14 Temmuz 2018 Cumartesi

Simya

Düşüncelerinde güçlü olursan dönüştürmeyeceğin hiç bir madde olamaz.ALTINın göksel kürelerin en muhteşemi GÜNEŞ ile özdeşimi ,Simyacıların Zümrüt tabletlerde belirtilen “Yukarıda olan aşağıda olanın aynısıdır” prensibinde olduğu gibi , her gezegenin ile bir metal arasında bağlantı kurmuş olmalarında kendini gösterir..
Astrolojide 'ORTASINDA NOKTA OLAN DAİRE Güneşi,
Simyada ise Altını sembolize eder.
Hani Kadim insanların herşeydeki dengenin sembolü olarak kullandıkları altını...
Nitekim Altın madeni Ezoterizm'de de Güneşle ilişkilendirilir
Simyevi olarak belirtilen Yedi aşama, yedi renk, yedi metal ve yedi gezegen ilişkisinde
Satürn’le, yani kurşunla başlayan çalışma, Jüpiter’e, yani kalaya, oradan Mars’a, yani demire, oradan Venüs’e, yani bakıra, oradan Merkür’e, yani cıvaya ve nihayet Ay’a, yani gümüşe ve Güneş’e yani altına ilerler.
Tüm bu aşamaların aslında adayın inisiyasyon yolunda kat ettiği mesafeleri anlattığı belirtilir.
Altın ise İnsanın asli tabiatıdır.
Güneş simyacılar için kusursuzluğun işaretiydi.
Merkezindeki nokta olan daire de
tamamlanmış bir dairenin ‘’Büyük Eserin’’ tamamlanmasının,
devri mükemmelliğin, varoluşa ait tüm olasılıkların çözümlenmesinin tasviridir.
İnsanlar da madenler gibidir.
Adi metallerin altına dönüşmesi gibi insandaki tanrısal töz açığa çıkabilir bu anlamı ile inisiyasyon da temsil edilmektedir.

Her şey hayalle başladı..

Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.

Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar" / Einstein

"Beyin Gördüğü İle Hayal Ettiği Şey Arasındakı Farkı Bilmez”

Tüm buluşların aktif imajinasyonun meyveleri olduğunu biliyoruz

İmajinasyon; sesleri, görüntüleri, kokuları, tatları ve dokunsal mesajları zihinde canlandırma tekniğidir.

Dünyadaki hemen hemen bütün majikal çalışmalarda "İmajinasyon" ve "Vizyon" önemli yer tutar.

Ruhun imajinasyon yetisini kullanarak Spatyomda bulunan ve fizik evrenimizde daha farklı ve ince (seyyal) maddeleri şekillendirmesi yolu ile olmakta...

Hayal gücü, imajinasyon veya imgelem zihinsel görüntüler oluşturabilme veya birinin zihninin içinde kendiliğinden görüntüler üretebilme yetisidir

Kişi hayal gücüyle oluşturduğu görüntüleri “akıl gözü” ile görecektir.

Rüyalar da ayrışmış imajinasyonun bir ürünüdür

Bohm 'un da ifade ettiği Holografik modele göre; zihin ve beden, beynin gerçekliği deneyimlemek için kullandığı nöral hologramlarla, bir gerçekliği imajine ederken çağırdıkları arasındaki farkı ayırt edemez. bu etki öyle güçlüdür ki her birimiz sağlığımızı etkilemek ve fiziksel formumuzu kontrol etmek için belli bir düzeyde yeteneğe sahibizdir.

Bizler dış dünyayı beş duyu organımızla algılarız. Görürüz, duyarız, koklarız, tadarız ve hissederiz. İnsan doğduğu andan itibaren bu beş duyuya bağımlıdır. Bu nedenle dış dünyayı ancak bu duyular aracılığı ile tanır.

Herhangi bir imaj çok farklı şekillerde algılanabilir...

Örneğin: Beş duyu organlarımızla algıladığımızda biz ona görme ya da duyma diyoruz...

Yine aynı imaj sezgisel olarak algılandığında telepati, 
gözlerimiz kapalı ya da bir objeye konsantre olarak normal gözümüzün dışında ortaya çıkan görüntülerle algıladığımızda durugörü, 
fiziksel kulaklarımızın haricinde bazı sesler duyarak algılıyorsak duruişiti, 
bir sarkaç ya da çatal çubuğun hareketleriyle algılıyorsak radyestezi, 
ellerimizi herhangi bir nesneye dokundurarak o nesnenin başından geçenleri hissedebiliyorsak psikometri 
ve yine herhangi bir imaj fiziksel nesneler üzerinde fiziki etkiler meydana getiriyorsa biz ona telekinezi diyoruz...

Görüldüğü gibi ister fiziksel beş duyumuzla, isterse de beş duyumuzun ötesindeki yeteneklerimizle olsun, sonuçta tüm algılamalarımızın temelinde imajinasyonun bulunduğunu söyleyebiliriz...

Dış dünya hakkında en fazla bilgiyi görme duyumuzla ediniriz. Görme işlemi ise elektrik sinyallerinin göz tarafından yorumlanıp beynimize aktarılmasıdır. Yani görme gözde değil, beyinde olur.

Bilimsel deneyler gösterdi ki; bir kişinin beyni, tomografi cihazı ya da bilgisayar teknolojisiyle izlenirken, deneklerden belirli bir nesneye bakmaları istenir. Bu esnada beynin belirli bölümleri aydınlanmaktadır.

Deneklerin gözleri kapatılıp bu kez yine aynı nesneyi hayal etmeleri istendiğinde beyindeki aynı bölgeler aydınlanmıştır. 

Bu da bilim adamlarının şu soruyu sormasına yol açmıştır:

“Öyleyse gören kim? Beyin mi? Yoksa gözler mi?” Peki, gerçek nedir? Beynimizle düşündüğümüz müdür? Yoksa gözlerimizle gördüğümüz mü?

Gerçek şu ki, beyin, çevresindeki gördükleriyle hatırladıkları arasındaki farkı bilmez. Çünkü her iki durumda da aynı nöron ağları ateşlenir.
------------------------------------------
Zihin boşlukları sevmez. O hiç bir zaman durmaz. Çalışır, çalışır, çalışır… Ya geçmişin pişmanlıklarını ya da geleceğin endişe ve kaygılarını düşünüp durur. Böyle olduğunda an’da kalamaz . Belki de gerçek olmayan, zihinde düşündükçe gerçek olduğunua inandığı bir gerçeklik yaratıverir.
---------------------------------------------------

Zihinsel canlandırma konusunda yapılan başka bir araştırmada, kayakçıların zihinsel prova yaparlarken EMG cihazına bağlanmaları ile test edildi.

