. Bu aynı zamanda en güçlü yanıdır; çünkü bilimden başka sadece bir disiplin hatalarını kabul edip düzeltebilir, o da kısmen olmak üzere felsefe. Bilim insanları Hindistan’ın yarısını kaybettiklerini fark edince jeoloji teorilerini güncellediler ve basit bir hata yaptıklarını anladılar:

Kıtaların çarpışması sırasında sadece Hindistan ve Asya’nın su üstünde kalan kısımlarını; yani son 4 milyon yılda gözle görülür ölçüde buruşarak Himalayaları oluşturan parçayı dikkate almışlardı. Oysaki iki kıta 60 milyon yıldır denizin altında çarpışıyordu.

İşte bu süreçte Asya ve Hindistan’ın bölgede birbirine bakan yüzünü kaplayan kara kütlesinin yarısı suya gömülmüştü.


SONARLAR VE DENIZALTILAR NEDEN GÖRMEDI?

Kıtaların kaymasındaki detaylar için Dünya’da neden deprem oluyor yazısını okuyabilirsiniz. Ancak kısaca açıklamak gerekirse Dünya’nın kabuğu enerji gibidir. Ne yok edebilirsiniz ne de yoktan yaratabilirsiniz. Yalnızca dönüştürebilirsiniz.

Dolayısıyla kıtaların çarpışması sırasında yerkabuğu sadece buruşmakla kalmıyor. Aynı zamanda önce denizin dibine batıyor, ardından da sıvı magmadan geçerek diş macunu kıvamında ağdalı; ama katı olan manto tabakasının derinliklerine dalıyor (yüzlerce km derine).


Chicago Üniversitesi’nden yüksek lisans öğrencisi Miquela Ingalls konuyla ilgili olarak Nature Geoscience’ta yayınlanan araştırmasında1 bilgisayar simülasyonları yaptı ve Hindistan alt kıtasının kütlesinin bir kısmının 60 milyon yıl boyunca yavaş yavaş mantoya battığını ortaya çıkardı.


BUNUN NESI GARIP?

10 soruda yerbilim dersleri aldıysanız kıtaların kayması neticesinde yerkabuğunun bir kısmının mantoya batması gerektiğini biliyorsunuz. Sonuçta Dünya’nın büyüklüğü ve yüzey alanı sınırlı. Kıtalar sağdan sola kayıyorsa önündeki kıtaları ve okyanus tabanını itmek zorundalar.

Özellikle de kıtaları oluşturan granitten ağır olan bazalt katmanlarından oluşan okyanus tabanı bir saatten sonra magmaya ve mantoya batmak zorunda. Ancak sorun da burada! Kıtalar deniz seviyesinden yüksekte bulunuyor; çünkü mikro gözeneklerinde su içeren granit tabakası bazalttan daha hafif ve bu nedenle magmanın üzerinde yüzüyor.

Kısacası coğrafya derslerine bakacak olursak kıtalar çarpışınca karaların değil, sadece üstünde durdukları okyanus tabanının batması gerekiyor. Oysa görüyoruz ki öyle değil: Avrasya ve Hindistan’ın kayıp yarısını bulmak için karaların da battığını kabul etmeliyiz. Miquela Ingalls’ın bilgisayar simülasyonları bunu gösteriyor.


ACI GERÇEK

Ingalls’ın danışmanlarından Profesör David Rowley konuyla ilgili açıklamasında şunu söylüyor: “Kıta rezervlerine ait büyük miktarda yerkabuğunun kaybolduğunu görüyoruz ve bu kayalar buhar olup havaya uçmayacağına göre, gidebilecekleri tek yer manto tabakası.”

“Eskiden manto ve yerkabuğunun sadece dolaylı olarak etkileşime girdiğini sanıyorduk. Ancak, bazı durumlarda böyle olmadığını ve kıtaların su altındaki kesimlerinin mantoya batabileceğini gördük.


KAYIP KITAYA NE OLDU?

Öncelikle bir yanlış anlamayı önleyelim: Hindistan ve Asya’nın ormanlarla kaplı yarısı sulara gömüldü demiyoruz. Bunun yerine, her iki kıtanın birbirine bakan yüzünde su altında kalan kısımların yarısı yavaş yavaş mantoya battı diyoruz. Bu sebeple Atlantis adası gibi bir kara parçası suya battı sanmayın.

Batan kısımların akıbetine gelince: Bu kayalar Dünya’nın derinliklerindeki yüksek ısı ve basınç nedeniyle başkalaşım geçiriyor. Yüzeyde kendilerini diğer kaya parçalarından ayıran kimliğini kaybediyor ve boş yazı tahtası gibi sıfırlanıyorlar.


BIR SIR DAHA ÇÖZÜLDÜ

Ancak, kimyasal elementlerin sırf yerin 700 km derinine battıkları için yok olduklarını söylemeyiz. Bunun yerine, ufalanan kıtaların oluşturduğu kaya tozu Dünya’nın derinliklerine ekmeğe katılan tuz gibi karışıyor.

Ardından, milyonlarca yıl sonra gerçekleşen yanardağ püskürmeleriyle yeryüzüne çıkıyor. İşte jeolojinin yeni çözülen sırrı da burada yatıyor: Bilim insanları sıcak nokta hareketlerine bağlı yanardağ patlamalarıyla yeryüzüne çıkan manto kayalarına baktıklarında, bunların uranyum gibi radyoaktif elementler bakımından zengin olduğunu gördüler.

Her ne kadar uranyum kayadan ağır olsa da diğer elementlere göre eser miktarda bulunduğu için Dünya’nın çekirdeğine batmıyor. Bunun yerine daha çok yerkabuğunda barınıyor. Öyleyse mantodan gelen kayalarda uranyum gibi radyoaktif elementler nasıl bol miktarda bulunuyor?

Ingalls’a göre bunun tek açıklaması bazen kıtaların denizin dibine batması ve radyoaktif uranyumu da beraberinde mantonun derinliklerine taşıması. Öyle ki 410 km yer alan global yeraltı okyanusunu da bu geri dönüşüm sürecine borçluyuz. Anlaşılan yaşlı dünyamız bizi daha çok şaşırtacak, hazırlıklı olalım.

Alıntıdır..

