10 Mart 2018 Cumartesi

4.Evre :Kali Yuga------2


RABBİN KATINDA BİR GÜN, SİZİN SAYMAKTA OLDUKLARINIZDAN BİN YIL GİBİDİR. (KURAN-I KERİM, 22/47)

BİR BRAHMA GÜNÜ’NÜN BİN ÇAĞ SÜRDÜĞÜNÜ VE GECESİ’NİN DE BİN ÇAĞ SÜRDÜĞÜNÜ BİLENLER – GERÇEKTEN BİR GÜNÜN VE BİR GECENİN ANLAMINI BİLMEKTEDİRLER. (BHAGAVAD GİTA)


Kali Yuga’da (şimdiki zaman) dünya ruhu siyah oldu. Bu demir çağıdır. Sadece çeyrek fazilet kalmıştır. Dünya kedere boğuldu, insanlar şerre dönmüşler, hastalıklar gelmiştir, bütün yaratıklar soysuzlaştılar, kutsal ayinler ters sonuç vermekte, her şey değişimlere girmekte ve birçok Yugaları yaşayanlar dahi değişime tabi olmaktadır. (Mahabarata)

432.000 dünya yılıdır, yaklaşık 5.000 dünya yılı öncesi başlamıştır.

Kış Dönemi, tıpkı kapkaranlık bir gece… Maddi ve manevi yozlaşmanın doruğa çıktığı bir dönem… Kaos, kargaşa, savaşlar, depremler, felaketler çok fazla… Oran %25 pozitife karşın %75 negatif, yani negatif değerler çok fazla baskın… Korkulanın gerçekleşme hızı çok yüksek, %75 negatif enerji çok güçlü bir besleyici…

Kali Yuga’da, iyi dileklerin gerçekleşme oranı ise çok düşük, %25 pozitif enerji dilekleri, istekleri beslemekte zayıf kalıyor… İnsanların sadece %25i fazilet sahibi ve azınlıkta kalıyor… Bu nedenledir, son 20-30 yıldır gündemde olan yeniçağ düşünce yapısının oluşması…

Epiktetos, Mevlana, Halil Cibran gibi büyük filozofların yüzlerce yıldır günümüze dek gelen sözleri, yeniden yeni bir ambalaj ile “sır” adı altında gündeme geliyor, pozitif düşünceye sevk eden enerji çalışmaları popüler hale geliyor. Binlerce yıllık geçmişi olan yoga, meditasyon gibi çalışmalar, enerji çalışmaları, kadim bilgiler yüzeye çıkıyor, daha fazla kişinin ilgisini çekmeye başlıyor ve son yıllarda popüler kültürün bir parçası halini alıyor ki bu denli yoğun olumsuzluğun içinde olabildiğince çok kişi pozitif bir bakışa yönlenebilsin…


İNSAN KADEHTİR, RUH İÇİNDEKİ ŞARAP
GÖVDE BORUDUR, RUH İÇİNDEKİ SES
HAYYAM! İNSANIN NE OLDUĞUNU ANLAYABİLDİN Mİ?
BÜYÜSEL BİR LAMBA, İÇİNDE IŞIK… (ÖMER HAYYAM)

Lamba ne kadar süslü püslü ya da ne kadar kirli ise ışığın şiddeti o kadar zayıf yansıyor lambanın dışına.

Oysa tertemiz şeffaf bir lamba, ışığını olduğu gibi tüm parlaklığı ile çevresine yansıtır ve sadece kendisini değil çevresini de aydınlatır ve cazibesi ile göz kamaştırır. Ego, kibir gibi süslerin ya da korku, endişe, hırs, kıskançlık gibi negatif duyguların yarattığı kirlerin olmadığı ve sevgiyle parlayan lambaların çoğalması dileğim

Bu dönemin her türlü negatif etkisinden kurtulmanın en etkili yöntemi korku, endişe, hırs, kibir, kıskançlık, öfke” gibi her türlü negatif duygudan arınarak, İlahi olanın, O’nun gücüne güvenerek, teslim olarak güven, sevgi, neşe duygularına daha fazla yer vererek içimizde bir huzur denizi yaratmak ve bu huzurun dışımıza yayılmasına izin vererek, negatif her türlü enerjiye karşı bir huzur kalkanı yaratmak…

Bundan daha da önemli ve etkili bir başka yöntem ise, Vedik bilgilerde de yer aldığı üzere Kali Yuga’nın ilacı olan ve yaklaşık 500 yıl kadar önce Lord Chaitanya tarafından dünyamıza armağan edilen Maha Mantra’nın yüksek enerjisinden yararlanmak:

HARE KRISHNA HARE KRISHNA
KRISHNA KRISHNA HARE HARE
HARE RAMA HARE RAMA
RAMA RAMA HARE HARE…

Dualar, mantralar enerjisi çok yüksek, yüksek frekanslı seslerdir ve enerjimizi de yükseltirler.

Vedik bilgilere göre, Kali Yuga’nın olumsuzluklarından en az etkilenmek, Kali Yuga’nın olumsuzluklarına karşı en güçlü direnci göstermek üzere her an, her yerde daima Maha Mantrayı tekrarlamakta yarar var.

Oldukça önemli, detaylı ve uzunca bir konu olmasına rağmen, yazıyı çok daha fazla uzatmamak adına kısaca söylemek isterim ki, her duanın, her mantranın frekansı farklıdır, herkesin frekansı farklıdır. Şayet kişinin frekansı ile tekrarladığı mantranın frekansı farklı ise kişiye ağır gelerek, negatif çıkışlara sebep olabilir, kişiyi zorlayabilir. Bu nedenle mantraları çok dikkatli seçmek gerekir.

Maha (“en büyük” anlamında) Mantra ise frekansı en yüksek, en güçlü mantradır.

Din, dil, ırk ayrımı gözetmeden, inançlı inançsız herkes, her ortamda, her an söyleyebilir, her frekans ile uyum saglar.. Enerjimizi yükseltmesinin yanı sıra, koruyucu, arındırıcı ve besleyici özellikleri vardır.

(Geceyarısı, kutup soğuğunda, vahşi hayvanların bol olduğu bir bölgedeki bir kulübede şömine karşısında, güvenle ve tok karnına, sevdiklerinizle birlikte huzur içinde oturmak gibi…)

Kali Yuga’da “ses” en güçlü en etkili iletişim yolu…

Kali Yuga’nın kaosundan kurtuluşun anahtarı.. Maha Mantra’yı zihinden tekrarlamanın etkisi çok büyük ancak seslendirmenin etkisi daha da büyük, boğazdaki titreşim ve o kulağa yansıyan etkisi… En karanlık anları bile pırıl pırıl aydınlatan bir anahtar…

Sonuç olarak, bu konuya değinmek ihtiyacını hissetmemin nedeni; son yıllarda dünyamızda yaşananlar genel olarak umut kırıcı, ürkütücü, çok üzücü gelişmeler ancak ortalama 70-80 yıl ömrü olan bir insanın bu sonsuzluk içinde kelebekten de kısa bir ömre sahip olduğunu ve bu sürenin son derece kıymetli olduğunu, özellikle de şu dönemlerde çok ihtiyacımız olan yüreğin derinlerinden gelen sevgi, aşk, umut ve güven duygularının daha ağır basması arzusu… buna dikkat çekme isteği. Ve;

“Bizler şöyle hissetmeliyiz, ‘Dikkatimi yüzde yüz kendimi düzeltmeye vereceğim. Benim sorumluluğum budur.’ Doktor, kendini iyileştir.” (Srila Sridhar Maharaj)

Srila Sridar Maharaj’in son derece değerli bu sözünü de bu arada vurgulamak ve özellikle belirtmek isterim ki kişi çevresine, dünyasına kendisinde olmayan bir şeyi veremez, dünyamızda huzur istiyorsak önce kendimizi huzura kavuşturmalıyız, dünyamızda barış istiyorsak önce kendimiz barış içinde olmalıyız yani hep söylendiği gibi “dünyayı düzeltmek istiyorsak önce kendimizi düzeltmeliyiz”… Bu asla bencillik olmadığı gibi dünyamıza karşı en büyük sorumluluğumuzdur, önce kendimiz üzerinde çalışmalıyız ki suda yayılan bir dalga gibi kendimize olan faydamız çevremize de yayılsın…

BİR ŞEYİ UNUTMAYIN Kİ RAB’İN İNDİNDE BİR GÜN, BİN YIL VE BİN YIL, BİR GÜN GİBİDİR. (İNCİL, II PETRUS, 3:8)


Kali Yuga: Yozlaşmanın doruğa çıktığı dördüncü evre ----1

Kali Yuga, Hint Zaman Anlayışı’na göre maddi ve manevi yozlaşmanın doruğa çıktığı dördüncü zaman evresidir.

