2 Aralık 2017 Cumartesi

Sessizliğinle tanış..

“Kutsal göller ve nehirlerde suyun ötesinde bir şey yoktur. Biliyorum çünkü her ikisinde de yüzdüm.” “Tüm Tanrılar, ahşaplara, mermerlere oyulmuş, hepsi sessizdir. Biliyorum çünkü hepsine yakardım.” “Doğu ve Batı’nın tüm kutsal kitapları sadece kelimelerden ibarettir. Biliyorum çünkü hepsini inceledim, hepsini okudum.” “ancak eğer 
yüce varlıkla tanı şma deneyimini 
yaşadıysanız her şey anlam kazanır: Sular kutsallığı taşır, Tanrılar size cevap verir, kitaplardaki sözler sizi aydınlatır.” 
“ ancak yüce varlı ğ ı hissederseniz hepsi gerçek olur. Aksi takdirde bütün bunlar, önceki nesillerin tam olarak açıklayamadan bize bırakmak istediği birtakım önemli şeylerden ibaret olur.” 

Hintli şair Kabir  (1440-1518) 

Sakinlik..

ERGÜN ARIKDAL
EZOTERİK ÇALIŞMALARDA TÜM DUYGULAR, EVRENLE AKORT HALİNE GETİRİLMEYE ÇALIŞILIR
Büyük sükut içinde insan, çevresiyle iç ahengi içindedir. Buna genellikle Batı'da ADEN HALİ denir. Aden'in içinde yaratılan bütün varlıkların birbirlerine karşı olan durumları, AHENK içinde olmaları kastedilir. Orada, bitkilerle hayvanlar ve diğer varlıklar büyük bir SÜKUNET halindedir. Karşılıklı tesir alış verişinde bulunurken hiç bir varlık, diğerini hırpalamak durumuna düşmez. İnsan henüz, neden? niçin? nasıl? diye sormaya başlamamıştır. İşte bu İLK HAL'i, Aden'deki sükunet halini GERÇEKLEŞTİRMEYE uğraşmak, ezoterik çalışmaların önemli UYGULAMA'larından biridir. NEREDE?...... Bu dünyada, bu beden içerisinde, bu bilgilerle... Büyük bir sükut içinde kalmanın asıl amacını, ilk uygulayıcılar çok iyi bilmekteydiler. RUH ile EVREN arasındaki DENGE'yi kurmak. Bir tür, tüm duyguları evrenle AKORT haline getirmek... Böyle bir sükut hali içerisindee yapılan yegane aktivite KALBİ DUA'dır. Buradaki dua, zamanımızdaki genel dua anlayışının çok üzerindedir. Çünki genellikle zamanımızda insanlar kendi egolarının çıkarları için Tanrı'dan talepte bulunurlar. İnsan aslında istedikleri şeylere göre de bir SINIFLAMA'ya tabi tutulabilir. Duada, insanların isteklerinin nereden hız alıp talepte bulundukları önemlidir. İnsanların isteklerine cevap verenler, bir hiyerarşik sistemde ayrı ayrı varlıklardır. İnsanlar hangi taraftan ne istemişlerse, oradan cevap gelir.. Ve hiç bir zaman bunları Tanrı'nın verdiğini düşünmeyiz. Tanrı kulundan ne bir şey alır, ne bir şey verir. Çünki, Tanrı'nın varlıklarıyla doğrudan ilişkisi yoktur. Eğer insan Tanrı'ya gerçekten yaklaşmak istiyorsa, ''O'' nun KOZMİK KANUNLAR'ına mümkün olduğu kadar uymaya çalışmalıdır. Hiç bir varlık, Kaadir-i Mutlak Yaradan ile, arasındaki boşluğu dolduramayacaktır. Dolayısıyla insanın yapacağı iş, kendi YÜKSEK ŞUUR'u ile NEFS'i arasındaki boşluğu doldurmaktan ibarettir. Nefsinden kalkıp, yüksek zatına geçebilmek için, ortada bulunan derin uçurumu doldurmak, daha yükseğe atlamanın yollarını, şartlarını, araçlarını aramak olacaktır.
Gizli Öğreticilik
Sayfa: 65