21 Mart 2021 Pazar

 Ses ve frekansın canlılar üzerindeki etkileri. Ses suda 5 kat artar ve ısı oluşturur.

Bedenimizin % 50- 65'i sudur, beden sesleri toplayan alıcıdır.

Düşük ses titreşimli Tit+ger ido 40.000 yıldır, esenlik ve sağlık sağlayan ses dizgi aracıdır.

yazı çeviridir.

Mısır Piramitlerinde çok fazla hayranlık, gizem ve akustik araştırma yapıldı. Araştırmaların çoğu, Piramitlerin gerçek amacını ve nasıl inşa edildiklerini ayırt etmek için kullanılan teorilerle sonuçlandı. Piramitlerin inşası ve amacı hakkında birçok farklı teori vardır, ancak ortak bir bağlantı faktörü, yapıların sesle rezonansa girme şeklidir. Daha derin bir anlayış, ses ve titreşimin faydalarına uyandı ve Piramitlerde çalışan araştırmacıların cezbedilmesi ile beslendi.


Bir araştırmacı, John Stuart Reid, Mısırlıların Büyük Giza Piramidi'ndeki Kral Odasını, ilahiyi de içeren sese dayalı törenleri güçlendirecek şekilde tasarladıklarını ileri süren kanıtlar buldu. Reid'in araştırması, bir CymaScope kullanarak titreşimi ve sesi görselleştirmek için enstrümantasyonun geliştirilmesine yol açtı. Reid'in King's Chamber'daki akustik araştırmasının ilginç bir yan notu, odada çalışıp zaman geçirirken, kronik bel ağrısının kaybolduğunu keşfetti.


Bir başka araştırmacı Alan Alford, odaların granit duvarlarının özelliklerini yakından inceledi ve Büyük Piramidin benzersiz bir şekilde "şarkı söylemek" için tasarlandığı sonucuna vardı. Alford, King's Chamber'daki 43 ışının, hassas düşük frekanslarla rezonansa girecek şekilde inşa edildiğini ve özel olarak düzenlendiğini belirtti. Bu infrasonik frekanslar insan sesiyle üretilemez, bu da amacın şarkı söylemekten veya ilahiden başka bir şey olduğunu düşündürür. Büyük Piramidin, Dünya'nın düşük frekanslı titreşimlerini kullanmak için tasarlanmış dev bir "ses kutusu" olarak inşa edildiğini tahmin etti.


(Bu konu hakkında daha fazla bilgi için lütfen şu makaleye bakın:  Piramit Gücü: Piramitlerin Enerjik Alanlarından Yararlanma .)


Zamanla Antik Yunanistan'a doğru ilerleyen Pisagor, şifa aracı olarak kithara'yı (bir tür lir) kullandı ve müziğiyle hem hayvanları hem de insanları rahatlatabildiği söyleniyor. Yaptığını “müzik tıbbı” olarak adlandırdı. Crotona'da ders verirken, aklı uyandırmak ve onu günün aktivitelerine odaklanmaya hazırlamak için tasarlanmış şarkılarla günü açtığı bildirildi. Akşam öğrencilerini yatıştırmak, rahatlatmak ve dinlenmeye hazırlamak için müzik kullandı. Öğrencilerinin çoğu, iyileştirme amacıyla müziği kullanmaya devam etti.


Pisagor, harmoniklerin terapötik değeri üzerine yaptığı araştırmada, farklı anahtarların duygular üzerinde çeşitli etkilere sahip olduğunu ve davranışı etkileme potansiyeline sahip olduğunu keşfetti. Bunun ünlü bir örneği, bir akşam Pisagor yıldızları seyrederken yaşandı. Yıldızlara bakarken, alkolle karıştırılmış ve çılgın bir duygu içinde olan genç bir adamın sahnesine tanık oldu. Genç adam, metresinin kapısının önünde çılgınca istifliyordu. Yakınlarda bir müzisyen, genç adamın çılgınlığını körükleyen heyecan verici bir melodi çaldı. Pisagor müzisyenden melodiyi daha yavaş, daha ritmik bir parçaya değiştirmesini istedi. Müzisyen buna uydu ve tempo ve ritmdeki değişiklikle genç adamın gerginliği yatıştı. Daha sakin bir duruma geldiğinde sessizce çubukları topladı ve kendi evine döndü.


Alman bilim adamı Erwin Schliephake, kısa ses dalgalarının kanser hastalarında iyileşmeyi hızlandırdığını keşfettiğinde, sesin kullanımı 1928'de "modern" tıbba girdi. 1938'de Raimar Pohlman adlı başka bir Alman bilim adamı, ultrasonun tedavi edici özelliklerini göstermeye devam etti.


Vibroakustik Terapinin 7 Sağlık Faydası - fb


Vibro-Dokunsal Girdinin İyileştirici Özelliklerine Saygıya Dönüş

Olav Skille ve Tony Wigram, araştırmaya dayalı bir iyileştirme tekniği olarak mevcut Vibroakustik Terapi anlayışımızın arkasındaki itici güçler olmuştur. Skille, 1968 yılında İskandinavya'daki Rett Sendromlu gençlere vibro-dokunsal girdi sağlamak için ekipman ve müzik yazılımı geliştirerek çalışmalarına ve araştırmalarına başladı. Vibroakustik Terapinin astım, otizm, kistik fibroz, serebral palsi, uykusuzluk, ağrı ve Parkinson hastalığı gibi durumlar için faydalı olduğunu keşfetti. Vibroakustik Terapinin üç ana etki alanını şöyle tanımladı:


Spazmolitik ve kas gevşetici etki

Ekstremitelere kan akışında artış

Bitkisel duruma belirgin ancak değişen etkiler


Serbest

İngiltere'de Wigram, bilişsel engelli ve davranışsal zorlukları olan yetişkinlere yardımcı olmak için Skille'in bazı tekniklerini kullanarak 1990'larda kendi araştırmasına başladı. Teknikleri kendine istismar davranışları ve kaygısı olan bireylerle kullandı. Bu iki adamın tutkusu ve adanmış araştırması, bir iyileştirme yöntemi olarak ses ve titreşimi anlamamız için paha biçilmezdir.