Son yıllarda, dünyamızda yaşanan pozitif yöndeki değişim rüzgarlarının yanı sıra sosyal, politik, ekonomik pek çok felaket de üst üste moralleri bozdu. Bir yandan, bilinç düzeylerinde, enerji boyutlarında gerçekleşen pozitif yöndeki değişimlerle mutlu olup, neşe, sevgi, umut ile geleceğe ve anlara bakmayı başarırken, diğer yandan da içimize sindiremeyip kendi iç huzurumuzdan suçluluk duyar haldeyiz.

Bir an huzuru hissedip mutlu olup hemen ardından gözlerimize hüzün çökmekte. Sanırım, bakış açımızı biraz genişletip bireysel, bölgesel değil de daha geniş bir kuş bakışı ile yaşananlara tepelerden, çok tepelerden hatta farklı bir zaman mekan boyutundan bakmayı denersek, biraz daha anlamlandırabileceğiz yaşananları ve belki biraz daha katlanılabilir bulacağız.

Bu geniş bakış açısını yakalayabilmek için, kadim bilgiler Vedalar açısından içinde bulunduğumuz zamanın değerlendirmesine biraz değinmekte fayda var:

VEDALARIN YARATILIŞIN BAŞINDAN BERİ VAR OLDUĞUNA İNANILIR. EN YENİ BÖLÜMLERİ YAKLAŞIK M.Ö. 500 SENESİ CİVARINDA ORTAYA ÇIKMIŞKEN, EN ESKİ METİN (RİG VEDA) YAKLAŞIK M.Ö. 1500 YILLARINA AİTTİR. FAKAT, METİNLER YAZILMADAN ÖNCE UZUNCA BİR SÜRE DEVAM EDEN BİR SÖZEL GELENEK MEVCUTTUR. RİG VEDA, VEDALARIN İLK BÖLÜMÜ OLUP, EN ESKİ VE EN ÖNEMLİ BÖLÜMDÜR. 1028 İLAHİ İÇEREN RİG VEDA TANRILARA ŞÜKÜR VE SAYGI İÇİN YAZILMIŞ ON KİTAPTAN OLUŞUR. RİG VEDA DÜNYANIN EN ESKİ KUTSAL METNİDİR.

Vedik bilgilere göre, evren farklı dönemlere sahip

Mikro – makro düzeyde karşılaştırmalı bakacak olursak; nasıl ki dünyamızda bir yıl 4 mevsime / döneme sahip, evren de yinelenen 4 mevsime / döneme sahip. Her yıl yenilenen mevsimler döngüsü gibi bu dönemsel-mevsimsel döngüler de süreklilik göstererek tekrarlanmakta.

Yuga” olarak adlandırılan bu oldukça uzun dönemler ile ilgili, kadim Hint destanı Mahabarata’da özetle şöyle der:

“O ZAMANLAR EVREN ŞİMDİKİ GİBİ DEĞİLDİ… KRİTA YUGA’DA HER ŞEYİN FARKLI OLDUĞU BİR DURUM VARDI, VE TRETA YUGA’DA ONDAN FARKLI BİR DURUM VARDI. DVAPARA YUGA İLE BÜYÜK DEĞİŞİKLİKLER OLDU. ŞİMDİKİ YUGA’DA İSE, HER ŞEY KÜÇÜLMÜŞTÜR… İLAHLAR, EVLİYALAR VE HER ŞEY DEĞİŞMİŞTİR.”

Yaklaşık 20 ciltlik Mahabarata’nın en önemli bölümü “Bhagavad Gita“, kozmik dönemler hakkında özetle şöyle der:

BEŞERİ HESAPLARA GÖRE BİN ÇAĞ, BRAHMA’NIN [TANRI] TEK BİR GÜNÜNÜDÜR. VE BU AYNI ZAMANDA BİR GECESİNE DE EŞİTTİR…

Bhagavad Gita’da söz edilen 1000 çağlık dönem Brahma’nın 1 gününe eşit ve bu çağlardan her biri dört Yuga’yı içerir.

Sonsuzluğun içinde tekrarlanan Tanrısal günlerden sadece bir günün, bizim anladığımız, kullandığımız birim üzerinden süreleri ise şöyledir:

  • Açılımlarına aşağıda değineceğimiz Yugalardan ilki Krita / Satya Yuga (başlangıcı ve sonundaki geçiş dönemleri ile birlikte) toplam süresi 1.728.000 dünya yılıdır.
  • İkinci olarak Tetra Yuga toplam 1.296.000 dünya yılı
  • Üçüncü olarak Dvapara Yuga 864.000 dünya yılı
  • Son olarak Kali Yuga’nın süresi ise 432.000 dünya yılıdır.

Dört Yuganın toplamı Maha Yuga’nın yani Tanrısal boyutta tek bir günün binde birinin süresi 4.320.000 dünya yılıdır.

1. Evre: Krita/Satya Yuga (Kamil çağ)

Krita/Satya Yuga (Kamil Çağ), adını o devirde tek bir inanç oluşuna borçlu. O devirde bütün insanlar kâmildi, Kutsallık o devirde hiç azalmadı ve insanlar hiç düşmediler. Krita Yuga’da ilahlar yoktu, ifritler, Yakşalar, Rakşalar ve Nagalar yoktu. İnsanlar ne aldılar, ne sattılar, zengin ve fakir yoktu, işçiliğe gerek yoktu, çünkü insanlar bütün isteklerini irade gücü ile sağlıyordu. En önemli fazilet dünyevi arzuları terk etmekti. Krita Yuga’da hastalık yoktu, yaşlanmak yoktu, kin yoktu, ne de kibir veya herhangi bir kötü düşünce, keder ve korku yoktu. Bütün insanlar en yüksek ululuğa erişebiliyorlardı. Evrensel ruh Narayana’ydı, o beyazdı. O herkesin sığınağıydı ve herkes onu aramaktaydı. Kamil Çağ baştan sonuna dek insan benliğinin evrensel ruhla birliğini içerirdi.  (Mahabarata)

1.728.000 dünya yılı.

Mikro örnekleme ile İlkbahar Dönemi: Tıpkı doğanın yeniden doğuşu, tazelenişi, canlanışı gibi saf ve temiz bir yaşam, bir çocuğun saf ve temiz yüreği gibi… Negatif hiçbir şeyin olmadığı, bilinç düzeylerinin en yüksek olduğu %100 saf ve temiz bir dönem. Aydınlık, sabah…

2. Evre: Treta Yuga

Treta Yuga’da adaklar başladı ve dünya ruhu kırmızıya boyandı. Fazilet bir çeyrek azaldı. İnsan gerçekleri aradı ve ayinler uyguladılar. İstediklerini vererek ve çalışarak elde ettiler. (Mahabarata)

1.296.000 dünya yılı.

Yaz Dönemi: Doğada yavaş yavaş ısının etkisi ile bozulmalar başlıyor, çok sıcak bölgelerde taze yeşillikler hızla sararmaya başlıyor, kurak yerler kavruluyor… Bu yugada, yaşamda yavaş yavaş bozulmalar, yozlaşmalar başlıyor. Oranlamaya devam edersek %25 negatifliğe karşın halen her şey güzel, 75% pozitif yönler baskın… Gençliğin çoşkusu, gündüz saatleri…

3. Evre: Dvapara Yoga

Dvapara Yuga’da dünya ruhu sarıydı. Fazilet yarıya indi. Veda, Krita Yuga’da tek bir kitaptı, ama bu çağda dörde bölündü. Birçok kişi bu dört Vedalar üzerinde bilgi sahibiyken, bazıları sadece üç, veya birini bilmekteydi. Zihin gücü düştü, Hakikat eridi ve arzular, felaketler ve hastalıklar geldi. Bunlardan dolayı insanların cezalardan geçmeleri gerekti. Günahların yaygınlığından dolayı bir çökme çağıydı. (Mahabarata)

864.000 dünya yılı.

Sonbahar Dönemi: Doğada hızlı bir değişim başlıyor, havalar soğumaya, renkler hızla değişmeye solmaya başlıyor. Pozitif ve negatif oranı %50 ye %50… akşam saatleri… Yaşamın pozitif ve negatif yönleri başa baş bu yuga da… Halen pozitif olan her şey negatif olan her şeye karşın direnmeyi başarıyor. Bu yugada her türlü negatif etkiye karşı kişilerin kendilerini koruyabilmeleri için bol bol meditasyon ve (İlahi olan ile, O’nunla doğrudan bağ kurabilmeyi, o güzel enerjisi, sevgisi ve şefkati ile beslenmeyi, arınmayı, korunmayı sağlayan) Gayatri Mantra öneriliyor. (Halen içinde bulunduğumuz Kali Yuga’da ise Gayatri Mantra sadece belli bir aşamadan sonra verilen bir gizdir) (bazı kirtanlarda söylenen Gayatri Mantra değil söz ettiğim, ancak belli bir inisiyasyon sonrası verilen, o inisiyasyonu almamış kişiler için ise sır olarak kalması zorunlu olan bir mantradır)


Kendini bilen rabbini bilir..