Yalnızlık

Tek Başınalık ve Yalnızlık – 
Çok girift, karmaşık bir şeyin anlaşılması gerekiyor: Eğer âşık değilsen yalnızsındır. Eğer âşıksan, gerçekten âşıksan tek başına olursun.
Yalnızlık üzücüdür; tek başınalık üzücü değildir. Yalnızlık bir tamamlanmamışlık duygusudur. Sen birisine ihtiyaç duyarsın ve ihtiyaç duyulan kişi mevcut değildir. Yalnızlık karanlıktır, onda hiç ışık yoktur. Karanlık bir evdir, birisinin gelip ışığı yakmasını beklemek ve beklemektir.
Tek başınalık, yalnızlık değildir. Tek başınalık kendinin tam olduğunu hissetmek anlamına gelir. Hiç kimseye ihtiyaç yoktur, sen yeterlisin. Ve bu aşkın içinde gerçekleşir. Âşıklar tek başına olurlar. Aşkın aracılığıyla sen içsel bütünlüğüne dokunursun. Aşk seni bütün hale sokar. Âşıklar birbirlerini paylaşırlar fakat bu onların ihtiyacı değildir. Bu onların taşan enerjisidir.
Yalnız hisseden iki kişi bir anlaşma yapabilir, bir araya gelebilir. Onlar âşık değildirler, unutma. Onlar yalnız olarak kalırlar ama şimdi diğerinin varlığı yüzünden yalnızlığı hissetmezler, hepsi bu. Onlar bir şekilde kendilerini kandırıyorlar. Onların aşkı kendilerini kandırmak için bir yalandır: “Ben yalnız değilim, başka birisi daha var.”
İki yalnız insan buluştuğu için, onların yalnızlıkları ikiye katlanır hatta kat be kat artar. Normalde olan budur. Sen tek başınayken yalnız hissedersin ve ilişkideyken de kendini berbat hissedersin. Bu her gün gerçekleşen bir gözlemdir. İnsanlar bir ilişkide değilken yalnız hissederler ve ilişki kuracakları birisini ararlar. Birisiyle ilişki halindeyken ise mutsuzluk başlar; o zaman tek başına olmanın daha iyi olduğunu hissederler: Bu kadarı çok fazladır.
Ne olur? İki yalnız insan buluşur: Bunun anlamı iki sıkıcı, üzüntülü, mutsuz insan bir araya gelir ve mutsuzluk katlanır. Nasıl iki çirkinlik güzellik haline gelsin? Nasıl olur da iki yalnızlık bir araya gelerek bir tamamlanmışlık hissi, bütünlük sağlayabilir? Mümkün değildir. Onlar birbirlerini sömürür, bir şekilde onlar birbirleriyle ilişkide olarak kendilerini kandırırlar ama bu kandırmaca fazla ilerleyemez. Balayı bittiğinde evlilik de bitmiştir. O sadece geçici bir yanılsamadır. Gerçek aşk yalnızlıkla savaşma çabası değildir. Gerçek aşk yalnızlığı tek başınalığa dönüştürmektir, diğerine yardımcı olmaktır: Eğer bir insanı seversen o kişinin tek başına olmasına yardım edersin. Onu doldurmaya çalışmazsın. Onu bir şekilde varlığınla tamamlamaya çalışmazsın. Diğerinin tek başına olmasına, sana ihtiyaç duymayacağı kadar onun kendi varlığıyla dolmasına yardımcı olursun. Bir insan bütünüyle özgür olduğunda, o zaman, bu özgürlük sayesinde paylaşım mümkün olabilir. O zaman o, çok fazlasını verir ama bu ihtiyaçtan değildir; o çok fazlasını verir ama bir pazarlık olarak değildir. O çok fazlasını verir çünkü onda çok fazlası vardır. O verir çünkü o vermekten hoşlanır. O verir çünkü vermekten hoşlanır.

1 Aralık 2017 Cuma

Gül ve döngü..

‘Döngüsel Süreklilik’ & ‘Değişim ve Dönüşüm’ü imleyen 
görsel sembollerden GÜL ,

bütüne/evrensel olana ulaşma çabası, aslında nesnenin görünmeyen
„öz‟ünü yani varlığın kökenini aramaya yöneliktir. 

Antikçağdan beri ruhsal aydınlanmanın sembolü olan Gül
Simyada da çoğunlukla yedi taç yapraklı olarak ruhsal aydınlanmanın 
yedi aşamasını ifade ediyor.

Tek merkezli yedi daireli taç yaprakları olan gül, 
yedi metali ve onlara tekabül eden gezegenleri sembolize eder.
Birçok gül, 10 katlı bir simetriye sahiptir. 