1997'de Butler, açık kalp ameliyatı geçiren hastaları inceledi ve ameliyat sonrası vibro-dokunsal stimülasyon kullanımının ventilatöre olan ihtiyacı ve buna bağlılığı azalttığını ve hastanede kalış süresini 9 günden 5 güne düşürdüğünü buldu.


1999'da Ulusal Sağlık Enstitüsü, anksiyete ve depresyon gibi ağrıya ve sıklıkla ağrıya eşlik eden semptomlara yönelik olarak Vibroakustik Terapinin kullanımına ilişkin bir araştırma yayınladı. Çalışmanın sonuçları 1999 yılında yayınlanmış olmasına rağmen, çalışmanın kendisi devam etmekte ve benzer olumlu sonuçlar göstermeye devam etmektedir. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri'nde cerrahi ve kemoterapi gibi geleneksel tedavilere ek olarak Vibroakustik Terapiyi kullanan bir dizi ileri görüşlü hastane bulunmaktadır.


Vibroakustik Terapi Nasıl Çalışır - Bilim

Vibroakustik Terapi, dönüştürücü adı verilen özel hoparlörler aracılığıyla sağlanan düşük frekansları ve terapötik müziği kullanır. Transdüserler, portatif minderler, şilteler ve masaj masaları, su keseli özel masalar, yataklar ve yatar koltuklar gibi bazı mobilyaların içine yerleştirilebilir. Bir kişinin vücudu gömülü hoparlörlerle temas ettiğinde, müzik kaynaktan dönüştürücülere gönderilir ve daha sonra vücut tarafından titreşim olarak hissedilir ve kulaklar tarafından ses olarak duyulur. Titreşimli-dokunsal girdi, omurga boyunca, beyin sapına ve ardından limbik sisteme kadar sinir demetlerini uyarır. Ayrıca ses, beyin sapındaki medullayı uyarır ve vücudun tüm kaslarına bağlanan işitme sinirini harekete geçirir. Bu reaksiyonlar vücudun gevşemesini ve beyni ruh halini yükselten kimyasallarla doldurmasını işaret eder. Ek olarak,


Vibroakustik Terapinin yan etkileri var mı? Yan etkilerin olumlu tepkiler olduğunu düşünüyorsanız, yanıt "evet" dir. Günümüz dünyasında, yan etkilerin olumsuz olduğunu düşünmemiz öğretiliyor. Bu, hem farmasötik hem de reçetesiz satılan ilaçlarla ilişkili çok sayıda olumsuz yan etki nedeniyle içimizde yerleşmiştir. Ancak Vibroakustik Terapinin bilinen hiçbir olumsuz yan etkisi ve çok sayıda olumlu etkisi yoktur.


Vibroakustik Terapiye verilen olumlu yanıtlardan birkaçı şunları içerebilir:


Düşük kan basıncı

Azaltılmış Ağrı

Azaltılmış Anksiyete

Daha İyi Düzenlenmiş Limbik Sistem

Artan Dolaşım

Kısaltılmış İyileşme Süreleri

Artan Uyku Kalitesi

Artan Sakinlik Duygusu

Vibroakustik Terapinin Sağlığa 7 Faydası

Vibroakustik Terapi, uçucu yağlar ve Reiki gibi diğer titreşim modaliteleriyle birlikte kullanıldığında, bu Don Estes'in "Duyusal Rezonans" dediği şeyi yaratır, burada bireyin tüm beyni ve bedeni bir barış durumuna entegre eden harmonik frekanslarda yıkanır. ve sakin. Zihin ve beden sakin bir durumda olduğunda, her türlü sağlık faydası ortaya çıkabilir.


1. Limbik Sistemin sakin bir duruma dönmesi için sinyal verilir ve zamanla vücudun kendi kendini düzenlemede daha iyi olmasına ve stres faktörlerine karşı daha dirençli olmasına yardımcı olur.


2. Bir dizi olumlu fiziksel ve duygusal sağlık faydası oluşturan Gevşeme Tepkisi etkinleştirilir.


3. Kalp atış hızı yavaşlar ve kalp atış hızı değişkenliği (HRV) artar, bu da stres direncinin bir göstergesidir.


4. Kan basıncı düşer, bu da felç ve kalp krizi riskini azaltır.


5. Kaslar gevşer, bu da gerginlik ve spazmlardan kaynaklanan ağrıyı azaltabilir.


6. Ağrı, artan gevşeme ve "mutlu" hormonların artmasıyla birlikte azalır.


7 . Hücreleri ve organları besleyen dolaşım artar.


İnsanların stres, ağrı ve hastalıkla mücadele için sağlıklı alternatifler aradıkları bir günde, titreşimli dokunsal girdinin Antik bilgeliğini yeniden gözden geçirmeliyiz. Modern teknoloji artık bu şifa yönteminin uygulamaya konulmasını ve daha geniş bir nüfus için erişilebilir olmasını mümkün kılıyor.

12 Kasım 2020 Perşembe

 Türk Mitolojisindeki Keloğlan - “Tazşa”:


Türk - Altay mitolojilerinde adı geçen, saçsız masal kahramanı Keloğlan, anasıyla yaşayan bir garibandır masalların başlangıcında. Fazlaca hâyâlperesttir. Annesiyle vedalaşır ve masalların gelişme kısmı böylece başlar.


Aslında iki ayrı dönemin Keloğlan'ı vardır ve birbirlerinden farklıdır. Birincisi, mitolojik çağ; ikincisi, masalsı çağ. 

Meselâ mitolojik evrede keloğlan, ateş tanrıçası ile mücadele ederken masalsı evrede islâmî figürler de yerleşir ve keloğlan, ateşte yanmaz. Mitolojik evrede tam mânâsıyla bir kahraman iken masalsı evrese sivri zekâlı ve hatta hilebaz bir hâle bürünür. işte bu mitolojik evredeki Keloğlan'ın ismi Tazşa'dır. 


Tazşa, Türk ve Altay (özellikle Kazak) mitolojisinde ve masallarında sık sık adı geçen kel kahramandır. Bazen Kalca (Kalça) veya Kelçe (Kelce) şeklinde de geçer.