George Gurdjieff /

Kendini incelemek için, insan öncelikle, nasıl inceleyeceğini, nereden başlayacağını, hangi yöntemleri kullanacağını öğrenmelidir. İnsan, kendini nasıl inceleyeceğini öğrenmeli ve kendi kendini inceleme yöntemlerini incelemelidir.

Kendini incelemenin başlıca yöntemi, kendi kendini gözlemlemedir. Kendi kendini gözlemlemeyi uygun biçimde uygulamaksızın, insan, makinesinin çeşitli fonksiyonları arasındaki bağıntıyı ve karşılıklı ilişkiyi her defasında, her şeyin onda nasıl ve niçin dış etkilerle meydana geldiğini hiçbir zaman anlamayacaktır.

Fakat kendi kendini gözlemlemenin ve kendini doğru biçimde incelemenin yöntemlerini öğrenmek için, insan makinesinin fonksiyonlarını ve özelliklerini belli bir şekilde anlamaya ihtiyaç vardır. O halde, insan makinesinin fonksiyonlarını gözlemlerken, gözlemlenen fonksiyonların doğru sınıflandırılmasını anlamak ve bunları tam ve anında tarif etmeye muktedir olmak gereklidir; tarif, kelimelere bağımlı bulunmamalı fakat içsel bir tarif olmalıdır; bütün içsel deneyimlerimizi tarif ettiğimiz biçimde manevi tat alma ve duygu yoluyla olmalıdır.

 

Kendi Kendini Gözlemlemede Önce Kayıt,

Sonra Analiz ve Sentez Yapılmalıdır

 

Kendi kendini gözlemlemenin iki yöntemi vardır: Analiz ya da analiz etmeye gayret etme, yani sorulara cevaplar bulmaya çalışma; belli bir olay neye bağımlıdır ve niçin olur. İkinci yöntem, kayıt yöntemidir, yani belirli bir anda ne gözlemlendiyse onun zihne ‘kaydedilmesidir’.

Kendi kendini gözlemleme, özellikle başlangıçta, hiçbir şekilde analiz veya analiz yapmaya gayret etme haline gelmemelidir. Analiz, çok daha sonra, insan ancak kendi makinesinin bütün fonksiyonlarını ve onu yöneten bütün kanunları öğrendiği zaman mümkün olacaktır.

Kendi içinde rastladığı herhangi bir olayı analiz etmeye çalışırken insan, genellikle şöyle bir soru sorar: ‘Bu nedir?’ ‘Niçin bu şekilde meydana gelmekte ve başka bir şekilde olmamaktadır?’ Ve daha ileri gözlemlere geçmeyi tamamen unutarak bu sorulara cevap aramaya başlar. Gittikçe bu sorulara daha fazla gömülerek kendi kendini gözlemlemeyi tamamen kaybeder ve hatta onu unutur. Gözlemleme durur. Bu durumdan anlaşılacağı üzere, sadece tek bir şey devam edebilir: Ya gözlemleme veya analiz yapma çabaları.

Ayrıca genel kanunlar hakkında bilgi sahibi olmaksızın olayları ayrı ayrı analiz etme çabaları da zamanı boşa harcamaktan başka bir şey değildir. En basit olayı bile analiz etmeden insan, ‘kayıt’ yolu ile yeterli miktar malzemeyi toplamalıdır. ‘Kayıt’, yani belli bir anda, neyin meydana geldiğinin doğrudan doğruya gözlemlenmesinin sonucu, kendi kendini inceleme çalışmasında en önemli malzemedir. Belli sayıda ‘kayıt’ yapılıp toplandığında ve aynı zamanda kanunlar, belli bir dereceye kadar incelenip anlaşıldığında, analiz mümkün olur.

En baştan itibaren, gözlemleme veya ‘kayıt’, insan makinesine ait faaliyetin temel prensiplerinin anlaşılmasına dayalı olmalıdır. Bu prensipleri bilmeden, onları sürekli olarak zihinde tutmadan, kendi kendini gözlemleme doğru bir biçimde uygulanamaz. O halde, bütün insanların tüm yaşamları boyunca yaptıkları olağan kendi kendini gözlemleme, tamamen yararsızdır ve hiçbir yere götürmez.

 

Merkezlerin Gözlemlenmesi

 

Gözlemleme, fonksiyonların bölünmesi ile başlamalıdır. İnsan makinesinin bütün faaliyetleri, her biri kendi özel zihni veya ‘merkezi’ tarafından yönetilen, kesin bir biçimde tarif edilmiş dört gruba ayrılmıştır. Kendi kendini gözlemlerken insan, makinesinin dört temel fonksiyonunu birbirinden ayırt edebilmelidir: Düşünce, duygu, hareket ve içgüdü. İnsanın kendisinde gözlemlediği her olay, bu fonksiyonlardan ya birine ya da diğerine bağlıdır. Bundan dolayı, gözlemlemeye başlamadan önce, insan, fonksiyonların nasıl farklılaştıklarını, düşünce, duygu, hareket ve içgüdü faaliyetlerinin ne anlama geldiklerini anlamalıdır.

Gözlemleme, başlangıçtan itibaren başlamalıdır. Bütün eski deneyimler, bütün eski gözlemlerin sonuçları bir kenara bırakılmalıdır. Bunlar çok miktarda değerli malzeme içerebilirler ama bütün bu malzeme, gözlemlenen fonksiyonların yanlış bölünmesine dayalıdır ve kendisi de yanlış bölünmüş durumdadır. Bu nedenle, bu malzeme, kullanılamaz veya herhalde, kendi kendini inceleme çalışmasının başlangıcında kullanılamaz. Onun içerisindeki değerli kısımlar, uygun zamanda alınacak ve kullanılacaktır. Fakat bu işe yeni baştan başlamak gerekmektedir. İnsan, kendisini sanki hiç tanımıyormuş gibi, hiç gözlemlememiş gibi gözlemlemeye başlamalıdır.

Kendi kendini gözlemlemeye başladığında, belli zamanda gözlemlediği olayın hangi gruba, hangi merkeze ait olduğunu derhal saptamaya çalışmalıdır.

Bazı kişiler, düşünce ile duygu arasındaki farkı, diğerleri ise duygu ile duyum ve düşünce ile hareket dürtüleri arasındaki farkı anlamakta güçlük çekerler.

En geniş biçimde ele alındığında, düşünce fonksiyonunun, daima kıyaslama suretiyle çalıştığı söylenebilir. Düşünceye ait sonuçlar, daima iki veya daha fazla izlenimin kıyaslanmasının sonuçlarıdır.

Duyum ve duygu muhakeme etmez, usa vurmaz, kıyas etmezler; belli bir izlenimi, sadece o izlenim açısından, onun bir veya başka yönden zevkli veya zevksiz oluşuna, rengine, tadına, kokusuna göre tarif ederler. Dahası duyumlar ilgisiz de olabilirler: Ne sıcak ne soğuk, ne zevkli ne zevksiz; ‘beyaz kağıt’, ‘kırmızı kalem’. Beyaz veya kırmızının duyumunda zevkli veya zevksiz bir şey yoktur. Herhalde şu ya da bu renkle ilgili olarak mutlaka zevkli veya zevksiz bir durum olması gerekmez. Bu duyumlar yani beş duyuya ait olanlar ve diğerleri, sıcaklık, soğukluk vs. duyumu gibi içgüdüseldirler. Duygusal fonksiyonlar veya duygular, daima ya zevkli ya da zevksizdirler; tarafsız duygular mevcut değildir.

Fonksiyonları birbirlerinden ayırt etmedeki güçlük, insanların fonksiyonlarını hissetme tarzlarının birbirlerinden çok farklı oluşu ile artmaktadır. Bu, genellikle anlayamadığımız bir husustur. İnsanları, aslında olduklarından daha çok birbirlerine benzer olarak kabul etmekteyiz.

Gerçekte, algılama biçim ve yöntemleri bakımından aralarında çok büyük farklar vardır. Bazıları, zihinleri ile, diğer bazıları duygularıyla, bir kısmı ise duyumları ile algılar. Farklı kategorilere mensup farklı algılama tarzları olan insanlar için birbirlerini anlamak, çok güç, hemen hemen imkansızdır; çünkü bir ve aynı şeye farklı isimler verdikleri gibi, birbirlerinden farklı şeylere de aynı ismi vermektedirler. Bundan başka, çeşitli kombinezonlar mümkün olabilir. Bir insan, düşünce ve duyumları ile, bir diğeri ise düşünce ve duyguları vs. ile algılar.