Daire ile ilişkili olan Gül, bu manada
anlamının çoğunu lotus çiçeği ve zambak ile paylaşır.

Üretim, saflık ve kalble birlikte düşünülen bir im olan Gül 
Sufilik’te de ruhsal aydınlanmanın 
ve kalp gözünün açılmasının sembolü olarak karşımıza çıkar.

________Jung'un oldukça güzel ifade ettiği gibi ;

“Bütünlüğe giden doğru yol, 

maalesef kaçınılmaz dolambaçlar ve kıvrımlarla doludur. 
Bu en uzun yol düz değildir. 
Karşıtları birleştiren ve bize yılanlı asayı anımsatan 
yılan gibi kıvrımlı bir yoldur. 

Bu yolun labirentinde korku dönemeçleri hiç eksik olmaz.”

Parelel ..

Güce Karşı Kuvvet kitabında Psikiyatrist Dr. David Hawkins diyor ki, “İç içe geçmiş bu evrende özel hayatımızda kaydettiğimiz her gelişme, geniş anlamda, dünyadaki herkes için bir gelişmedir. Hepimiz insanoğlunun ortak bilinç düzeyinde yüzeriz, o kadar ki, bu bilince yapılan her katkı bize geri döner. Hepimiz hayatın tadını çıkarmak adına gösterdiğimiz çaba sayesinde ortak neşemize katkıda bulunuruz. Benim için iyi olan şeyin sizin için de iyi olduğu bilimsel bir gerçektir.” 

(Wayne W. Dyer, Niyet Etmenin Gücü,s. 134-136) —

Vicdan..

İnsanın 'Kendi ile Yüzleşme' ye yüzü yoksa,

başkalarının hataları ile oynar durur...

Kendinle yüzleşmek? "

Ne kadar zor değil mi kendinle yüzleşmek?

Kendi avukatlığını yapmaya, bütün delilleri lehine kullanmaya, sahte deliller yaratmaya, gerekirse bazılarını karartmaya, ne olursa olsun her hal ve şart altında kendini aklamaya alışmışken, kendi hakkında dava açan bir savcıya, gözünü kırpmadan kendi kalemini kırabilen bir yargıca dönüşmek zor geliyor sana değil mi?

Hata yaptığını yanlışa düştüğünü itiraf etmemek, birilerinden özür dilememek, hep haklı çıkan kişi olmak, kuyruğu ne olursa olsun dik tutmak için olağanüstü bir çaba harcıyorsun. Gerçek olduklarına kendini bile inandırdığın yalanlarının üstünü, iftiralarla kardığın o gülünç harçla sıvamaya çalışıyorsun.

Haksız olduğun halde haklı çıkmaya çalıştığın her defasında, haklı olan birilerine kara çaldığını biliyorsun aslında.

Yani haksızlık yapıyorsun.

Yani adaletsiz davranıyorsun.

Sırf, bir uçan balon gibi kontrolsüz yükselen egon tatmin olsun diye birilerini yalancı çıkarmak seni rahatsız etmiyor mu?

Neden hep haklı çıkmaya çalışıyorsun?

Başkalarının haklılığına neden tahammül edemiyorsun?

Kıskançlıktan mı yoksa bu tahammülsüzlük?

Bırak yüksek sesle söylemeyi, kendine bile sessizce itiraf edemediğin, sadece gövdenden parmak uçlarına beynine zehir gibi yayıldığını hissettiğin o sarsıcı duygu mu bütün bunları yapmana neden olan?

Kıskançlık mı seni böylesine saldırganlaştıran?

Bir nedenden ötürü kıskandığın kimselerin üstüne bu yüzden mi bu kadar yükleniyorsun?

Bu yüzden mi hiç geri adım atmayı bilmiyorsun?

Bu yüzden mi var gücünle hedef bellediklerine yükleniyorsun?

Kendini başkalarından saklamaktan, yalanlarının, haksızlığının ortaya çıkacağı korkusuyla sürekli tetikte durmaktan yorulmuyor musun?

Aynada gözlerini gözlerinden kaçırmak rahatsız etmiyor mu seni?

Hiç sormuyor musun kendine, ‘Bir insan hep haklı olabilir mi’ diye?

Huzursuzlanmıyor musun günün orta yerinde durup düşündüğünde?