Daz (kel) başlı bir yiğittir. Gücünü kelliğinden alır. Türk söylencelerinde kellik bir güç ve zeka simgesidir. Aynı zamanda dolaylı olarak ve kendiliğinden ortaya çıkan kurnazlık ve yenilmezlik gibi özellikleri barındırır. Daz (kel) başlı yiğit asla yenilmez. Bazı durumlarda normal, sıradan bir insan olan kahraman silkinerek ton (don, biçim) değiştirerek birdenbire Tazşa’ya dönüşür. Hatta onunla birlikte atı da silkinir ve daz başlı olur. Böylece ikisi de yenilmez hale gelirler. Tazşa, Keloğlan’ın önsel ve ilkel biçimidir. Ancak Keloğlan gibi gülünç değildir. Aksine kellikle birlikte yiğitliği ve ciddiyeti, ayrıca fiziksel özelliklerinin gelişmişliği ile gücü de artar.


 Avarların söylencelerinde, soyundan türedikleri dazbaşlı (kel) ataları vardır. Kelçe; Çokbilmiş, kurnaz ve talihlidir. Ukala ve alaycı olarak da görünür. Kendisini kele dönüştürerek öteki dünyaya bile gidebilir, göğün yedi katını ve yıldızları dolaşır. Altay efsanelerinde kel kadın şaman ölüleri bile diriltir. Bu nedenle kellik bir güç simgesidir. Güneşli bir günde kar yağdırır, fırtına çıkarır. Manas Destanında Targıl Taz adlı bir kahin vardır. Kel/Kal sözcüğünün Moğolca Gal “Ateş” sözcüğü ile de bağlantısı vardır. Ateş kutsallık ve güç içeren bir enerjiye sahiptir. Moğolların Gal Han adlı bir Tanrıları vardır ve sözcük olarak kellik anlamıyla bağlantılıdır.  Alıntıdır..

9 Eylül 2020 Çarşamba

 Sema bize kendini anlatır..Gökkuşağı Vücudu: Bilmediğiniz Her Şey


İncil'in eski ve yeni vasiyetnamelerinin yanı sıra eski Yunan ve Mısır metinleri, yükseliş biçimleriyle ölüme meydan okuyanların öykülerini içerir, ancak çoğu için en zorlayıcı aşkınlık öyküleri Tibet Budist gökkuşağı vücut geleneğinin anlatımlarıdır .


Yükseliş öyküleri uzak geçmişe aittir, yani Enoch ve Lazarus (Eski Ahit) bunların gerçek mi efsane mi olduğu tartışılırken, bu yüzyıldan gökkuşağı cisim olaylarının örnekleri belgelenir ve mevcuttur. Bazıları gökkuşağı bedeninin yükselişinin ve elde edilmesinin aynı şeyler olduğuna inanır, ancak tartışmalı olarak farklılıklar vardır - Tibet Budist gökkuşağı gövdesi, tüm varlıklar için derin bir şefkat güdüsüyle yıllarca süren özel, disiplinli uygulamanın sonucudur.


Tibet ve Orta Asya'da, Budist gökkuşağı vücut geleneği, büyük usta Padmasambhava'dan başlayarak 8. yüzyıla kadar uzanır, ancak 20. ve 21. yüzyıl belgeleri bunun efsane veya efsane olmadığını göstermektedir - en yüksek lamalardan en çok uygulayıcılar alçakgönüllü halk, gökkuşağı bedenine kavuştu.


Modern Kanıt: On Altıncı Karmapa, Rangjung Dorje'nin Ölümü


Birinci dünya insanları olarak bizler açık tanımları ve kategorileri severiz - ancak daha önceki şamanik Bon geleneğinin yönlerini bütünleştiren Tibet Tantrik Budizmi böyle bir görüşü benimsemez. Gökkuşağı bedenine erişme belirtileri olan her ölüm vakası benzersizdir ve hiç kimse büyük bir ustanın nefesi ve kalp atışı durduktan sonra ne olacağını tam olarak tahmin edemez.


Genel olarak, ölümden önce meditasyona giren kişi meditasyon duruşunu sürdürmeye devam eder - devrilmiyor, çökmüyor veya sert ölümler sergilemiyorlar. Vücut, özellikle de kalbin etrafındaki bölge sıcak kalır. Bu, tıp bilimi tarafından 1981'de bir Chicago hastanesinde ölen On Altıncı Karmapa, Rangjung Dorje vakasında kaydedildi.


Tibet Budizmi'nin Kagyu Soyunun başı olan Karmapa, Gelugpa Soyunun başı olan Dalai Lama ile aynı statü ve önemi paylaşıyordu. 1974'te Batı'ya, dharma öğretisini gelişeceği yerlere aktarmak arzusuyla seyahat etti - daha önce Tibet'in Çinlilerden bağımsızlık kazanmayacağını ve Tibet mültecilerinin Kültür ve Halk Devrimlerinin olmayacağını tahmin etmişti. dönmesine izin verilecek.


Aşağıdaki açıklama Karmapa'nın uzman doktoru Dr. David Levy'den alınmıştır. Monitörlerde kalp yetmezliği belirtilerini belirttikten sonra sağlık ekibinin Karmapa'yı canlandırmaya çalıştığını, ancak yaklaşık 45 dakika sonra pes ettiğini söyledi. Levy, "Tüpü çıkarmaya başladık, ancak aniden kan basıncının 140'a 80 olduğunu gördüm. Bir hemşire çığlık attı, 'nabzı iyi!' Dedi.


Ekip üyeleri inanılmazdı. Katılan yaşlı bir Tibet lama, Levy'nin sırtına "bu imkansız, ama oluyor" diyormuş gibi okşadı. Levy, "Bu açıkça gördüğüm en büyük mucizeydi" dedi.


Levy, ölümden 48 saat sonra Karmapa'nın göğsünün hala sıcak olduğunu bildirdi. "Ellerim ikiside sıcaktı ama göğsü daha sıcaktı" dedi. "Ellerimi göğsünün yan tarafına götürürsem, vücut soğuktu ama kalbin etrafındaki bölge sıcak kaldı." Ayrıca, genellikle ölümden hemen sonra ortaya çıkan koku veya çürüme olmadığını da bildirdi. Levy, "Üç gün derin meditasyonda kaldı, sonra sona erdi - üşüdü ve ölüm süreci başladı. Atmosfer de değişti," dedi Levy.