Bir ya da başka bir algılama tarzı ile, dış olaylara karşı oluşan bir ya da diğer bir tepki çeşidi arasında derhal bağlantı kurulur. Dış olayların algılanması ile onlara karşı meydana gelen tepki arasındaki farkın sonucu, öncelikle insanların birbirlerini anlamamaları ve sonra da kendi kendilerini anlamamaları gerçeği ile izah edilir. Pek sık olarak insan, düşüncelerine veya düşünsel algılarına duygu, duygularına düşünce ve duyumlarına da duygu adını verir. Bu sonuncusu, en yaygın olanıdır. Eğer iki kişi aynı nesneyi farklı biçimde algılarsa, örneğin birisi duygusu ile diğeri ise duyumu ile algılarsa, bu kişiler bütün yaşamları boyunca tartışabilir. Ve o nesneye karşı olan tutumları arasındaki farkın neden ibaret olduğunu hiç anlayamazlar. Aslında, biri onun bir yönünü, diğeri ise bir başka yönünü görmektedir.

Bir ayırt etme yolu bulmak için her normal psişik fonksiyonun, bilginin aracı ve aleti olduğunu anlamalıyız. Zihnin yardımıyla nesnelerin ve olayların bir yönünü, duyguların yardımıyla bir başka yönünü, duyumların yardımı ile ise, bir üçüncü yönünü görürüz. Belli bir konunun bizim için mümkün olan en tamam bilgisi, ancak onu zihnimizle, duygularımızla ve duyumlarımızla birlikte incelersek elde edilebilir. Doğru bilgiyi arayan her insan, böyle bir algıya ulaşma imkanını gaye edinmelidir. Olağan koşullarda, insan, alemi çarpık ve pürüzlü bir pencereden görmektedir. Bu durumun farkına varsa bile hiçbir şeyi değiştiremez. Şu veya bu algı tarzı, bütünüyle organizmasının çalışmasına bağımlıdır. Bütün fonksiyonlar birbirleriyle bağıntılı olup birbirlerini dengelerler; bütün fonksiyonlar birbirlerini bulundukları durumda muhafaza etmeye çalışırlar. Bu nedenle insan, kendi kendini incelemeye başladığında, kendi içinde hoşlanmadığı bir şeyi keşfederse, bunu değiştirmeye muktedir olmadığını anlamalıdır. İncelemek bir şey, değiştirmek ise başka bir şeydir. Fakat kendini inceleme, gelecekteki değişme imkanına götüren ilk adımdır. Ve başlangıçta, uzun bir süre, bütün çalışmasının sadece incelemeden ibaret olacağını anlamalıdır.

 

“İnsanın Gerçeği Kendini Bilmek” Peter Ouspensky – Ruh ve Madde Yayınları

9 Mart 2018 Cuma

İlişkilerde kaos ve düzen ..


İlişkilerdeki üç seviye, yani aşkın üç katmanlı tezahürü;

1. Seviye: Bağımlılık,

2. Seviye: Bağımsızlık

3. Seviye: Gerçek Adanmışlık

Bu seviyeler bir bakıma ilişkilerin bebeklik, ergenlik ve sağlıklı yetişkinliğini yansıtıyor.

İlk seviyede, kişi kendini bulma yolunda, kendisi dışındaki biri ile bütünlük yaşamaya çalışıyor, ve bu yolda ilerlerken de iç ve dış sınırlar bulanıklaşıyor, birbirine giriyor.

İkinci seviyede, yine “benlik” tanımı ön plana geliyor, kişi daha özgür ve bağımsızlık hissiyatı ile ilişkiyi yürütüyor. Yeni tür, hafif kırılgan da olsa sınırlar çekilmeye başlanıyor.

Üçüncü seviyede, yani “benlik” hissiyatı yeterli düzeyde geliştiği zaman, akış artık ayrımların sınırlarından çıkıp, şekilsiz olanla gerçek bir bütünlüğe doğru, birleşiyor. Birlikte. Benliğin hiçliğinde, ilişki büyümeye başlıyor.

Birinci seviyede, ilkel bir ihtiyaç, bağlılık hali haliyle ilkel ihtiyaçları kapsıyor; tutunma, boğucu bir bağlanma, yok sayma, saklama ve kişinin kimlik gölgelerinden oluşan davranışlar. Aslında olay biri diğerinden ne alabilir durumu. Şevk ve tatmin açlığı temelli bir ilişki boyutu. Kişi diğer ilişkilerde ne kadar gelişmiş, büyümüş olursa olsun bu özelliklerin bazıları yeni ilişkide yüzünü gösterir. Yanlış anlaşılmasın burada herhangi bir yargılama söz konusu değil. Aynı zamanda şevk ve hormonal tetikli bir birliktelik arzusunda da sorun yok. Gerçek olan böyle bir ilişkinin uzun sürmediği, ve ancak kişi böyle ilişkiler yaşayıp da gerçek tatmine ulaşmadığını anladığı zaman bir sonraki seviyeye geçmeye hazır olur. Kişinin en temel arzuları, ihtiyaçları tatmin olmadığında itme-çekme dansları, oyunları başlar. İlişki bu durumda ya biter, ya çift çıkar ilişkisine girer ya da ikinci seviyenin yolları açılır.

Aşkın ikinci seviyesinde, farklılaşmadan doğan durumlar, kendi kendini tatmine doğru açılımlar üretir. Partnerin halleri, tavırları daha geniş bir anlayış çerçevesinde değerlendirilir. Eşin dipsiz bir kuyu olan ihtiyaç halleri tatmin edilmeye çalışılmaz. İlişkinin her düzeyinde; duygusal, sosyal, bazen finansal ve bazen cinselik alanlarında daha özgür bir zemin oluşur. Ama tabi bu 50-50 ilişkisinin potansiyel arızaları yok değildir. Bu tür ilişkide canlılık, heyecan ve cinsel tutku yavaş yavaş sönmeye başlar. Ve özellikle cinselliğin azaldığı bir ilişkide, bir şeylerin eksik olduğu hissiyatı su yüzüne çıkar. Maskülen ve feminen enerji ve ilişkiler konusunda dünyaca saygı gören David Deida bu durumda şöyle der: “50-50 ilişkilerine doğru ilerlerken sarf edilen enerjide ortaya çıkan yan etki, doğamızda yer alan maskülen ve feminen cinsel enerjinin bastırılması ve yok sayılmasıdır.

Bir çok ilişki bu düzeyde son bulur, çünkü bir partnerdeki özgürlük ihtiyacı diğeri tarafından yanlız kalma ihtiyacı olarak görülür. Birinci seviyedeki istemek ve istenilmek olguları ikinci seviyedeki eşitlik durumundan dolayı nötürleşir. Eşitlik zeminli ikinci seviye ilişkisi merkezinde bir boşluk hissiyatı bırakır. Genellikle eşlerden biri başka yerlerde tutku arayışına girer, ki bu da onları tekrar birinci seviye ilişkilerin ağına düşürür. İkinci seviyede ilişki yaşayan eşler ilişki danışmanlarına gittiklerinde genellikle şu cümleler sarf edilir: “Birbirimizi seviyoruz, ama birbirimize aşık değiliz”.

Eğer ilişki yaşamaya devam ederse, birçoğu üçüncü seviyeye doğru gelişmeye başlar. Tabi çok az çift, medeni ortak yaşamın ve idare eder düzeyde bir cinsel tatmininin ötesinde bir boyut olduğundan haberdardır. Bu durum üçüncü seviyedeki ilişkilerin ne kadar az olduğunu da açıklayabilir.

David Deida’nın dediği gibi; “Tüm bedeninde İlahi Aşk’ın nefesini hissetmedikçe, Aşk’ın gücüne teslim olmadıkça, yanlızca iki seçeneğin var gibi duruyor; bağımlılık ve bağımsızlık”.

Ve ne kadar iyi gözükürse, giderse gitsin ikinci seviye, eğer eşlerden biri gelişmeye, ruhsal anlamda büyümeye başlarsa, içten içe daha fazlası için bir açlık hissiyatı başlayacak ve o tanıdık ses kulakları tırmalamaya başlayacak; “Bundan daha fazlası olmalı”.

Ve var da.

Deida’nın işte bu üçüncü olasılık için yaptığı tanım şöyle; “Gönül açıklığı için salt adanmışlık”.

Bu salt adanmışlık, yaşamın ve aşkın ta kendisidir. Tüm şekilleriyle, bir eşle, çocukla, çevre ile veya kimliğin diğerlerinden ayrı olduğu aldanmacasından çıkmanın verdiği vecd hali ile kişinin ayaklarını yerden kesen “birlik” tutkusudur.

Bu çeşit bir aşk, sevme kapasitesinde öncelikli olarak kişi yüksek benliğine veya ruhu için bir and içer, sessiz bir söz verir, kalbine yazdığı.