Kayakçılar zihinsel olarak yokuş aşağı iniş alıştırmaları yaparlarken, kaslarına giden elektriksel impluslar kayarken yaptıkları dönüş ve atlamalardakilerin aynısıydı. Kayakçılar ister belirli bir hareketi düşünüyor olsunlar isterse de gerçekten yapıyor olsunlar beyin bedene aynı talimatları gönderiyordu.

Düşünce, hareket ile aynı zihinsel talimatları yaratıyordu.

Hayal kurmaya çok benzeyen bu çalışmayı uygularken tüm duyularınızı kullanmanız çok önemli.

Uygulamak için en iyi zaman, beyin frekanslarının çok aktif olmadığı sabah hemen uyandıktan sonra ki veya gece uykuya dalmadan önce ki zamanlardır.

---------------------------------------------------
“Hayal gücü her şeydir.
Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir.
Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.”
Albert Einstein (1879-1955)


Fizik ve yol..

FRITJOF CAPRA 'nın Modern Fizik ile Uzakdoğu Mistisizmi arasındaki benzerlikleri inceleyen öncü eseri FiZiGiN TAO’SU kitabından bir alıntı ile;

"Günlük hayatımızda bu tür sezgisel aydınlamalar 
normalde çok kısa sürelerle sınırlıdır. 
Fakat Doğu mistisizminde durum böyle değildir. 
Bu aydınlanmalar uzun periyotlara yayılmakta ve sonunda sürekli bir algılayış biçimine dönüşmektedir. 

Doğu mistisizmi ile ilgili bütün Okulların genel amacı, 
insan aklını bu aydınlanmaya hazırlamaktır. 

Bu tutum, Doğu'daki hayat tarzına önemli etkilerde bulunmuştur. 
Bu amaca ulaşabilmek için Hindistan, Çin ve Japonya kültür tarihinin gelişim çizgisi içinde çok farklı teknikler, merasimler ve sanatlar ortaya çıkmıştır. 

Bunların tümüne kelimenin geniş anlamıyla belki de 
meditasyon diyebiliriz. 

Bu tekniklerin esas amacı, 
düşünen aklı susturmak 
ve dikkatimizi akılcı bilinçlilik durumundan sezgisel bilinçliliğe kaydırmaktır. 

Çeşitli meditasyon yöntemlerinde bu kaydırma, 
dikkati tek bir noktada toparlamakla gerçekleştirilir. 

Diğer bazı okullar ise, bedensel hareketler üzerinde durmaktadırlar. 

Bu yöntemi Hindu'ların Yoga'sı 
ve Taoist'lerin T'ai Chi Ch'uan'ında görebiliriz. 

Bu okulların uyguladıkları ritmik hareketler, 
meditasyonun diğer biçimleri ile ortaya çıkan hislerin 
aynısına sebep vermektedirler. 

Bu his bazı spor türlerinde de ortaya çıkmaktadır. 

Örneğin benim tecrübelerime göre kayakçılık, 
meditasyonun çok güzel bir biçimini oluşturmaktadır. 

Ayrıca Doğu sanatı da bir meditasyon biçimidir. 

Suna göre sanat, sanatçının görüşlerini değil 
sezgisel bilinçlilik durumunu yansıtmaktadır. 

Örneğin Hint müziği notalara bakılarak değil, 
öğretmenin icrasını dinleyerek 
belirli bir duygu geliştirmek suretiyle öğrenilebilir. 

Aynı şey Ta'i Chi hareketleri için de geçerlidir. 

Örneğin Japon çay merasimleri, 
yavaş ve ritüel hareketlerle doludur. 

Ya da Çin hat sanatı, 
elin tutuksuz ve spontane bir hareketini gerektirir. 

Bu özelliklerin tümü, 
Doğu'da bilinçliliğin sezgisel yönünü öne çıkarmak için kullanılır. 

İnsanlar ve özellikle aydınlar için 
bilinçliliğin bu durumu tamamıyla yeni bir tecrübedir. 

Ancak bilim adamları sezgisel aydınlanmaya yabancı değildirler. 

Çünkü her yeni bilimsel buluşun temelinde 
böyle bir anlatılamaz bilgi parlaması yatar. 

Ancak bunlar anlık olaylardır 
ve bilimsel amaçlarla kullandığımız akıl; 
bilgi, kavram ve tasarımlarla dolu olmak zorundadır. 

Öte yandan meditasyonda akıl, 
tamamen boşaltılır ve sezgisel yöndeki uyarılara açık hale gelir. 

Lao Tzu, araştırma ve meditasyon arasındaki farklılığı 
şu biçimde dile getirir: 

«Öğrenmeye devam eden, gün geçtikçe ilerleyecektir; 
Tao'ya devam eden, gün geçtikçe gerileyecektir» 

Akılcı zihnimiz sustuğunda, 
onun sezgisel bölümü olağanüstü bir varlığa ve gerçekliğe kavuşmaktadır. 

Böylece çevremizde bulunan ve olup biten her şey, 
kavramsal aklımızın süzgecinden geçmeksizin, 
olduğu gibi ve bütün ihtişamıyla karşımıza çıkmaktadır. 

Eğer Shuang Tzu'nun ifadesini kullanacak olursak: 

«Bilginlerin sakin akılları 
âdeta yerin ve göğün aynası, 
ayrıca sanki tüm fenomenlerin bir merceği gibidir»

Aslında meditatif durumun temel özelliği, 

meditasyon yapan kişinin içinde bulunduğu ortamla 
yek vücud olması, (yani bir-beden) haline gelmesidir. 

Bu bilinç durumunda, 
her türlü bölümlendirme, ayrıştırma ve farklılaştırma 
ortadan kalkmakta 

ve meditasyonu yapan kişi, 

farklılaştırılmamış bir bütünselliğe ulaşmaktadır"


13 Temmuz 2018 Cuma

Şiir.


NE İÇİNDEYİM ZAMANIN

Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

A. Hamdi TANPINAR


Doğanın mucizeleri..


SİNİR BOZUKLUĞU TEDAVİSİ
1 Çay kaşığı çörek otu yağı bir fincan kahve ile alınırsa siniri tamamen
yatıştırır

ÖKSÜRÜK TEDAVİSİ
Göğüse ve sırta çörek otu yağı sürülür ayrıca bir çay kaşığı çörek otu yağı
içilir ve bir çay kaşığı çörek otu yağı sıcak suya ilave edilerek buharı
burna çekilir.

YORGUNLUK İÇİN
10 gün süreyle günde bir çay kaşığı çörek otu yağı bir bardak portakal
suyuna katılarak içilir.

ZİHNİ KUVVETLENDİRME
10 gün süreyle günde bir çay kaşığı çörek otu yağı, 100 ml kaynatılmış nane
ile içilir.