Bu olağandışı ölüm sonrası olaylar, yüksek seviyelere erişenler durumunda normal olarak kabul edilir - bu nedenle, Tibetliler, özellikle ölüm anından sonra en az üç gün boyunca asla hareket etmeme veya bir vücuda dokunmama konusunda net bir kural uygular. Gerçekleşmiş varlıklar ve meditasyon ustaları durumunda.


Karmapa ayrıca ölümünden yıllar önce gökkuşağı bedeninin işaretlerini sergiledi. 1970'lerde, Karmapa ABD'yi dolaşarak halka Kara Taç Töreni yetkisini verdi. Bu öğreti yalnızca Karmapa soyundakiler tarafından verilir ve 1400'lerin başından itibaren kesintisiz bir soy aracılığıyla günümüze aktarılmıştır.


Güçlenmedeki kilit an sırasında, Karmapa siyah tacı başının üzerinde tutarken, bir katılımcı fotoğrafını çekti. Film geliştirildiğinde, Karmapa'nın görüntüsü şeffaftı - koltuğundaki brokar, vücudunun hayalet benzeri görüntüsünden açıkça görülebiliyordu. Katılanlar o sırada olağandışı hiçbir şey görmediler. Bu görüntü o zamandan beri geniş çapta dolaşıma girdi ve gökkuşağı gövdesinin canlı bir gösterimi olarak kabul edildi.


Nereden geldi? Padmasambhava ve Gökkuşağı Vücut Geleneği


Ölmeden önce Buda Sakyamuni "benden daha büyük biri olarak geri döneceğini" kehanet etti. Daha sonra "ikinci Buda" olarak bilinen Padmasambhava, MS 8. yüzyılda Orta Asya'da ortaya çıktı.


Hikaye devam ederken, Oddiyana (Swat Vadisi, Pakistan) krallığındaki Dünya Maymunu yılı sırasında, Dhanakosa Gölü'nde kırmızı bir nilüfer çiçeğinin içinde sekiz yaşındaki bir çocuk belirdi . Çocuk bir Buda'nın büyük ve küçük izlerini gösterdi ve hemen mucizevi faaliyet gösterdi.


Oddiyana kralı Indrabodhi çocuksuzdu. Olağanüstü çocuğu duydu ve onu bir prens olarak yetiştirmesi için sarayına götürdü ve ona " Padmasambhava " veya " Lotus Doğdu " adını verdi . Sonunda, Padmasambhava evlendi ve bir prens olarak hüküm sürdü, ancak kısa süre sonra, dünyevi siyasi yaşam ile ruhsal uygulamanın birbirine karışmadığını fark etti - ortaya çıktığından beri, doğuştan gelen amacı, tüm duyarlı varlıkları acıdan kurtarmaktı.


Kasıtlı olsun ya da olmasın, Padmasambhava kötü bir bakanın oğlunun ölümüne neden oldu - ancak babası ve mahkeme tarafından bilinmeyen Padmasambhava, çocuğu ölüm anında karma döngüsünden kurtardı. Yine de Padmasambhava, Oddiyana'dan sürüldü.


Dualitenin ötesinde, Padmasambhava sürgünü meditasyon yapmak için değerli bir fırsat olarak algıladı; Mezarlıklardaki uygulamalarını, varoluşun son derece geçici doğasının - doğan her şeyin, hatta dünyanın kendisinin bile öleceğini - sürekli hatırlatması olarak yaptı. Padmasambhava hızla mucizevi güçler kazandı. Daha sonra Hindistan'a seyahat eden Padmasambhava, tanıştığı her usta ve alimden öğretiler aldı. Onun kavrayışı, bir kum tanesinden güneşe, aya ve evrene kadar her şeyin doğasını anlayana kadar derinleşti.


Bu arada Zahor Krallığında (Doğu Hindistan) güzel bir prenses olan Mandarava doğdu. Henüz çok gençken Mandarava , siyasi bir evliliğe girme konusundaki yoğun baskıya rağmen , kraliyet statüsünden ve meditasyon ve Buda Sakyamuni'nin öğretileri olan dharma uygulama hakkından vazgeçti .


Nasıl tanıştıklarına dair çelişkili açıklamalar olsa da Mandarava, seyahatlerinde Padmasambhava'ya katıldı ve onunla Maratika Mağaralarında aydınlanma elde etti . Ancak Zahor kralı babası, ikisini ateşle idama mahkum etti. Bir odun ateşi inşa edildi ve ateşe Mandarava ve Padmasambhava yerleştirildi, ancak alevler bir göle dönüştü ve ortada, çiçek açan bir nilüferde yaralanmamış Mandarava ve Padmasambhava oturdu. Mucize karşısında şaşkına dönen kral onları kutsadı.


Padmasambhava, el ve ayak izlerini taşa bırakmak da dahil olmak üzere sayısız mucize gerçekleştirmeye devam etti. Seyahatlerinde dünyevi iblislerle karşılaştı, ama onları öldürmek yerine, onları dharma ve uygulayıcılarının koruyucularına dönüştürdü. Buda'nın öğretilerini getirerek ve fedakarlık sunularına dayanarak yerli dinini ortadan kaldırarak Tibet'e gitti. Orada 50 yılını 25 öğrencisine dharma öğretmek ve Himalayalar boyunca seyahat etmekle geçirdi , ancak rakshasa denen yamyam canavarların Hindistan'ı işgal etmeye hazırlandıklarını öğrendi .


Öğrencilerine yakında rakshasaları evcilleştirmek için yola çıkacağını duyurdu. Kalması için ona yalvardılar ama ikna edilmedi. Onlara her son öğretiyi verdi, sonra ayrıldı - biyografisinde çok sayıda tanık mucizeleri anlatıyor; Padmasambhava'nın bir güneş ışığı demeti takıp gökyüzüne yükseldiğini, dönen bir ışık bulutu içinde bıraktığını, gökyüzüne bir aslan sürdüğünü ve kaybolana kadar küçüldüğünü görmek.


Yaşlanmadı ya da ölmedi - basitçe gitti. Ancak geride bıraktığı tüm öğretiler arasında Dzogchen en derin ve eksiksiz olarak kabul edilir. Nihayetinde, öğrencilerinin çoğu gibi, 25 öğrencisinin tümü gökkuşağı bedenine ulaştı; ama sorular kalır: gökkuşağı gövdesi nedir ve nasıl elde edilir?