Uykun kaçmıyor mu başını yastığına koyduğunda gece?

Vicdanın da mı susuyor senin gibi?

Ama vicdan hiç susmaz ki…

Onun sesini nasıl bastırıyorsun peki?

Söylesene en son ne zaman yakaladın kendini?

Bu sabah aynaya bakarken mi?

Seninle ilgili bütün gerçekleri bilen gözlerinden gözlerini kaçırırken mi yani?

En son ne zaman yüzleştin kendinle?

Ne zaman ‘Ben aslında yalan söylüyorum’ dedin?

Haksız olduğunu hiç değilse kendine ne zaman itiraf ettin?

‘Yanlış yaptım,’ ‘Hatalıyım,’ ‘Özür dilemeliyim’ diye en son ne zaman geçirdin içinden?

Yapmadın mı bunların hiçbirini?

Neden yapmadın?...

Kimse sonsuza kadar haklı olamaz ki...

Ne zaman karşına oturtacaksın kendini?

Ne zaman çıkaracaksın üstündeki avukat cüppesini?

Savcılığa soyunup kendini ne zaman dava edeceksin?

Kendi kalemini ne zaman kıracaksın bir hâkim gibi?

İçindeki vicdan mahkemesinin boş koridorlarında adımlarının yakalanmasına ne zaman izin vereceksin?

KENDİNLE NE ZAMAN YÜZLEŞECEKSİN?.... 

30 Kasım 2017 Perşembe

Rabbim ..

”Tanrım neden benimle konuşmuyorsun..? 
Neden beni sevmiyorsun? Lütfen beni sev”diye yalvardı... 
Tanrı: ”Daha ne yapayım... Sen Sevgiyi bilmiyorsun ki nasıl sevildiğini anlayasın" dedi. İnsan O'nu duyamadı. Kelam aşktır... Görünmez aşk ışıktır. Söz kalpten gelirse, kelam ışık olur. Sevgiyi yaşayarak aramıza indir, sevgiyle hizmet etmeyi seçerek ışığın gerçeğini anlamaya ve anlatmaya, paylaşmak üzere öğrenmeye devam et. Birbirimizi kendimizden ayırmadan BİR'i sever şekilde, bu bilinç haliyle seversek ışığın kalbinde oluruz. Bu sözle sevenlerden olmamak, eylemle belirlenen gerçek sevgiyle sevenlerden olmaktır. Sevginin tam ortasında durursanız ışığın kalbinde olursunuz. Işığın kalbinde olmak, Yaradan'ın kalbinde olmaktır. 
Işıktan doğanlardan olalım. Çünkü ışık çocuklarıyız, sadece hatırlamamız gerekiyor. Çünkü yıldız tozlarıyız... En derin anlamında...
Işıkla daha yakın...

Sevgi..

Tek bir zerresi bile tüm görünen âlemleri yok edecek kudrette olan sevgi, gönülde insanladır. Ancak insan ne gönülledir ne de sevgiyle. Hatırlamadığı için ulaşamaz, sessizliği duymak kolay değildir. O’nun avazını işitmek için nefsi öldürmek gerek. Eğer hesaptaysan, ayrıntıdaysan, şüphedeysen aşk ve sevgi içinde değilsindir. Emanettir her şey... düşünce, mal, eşya, tüm hayatında sahip olduğunu sandığın her şey ve en önemlisi de bedenin. Beden de bir emanettir. İnsan kendine ait olanları kaybeder. Kayıpların yoktur çünkü hiçbiri sana ait değildir. Sevgin, aşkın, bilgeliğin, aklın, güvenin, sabrın bunlar kendi "öz" olan değerlerin. Kendinden kendine yolculukta ulaşılacak nihai yer, "öz" yani yaratımda üflenen tanrısal ruhtur.

Kendilerince..

Dillerinin nasıl çevrileceği hakkında/Nasıl hemfikir olmalı kuşlarla?

Nasıl demeliyim kaplumbağaya,/Yavaşlıkta onu geçtiğimi?
Nasıl sormalı pireye/Yüksek atlamadaki derecesini?
Ve güzel kokuları için/Nasıl teşekkür etmeli karanfillere?
Şafak atarken denizde,/Hangi şirin heceleri tekrarlar hava?
Mahkumun düşündüğü ışık,/Senin için parıldayanın aynısı mıdır?
Hangi dilde düşer yağmur/Acılı kentlerin üzerine?