ŞEKER HASTALIĞININ TEDAVİSİ
Bir bardak çörek otu,Bir bardak Reşat otu,
Yarım bardak nar kabuğu,Yarım bardak mura (Aktarlar bilir)
Yukarıdaki maddeler öğütülerek un haline getirilir ve aç karnına günde yarım
yemek kaşığı alınır, aynı zamanda aç karnına bir çay kaşığı çörek otu yağı
içilir.. Bu tedaviye bir ay devam edilir..

MESANE VE BÖBREK TAŞLARI TEDAVİSİ
250 Gram çörek otu, 250 Gram saf bal ile güzelce yoğrulur. Bu karışımdan iki
yemek kaşığı yarım bardak sıcak suya ilave edilerek aç karnına içilir. Aynı
zamanda bir çay kaşığı çörek otu yağı da gene aç karnına içilir.

GÜZELLİK VE YÜZ BAKIMI
Bir yemek kaşığı çörek otu yağı ile bir kaşık zeytin yağı karıştırılır, yüz
kısmına sürülür ve bir saat bekletilip sabun ile yıkanır. Farkı
göreceksiniz.

İLTİHAP TEDAVİSİ
Bir çay kaşığı döğülmüş karanfil, bir yemek kaşığı çörek otu yağı ile
kaynatılmış nane günde iki defa alınır.

BÜTÜN HASTALIKLARDAN KORUNMA
Günde bir çay kaşığı çörek otu yağı ile bir yemek kaşığı bal yenmesi halinde
doktora gidilmez.

BACAK ARASI İLTİHAP TEDAVİSİ
(PİŞİKLER İÇİNDE GEÇERLİ)
Bölge sabunlu su ile yıkanıp kurutulur. Kurutulan bölgeye çörek otu yağı
sürülür. Bu tedaviye üç gün devam edilmesi halinde netice gözle görülecek
şekilde düzelir.

KALP İLTİHABI TEDAVİSİ
Çörek otu yağı ile herhangi bir sıcak içecek içilmesi halinde kalpteki
yağlar çözülür, damarlar genişler.

SEDEF TEDAVİSİ
Sedefli bölgeye elma sirkesi sürülür, daha sonra aynı bölgeye çörek otu yağı
sürülür ve bu tedaviye 15 gün devam edilir.

ET BENLERİNİN TEDAVİSİ
Bölgeye çörek otu yağı sürülür ve günde bir çay kaşığı çörek otu yağı
içilir. Bu tedaviye 15 gün devam edilmelidir.

ROMATİZMA TEDAVİSİ
Çörek otu yağı hafif ısıtılarak romatizmalı bölgeye sürülüp masaj yapılır ve
günde bir çay kaşığı çörek otu yağı içilir. Bu tedaviye 15 gün devam
edilmesi halinde, Allahın izniyle romatizma iyileşir.

BAŞ AĞRISI TEDAVİSİ
İki yüze ve iki kulak etrafına çörek otu yağı sürülür ve günde bir çay
kaşığı çörek otu yağı içilir. Bu tedaviye 3 gün devam edilir.

MİDE AĞRILARI VE EKŞİMELERİ
Günde iki defa aç karnına, bir bardak süt ile bir çay kaşığı çörek otu yağı
içilir. Bu tedaviye 5 gün devam edilmelidir.

KADIN HASTALIKLARI VE CENİN KORUMA TEDAVİSİ
Kavrulmuş çörek otu ile ballandırılmış anason günde beş defa yutulur veya
bir çay kaşığı çörek otu yağı ile kaynatılmış anason suyuna bal eklenerek
günde beş defa içilir. Bu tedaviye 40 gün devam edilir.

AŞIRI HALSİZLİK TEDAVİSİ
200 Gram öğütülmüş çörek otu, 100 gram zeytin yağı, 50 gram öğütülmüş çam
sakızı, 50 gram çörek otu yağı, 50 gram cercir (ROKA) yağı, 200 gram saf bal
karıştırılır, her yemekten sonra bir kaşık alınır.

SAÇ DÖKÜLMESİ TEDAVİSİ
Kafa limon ile iyice ovulur. 15 dakika beklenerek şampuan ile yıkanıp
kurutulur. Saç köklerine çörek otu yağı sürülür. Bu tedaviye bir hafta devam
edilmesi halinde saç dökülmesi duracaktır.

GÖRME ZAYIFLIĞI VE GÖZ TEDAVİSİ
Uyumadan yarım saat önce göz bölgesine çörek otu yağı sürülür ve aynı yağdan
bir çay kaşığı havuç suyu ile içilir. Bu tedaviye bir ay devam edilmelidir.

TANSİYON
Her sıcak meşrubat içildiğinde bir çay kaşığı çörek otu yağı içilir. Her
sabah aç karnına bir diş sarmısak yutulur. Ayrıca bir ay süre içerisinde 3
günde bir vücuda çörek otu yağı sürülerek yarım saat açık tutulmalıdır.

İSHAL TEDAVİSİ
Günde iki defa bir bardak yoğurt yenir ve aynı zamanda bir çay kaşığı çörek
otu yağı içilir. Bu tedaviye 3 gün devam edilmelidir.

Nefes..