Yöntem: Dzogchen Meditasyonu


" Dzogchen " kelimesi Tibetçe " Dzogpachenpo " dan türemiştir . " Dzogpa " " tamamlandı " anlamına gelir ve " chenpo " " harika " anlamına gelir . Bu öğretiler incelikli ve karmaşık olsa da, özünde, nitelikli bir öğretmenden "işaret eden" talimatlar aldıktan sonra, uygulayıcı, "ilkel doğamızın kendi kendini mükemmelleştirmiş halini" gerçekleştirmek için meditasyon aşamaları boyunca çalışır. Dzogchen, " tüm öğretilerin kremi ve kalp suyu " olarak adlandırılmıştır .


İlk aşama, Trekcho , hepimizin içindeki ilkel farkındalığı gizleyen psişik karmik enkazın ısrarlı kesilmesidir; direniş, kızgınlık, kibir, gurur, kibir, söylemsel yargı ve onaylamama düşünceleri, yanılgı, kıskançlık ve nefret. İkinci aşama, Togal, tüm karmanın doğrudan çözülmesidir.


Togal durumuna ulaşmak için Treckho etabına ihtiyaç vardır. Togal, yoğun, "boş nokta" kalitesiyle anlık, anında gerçekleştirme olarak kabul edilir. "Muazzam bir disiplin gerektirir ve genellikle geri çekilme ortamında uygulanır. " Tibet Yaşama ve Ölme Kitabı " nın yazarı Sogyal Rinpoche, Dzogchen yolunun yalnızca nitelikli bir ustanın doğrudan rehberliği altında izlenebileceği çok sık vurgulanamaz .


Dzogchen yönteminin kökenleri hakkında karışık açıklamalar vardır; Tibet'te Budizm'den önce gelen şamanik Bon geleneği, öğretinin 18.000 yıl önce Bon'un kurucusu Tonpa Sherap ile birlikte geldiğini söylüyor. Diğer ustalar, Dzogchen öğretilerinin dünya dışı varlıklardan, zamanın düşünülebileceğinden çok daha önce alındığını söylediler. Tibet Budizmi söz konusu olduğunda, uygulama Padmasambhava üzerinden Tibet'e geldi ve o zamandan beri kesintisiz bir soyla aktarıldı.


Bir de gözden ait “Gökkuşağı Beden ve Diriliş Michael Sheehy, yazar yazımlar”: “ Dzogchen kozmolojisinde, evren tamamen açık ve şeffaf olarak düşünülmüştür. Hareket, hava elementi hızla ateşe salınan rüzgarı karıştırdığında gerçekleşir; ateşten su çıkar ve sudan kaya ve toprağın sağlamlığı sabitlenir. Kozmosu oluşturan elemental kuvvetlere bu kütleçekimsel çöküşle, maddeyi bedenlenmiş varlıkların oluştuğu dünyalara dönüşen yeniden şekillendiren bir madde. " Yoğun madde haline gelene kadar yavaşlayan yüksek titreşimli durumları düşünün.


Açıklamalar akademik ve kavramsal görünse de, Dzogchen'in kalbinde bir basitlik var (bu açıklama fazlasıyla basit olsa da - Dzogchen öğrencilerine ve her yerdeki ustalara özür dilerim). Bu bakış açısına göre, kendi bedenlerimiz de dahil olmak üzere algıladığımız her şey, “Legolar” veya gerçekliğin yapı taşları - toprak, su, ateş, hava ve uzay tarafından oluşturulur.


Elementler sonsuz çeşitlilikte görünümler yaratmak için birlikte dans eder, ancak fiziksel olanın altında ışık / enerji olarak elementlerin gerçek doğası yatar. Dzogchen aracılığıyla gerçekleştirmeyi başaranlar, kendileri dahil her şeyin özünü sürekli hareket halindeki saf ışık olarak algılayabilirler. Gökkuşağı referansı, elemental ışıkların renklerinden gelir; beyaz (boşluk), kırmızı (ateş), mavi (su), yeşil (rüzgar veya hava) ve sarı (toprak). Sheehy'nin dediği gibi, “Belirli koşullar altında, maddenin kütleçekimsel çöküşünün katılığa dönüşmesinin kozmik evrim süreci, kendisini dönen bir ışıma biçimine geri döndürebilir. Tibet gelenekleri, meditasyon teknolojilerinin bu çöküş sürecini tersine çevirebileceğini veya yüksek titreşimli enerjiden yoğun maddeye yolculuk yapabileceğini öne sürüyor. Diğer bir deyişle, Başarılı Dzogchen uygulayıcıları, tezahür sürecini tersine çevirerek yoğun maddeyi saf ışık / enerjiye çevirebilir. Özellikle, her tantrik, ezoterik, simya veya şamanik geleneğin temelinde bazı element türleri bulunabilir.


Gökkuşağı Vücut Türleri


2013 yılında hocasının ölümü anısına, Dzogchen Khenpo Choga Rinpoche yazdı talebelerine, “Benim kıymetli öğretmen, Lama Karma Rinpoche geçti. Tibet'teki arkadaşlarımdan, nazik öğretmenimin kutsal bedeninin çarpıcı biçimde küçüldüğüne dair olağanüstü bir haber aldım. Lama Karma yaklaşık 5'9 ”boyundaydı, ancak öldükten iki hafta sonra oturmuş bedeni şimdi yaklaşık 8” e küçüldü, bu da iskeleti de dahil olmak üzere vücudunun yaklaşık yüzde 80 oranında küçüldüğü anlamına geliyor. "


Choga Rinpoche, öğretmeninin ölümden sonra Lama Karma'nın bedeninin küçülmesine atıfta bulunarak " Küçük Gökkuşağı Vücudu " na ulaştığını açıklamaya devam etti - ancak "küçük", "daha az" değil. Choga Rinpoche, “Dzogchen tantra'ya göre, bu türden mucizevi bir gösteri, tam da bu hayatta Buda'nın en büyük başarısını elde ettiğinin bir işaretidir.