Pablo Neruda / Sorular


29 Kasım 2017 Çarşamba

Gizemler.

"Meditasyon yaparken, sessizlik, sakinlik, sükunet gereklidir,
gözler kapanır ve soluk alıp verme teknikleri uygulanır.
Gözlerimizi neden kapatmak zorundayız?
Çünkü alfa dalgaları, 
gözlerle fizyolojik bağlantı içindedir.
Gözleri kapatmak, beyinde, trans hali için gerekli olan alfa dalgalarını üretilmesini saglar. 

Ayrıca gözlerimizi yukarıya, alnımızın
ortasına, yani beyin epifizinin oldugu bölüme 
ya da Üçüncü Göz çakrasına çevirmek bile, 
alfa dalgalarının oluşumunu hızlandırır.

İşte bu yüzden gözlerimizi kapatırız"


Semboller.

"Hemen bütün mistik öğretilerin özünde bir takım sembollere bağlı olarak, ‘görünenin arkasına bakabilme’ niyeti vardır. 

Nitekim sembollerle düşünmeyi öğrenen insan, sırları çözmeye başladığı andan itibaren genişleyen ve güçlenen zihninin artan bilinç kapasitesiyle, zaman içinde aynı sembol ya da mitten daha derin sonuçlar çkarabilecek noktaya gelir. 

Ancak sırların ifşasında, basitten karmaşığagiden anlaşılma kademeleri vardır. 

Dolayısıyla, hiçbir zaman tam bir anlama mümkün olmaz. 

Bir sembolün daha üst bilgileri de gizleyebileceği unutulmamalıdır. 

Bu noktada, sembol kullanımının kaynaklarından biri olan “gizemcilik” anlayışını da hesaba katmak gerekir. Gerçeğin ancak sezgiye dayalı yani gizil yollarla kavranabileceğini savunan gizemciler, ‘tek hakikat’ bilincine varma sürecinde uygarlıklararası yorumların da ortak olduğunu belirtirler. 

Nitekim evrene dair ezoterik ya da parapsikolojik bilgiler ile mitler ve efsaneler, sembollerin kültürlerarası aktarımını sağlayan unsurlardır. 

Antik Mu, Atlantis, Maya Hindistan, Mısır, Yunan, Akdeniz uygalıkları gibi eski kültürlerin din ve inançları ile gizemciliğin etkisiyle oluşan hermetizm, panteizm, yeniplatonculuk, kabalacılık, spiritualizm, mistisizm, tasavvuf gibi düşünce 
sistemlerinde / ezoterik doktrinlerde; bilinçaltı-bilinç-evren arasındaki enerjik iletişimi anlamlandıran kadîm semboller mevcuttur (Buckland 2005, Salt 2006, Gener 2012). 

Bu anlamda; görünenin arkasındaki görünmeyeni yani fenomenlerin iç yüzünü sorgulayan tasavvuf da, mutlak varlık olan Tanrı mefhumunda her şeyi temellendirmiştir. 

Ontolojik anlamda varlığı, varlığın sırrını ve özünü/kaynağını bilmeyi, anlamayı, açıklamayı esas alır. 

Tasavvuf, ilahî sırrın gerisindeki hikmete ters düşmemek için hakikatin mecaz ile örtüldüğü ezoterik/bâtınî bir sistemdir. 

Bilmek-bulmak-olmak yolunda önce bilgi içselleştirilir, sonra içselleştirilen bilgiyle bilinçlenilir. 

Bâtın/iç keşfedildiğinde ise, sırra erişilerek varlıktan geçilip yok olunur. 

İnsanı Tanrı’ya ulaştıracak gizli bilgideki sır ancak sembollerle paylaşılır.

Varlığı ve evreni anlamlandırarak sırrı/hikmeti aktarmakta kullanılan her türlü sembol (doğal varlıklar, sayılar, biçimler, geometrik şekiller vb.); 

gizemci yaklaşımların tümünde olduğu gibi, tasavvufun gizemcilik anlayışında da mevcuttur. 

Mutlak varlığın sırrı, imadadır. 

İma da, tasavvufî sembollerin derin anlamlarındadır. 

Varlık ve yaratılış hakkında duyularla algılanamayacak bilgiler, sembollerle anlamlandırılır. 

Görünmeyendeki sır, manadır ve manayı algılamak, bir nevi içe bakış yöntemiyle öze dönmeyi gerektirir. 