ÇAKRALAR  VE YEDİ ESMA-İ ŞERİF
Nefes alma almak önemli değil nasıl nefes almalıyız,işte bu çok önemli...Zamanın yaşayanı Muhyiddin Arabi Kuddise Sırrıhül Aziz hazretleri şöyle buyurmuştur: İnsan küçük bir alemdir. Kainat ise bir bütündür. Küçük alemi meydana getiren insan bütünün bir parçasıdır. İnsanın burnunun deliklerinin sağ tarafı Güneş, sol tarafı ise Kamer içindir. Bu öyle enteresan bir hadisedirki, bunlar birbiriyle tamamen zıt oldukları halde, bazen solundan, bazen sağından, bazende ikisindende nefes alır. Bir kişinin üzerine hararet galip gelse, burnunun sağ tarafını Pamuk ile kapatsın. Sol tarafı ise aksinedir.
Bir kimse Alemi Ğaybe ulşmak istese daima burnuna bakıp, kalbi ile Allah c.c. ismi şerifini zikretsin. Sıfatı şu şekildedir: Bu hal Mürakebe-i basardır. (Kalb gözüyle iç alemine bakarak kendinden geçmek) .
Eğer, burçlardaki haleti kalbi (Kalb hali) bilmek istersen: Kendini karanlık bir odaya kapadıp, bu hal üzere meşgul ol. İsticabe-i duayı (Dua nın Allah tarafından kabül olması) dahi Rukiyyatı, (Efsun) Tılsımat ın ve Esma nın tesir vaktini kalbin müşahede edip, tecrübe ile sahih olursa murat ettiğin şeyi buldun demektir. Eğer bu halet olmazsa, o kişi için, bu yedi eşkali bir beyaz levha üzerine nakş edip, sonra bu levhaya bakması lazımdır.
Bir kimseye bir nüsha veya bir dua yazıp vereceksen, bu kelimeyi ya yazı ile yahut söz ile veyahutta mana (İçyüz) ile yapmadıkça tesir etmez. Nitekim bizim yanımızda bunlar ismi A’zamdır. Zira bunların her birisinin birer manası vardır ve biz bunları her zaman zikrederiz .
Birinci kelime: هُوَّمٍ (Hüvvemin) olup, manasıيَارَبِّ (Ya Rabbi) demektir. Şeklide budur: Bunun yeri ise Makattır. Esas rengi siyahtır. Bizim yanımızda ise Kızıl Altın renginde olup, Zühal menzilindedir. Yerinde bu suret ile düşünüp, gözün ile bakıp, kalbin ilede Hüvvemin ismine meşgul ol. (Zikret ).
İkinci kelime:اُوَّمٍ ( Üvvemin ) olup, manası يَاقَدِيمُ (Ya Kadimü) demektir. Şeklide budur: Bunun yeri makat ile hayalar arasındadır. Bunda Ateş olup, Müşteri menzilindedir. Bir kimse yerinde bunu şekli ile düşünüp, kalbi ilede Üvvemin i zikir ederse düşmanları boyun eğip dost olur. Şayet dost olmazlarsa helak olurlar. Dostları bile o kişiden korkarlar. Belkide bütün insanlar korkar.
Üçüncü kelime: رَهِينْ( Rahin )olup, manası: يَاخَالِقُ (Ya Haliku ) demektir. Şekli ise budur: Bu cömertlikler ve iyilikler ismidir. Bunun yeri göbek olup, asıl rengi Sarı Altın gibidir. Merih menzilindedir. Yerinde bu şekli üzerine düşünüp, kalbi ile Rahin ismini zikir eden kimse uzaktan sesler işitir ve bir saatte çok uzun yol alır. Bu kişi sihir yapılmış veya sara hastalığına tutulmuş olan hastaya nazar etse, hasta o anda Allah Teala nın izniyle iyileşir .
Dördüncü kelime: بُدِينْ نَشْرِينْ (Budin Neşrin) olup,Manalarıيَاكَرِيمْ يَارَحِيمْ ( Ya Kerim Ya Rahim ) demektir. Şekli ise budur: Bunun yeri Kalbtir. Esas rengi sarıya dönük kırmızıdır. Lakin bunda göz kamaştıran Şimşek olup Güneş menzilindedir. Yerinde bu şekil üzerine düşünüp, kalbi ile Budin Neşrin isimlerini zikir eden kimsenin erkekler kölesi, kadınlarda cariyesi olur. Bu isimleri zikir eden kimse, Melaike nin ve Cin lerin seslerini işitir, hatta gizli sırlar keşf olunur.
Beşinci kelime: بُلْئِىٍّ (Buliyyin) olup, manası budur:
يَامُسَخَّرَ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَمَافِيهِمَا 
Ya musahharas semavati vel ardı ve ma fihima Şekli ise budur : Bunun yeri Boğaz dır. Esas rengi Beyaz dır. Lakin bunda Ateş olup Zühre menzilindedir. Yerinde bu şekli ile düşünüp, Kalbi ile Buliyyin ismini zikir eden kimsede güzel yaşantı hasıl olur. Her gören kişi onu çok sever, her yerdede saygı ve hürmet görür. 

Altıncı kelime: كَمَا يُرْمٍ( Kema yürmin ) olup, manası يَاعَلِيمُ (Ya Alimü) ismidir. Şekli ise budur Bunun yeri Alın dır. Nur gibi olup, bunun nuru Utarid menzilin- dedir. Yerinde bu şekliyle düşünüp, kalbi ile Kema yürmin ismini zikir eden kimseye her şeyi bilme sırrı verilir. Kendisine Cin ler hizmetçi olur .

Yedinci kelime: هَنْشَارٍ ( Henşarin ) olup, manası يَامُحْيِى(Ya Muhyi ) ismidir. Şekli ise budur: Bunun yeri Beyin dir. Bunda akıcı Su olup, suyu meni gibidir. Kamer menzilindedir. Yerinde bu şekli ile düşünüp, kalbi ile Henşarin ismini zikir eden kişiden Sam yeli çıkar ve bütün hastalıklar zail olur. Bu kişi düşmanını veya bir zalimi yok etmek isterse, o kişinin şeklini birinci şeklin içerisine, O kişinin ismini ve annesi isminide yedinci şeklin içerisine yazsın. Tertip (Sıra üzerine fikir etse, (Birinci Esma dan yedinci Esma ya kadar şekillerine bakarak) zikir etse, düşmanı veya zalim, Allah ın izniyle cezasını bulur.
Bir kimse kendi nefsini değiştirerek başka bir canlının şekline girmek isterse, (Zira kuvveti Cin e döner) şöyle yapması gerekir: Cimayı terk edip, alnının sağ tarafında Güneş in karsını düşünerek, (Dördüncü şekli) başı üzerindede bu şekilleri tevehhüm (Yok olanı var zannetmek) etsin. Altı şeklin kalanı bu şekiller üzerinedir.
Şekiller budur :

Bu misale Kalb gözüyle bakmalıdır. Bu haleti kadir olduğu kadar elde edersin. Eğer güçlü bir şekilde elde edersen, istediğin ölünün içine girip, onu diri eder ve o ölünün kalıbı ile gezersin . İstediğin zamanda kendi kalıbına dönersin. Ama kelimelerin şekillerini düşünüp, kalb dili ile kelimeleri zikir etmek şartıyla. Anla! İrşad olursun."

12 Temmuz 2018 Perşembe

Aşkınlık ve Aşığın halleri .


NOT: Çok dikkatli olun.Bir çok insan mürşid adı altında büyü yapıyor.Bir daha ondan ayrılmanız zor oluyor.Sonra başta psikolojik sebepler başka travmalar yaşıyorlar.Kendine öyle bağlıyor ki bir daha onsuz nefes almak bir yana her şeyinizi kaybediyorsunuz.Allah korusun dikkatli olun.