İşte gerçek bağlılık da ancak kişinin kendine verdiği bu sözün topraklarında yeşerir. Kişi yaşamın gerçek anlamına bağlılık sözü verirken (maskülen enerji), herşeyle bütün içinde, aşk içinde var olan doluluk (feminen enerji) hissiyatılı bir ilişkiye yol açılır. Carl Jung’un dediği gibi; “öz”de yapılan bir evlilik, bütünlüğü getirir.

Yaşadığımız hızlı tüketim dünyasında, çok az insan “öz”lerindeki derin bilince ve aşkın tatmin edici doluluğuna açılma cesaretini veya farkındalığını gösterebiliyor. Böyle bir şeyin varlığı bilinse bile hep başka özürler, sebepler öne sürülerek erteleniyor, önüne engeller geliyor ve gönülden gelen vecd, huşu halleri arka koltuğa atılıveriyor. Ve o bilinen alışkanlıklar, alkol vb gibi bağımlılıklar, günler akıp giderken herşeyi ve “kendini”unutturuyor, içindeki boşluğu geçici olarak doldurtuyor insanlara. Sonuç olarak da kişi ya kendini ya da başkalarını mutsuzluğundan, tatminsizliğinden sorumlu tutarak bu durumla baş etmeye çalışıyor.

Aslında 50-50 ilişkilerinin verdiği “rahatlık, güven” hissiyatından adım adım çıkmaya başladığımızda bir cesaret buluyoruz, başka birşeyin varlığına güveniyoruz ve oldukça hassas hissetmeye başlıyoruz. Burada da gerçek bir korku baş gösteriyor, doğal olarak. Doğum sancıları başlıyor.

Gönül gözü açıklığı için %100 hassasiyet, hassaslık gerekir. Ancak bu şekilde “benlik”in özüne varıp, gerçek aşk verip-almaya başlayabilirsiniz.

Hayatın bu karmaşası içersinde üçüncü seviyedeki bir ilişkinin ulaşılabilirliği her zaman mümkün.

Sonunda gönlünü Aşk’a sonuna kadar açmayı o kadar net öğrenirsin ki, her nefes alış-verişin, her mimik hareketin, duruşun, her ilişkin, arkadaşların ve ailen dahil İlahi Aşktır.

Özlemin, bağlılık ve bağımsızlıktan, gerçek bir adanmışlığın, ilahi açıklığına doğrudur.

Bu tür bir aşk, kocaman bir sarılış gibi genişleyerek herşeyi sarar. İki insan bilinçli olarak gönül gözü açık aşk yaşadıklarında, geliştirdiklerinde, ilişkilerinin boyutu sonsuz bir tutku ve derinliğe ev sahipliği yapar. Her türlü karmaşa, sorun, yok sayma veya kontrol etme hissiyatı ile değil de, uyum içersindeki bir tecrübe anlayışı ve hoşgörü ile buyur edilir.

Yakın bir ilişki sona erdiğinde, ki eğer çözülmemiş sorunlar da varsa, bu durum kişiye muazzam bir “kendine”, “öze” dönüş, kendini tekrar keşfetmek ve gelişmek için zaman ayırma fırsatı verir.

Parçaları bilinçsizce dağılmış, dağıtılmış olan “ben”i toparlamak, ilişkinin yansımaları ile yüzleşmek, derslerini almak, hazmetme süreci…

Bu süreç bir sonraki ilişkide bilinçli-aşkı yaşayabilmek, dikilmemiş söküklerle devam etmemek için önemlidir.

Hayatın mümkün olduğunca her yerinde, hakiki bir teslimiyet hissiyatı ile, bir birey olarak, tek olarak tüm dünya bir sevgili edası ile yaklaşılabilinir.

Kendi kendinin Sevgilisi olmak da buna dahil. Kendi duygularını, hislerini, fiziksel durumunu (cinsellik dahil), ruhsal durumunu kucalayıp, yaraları sarmak… Bunu yaparken de üçüncü seviye için gereken güçlü bilinç-aşk enerjilerine kendimizi hazırlamak, yaşamda vecd halinde “Ol”mak.

Bu hale geldiğimizde de bu kutsal alanda bizimle buluşacak kişileri kendimize çekeriz. Bütünün hayrına bir adanmışlık, sunak halini alır yaşam.

--2

Carlos Castenada'nın Kartalın'ın Armağanı kitabından görevlilerin tanımıyla ilgili bir bölüm:

"Nagual, erkek ve dişi olarak çiftler halinde oluşur. Çift bir erkek ve çift bir dişi, ancak kural tek tek her birine açıklandıktan, her biri kuralı tam olarak kavrayıp kabullendikten sonra Nagual olabilirler."

"Nagual" ismini şaman, görevli, aydınlanmış eren, eren adayı, mesih vb. diye çevirebiliriz. 

Carlos Castenada burada hiç kuşkusuz görevli ikiz alevlerden bahsediyor. Yeryüzüne gelen herkes gibi ikiz alevler de düşürülmüş bilinçle doğuyorlar. Kehanet edildiği gibi kendilerinin farkıda değiller. 
Bu yüzden yüksek benliklerine ulaşabilmek için kendilerini hatırlamaları elzem. Bu da ilk önce yalan dünyayı aşmaları demek. Yolu sürmek ve uyanışa geçmeleri gerekiyor. Ruhun karanlık gecesinden aydınlığa doğru yükseliş.... Yaşadıkları deneyimler kolektife yansıdığından önemli bir ışık işçiliği sunuyorlar. 

Kitaptan bir başka bölüm:

"🦅Kartal, Nagual adamı ve Nagual kadını önce görücü olarak yaratmış ve bunları görmek üzere hemen dünyaya göndermiştir. Daha sonra bunların yanına, iz sürücü 4 kadın savaşçı, 3 erkek savaşçıyla, beslemeleri, geliştirmeleri ve özgürlüğe doğru yönlendirmeleri için 1 erkek haberci göndermiştir.

Kadın savaşçılara 4 ana yön adı verilir; bunlar, bir karenin 
4 köşesi, 4 ana ruh hali, insan soyunda var olan 4 kadın kişiliğini gösterirler."

Ayrıca savaşçıların toplamda 17 kişiye ulaşarak görevlerini yerine getirdiklerinden bahsedilmiş. 

"...Dünyayı terk etme anında, yeni Nagual kadın da onlara katılır ve sayı 17 olur."

Burada haberci erkek tanımı akla hemen Hermes ve Toth'u akıllara getiriyor. Erkek savaşçı ise Ares'i... 

Tolteklerde görevlilere "savaşçı" denirken, kadim geleneklerde Tanrı ve Tanrıça isimleri karşımıza çıkıyor. Günümüzde ise görevli tanımı kullanılmaktadır.

Alevi Bektaşi'lerde ise bu tanım hizmet ehli olan Ana ve Dede olarak karşımıza çıkmakta.
Paganlarda ise Tanrıça ve Tanrı, Rahibe ve Rahip...

Yine Anadolu'da 4 kişiyle yapılan semah çeşitleri ve erenlerin takip ettiği 17 kemerbest tanımı da Tolteklerdeki görevlilere eşlik 17 kişinin varlığıyla benzerlik göstermekte. 17'nin Tanrısal rakam olması veya numorolojik başka değerleri de olabilir. 
40 erenler de olduğu gibi...

Bu geleneklerin birbirine benzerliği Sirius Mu kültürünün devamı olmalarıyla ilgili olduğunu not düşelim. Hepsi ezoterik bir dil ve sembollerle yolu aktarmışlardır. 

Yeşil ve Eril Enerjiler hakkında⬜️

"Rahman ve rahim olan O" sözünden de anlaşılacağı üzerine dişil enerji uzayın sonsuzluğu ise eril enerji onun içinden çıkan ışıktır. Kozmik yumurta sembolizmi de zaten bu iki enerjiyi en iyi açıklayan yollardan birisi. Yaratım sadece insanla sınırlı olmadığını aklımızdan hiç çıkarmayalım. Bu yüzden dikkat edilmesi gereken nokta şu ki; dişil ve eril enerji dendiğinde aklınıza cinsel organların gelmemesi gerektiği. 

Elementler, madenler, doğal taşlar, bitkiler, ağaçlar, hayvanlar da olduğu gibi her tür dişil, eril ve hermafrodit olabiliyor. 
Kainatta sonsuz çeşitlilik olduğunu unutmamak gerekiyor. 

Hermafrodit kültür geçmişte kadimlerin yolu iken günümüzde de queer felsefe bu bakış açısını gündelik yaşama aktarmakta.

Biliyorsunuz dünyadaki bazı balık türleri kendini yeri geldiğinde dişi yeri geldiğinde erkek yapabiliyor. 
Gelişmiş dünya dışı gezegenlerdeki bazı yaşam türlerinin cinsiyetlerinin dışarıdan çok belli olmadığını söylenir. Bu tekamülleriyle veya gezegensel coğrafi yaşamlarıyla ilgili olabilir. 