Tanrı insan-evren bütünlüğü içinde birlik-çokluk, ruh-madde, aşkınlık-içkinlik, ışık-karanlık, evvel-ahir diyalektiği hep birbiriyle yan yana ve iç içedir. 

Zira her şey -doğası gereği- tamamlanmak, bütünleşmek, bir olmak ister. 

Her varlık, Tanrı’yı kendi yaradılışındaki kapasiteye göre tecelli ettirir. 

Hakikat hep aynı hakikattir 

ama onu 

duyan, 
gören 
bilen, 
idrak edenlerin 

bakış açıları ve seviyeleri sürekli değişir"

Doç. Dr. Özge ÖZTEKİN



Ruh..

Zikir veya esma farklı bir titreşim ve frekensla okunursa kalbini arındırır ve Yaradanın gözü kulağı olmaya doğru gelişir..

Zikrin özü tevazudur;Onu icra eden nefis ışığa tutulmuş bir gölge gibi sönüp kaybolur..
Zikrin iki boyutu var:
, biri ruh, öbürü beden. Zikrin ruhu nefes. Zikrin her tekrarıyla kendiliğinden uzatılır. Zikrin bedeni de kelimelerdir. Kelime ateş cevherini ortaya çıkarır; nefes ise hayattır. Ateş olunca kalp kendiliğinden ısınır ve
her kalbin yaygın olarak görülen soğukluk hastalığını iyileştirmeye başlar.
Sonra kelime, ses,titreşim,frekans,esma boyutları, atmosfer, bakış, dokunuş... hepsi dışarıya bir sıcaklık vurur ve zikir yapan kişi bizzat varlığıyla ısı titreşimleri yaymaya başlar. Zamanla her şeye, her varlığa duyarlı olmaya başlar. Bu sıcaklık zamanla bir kıvılcım harlandırır ve buradan sıçrayan alevle zikir yapan kişinin yolu aydınlanır. Sufinin manevi
gelişiminde Zikrin çok özel bir önemi var; Sufiler dünyada ve
cennette her şeye onunla ulaşırlar.
Onlara misafir (hastalık) zor gelir.Bütün bedenleri astral ve mental bendenlerle birlikte şuurda patlama yapar negatif enerjileri yok eder


28 Kasım 2017 Salı

Şiir ve yaşam..

Frida Khalo tarafından 1949 da yapılan "Diego ve ben" adlı kendi portresi,

Alnının ortasında Diego’nun yüzü ve Üçüncü göz...

Frida'nın ifadesiyle Diego;

Diego.Başlangıç /
Diego. yapıcı. /
Diego. bebeğim /
Diego.erkek arkadaşım
Diego.ressam /
Diego.aşkım /
Diego. "kocam" /
Diego.arkadaşım /
Diego.annem Diego.ben /
Diego.evren /
Benzerlik içindeki farklılık
Ben kime "benim Diegom" diyebilirim? /
O hiçbir zaman ve hiç benim olamayacak.
O kendine aittir."

Neysen o.

BİR İNSAN NEYSE ONU GÖRÜR...

''Bu dünyada bir insanın mutlu olabileceğini hissediyorum. Ve bu Dünyanın imgelem ve Vizyon Dünyası olduğunu biliyorum. 

Bu dünyada resmini yaptığım her şeyi görüyorum, ancak herkes aynı şeyi göremez. 

Cimrinin bakışına göre Altın Para , Güneşten daha güzeldir ve eski bir para kesesinin üzümlerle dolu bir asmadan daha güzel boyutları vardır. 

Bazılarında sevinç gözyaşları akıtan ağaç diğerleri için sadece yolda duran yeşil bir nesnedir. 

Bazıları doğayı alay konusu ve biçimsizlik olarak görür ve bunlara göre boyutlarımı düzenlemeyeceğim; 

ve bazıları Doğayı hiç görmez... 

Fakat imgelem insanının bakışına göre doğa imgelemin kendisidir. 

Bir insan neyse onu görür.''

William Blake
(İngiliz şair,ressam,mistik vizyoner)

Psişik..

nsanoğlu için en büyük tehlikenin 

açlık, deprem, mikroplar, kanser olmayıp, yalnızca insanın kendisi olduğu, 

göz kamaştırıcı bir açıklıkla ortaya çıkmaktadır

Carl Gustav Jung

Sözün bütünü ise;

"Bilimsel ruh incelemesinin (psikoloji), geleceğin bilimi olduğuna inanıyorum. 