“Bedeni küçülmeye devam ederse ve tamamen kaybolursa, bu mucize Işık Beden veya Atomsuz Beden olarak kategorize edilecektir . Bu hafif beden, görgü tanığı olsun veya olmasın, kademeli olarak veya anında gerçekleşebilir. "


Dahası, Choga Rinpoche, " Orta Boy Gökkuşağı Bedeni " ni tanımlayarak, " Dzogchen ustasının bedeni, fiziksel beden tamamen gelene kadar birçok farklı şekil, renk ve farklı boyutlarda gökkuşağı küreleri, gökkuşağı ışınları ve gökkuşağı şeritlerinden oluşan gökkuşağı ışığı olarak çözülür. gökkuşağı ışığına dönüşerek saç ve tırnaklar dışında hiçbir şey bırakmaz. " Rinpoche, Usta Nyaklha Rangrik Dorje'nin (“Bedeni hala korunmuştur ve bir el büyüklüğündedir”) ve 1982'de vücudu yaklaşık dört inç küçülen kadın uygulayıcı Tasha Lamo'nun örneklerini aktarır.


Rinpoche, tüm bu mucizelerin “aynı yüce başarının işaretleri olduğunu açıkça ortaya koydu. Kazanımları tamamen eşittir. Bu uygulayıcılar tam da bu yaşamda Buddha'ya ulaştılar ”diye yazdı.


Bu tezahürler büyüleyici olsa da, kendimize hatırlatmalıyız ki, gerçek uygulayıcılar kamusal gösteri ya da kendini yüceltme uğruna kazanmaya teşebbüs etmiyorlar - onların ortak motivasyonları, tüm varlıkların özgürlüğüne ve mutluluğuna derin bir bağlılıktır. Karmanın çözülmesiyle elde edilen herhangi bir erdem, benlikten ziyade “ötekinin” yararına adanmıştır.


Bu görüş Budizm için temeldir ve tüm varlıkların yararına üstlenilen titiz disiplinlerin başlangıcı ve son noktasıdır.


Duvarlardan geçmek, ayak ve el izlerini taşa bırakmak, ölüleri canlandırmak ve aynı anda birden fazla yerde görünmek gibi "mucizevi" faaliyetler, başarının yalnızca "yan ürünleri" olarak kabul edilir; onlar amaç değil, sadece yol boyunca işaretler.


Bu güçlere aşık olmak, gurur ve kibir riskine girmek demektir. Gerçek Dzogchen uygulayıcıları, dikkat ve dikkat dağınıklığını önlemek için başarılarını gizler. Tüm varlıkların özgürlüğüne şefkat ve adanmışlık olmadan bu yetenekleri veya siddhileri kovalamak, büyücülüğün sınırları - kendi yararına doğaüstü güçlerin peşinde koşmak.


Khenpo Acho Rinpoche'nin Gökkuşağı Vücudu


1918'de doğan Khenpo Acho , Doğu Tibet'tendi. 1956'dan itibaren inzivaya çekildi ve hayatının geri kalanının çoğunu orada geçirdi. Bölgede büyük bir yogi ve meditasyon ustası olarak biliniyordu ve ölümü 2002'de Noetic Bilimler Enstitüsü'nün bir makalesine konu oldu.


“ 29 Ağustos 1998'de, seksen yaşındaki Khenpo Achö fiziksel olarak çözülme noktasına geldi. Bir gün öğle vakti yatakta yatarken, yakın zamanda herhangi bir hastalığa yakalanmadan, yüreği aklın ötesinde mükemmelleşen berrak ışık gerçekliğine kavuştu. Vücudu ışığa dönüşürken, kırışıklıkları yok olurken, güzel tenli sekiz yaşında bir çocuk gibi görünüyordu.


"Bir hafta geçtikten sonra, insanlar onun ölümünü öğrendiklerinde, yetkilileri aldatmak için gizlice ölüm pujasını yaptılar [gökkuşağı vücut uygulamaları Komünist Çinliler tarafından yasaklanmıştır] ve o sırada içeride ve dışarıda gökkuşakları belirdi ve hoş bir aroma her yeri kapladı. Vücudu giderek küçüldü ve sonunda Buda'ya ulaştı; tırnakları ve saçları bile geride kalmadı. Bir kayadan uçan bir kuş gibiydi - yakındaki insanların nereye gitmiş olabileceğine dair hiçbir fikri yok ”dedi bir tanık.


Tasha Lamo'nun Gökkuşağı Vücudu


Tibet Vajrayana geleneğinde kadın ustalar hakkında çok az şey söylense de, kadınlar kesinlikle gökkuşağı bedeniyle sonuçlanan kavrayışa ulaşma yeteneğine sahiptir. Tasha Lamo, Nyingma Katok Manastırı'ndan Lokgar Rinpoche'nin annesiydi. Daha sonraki yıllarda bir rahibe oldu ve büyük bir uygulayıcı olarak biliniyordu. Hindistan'da öldükten sonra vücudu 12 inç kadar küçüldü.


Lama Achuk Rinpoche'nin Gökkuşağı Vücut Fotoğrafı


Achuk Rinpoche saygı duyulan bir meditasyon ustasıydı - bir " maha siddhi " veya büyük başarılardan biriydi. 1918'de doğdu, el ve ayak izlerini kayada bırakmak gibi mucizevi faaliyetleriyle dikkat çekti. 2011'de öldüğünde vücudu 1,8 metreden bir inç boyuna küçüldü. Rinpoche, ölümünden yıllar önce bile gökkuşağı bedeninin izlerini sergiledi - pembe bir nilüferde görünen ışık görüntüsü, bir öğrencinin ustasının basit bir fotoğrafının sonucuydu. Fotoğrafta görülen olayların hiçbiri resim çekilirken belli değildi.


Ogyen Tendzin'in Gökkuşağı Bedeni


Doğu Tibet'ten bir meditasyon ustası olan Namkhai Norbu Rinpoche, Batı'da Dzogchen'i açıkça öğreten ilk Tibet lamalarından biriydi. Öldüğünde Gökkuşağı Bedenine kavuşan amcası Ogyen Tendzin'in hikayesini anlatıyor .


Namkai Norbu Rinpoche, çocukken meditasyon yapan amcasını izlediğini anlatıyor. "Sıkıldığım için benimle oynamasını sağlamaya çalışırdım" dedi. Rinpoche, büyüdüğünde amcasıyla birkaç hafta çalıştığını söyledi. "İlk Dzogchen öğretilerimi yedi yaşındayken amcamdan aldım."