Aydınlanmış yani yüksek benliğine kavuşmuş erenlerin de dondan dona girdiği (tasavvufta kılık değiştirme) biliniyor. İnsan kalıbına ulaşan kişiler de bu şekilde cinsiyetine karar verebilir. 

Daimi'nin dediği gibi;

"Nice Kabdan Kaba Boşaldım Doldum
Karıştım Denize Deniz Ben Oldum
Damlanın İçinde Evreni Buldum
Yine Benden Bana Getirdi Beni"

Eğer siz de gerçeklerin peşine düşenlerdenseniz tarihi araştırırken Mu'nun insan kültüründeki yerine bakabilir ve diğer kültürlerle ilişkisini inceleyebilirsiniz. Ve tabi karşılaştırmalı sembolizm analizi yapabilirsiniz. 
Halkların bize unutturmadığı bu gerçekler ne olabilir sizce?

Bunları yaptıktan sonra yeni çağ görevlilerini, şifacılarını, ışık işçilerinin neler dediklerine bakabilirsiniz. Bedenimizde olan değiliklikler, dna yükselişi, enerjiler ve daha birçok şey ortaya keşfetmenizi bekliyor. 🙏

Arşın ve yeryüzünün birlemesi..---- 1

İnsan türleri farklıdır.. 4 Tip İnsan Kalıbı 

Yeryüzü ve gökyüzünün evliliği 


"Hak kuluna nazar eyler

4 kalıptan adem dizer"

"Bir galaksinin doğumundan bir bebeğin doğumuna kadar bilinen tüm olaylardan 4 temel kuvvet sorumludur"

4 dengenin sayısıdır. İnsanın yaratılış mitinde karşımıza çıkan bu 4 kalıbı inceleyelim istedim. 

Yeryüzü anamız, gökyüzü babamız💫

Tarihi biraz incelediğimizde insanın yeryüzündeki yaratılışının altında kozmik ataların olduğu görünüyor. Bu atalar kültürü de bizi Sirius Mu uygarlığına kadar götürüyor. Peki neden yeryüzüne insanı aşıladılar? 

Sanırım kolektif hafızaya bunu en iyi anlatan film: Yıldız Savaşları 

Tıpkı "Yıldız Savaşları" filminde olduğu gibi ışığın ve karanlığın savaşı yüzünden güneş sistemlerinde yapılan bir kolonileştirme kültürü karşımıza çıkıyor. İnsanın bu gezegendeki rolü bilinçli bir varlık olarak diğer türlerle barış içinde yaşamak. Denizlerdeki koruyuculuğu ise balinalar ve yunuslar yürütmekte. Her ikisi yüksek bilinçli varlıklardır. 

Fakat bir şekilde geçmişteki savaşlar yüzünden insan türü yolu unutmuştur. 

İnsan olarak bizim yolumuz doğa ana'nın yoludur. Aksini söyleyenlerin kim ve ne için çalıştığını düşünmenizi isterim.
Şu anda tekrardan doğayla barışık yaşamanın yoluna gitmek için bir dönemden geçiyoruz. 

Bu arada not düşmek gerekiyor ki yeryüzüne yerleştirilenin tek tür insan değil. Bütün tür çeşitliliğinin sonradan yerleştirilmiş olduğu söylenmektedir. 

"Tanrı insanı kendi suretinde yarattı" sözünden de yaratılan prototipin kozmik atalara gittiğini anlayabiliriz. 

Kendi kültürümüzdeki 
"Adem ve Havva", "Naci ve Naciye" tanımlarını da böylece daha iyi anlayabiliriz. 

Meta Ansiklopedi'den bir bölüm:

"Sirius Sistemi hakkındaki olağanüstü astronomik bilgileriyle astronomları şaşırtmış Afrikalı Dogon yerlileri bu prototip ataların 4 çift halinde imal edildiğini ve Sirius Sistemi’nden gönderilen bir uzay gemisiyle Dünya’ya indirildiklerine inanırlar."

Yeryüzündeki insan türünün 4 kalıptan/formdan oluşturulması başka geleneklerde de karşımıza çıkıyor. 

Pagan geleneklerinde karşımıza 4 tip cadı formu çıkar.
Kuzeyin cadısı
Güneyin cadısı
Batının Cadısı
Doğunun cadısı

4 dengenin sayısı dedik, evrensel enerjinin matematiksel rakamı dedik. Bu yüzdendir ki Melek enerjilerinin de bu 4 elementin unsurları olduğu da yine bilinenler arasında...
Mikail, Cebrail, Azrail, İsrafil

Yine Fuzuli der ki; insan bedeni ateş, toprak, hava, su'dan oluşur ruhu haktan. 
"Adem"in balçıktan yaratılış hikayesi de mayasının yeryüzünden oluşudur. Bedenimiz elementlerden ruhumuz yıldızlardan gelir. Beden toprak olur ruh devrder alemleri gezer.💫Sanırım her çocuk birgün yıldızlara döneceğini bilir 

Görevliler 

Yeni çağın ayak seslerini duyurmak ve Altın Çağ'ın gelişini hızlandırmak için gelen görevliler olduğu bilinmekte. Özellikle ikiz alevler olarak enkarna olup yeryüzüne ışığı getirdikleri biliniyor. 

Görevlilerle ilgili Meta Ansiklopedi'den kısa bir tanım:

"Sirius kültürü temsilcileri, tekâmül düzeyi çok geri olan Dünya gezegeninde çok nadiren, insanlığın çok büyük ve kitlesel tekâmül ihtiyaçları sözkonusu olduğunda ‘enkarne’ olurlar. (…) Enkarne olan Sirius temsilcileri görevlerini yaptıktan sonra geldikleri yere dönmüşlerdir. (...) Dünya spatyumu Sirius varlıkları için oldukça yoğun fiziksel mekanlar mesabesindedir.”

Görüldüğü üzere enerjilerin artması için burada birçok görevli bulunmakta.


8 Mart 2018 Perşembe

İnsanlığın zorbalığı:ülkeyi ve kadınlarına tecavüz etmek..Bütün bunlar insanlık suçu olmalıdır.

ACI ÇOK ACI BİR TRAJEDİ...

.Dünya utanç listesinde sadece Almanya Nazileri mi var sanıyorsunuz?Yanılıyorsunuz o halde...Hayranı olduğumuz japonya'nın da utanç listesinde 2.dünya savaşı sırasında asla affedilemeyecek cinsten büyük bir günahı var.İnsanlık adına utanç verici ve ahlaki çökmüşlüğün belki de en önemli göstergesi olan bir olay yaşandı II. Dünya Savaşı sıralarında.Japon ordusu, savaş esnasında askerlerinin cinsel ihtiyaçlarını karşılaması için birçok Koreli kadını, seks kölesi haline getirdi.Sayıları 200.000’e yaklaşan bu kadınların oluşturduğu topluluğu ise konfor kadınları anlamına gelen ‘’Comfort Women’’ ismi verildi.Milyonlarca asker, yüzbinlerce kadına cinsel açlığını gidermek adına senelerce tecavüz etti.“Comfort Women” kavramını trajik hale getiren ise, bu kadınların çok büyük bir kısmının işgal edilen topraklardaki sivil halkın içinden silah zoruyla kaçırılıp tecavüze uğrayan kadınlardan oluşmasıdır.Askerlere hizmet verilmesi için oluşturulan evlerin aşırı sağlıksız koşulları ve cinsel yollarla bulaşan hastalıklar nedeniyle birçok kadın hastalanmış, hastalanan kadınlar ya askerlerce bizzat öldürülmüş ya da ölüme terkedilmiştir.Güney Kore üzerindeki Japonya egemenliği,1945 yılında son buldu fakat o yıla kadarki yaşananların etkisi senelerce sürdü.1945 yılından, neredeyse günümüze kadar bu yaşananlar Japonya ve Güney Kore arasında sorun yarattı.Güney Kore hem bir özür, hem de bu durumun mağdurlarına tazminat ödenmesini istese de, 2015’in sonuna kadar Japonya bu yaşananlardan dolayı ne özür dilemeyi ne de mağdurlara para ödemeyi kabul etmedi.Sadece kabul etmemekle kalmadı, birçok politikacı tarafından olayın normal bir durum olduğu dillendirildi.kamuoyu baskıları, yapılan eylemler de meyvesini 2015’in sonlarında verdi ve Japonya hem yaşananlardan dolayı özür diledi hem de mağdurlara ve ailelerine yaklaşık 8milyon Dolar gibi bir tazminat ödemeyi kabul etti.Asla bir özrün bu travmanın izlerini silemeyeceği için bu iki ülke artık birbiriyle hiçbirşey olamaz. resimler gerçek resimlerdir alıntı


Evrensel kapitalizm..Adaletin olmadığı yerlerde insanlıkta olmaz anlayışta inançta olmaz..