Psikoloji doğa bilimlerinin en genci ve henüz emekleme evresinde bugün. 

Bizim için en önemli bilim dalı bu ;

gerçektende, insanoğlu için en büyük tehlikenin açlık, deprem, mikroplar, kanser olmayıp, yalnızca insanın kendisi olduğu, göz kamaştırıcı bir açıklıkla ortaya çıkmaktadır. 

Nedeni ortada: 

Ruhsal yaraları saracak, etkili bir çare yok henüz, oysa bu yaralar doğanın en acımasız, en büyük yıkımlarından daha da yok edicidir ! 

İnsanı olduğu gibi halkları da korkutan en büyük tehlike psişik tehlikedir. 

Beliren genel güçsüzlüğün nedenleri, bilinçaltını hiç dikkate almaksızın tek bilinçle, ama yalnızca bilinçle ilgilenilmiş olmasıdır"

27 Kasım 2017 Pazartesi

Dalmak gerek.

"Yani demek istediğim: 
Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova 
seyredilmeye gelmez, 
Okyanus yaşanılır."

Nazım Hikmet
 — 


Özgür ol..

Gelişmenin kolay olduğunu mu sanıyordun yoksa?.. 
Her gelişim bir şekilde acının içinden geçmeyi gerektirir. 
Acı, kendinle hesaplaşmanın, kendinle yüzleşmenin acısıdır. 
Ama gereklidir ve gelişmenin kestirme yolu da yoktur. 
Çünkü gelişim öncelikle iç temizliği gerektirir. Acının sağından solundan geçerek, acıyı uyuşturarak özgürleşemeyiz. Acının içinden geçerek özgürleşmektir en kestirme ve en gerçek yol. 


Renk..

"İnsanın imajinasyon yetenegi sembolleştirici bir role sahiptir.
Ruhsal alemde "anlamlar" halinde bulunan "tesirler" 
fiziksel alemde belirirlerken ister istemez madde aleminin özelliği olan imajlara bürünmek zorunda kalırlar ki, bürünecekleri imajları
da "tesir"i alan insanın şuuraltı dağarcığından edinirler. Metapsişikçiler şuuraltının bu degiştirici ya da dönüştürücü etkisine
"renkli cam etkisi" adını verirler. 

Nasıl beyaz ışık renkli bir camdan geçerken 
hem camın rengini alıyor, 
hem de bir miktar kırılmaya uğruyorsa,

insanın aldıgı metapsişik enformasyon ya da tesir de 
şuuraltı katmanından geçerken 
benzer şekilde, özelleşir, bükülür, kabalaşır, dönüşür, 
o ortamdaki malzeme neyse
ona bürünür 
ve özgün halini az çok yitirerek dışarı yansır." 

26 Kasım 2017 Pazar

Özgür olmak..

Aşk mı Sadakat Mı
Aşk kontrol edilemez; ısmarlamayla ortaya çıkmaz. Bir kere yok olduğunda da, geri getirmenin yolu yoktur. Ancak rol yapabilirsin, ikiyüzlülük yapabilirsin.
Sadakat tümüyle başka bir şeydir. Senin zihnin tarafından üretilir, seni aşan bir şey değildir. Belli bir kültürün eğitimidir, herhangi bir eğitim gibidir. Rol yapmaya başlarsın ve yavaş yavaş kendi rolüne inanırsın.
Sadakat der ki; daima, hayatta ve ölümde, kendini birine adamalısın, kalbin bunu istese de istemese de. Psikolojik bir köleleştirme yöntemidir.
Aşk özgürlük getirir.
Sadakat kölelik getirir.
Görünüşte benzerler; derinde tam zıttırlar, tamamen zıt. Sadakat rol yapmaktır; onun için eğitildin.
Aşk çılgındır; bütün güzelliği çılgınlığındadır. Nefis kokulu bir meltem gibi gelir, kalbini doldurur, ve birden, çölün olduğu yerde, çiçeklerle dolu bir bahçe belirir. Ama nereden geldiğini bilmezsin ve onu getirmenin mümkün olmadığını da bilmezsin. Kendiliğinden gelir ve varoluş istediği sürece kalır.
Ve tıpkı günün birinde bir yabancı gibi, konuk gibi nasıl geldiyse; başka bir gün de aniden gider. Ona yapışmanın, onu tutmanın yolu yoktur.
Toplum bu türden öngörülmez, güvenilmez deneyimlere dayanamaz. O, garantiler, güvenceler ister; o yüzden sevgiyi hayattan tümüyle çekmiş ve yerine evliliği koymuştur. Evlilik sadakati tanır, kocaya sadakati; çünkü bu, resmi bir şeydir ve elindedir … ama sevgiyle karşılaştırınca hiçbir şeydir; sevgi okyanusunun yanında bir çiğ damlası bile değildir. 