Yalanı yanına sokmayan bir anlayışa sahip Tasavvuf ehli, “Aşık”lığın dört halinden dem vururlar: Kabz, Bast, Sekr ve Sahv. Bu yazımızda bu hâlleri açmaya gayret edeceğiz…
Kabz:
Arapçada, tutmayı ifâde eden bir kelimedir. Daralma, kapanma gibi manaları da vardır.(1) El-Kâbıd esması ile zuhur eden bu hâl ile Aşık; iç daralması, kaygı ve korku dolu olduğundan kendi içine kapanmaktadır. Bu bezginlik ile kimi Aşıklar, ilahi ilham yoluyla sitemli dörtlükler ortaya koyarlar.
Bu kadar cevretme aziz Sultanım
Ya n’olur insafa gel bazı bazı
Halime rahmeyle ruhi revanım
Bendêne keremler kıl bazı bazı
Aşık Hasan Hüseyin
Zorlu bir süreç olan kabz halinde, kişi ne kadar bu halden kurtulmaya çalışsa da aksine süreci daha fazla uzatmaktadır. Yaratıcının bu sınavını kabullenip sınavın bitmesini beklemek en hayırlısıdır. Tıpkı bir bataklık gibi, çırpındıkça daha fazla içine batmanız kaçınılmazdır.
Bast:
Arapçada, tutukluk (kabz) halinin zıddı olan zihnî açıklık, kalbî rica, niyaz, yalvarma hali. Bast, hal olarak; kabul, lütuf, rahmet ve ünse işarettir.(2) Kabz halinin arkasından gelen bast hâli, salikin daralmadan kurtulup genişliğe ermesini müjdeler. Kabz ve bast hallerinin arka arkaya gelmesi, ‘Zül Celali Vel İkram’ esmasının zuhuru olarak da nitelendirilebilir. Celali ile daraltıp, ikramı ile de mutlu eden yaratıcının yüceliğine vurgu yapılmaktadır. Bast, ümit duygusunun yoğun yaşandığı bir hal olduğundan mütevellit, kabz halinin farkında olan kimse bast halinin de geleceğini bildiğinden, celalin sonunun ikram ile olacağını da bilir ve bu sebeble kabz haline sabretmeyi de öğrenmektedir.
Bast halinin zevkine kapılanların bazen ayakları sürçer ve manevi hallerini yitirirler. Nitekim sufîler, “şathiyyat” denilen sözleri genellikle bast halinde söylemişlerdir.(3) Kaygusuz Abdalve Yunus Emre gibi tasavvuf erbabı büyük şairlerin şathiyeleri, bu duruma örnek teşkil etmektedir.
Ademi balçıktan yoğurdun yaptın
Yapıp da neylersin bundan sana ne
Halk ettin insanı saldın cihana
Salıp da neylersin bundan sana ne
Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne
Kaygusuz Abdal

Sekr:
Arapçada, sarhoşluk demektir. Kalbe gelen varidin etkisiyle, sâlikin ihsastan sıyrılıp, gaybete düşmesidir. (4)
Bu hâle düşen Aşık, gerek yaptıklarından gerek söylediklerinden mesul değildir. En önemli örneklerden biri, Hallac-ı Mansur’un bu hal ile söylemiş olduğu ‘Ene’l Hakk’ sözüdür. İlahi cezbe ile söylenmiş bu söz, şerî kurallara ters görüldüğünden, Hallac’ın canına mal olmuştur. Edebiyatta sekr halinin en güzel örneği ise Mecnun’dur. Sürekli sekr halinde olması, her kişiyi Leyla olarak tanımlamasının sebebidir. Sarhoşluğun verdiği ferahlık ve bilinç açılmasını, sekr halinde görmek de mümkündür. Herkesin en rahat anlayacağı şekilde söylemek gerekirse sekr hali, içmeden sarhoş olmaya benzer, birçok benzerliği görmek mümkündür.
Sekr haline bürünen aşıkların vahdetname olarak bilinen nefesler icra etmesi de ilahi sarhoşluğun yoğunluğunu göstermesi açısından önemlidir.
Daha Allah ile cihan yok iken
Biz ani var edip ilan eyledik
Hakk’a hiçbir layık mekan yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik
Edip Harabî
Sahv:
Uykudan uyanmak ve bulutsuz gün anlamlarındaki Arapça bir kelimedir. Cürcânî sahv’ı; kulun, yitirdiği hisleri tekrar kazanması şeklinde tanımlar. (5)
Sekr halinden çıkan Aşık, sahv haline bürünür ki manevi sarhoşluk ile söylediği sözlerin ve ilahi ilhamın manasını anlamış ve hayatına entegre etmiş olacaktır. Sekr halinde iken yüz çevirdiği veya farkına bile varmadığı dünya hayatına; bakış açısı değişmiş olarak, standart hayatına geri döner.
Tasavvuf erbabının nitelendirdiği dört seyir hali de aşıkın halleri ile örtüşmektedir:
*Kabz hâli, Allah’ı Seyr,
*Bast hali, Allah için seyr,
*Sekr hali, Allah ile seyr,
*Sahv hali ise Allah’tan seyr’dir.
Kabz halinde korku ve kaygıya bürünen Salik, Allah’ın emir ve yasaklarına aşırı önem gösterdiğinden, Allah’ı seyir etmektedir. Bast halinde gelen ferahlıkta ise her yaptığı, yine Allah içindir. Sekr halinde ise coşku ve kendinden geçmişlik ile hâl üzere Allah ile birliktedir, bu sarhoşluğun tesiri de bazen manevi yoğunluğu aşırı hissetmesinden ötürüdür. Sahv halinde ise farkındalığa kavuştuğundan, Allah’tan seyir ederek, yine halkın içinde fakat gönlü ile Tanrı katındadır.



Hint inananışında tasavvuf esintileri.

Orta asya ve orta doğu birbirlerine kenetlenmiş zincirler gibi.Felsefede olsun diğer inanışlarda olsun hepsi az da olsa biri  ötekini etkileyip harmanlaştırmıştır.İşte Hint gizemciliğinin önemli kaynaklarından belki de ilk akla gelen Bhagavat Gita, içeriği açısından değerli bir kitaptır. “Rabb’in Ezgisi” manasına gelen Bhagavat Gita, Mahabharata Destanı’ndan bir kesittir ve savaş meydanındaki Arcuna ve Krişna arasındaki diyalogu konu alır. Krişna, cisimlenmiş bir Tanrı olarak Arcuna’ya önemli nasihatlerde bulunmaktadır. Bu yazımızda bu öğütlerin tasavvufla benzerlikleri üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

Tasavvufa meyleden talibe, ilk önce dünyevi istek ve arzulardan el çekmesi, asıl güzelliğin ve lezzetin maneviyat ile mümkün olduğu öğütlenmektedir. Tasavvuf, masivaya ait zevklerin geçici, ilahi sıfattaki zevklerin ise dünyevi zevklere nazaran daha tatmin edici olduğunu öne sürer.

Krişna da benzer şekilde Arcuna’ya şu telkinlerde bulunur:

“Bedenlenmiş ruh, kendini dünyasal zevklerden uzak tutmaya çalışsa da hala onlardan zevk alabilecek durumdadır. Fakat daha yüce zevklerin olduğunu anlayıp tanıyınca, dünyasal zevklere olan eğilimini terk eder.”