Endonezya’daki Nike fabrikasının kapısında silahlı güvenlik görevlileri tarafından giriş-çıkışlarda işçilere çanta kontrolü yapıldığını biliyor muydunuz?
İşverenler, molalar dışında tuvaletleri kilitli tuttuklarından, GAP, Guess ve Old Navy için kıyafet dikilen bir fabrikada terzi kadınların kimi zaman tuvaletlerini makinelerin altındaki plastik torbalara yapmak zorunda kaldıklarını biliyor muydunuz?
Ağustos 1995’te GAP’in El Salvador’daki fabrika müdürünün, sendika girişimi nedeniyle 150 işçiyi işten kovduğunu ve “Örgütlenme sürerse, fabrikada kan akacak” diyerek işçileri tehdit ettiğini biliyor muydunuz?
10 bin çocuğun belgeli köle işçi olarak işverenlere satılıp, damgalandığı Pakistan’da Nike, Adidas ve Reebok’un top üretmek için fabrikaları olduğunu biliyor muydunuz?
Honduras’ta on üç yaşından beri, Lee Gifford için kıyafet diken bir fabrikada çalışan Wendy Diaz’ın “Benim gibi küçük yaşta yaklaşık yüz çocuk var. Bazen bütün gece bizi çalıştırıyorlar. Şefler bize bağırıyor ve daha hızlı çalışmamız için azarlıyorlar. Bazen müdürler kızlara dokunuyor. Şaka yapar gibi bacaklarınıza dokunuyorlar.” dediğini biliyor muydunuz?
Honduras’ta bazı çalışan kadınların kürtaja zorlandığını, Meksika’daysa aylık ped kontrolü gibi aşağılayıcı uygulamalara maruz bırakıldıklarını, hamile kalan kadın çalışanlardan kurtulmak için işverenlerin işçilerle ortalama bir regl dönemi olan 28 günlük sözleşme yaptıklarını biliyor muydunuz?
Shell, uygar dünya olarak gördüğü İrlanda’da folk festivallerine sponsor olurken, yerkürenin başka bir yerinde, Nijer deltasındaki yoksul Ogoni halkının topraklarında petrol çıkartıp, ekonomik faaliyetleri için pürüz çıkartan kişileri Nijerya askeri gücünü kullanarak saf dışı bırakıyor.
Nike, ABD’de reklamlarında oynaması için Michael Jordan’a yıllık 20 milyon dolar öderken, Endonezya’daki taşeron işçilerine 1998 yılı fiyatlarıyla günlük bir doların altında maaş ödüyor.
ABD’de Wal-Mart’ta satılan sıradan bir Disney tişörtü, Haiti’de o tişörtü yapan işçilerin beş günlük ücretine denk geliyor.


Yaratcının adaleti..

İlahi adalete güvenen insan, öfkelenmez, nefret etmez. Kimseye kin gütmez, incinmez ve de incitmez. Allah’ın tertibine ve akışa güvenir. Olana, olacağa teslimiyettedir. Kendini kanıtlama, onaylanma ihtiyacı duymaz.
Kendi kendinin tanığıdır. Tarafsızca olanı izler, gözlemler. Hayatın illüzyonuna kendini kaptırmaz. Kalbinin ve vicdanın rehberliğinde; sevgi frekansında, hayatı dua gibi yaşar.
İlahi düzen sizin başınıza gelen her şeyin en yüksek hayrınıza olmasını sağlar. İlahi düzen, her şeyin yolunda gitmesini sağlar, olaylar size nasıl görünürse görünsünler. İlahi düzen sizlere her şeye kadir olan Allah'ın sizin için şimdi, burada olduğunu, ve her adımınızda yanınızda olduğunu hatırlatır.
Bu gerçeği hatırladığınızda dinginliğe ulaşırsınız. İşte o zaman, seçimlerinizi bilgelikle yaparsınız.

7 Mart 2018 Çarşamba

Taşların psişik etkileri..

Zümrütün 
Fiziksel Etkileri

Bağışıklık sistemini, sinir sistemini, kalbi, ciğerleri ve böbreği kuvvetlendirir.
Zümrütün 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Arkadaşlık, evlilik ve aile bağlarını güçlendirir.
Başarı ve doyum duygularını belirginleştirir. Yetersizlik duygusundan kurtarır ve yaşama karşı duyulan minnet duygusunu güçlendirir.
Kişiye sevgi duygusu verir. Yaşama sevincini artırır.

Zirkonun 
Fiziksel Etkileri

İnce ve kalın bağırsak hareketlerine faydalıdır.
Uyumayı kolaylaştırır.
Zihni kuvvetlendirir.

Zirkonun 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Duygusal dengeyi sağlar.

Yeşim Taşının 
Fiziksel Etkileri

Diş problemleri ve ağrılarında faydalıdır. Ağzın içine yerleştirilen yuvarlak biçimli bir yeşim taşı, dişin yanında durur ve konuşulduğunda diş için rahatlatıcı etkisi olan titreşimler yayar.
Pisliklerin bedenden atılmasını sağlar.

Yeşim Taşının 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Aşırıya kaçan duygusallıkları dengeler.
Elde tutulduğunda ısınarak rahatlatıcı bir his verir.
Günlük kullanım için çok uygun bir taştır. Dengeli ve iyileştirici olan yeşil rengin etkisine sahiptir. Mücevher olarak özellikle konuşmacılar ve öğretmenler tarafından kullanılabilir.
İçiniz korku ve endişeyle dolduğunda huzur ve güven verir. Kişinin kendini zayıf ve güçsüz hissettiği anlarda yeşimi kalbinin üzerine koyması içini rahatlatır.
Kendisini taşıyan kişilere akıl, cesaret ve adalet duyguları verir. Kazanılan başarının sonucunda insanın içinde doğabilecek olan kibir duygusunu engeller.
Kişiyi duyguların tutsaklığından kurtararak görüşünü netleştirir.
Zihinsel odaklanmayı gerektiren çalışmalarda yardımcı olur.

Yakutun 
Fiziksel Etkileri

Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Cinsel aşırılıklara karşı iyi gelir.
Kan dolaşımına pozitif yönde canlandırıcı etkisi vardır.

Yakutun 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Kendisini taşıyan kişiyi dürüst olmaya yönlendirir.
Kişinin gerçek doğasını, kişiliğini özgürce ifade edebilmesine yardımcı olur.
Kişinin özgüvenini ve cesaretini kuvvetlendirir.
Kişiyi kendi sınırlamalarından kurtarır, ruhsal gelişim ve mutluluk duygularını artırır.
Kişiyi kendisi hakkında hissettiği olumsuz duygulardan kurtarır.
Koşulsuz sevmeyi sağlar. Diğer insanlara karşı duyulan anlayış ve hoşgörü duygularını artırır.
Sezgileri kuvvetlendirerek, kötülüklerden uzak durulmasını sağlar.

Unakit Taşının 
Fiziksel Etkileri

Kadınlar üzerinde özellikle hamilelik dönemlerinde faydalı etkileri vardır.
Kalbi ve dolaşım sistemini uyarır.

Unakit Taşının 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Dengeleyici özelliklere sahip bir taştır. Üzerimizdeki duygusal, zihinsel ve ruhsal etkileri birleyerek kendimizi merkezde bulmamıza yardım eder. Bu özelliğinden dolayı huzur ve mutluluk arayan kişiler için harika bir taştır.
Duygusal, zihinsel, ruhani ve fiziksel sorunların kaynağını farketmemizi sağlayarak bunları iç huzurunuza tehdit olmadan önce çözebilme imkanını sağlar.
Kişiyi geçmişte yaşamaktan kurtaran, şimdiki anı yaşamanızı sağlayan bir taştır. Gelişmemize engel olan, kendimizden kaynaklanan, zihinsel engellerimizden kurtulmamıza yardımcı olur.
Unakitin enerjisi kendimizi sevmemize yardımcı olur.

Turmalinin 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Denge ve uyum sağlar.
Kişinin amaçlarına odaklanmasını sağlar.
Kişinin bağımlılıklarından ve kendisini içsel olarak yıpratmasına neden olan beklentilerinden kurtulmasına destek olur. Böylece kişi kendini olayları yargılamaktan uzak tutarak içsel dinginliği koruyabilir.
Kişiye dinginlik vererek daha geniş görüşlü olmasını sağlar ve böylece duygusal iniş çıkışları dengeler.

Turkuazın 
Fiziksel Etkileri

Sindirim sorunları için; kemer tokası, bileklik ya da yüzük olarak kullanılabilir.
Tansiyonu düzenler ve kalp hastalıklarına iyi gelir.