Özgürleşme..

AYDINLANMIŞ İLİŞKİLER
Sürekli zamanla gerçekleşecek bir olayın sizi kurtarmasını bekliyorsunuz. Bu üzerinde konuşup durduğumuz esas yanılgı değil midir? Kurtuluş bir başka yerde ya da zamanda değildir, o şimdi ve buradadır. Ben şunu elde ettiğimde ya da bundan kurtulduğumda mutlu olacağım dersiniz. Bu, gelecekte kurtuluş illüzyonunu yaratan bilinçsiz zihin durumudur. Ancak tek bir giriş noktası vardır. Şimdi! An’ın dışında bir kurtuluş olamaz.
Romantik aşk ilişkisinin öylesine yoğun ve peşinden koşulan bir deneyim olmasının nedeni, özgürleşmemiş ve aydınlanmamış insana derin korku, ihtiyaç, yoksunluk ve eksiklik halinden bir kurtuluş sunar gibi görünmesidir! Bu halin psikolojik olduğu kadar fiziksel bir boyutu da vardır. Fiziksel olarak ya kadın ya da erkeksiniz, yani bütünün yarısısınız, bu her ikisinin birbirine ihtiyaç duyma dürtüsüdür. Ama cinsel birleşme bütünlüğün geçici bir an için yaşanmasından, bir esrime anından başka bir şey değildir. Cennet size kısa bir an için gösterilmiş, ama orada kalmanıza izin verilmemiştir.
Psikolojik düzeydeki yoksunluk ve eksiklik duygusu fiziksel düzeydekinden de büyüktür. Zihinle özdeşleştiğiniz sürece benlik duygunuzu dışardan alırsınız, yani kimlik duygunuzu gerçek kimliğinizle hiç ilgisi olmayan şeylerden, toplumsal rolünüzden, mal ve mülkünüzden, dış görünümünüzden, başarılarınızdan, inanç sistemlerinizden vs alırsınız. Bu sahte zihin ürünü benlik, yani ego kendini savunmasız ve güvensiz hisseder ve daima özdeşleşeceği, kendine var olduğu hissini verecek yeni şeyler arar. Ama hiçbir şey ona kalıcı bir doyum sağlayamaz, böylece korkusu, yoksunluk ve muhtaçlık duygusu sürer.

Zaman..

Arten: Gördüğünüz dünya bir dünya yanılsamasıdır. Bunu Tanrı yaratmamıştır çünkü onun yarattıkları kendisi gibi ebedidir. Gördüğünüz dünyada ise sonsuza dek sürecek hiç bir şey yoktur.

Gary : Fakat enerjiye ne demeli ? Enerjinin yok edilemeyeceği doğru değil mi?

Arten : Enerji biçim düzeyinde görünüşte yok edilemez. Çünkü aslında enerji değildir o düşüncedir daha doğrusu Neticede Sonsuzluğa dönüşecek olan hatalı düşüncedir. Gerçek olan sonsuzdur ve değişmez veya değiştirilemez. Bu nedenle ruh değişmezdir çünkü o zaten kusursuzdur. Zihinse neye hizmet edeceğini seçebilir, seçimini yaparken koyduğu tek sınırlama iki efendiye birden hizmet edemeyecek olmasıdır. O halde enerjinin değişebileceği olgusu tam da kendi doğası nedeniyle gerçek dışıdır. Amacımız enerji konusuna pek düşkün olan Yeniçağ arkadaşlarının hevesini söndürmek değil fakat enerji hiç bir şeydir, bir zaman kaybı, bir kandırmaca, evini Kaya değil kum üstüne yapman için bir gereçtir İşin iyi tarafı enerjinin değiştirilebilir olması değil onu değiştirilebilir hale getirenin zihnin olmasıdır.

-Evrenin kayboluşu kitabından alıntıdır