Başlangıçta anlaşılması güç olan bu telkini, ancak belli deneyimlerden sonra anlamak mümkün olacaktır. Alışma sürecinde tüm ibadetler yorucu ve (bedene ve nefse) ağır gelse de zaman geçtikçe istekle yapılan bu ibadetler, manevi hazzın artarak devam ettiği ritüellere dönüşecektir. Oysa bunlara hiç ilgi duymayan kişiler, en ufak dünyevi bir zorlukta bıkkınlık ve bunalım evresine girerler.

“Maddesel zevk ve zenginliğe bağlanmış olanların şuurları, bu tür şeylerle karmakarışıktır. Onlar, en yüksek tanrısal katlara uygun şekilde çalışamazlar. Özveriyle yoğunlaşarak asla kesin kararlar veremezler.”

İnsan, ne zaman ikileme düşüp bir karar vermek zorunda kalsa, diğer olasılık ile kafası bulanmaktadır. Hiçbir kararında emin ve sabit değildir. Oysa tasavvufun önerdiği “İbn’ül Vakt”ı ve “vahdet-i vücut”u idrak edebilse bu kaygılardan sıyrılacaktır.

“Tıpkı bir kaplumbağanın, başını ve ayaklarını kabuğunun içine çekmesi gibi kişi de duyularını, algılanabilecek objelerden (geri) çekiyorsa, sarsılmaz (bir ruh halinde), mükemmel bir şuur düzeyindedir demektir.” 

Krişna’nın da söylediği bu şuur düzeyi ancak tasavvuf ile mümkündür. An’ı anlamak ve yaşamak, yani “ibn’ül vakt” olmak, normal insanlardan biraz daha fazla şuura sahip olmak ile zaman sorunsalının devre dışı bırakılmasını sağlar ki, bu da yaratıcıya tam teslimiyeti şart koşar. Her şeyin en hayırlısını bilen Yaratıcı, şüphesiz kuluna da ihtiyacı doğrultusunda bir yaşantı sunacaktır. Öncesi ve sonrası düşünülmeyen bir hayat mümkündür.

“Zevk ve acının kaynağı maddesel duyularla temas halinde bulunanların başlangıcı ve sonu vardır, ey Kunti’nin oğlu! Akıllı kişiler, başlangıcı ve sonu olan şeylerle mutlu olamazlar.”

Başlangıç ve son olan bir zaman doğrusal ilerleyen bir zamandır. İbn’ül Vakt olan kimse için doğrusal bir zaman yoktur. O’nun için dairesel bir zaman vardır dolayısıyla başlangıcı ve sonu yoktur. Dairesel zaman “sonsuz an”dır. Daire, mükemmel bir geometrik şekil olması hasebiyle zaman noktasında da mükemmelliği işaret etmektedir. En ideal yaşanılabilecek zaman şekli dairesel olandır. Başlangıcı ve sonu olan zamanda yaşayan insanlar, bir başlangıcın ve sonun kaygısı ile hareket ederler. özellikle ‘son’ olarak kabul edilen ölümü bekleyenler için hayat pek de mutluluk verici olmayacaktır.

İbn’ül Vakt kadar tasavvuf için önemli olan diğer bir konu ise Vahdet-i Vücut felsefesidir. Bu felsefenin en önemli temsilcisi İbn-i Arabî’dir. Tüm kainatın, Yaratıcının bir yansıması olduğunu ele alan bu felsefe, insanın da tanrısal töze sahip olduğunu söylemektedir.

Benzer sözleri Krişna’nın da ifade ettiğini söylemek mümkün:

“Ben, tezahür etmemiş halimle (ayvakta-murtina) içine giriştiğim bütün kozmik evrendeki canlıları kapsarım; onlar beni kapsayamazlar.”

“Ene’l Hak” lafzına bir işaret olduğunu düşünmemek elde değil. Vahdet-i Vücut, tam olarak bunu söyler: Her şeyi kapsayan yaratıcıdır lakin onun üzerinde başka bir kapsayıcı yoktur.

 “Tanrısal şuurla hareket eden, gerçeği bilen (ona erişmiş) bir kişi; görürken, duyarken, dokunurken, koklarken, tadarken, hayal kurarken (görürken), nefes alırken, asla “ben yapıyorum” diye düşünmez.”

Yüksek bir şuur ile kendisini Hakk’ta eritmiş olan kimsenin kendiliğinden hareket etmesi mümkün olabilir mi? Güzeller güzeli Hz.Muhammed’in Hakk ile vahiy iletişimini sağlamasının başlıca sebebi, peygamberin daha risalet gelmeden aşk ile ibadet ediyor olmasındandır. Tüm benliği ile ona yönelmiş olması, şuur düzeyinin çok ileride olmasını mümkün kılmıştır. Ondandır ki şu ayet nazil olmuştur:“Siz öldürmediniz onları, Allah öldürdü onları. Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı. İnananları kendisinden güzel bir imtihanla denemek için yaptı bunu. Allah; işitendir, bilendir.” Enfal/17

Tasavvufi bir akım olan Hurufilik, insan bedenine çok ilgi göstermiş ve insan bedenini bir şehre benzetmiştir. On iki kapılı şehir olarak tanımlaması da yedisi başta, beşi vücutta olan yedi delikten dolayıdır. Vücuttaki üç delik faal olmadığından Krişna, kapı sayısını dokuz olarak belirtmektedir.

“Bedenlenmiş canlı, ilkel doğasına (beş duyusuna) hükmederse ve tüm faaliyetlerini şuurunda yadsırsa, dokuz kapılı şehrinde (maddesel bedenin içinde) mutlu yaşar. O, ne faaliyette bulunandır ne de faaliyetin nedenidir (başlatıcısıdır).”

Yaratıcıya ulaşmanın ve kamil insan olmanın yegane yolu, kendi vücudunu tanımaktan geçer. Sadece fiziki beden değil, ruhun ve nefsin de tanınması gerekmektedir. Kişi, tüm bedenini egosu ile değil ruhu ile yönetmeye başlarsa sonsuz mutluluğa sahip olacaktır. Kendini kontrol edebilmek demek, Hakk’ın kendisinde zuhur etmesi demektir ki bu nokta “Ene’l Hak” noktasıdır.

“Bedenlenmiş canlı, maddesel bedenine bağlı üç ifade şeklinin ötesine geçmeyi başarırsa; doğum, ölüm, yaşlılık ve onun neden olduğu çeşitli acılardan kurtularak, (daha ölmeden) ölümsüzlük öz suyundan içer.”