Turkuazın 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Cinsel cazibeyi ve kadınlık özelliklerini artırır.
Kaygıyı teskin eder.
Kederli insanların kederlerini gidermede, ya da bir olayın şokunu yaşayan kişileri o halden kurtarmada faydalıdır. Onlara, bu durumdaki kişilerin ihtiyacı olan huzur duygusunu verir.
Kendisini taşıyan kişilerin iyileştirici güçlerini artırır ve bilgeliklerini artırmalarına yardımcı olur.
Nazara karşı etkilidir.
Takı olarak, hergün kullanılabilecek bir taştır. Özellikle gümüş içine gömüldüğünde etkisi artar ve dengeyi sağlar.

Topazın 
Fiziksel Etkileri

Zihin karışıklığı ya da kan dolaşımı bozukluğu nedeniyle ortaya çıkan uykusuzluk problemlerinde, boyun bölgesinde kullanılan topaz; zihni sakinleştirir, bedeni gevşetir ve böylece onu kullanan kişinin gün sonunda dinlendirici bir uykuyla uyuyabilmesini sağlar.

Topazın 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Şeffaf topaz (Beyaz Topaz), ruhsal bakımdan gelişmeye yardımcı olur. Bilinmeyene karşı kişiyi yüreklendirir.
Turuncu renkteki topazlar (Imperial Topaz); cesaret, neşe ve hoşnutluk duygularını kuvvetlendirir.

Sugulit Taşının 
Fiziksel Etkileri

İyileştirici özelliklere sahip bir taştır. Rahatsızlıkların tedavisinin hızlanmasını sağlar

Sodalit Taşının 
Fiziksel Etkileri

Sodalit ile bütün boğaz rahatsızlıklarını giderebilirsiniz. Boğazdaki bütün şişlikleri ve iltihapları azaltır. Bu amaçla kullanımında, kullanılan taş en az şiş ya da iltihaplı bölge kadar büyük olmalıdır.
Yolculuk sırasında mide bulantısı çekenlere iyi gelir.

Sodalit Taşının 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Depresyona giren kişilerin, uyuşturucu madde kullanan kişilerin normal hallerine dönmesine yardım eder.
Duygularını ve düşündüklerini kolayca ifade edemeyen kişilerin bu taşı boyun bölgelerinde kullanmaları onları rahatlatır. Böylece gerginlikleri kaybolur ve kelimeler rahatça ağızlarından dökülür. Bu iyileşme, kademeli bir süreç olarak işler ve ancak düzenli olarak kullanıldığında başarılı sonuçlar elde edilir. Eger çekingen birisiyseniz, bu taşı kalbinize yakın olarak taşıyın.
Kişiyi hem bu dünyanın gerçeklerinde tutar, hem de ruhuyla güçlü bir bağ kurmasını sağlar.
Zihninizdeki gereksiz sesleri susturarak, gereksinim duyduğunuz konuya yoğunlaşmanıza yardım eder. Böylece asıl düşüncelerinizin farkına vararak amaçlarınızı belirleyebilirsiniz. Konsantrasyonu artırmak amacıyla kullanılabilir.

Sitrinin 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Ametist gibi, bir ortamdaki istenmeyen enerjilerin engellenmesi için kullanılabilir.
Başarı getirici olduğuna inanılan bir taştır.
Kendisini taşıyan kişiye neşe ve mutluluk duyguları verir.
Kişinin depresyona neden olan duygularından kurtulmasına yardım eder. Kendine güvenmeme, kendinden şüphe etme ve sinirlilik durumlarında rahatlatıcı ve güven vericidir.
Kişinin kendine güvenini artırır.
Negatif enerjiyi yokeder. Ancak kuvars kristali gibi negatif enerjiyi bünyesinde toplamaz. Bu nedenle negatif enerjilerden arındırma işlemine de çok fazla ihtiyaç duymaz.
Zihinsel berraklığı artırır.

Safirin 
Fiziksel Etkileri

Böbrekleri kuvvetlendirir.
Kalbi kuvvetlendirir.
Tüm salgı bezlerini harekete geçirici özelliğe sahiptir.

Safirin 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Aşkta sadakati sağlar, yanlış davranışları engeller.
İnancı güçlendirerek kişiye güven verir.
Kişiye şefkat duygusu vererek ruhsal duyarlılığını artırır.
Kuşkuların yokedilmesi ve kişinin ruhsal gelişime açık hale gelmesine yardımcı olur.
Özgürlük hissi verir.
Psişik yetenekleri artırır. Sezgiyi kuvvetlendirir.
Sinirleri sakinleştirir ve konsantrasyonu artırır.

Rutil Kuvarsın 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Gerilimlerin çözümlenerek yokedilmesine yardım eder.
Sıkıntılı bir günün getirdiği olumsuz duygu ve düşüncelerin çözümlenerek uzaklaştırılmasını sağlar.
Zihin açıklığı ve özgürlük duygusu verir.
Yeni satın aldığınız bir kristali kullanmadan önce bir gece toprağa gömerek negatif enerjilerden temizleyin ve ondan sonra kullanmaya başlayın. Kristaller, onun enerjisine alışkın olmayanlarda ilk başlarda başağrısına sebep olabilir. Böyle bir durumda kristalinizi çıkarın. Ancak enerjisine alıştığınızda sürekli olarak kristal takabilirsiniz. Temizlediğiniz bir kristale başka insanların dokunmalarına izin vermeyin.

Rodonit Taşının 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Günlük yaşamda başarılı olmaya yardımcı olur. Geçmişe takılıp güncel yaşamdan uzaklaştığınız anlarda bu taşı kullanmalısınız.
Kişinin içinde bulunduğu ana ilgisini canlı tutar.
Kişiyi geçmişe bağımlılıktan ve geçmişe duyulan özlemden kurtarır.

Rodokrozit Taşının 
Metafiziksel ve Psikolojik Etkileri

Sevgi ve denge taşıdır. Kişinin yaşamına sevgi duygusunu katmasını sağlar.

Buda.

Bir gün Buda bir köyün içinden geçerken, genç bir adam karşısına dikilmiş ve ona hakaret etmeye başlamış.

“İnsanlara eğitim vermeye hakkın yok!” diye haykırmış ona...
“Bilge olduğunu düşünüyorsun ama herkes gibi aptalsın, hayatın yalan” demiş.

Buda, bu sözlerden dolayı hiç incinmemiş ve delikanlıya sakince bir soru yöneltmiş:

“Merak ediyorum. Diyelim ki birine bir hediye aldın, ama o kişi bu hediyeyi kabul etmedi. Bu durumda hediye kime aittir?”

Genç adam bu soru karşısında afallasa da, cevaplamış:

“Bana ait olurdu elbette, hediyeyi alan benim sonuçta.”

Buda bunun üzerine gülümsemiş ve şöyle demiş:

“Evet, doğru. Ve aynısı senin öfken için de geçerli..."
"Eğer bana karşı öfkeliysen, ama ben senin hakaretlerini kabul etmiyorsam, öfken sana geri döner. Mutsuz olan bir tek sen olursun. Tek yaptığın kendini incitmek olur.”

Genç adamın kafası iyiden iyiye karışmıştır. Buda devam eder:

“Kendini incitmek istemiyorsan, öfkenden kurtulmalı ve insanları sevmeye çalışmalısın."

İnsanlardan nefret ettiğinde, mutsuz olan sen olursun. Ama insanları sevdiğinde…” 
Buda gülümser, 

“Herkes mutlu olur…”

İşte böyle. Yine Buda’nın tanımına göre öfke, zehir içip karşındakinin ölmesini beklemekten farksızdır.
O yüzden öfkenize yenik düşmeyin, öfkenize teslim olmayın. Sevgiye şans verin.


Atatürk ve gizemler..

Atatürkün yaşamında bir çok olağan üstü olay olmuştur. Kendiside rüyalar yoluyla haber alan bir psişiktir. Atamızın yaşadığı olağan üstü deneyimler bir çok kitaba konu olmuştur. Zaman zaman bunları sizlerle paylaşmak isterim..
Bunlardan bir tanesini şimdi anlatacağım. Atatürk ölmeden yaklaşık 9 yıl önce, gizemli bir Hintli, Atatürkle görüşmek için gelmiş, ve Atatürkün huzuruna kabul edilmiştir. İlginç olan şudur, Atatürk bu kişi ile başbaşa görüşmüştür, kimseyi yanında istememiştir, ve bu kişi Atatürke bir özel dokuma halı hediye etmiştir.
Bu kişi hakkında hiç bir bilgi yoktur, ama hediye ettiği halı, bu günde Pera Palas ta (yanılmadığımı umarım), Atatürkün odasında duvarda asılı olarak sergi,lenmektedir. Üzerinde saat deseni olan bu halının özelliği şudur: Üzerindeki saat 09.05 i göstermektedir, ki bu Atatürkün öldüğü saattir..