Daha sonra, Kültür Devrimi'nden sonra, Ogyen Tenzin, her hafta kendisine yiyecek getiren bir öğrenciyle küçük bir evde yaşamaya başladı. Tek başına Dzogchen alıştırması yapıyordu. Namkhai Norbu, bir gün “Öğrenci ve Çinli bir yetkili Amca'nın kapısını çaldı ve kapı açılmadı. Amcamın kaçabileceğini düşündüler. Kapıyı çalarken yatağın üzerinde cübbesini gördüler, ama görünüşe göre orada olmadığı için cüppenin içine baktılar ve küçük bir beden buldular. Amcamın artık hayatta olmadığını biliyorlardı, ancak küçük bir vücut haline gelmişlerdi. Kapıyı kapattılar ve gittiler. "


Birkaç gün sonra Çinli yetkili geri döndü ve cesedin gittiğini gördü - geriye sadece saç ve tırnaklar kaldı. Rinpoche, "Gökkuşağı Bedeni bugün bile hala var - sadece eski zamanlardan kalma bir şey değil," dedi.

5 Eylül 2020 Cumartesi

 TARiHTEKi iLK DiN KİTABI: ALTI YARIK TİGİN


ALTI YARIK TİGİN (KM) (Altı Işık Nasibi, Altın Çiçek Doktrini) (-1517 ile -512) arasında 1000 yıl süreyle kaydedilmiş. BUĞUN TUR'lar, rahipler kurulu tarafından kaydedilmiş BOLTI'ları dinsel kaideleri

dolayısıyla, felsefi seviyede düşünceleri, felsefeye ilk adımları gösterdiği gibi, yaşanmış olan tarihi olayları da nakletmektedir. Kısacası, din/felsefe/tarihi birlikte veren belgeler halindedir.


Macar Türkolog Aurel Stein, 1907'de İçki Türkistan'ın Miran kentinde 3 yaprak kağıt bulmuştur. Bu kağıtlar üzerinde “çok eski bir Türkçe”yle yazılmış metinler vardı. Bu metinlerden, ait olduğu kitabın -emin ve üstün bir ifade şekliyle – varlığımızın sırrını

açıkladığı anlaşılmaktaydı. İlk yaprak, yazının 6 maddelik ana bölümünü oluşturan YARLIK BOLTI'lara, onlar da sekiz maddelik

BIRİLER'e ayrılmıştır. 2. ve 3. yapraklar ise, Yarlık Boltı'lara göre meydana gelen BOLTI'lara ayrılmıştır. Boltı, “inanç ve onu kaideleştiren doktrin” demektir. ALTI YARIQ, “Tanrı'ya varma, onda erime, onunla özdeşleşme için gerekli 6 fazileti ifade eder. TİGİN ise “bu faziletlere sahip olabilmek için, ona nüfuz edebilme, yani içeriği, felsefesini kavrayabilmek için gerekli ilme sahip olma”yı öğretir. VAROLUŞ'u tek bir esasa, tek bir temele “determinizm”e bağlıyor. OLONI, “Evrenin, alemin kuruluş mekaniğini”, halkın

anlayacağı “sembol-söz”lerle anlatıyor.


TARİHTEKİ BU İLK DİN KİTABI NE ZAMAN YAZILMIŞTIR?


Aurel Stein, bu metinlerin “çok, pek çok eski bir Türkçe”yle yazılmış olduğunu kaydetmektedir. Moğolistan tarih yazarlarına göre, Boltı'lar, yani “dinsel inançlar ve kaideleri” -1517'den -516'ya

Daryüs'ün Ür Apa yenilgisine kadar 1000 yıl süreyle kaydedilmiştir.

Fakat, ana metin, tarihten süzülerek gelen TEK TANRI kavramına ait İNANÇLAR ve bu inançların çerçevesini oluşturan TÖRE'ler ve KURAL'lar ne zaman yazılmıştır? Aurel Stein ve henüz tarihi konusunda araştırma yapmamış olan tarih yazarları “çok eski”

fikrinde birleşmektedirler. Bu konuda Kazım Mirşan'ın kanısı şudur: Miran'da bulunmuş olan metinlerde, ancak, tarihleri 12 binleri

gösteren en eski SINTAŞ'larında (heykel değerindeki yazılı taşlar) görülebilen tamgalara rastlanmaktadır. Örneğin, Öge Ke'deki “G” harfi, Üç Yarıq'daki “A” harfi için, ilk ve en eski tamgalar kullanılmaktadır. Ana metni kopya edenler, metini tam okuyamadıkları ve anlayamadıkları için, büyük güçlükler çekmişler ve yanlışlıklar yapmışlardır.


Altı Yarıq Tigin, herhalde taş üzerine yazılı bir halde, bir mabette saklanmış, bu metne göre rahipler, -1517'den -512'ye kadar Boltı'ları kaydetmişler ve -516'da mabetlerin Çin tarafından kontrol altına alınmalarıyla, mabetteki yazıların hepsi kopya edilerek Miran kentine götürülmüştür. ALTI YARIK TİGİN, BUDİZM'in kökenini verir ve bu nedenle Ön-Türklerin esas dini Budizm diyebiliriz. Ayrıca, Yunanlılara mal edilen İYİLİK ve KÖTÜLÜK felsefesini, başka felsefi disiplinlerinin kökenlerini bu bu belgelerde bulmak imkanı vardır.


Ön-Türkçeden Budizm'e geçen ve Sanskritçe sayılan birkaç kelime veriyoruz:


BUDA: ayrılma (buda/mak, budak)

BUDHA: bilgisizlikten ayrılan, bilgisizlik rüyasından

uyanan.

Nİ-İRVAN: ilk hale dönüş; NİRVANA: kurtuluş

WAY-NİQİ: talim; VAİNEYİKA: talim vb. (KM)


Haluk Tarcan'ın “Evrensel Uygarlıkların Köken

Kültürü Ön-Türk Uygarlığı” adlı kitabından alınmıştır.


ULU-KEM


ULU-KEM (TUVA-ALTAYLAR) Sülyek köyündeki yazılı kaya resmi, ALTI YARIK TİGİN'den başka bir şey olmayan TİBET ÇARKI'nın bir bölümünü, ve en eski TAMĞA şekillerini göstermektedir.