Tasavvufun yegane düsturlarından biri de “ölmeden evvel ölmek”tir.. Tüm dünyevi kaygılardan kurtularak, duygularını öldüren kimse, ölmeden evvel ölmüş ve bu dünyada hesabını vermiştir. Bu kişide yok olan tüm kaygılar, kaygı ve strese dayalı yaşlılık ve hastalık gibi problemleri ortadan kaldırmış olur. Vücudu etkilediğine inanılan ‘yedi çakra’nın açılması ile vücudun tüm sorunları (hastalık vs.) ortadan kalktığından vücut, performansından bir şey kaybetmeyecektir.

Son söz:
Nerede, ne zaman, hangi dilde yazılmış veya anlatılmış olursa olsun, tüm felsefe ve inançların amacı, kamil ve erdemli bir insan yaratmaya çalışmaktır.

Denge..

Dıştaki nesnenin karşısında onu dengeleyen bir iç nesne olmazsa, deliliğe varan bir kendini beğenmişlik yada özerk kişiliğin tümüyle yok olmasıyla birlikte dizginsiz bir materyalizm ortaya çıkar ki, totaliter kitle devletinin ideali de budur zaten. Jung

11 Temmuz 2018 Çarşamba

UZAYLILAR..

KAİNATTAKİ DİĞER GEZEGENLERDE YAŞAYAN DÜNYA DIŞI VARLIKLAR NASIL GÖRÜNÜYOR?

VENÜS’ÜN ATMOSFERİ
İngiliz bilimciler, Venüs gezegeninin yüzeyinden 51-65 kilometrelik yüksekteki boşlukta canlıların bulunabileceğini düşünüyor. Oradaki hava ısısının 20 ila 65 derece olduğunu tespit eden bilim insanları, atmosferin yüksek oranda sülfürik asit içeren su buharından oluştuğunu öğrendi ve bu tür ortamlarda sülfürle beslenen ekstremofil bakterilerin yaşayabileceğini ileri sürdü.Ekstremofiller dünyadaysa sıcak yeraltı su kaynakları, oksijensiz depolar, sürekli donmuş toprak gibi yaşam için en uygunsuz olan koşullarda yaşıyor. Bazı mikroplar güneş enerjisinin yardımıyla asimile ettikleri inorganik maddelerle beslenmeye adapte olmuş durumda. Enerjilerini fotosentez yolu ile elde eden bir bakteri dalı olan Siyanobakterilerse 70 dereceye kadar sıcaklıklarda hayatta kalabiliyor.

Venüs’te belki daha önce sıvı okyanuslar ve biyosfer vardı, ancak daha sonra sera etkisiyle gezegen kuru ve steril bir çöle dönüştü. Oradaki toprakta yaşamın olma ihtimali çok düşük fakat bu gezegende canlıların yaşayabileceği tek yer, atmosferindeki bulutlar. Örneğin Mesophilic Deinococcus radiodurans bakterileri 10 Kilo Gray değerinde radyasyonda dahi hayatta kalabiliyor, Thermococcus gammatolerans ise 88 derece sıcakta üreyebiliyor ve 3 Kilo Gray ışınlanmaya dayanabiliyor.

MARS’TAKİ YERALTI OKYANUSU
Birçok bilim insanı Mars ve Dünya’nın 3-4 milyar yıl önce birbirine benzediklerini ve her ikisinde de bol su olduğunu tahmin ediyor. Mars’taki korunan araziye bakılırsa oradaki okyanus, periyodik olarak nemle takviye edilen bataklık bir ovaydı ve orada 2.3×107 kilometre küp su birikimi olabileceği hesaplandı. Bu suyun 3’te biri buharlaştı, 3’te biri kutuplardaki buz şapkalarını oluşturdu, 3’te birlik bir kısımsa yerin altında buz şeklinde kalmış olabileceği düşünülüyor.Genç Mars’ın iklimi Dünya’dakine benzemiyordu, soğuktu. Fakat NASA’dan bilim insanları, Kızıl Gezegen’in yaşamın beşiği olabileceğini tahmin ediyor.

Okyanus ve göllerin kuruması, yaşamın yok olduğu anlamına gelmiyor. Bazı yaşam türlerinin atmosferden ya da topraktan nem çekme kabiliyetinde oldukları biliniyor. Ayrıca, beş milyon yıl önce Mars’ta yaşam için uygun koşullar vardı. O zaman gezegenin yörüngesinin eğimi 45 dereceydi, bu da kutupların şimdiye göre iki kat daha fazla güneş ısısı aldığı anlamına geliyor, neredeyse Dünya’nın kutup bölgeleri gibi.

Mars’ın kutuplarındaki şapkalar artık erimiyor, fakat 5 milyon yıl önce şimdiki Antarktika’yı andırıyordu. Antarktika’da sürekli don toprakların olduğu dağ vadisinde bulunan örnekler, Phoenix uzay aracının Kızıl Gezegen’de keşfettiği örneklerle benzerlik gösteriyor.

Antarktika’daki vadide mikroorganizmalar bulundu. Laboratuarda umanlar, çoğunun uyku halinde olduğu çeşitli türleri hayata uyandırabildi.

SATÜRN’ÜN YÖRÜNGESİNDEKİ BUZ OKYANUSU
Satürn’ün büyüklük bakımından 6. Gezegeni Enceladus, 40 kilometre kalınlığında buzla kaplı. 2011’deyüzeyinde bulunan 5 kilometre kalınlığındaki buz tabakası altında, tam 65 kilometre derinliğindeki okyanusun içinde kimyasal tepkimeler tespit edildi. 2011’de Cassini uzay aracı, uydunun üzerinde gayzer patlamaları tespit etti. Bilim adamları buzun altında bir tuzlu okyanus olduğunu tahmin etti. Bu demektir ki uydu, iç ısı kaynaklarına sahip. Hesaplamalara göre okyanustaki su sıcaklığı, yüzeyde eksi 170 derece olmasına karşın 26 derece olabilir.
Sıcak ve tuzlu okyanus, yaşamak için uygun bir yer. Uzay radyasyonundan koruyan şeyse buz zırhı. Bu zırh, güneş ışınlarını da içeriye bırakmıyor, ancak bu kritik bir durum değil çünkü çoğu mikrop karanlıkta da yaşayabiliyor.


Hitler’in Büyük Sırrı: Süper Asker Projesi

Hitler’in, İkinci Dünya Savaşı döneminde Süper Asker Projesi geliştirdiği ancak projenin tam olarak başarıya ulaşamadığı açıklandı. Alman Doktorlar Birliği’nin araştırması, nazilerin Alman askerlerini güçlendirmek, daha uzun süre savaşabilmeleri ve daha dayanıklı olmalarını sağlamak için toplama kamplarında mahkumlar üzerinde dennemiş olan, kokain temelli uyarıcı geliştirdiğini ortaya koydu.

Nazi Almanya’sında kullanılan ilaçlarla ilgili yapılan araştırma sonucunda, sürekli olarak daha uzun süre savaşabilmeleri için  bağımlılığa neden olan kimyasallar verildiği ortaya çıktı. Nazi ordusunun, savaş dönemindeki kullandığı ilaç metamfetaminden üretilen Pervitin adlı haptı. 1941 yılında başlayan Sovyetler Birliği’ne saldırı sırasında yüzbinlerce askerin bu haplara bağımlı hale geldiği ortaya çıktı. Nazi dönemine ait kayıtlar, 1939 ve 1945 yılları arasında askerlere yaklaşık 200 milyon Pervitin hapı dağıtıldığını gösteriyor.

Nazilerin uyuşturucu kullanımına dair bir kitap yazmış olan Kriminoloji uzmanı Wolf Kemper, “Bu, Hitler’in çok uzun süre önce kaybettiği bir savaşı kazanmak amacıyla kullandığı son gizli silahıydı” diyor. Yorulma hissini azaltan D-IX kod adlı ilaç Berlin’in kuzeyindeki Sachsenhausen toplama kampındaki mahkumlar üzerinde denendi. D-IX maddesi enjekte edilen mahkumlar sırtlarında 20 kilogram yükle, ile 90 km yolu hiç dinlenmeden yürümüş ve yaklaşık 24 saatlik bu yürüyüşten sonra ancak yorulabilmişler. Planlanan, ordudaki tüm askerlere bu ilacı vermekti. Bir farmakolojist, “Amaç, sıradan askerleri, denizcileri ve havacıları süper kapasiteye sahip robotlara dönüştürmekti” diyor.

Tıbbi uzmanlar, planın olumsuz yanının ise, çok sayıda askerin çaresizce bu ilaçlara bağımlı hale gelmesi olduğunu söylüyor. Berlin Askeri Tıp Akademisi’nden doktor Otto Ranke, Pervitin planının arkasındaki isimdi. İlacın insanlarda özgüveni ve kendini farkındalığı artırdığını bulmuştu. Savaşın en kanlı olduğu doğu cephesinde çok sayıda askere bu ilaç verildi. Ocak 1942 yılında 500 askerden oluşan bir grup, -30 derece sıcaklıkta Kızıl Ordu tarafından kuşatıldı. Doktor Pervitin verme kararını kayıtlarında şu şekilde anlatıyor: “Kar içinde ölmek üzere yere yığılmaya başladıklarında onlara Pervitin vermeye karar verdim. Bir buçuk saat sonra eş zamanlı olarak daha iyi hissettiklerini bildirmeye başladılar. Yeniden yürüyüşe geçtiler, daha ayık hale geldiler, canlandılar.
Günümüzdeki karşılığı kristal meth olan Pervitin’in en büyük etkisi uykusuzluğa dayanıklılık ve müthiş bir enerji. İlk defa Polonya çıkarmasında kullanılmış; işe yarayınca Fransa çıkarması için 35 milyon adet Pervitin dağıtılmış. Pervitin askerlere cesaret veriyor, soğuktan ve uykusuzluktan koruyordu. Bu sayede Almanların, 1.Dünya Savaşı sırasında 4 senede alamadıkları Fransa’daki bölgeleri dört gün içinde işgal etmeyi başardıkları öne sürülüyor.


Gizem..

SIRLI DOLU EFSANEVİ KAYIP ŞEHİR EL DORADO BULUNDU 

Kadim uygarlıkların diğer bir ayağıda Okyanus ötesi kıtası..Latin Amerika’nın saklı efsanesi efsanevi kayıp altın şehir El Dorado yada öbür adı ile Ciudad De Blanca (Beyaz Şehir) nın keşfedildiğine inanılıyor. ABD’nin Colorado Üniversitesi’ne bağlı bilim adamları kayıp şehrin Honduras’ta olduğunu iddia ediyorlar.

Orta Amerika ülkesi Honduras’ın Mosquitia bölgesinin uzaydan çekilen üç boyutlu haritalarında, 200 adet dev geometriler, antik Maya ve İnka yazıtlarında tarif edilen şekilde bir şehir izine tanık olundu. Tabi ki şehrin kum ve toz fırtınaları ile toprak altında kaldığı belirtildi.
Amazonlar'daki şehrin kalelerinde dev hazinelerin gömülü olduğu efsanesi yüzyıllardır birçok maceracının ve kaşifin hayatını kaybetmesine neden olmuştu. İspanyol denizciler bu hazinelere ulaşmak için yağmur ormanlarının derinliklerine yaptıkları seferlerde, Azteklere ve İnkalara rakip kayıp bir medeniyet bulacaklarına inanmışlardı. Efsane değil gerçek olduğuna inanılıyor. Daha önceleri Amazon'daki zor koşulların böyle bir şehrin kurulmasına izin vermeyeceği söylenmişti.

Bilim insanları El Dorado’nun Kristof Kolomb öncesi Amerika kıtasında sofistike ve gelişmiş zengin bir uygarlık olan Moskia ‘lar tarafından çok önce MS 200 yılında yapıldığını söylüyorlar.
Bulguları değerlendiren Colorado Üniversitesinden Prof Stephen Leisz ; toprağa gömülü olarak bulunan yer şekillerinin doğal değil insan yapısı olduğunu açıkladı.
Houston Ünveristesi bilim adamaları da acilen bir araştırma ekibini bölgeye yolladı.
Guardian gazetesinin haberine göre, 250 kilometre çapında bir alana yayılan çemberler ve diğer geometrik şekiller Kristof Kolomb, Amerika kıtasına ayak basmadan çok önce MS 200 yılında yapıldı. Bu şekiller sokakların ve çeşitli yapıların varlığını gösteriyor.

El Dorado Ciudad De Blanca Efsanesi Nedir? 

Hikayenin aslına Juan Rodriguez Freyle’nin 1636 yılı tarihli ’El Carnero’ adındaki günlüğünde rastlanıyor. Freyle’den arkadaşı Don Juan’a yazdığından alıntılar: Anlatılanlara göre dini şölen yeni liderin ilan edilmesiyle başlıyordu. Muiska kralı ya da başrahibi, göreve başlamadan önce bir süre için kadınsız, tuz yemeden, bir mağarada inzivaya çekilirdi. Sonra ilk yaptığı, Guatavita Gölü’ne gidip ilah diye taptıkları iblise hediyeler ve kurbanlar sunmaktı. Gölün etrafındaki şölen esnasında tahtın yeni varisinin derisi yüzülüp, yapışkan çirişle kutsal yağlama sonrası üstüne boydan boya bütün vücudunu kaplayana dek altın tozu dökülürdü. Bunun ardından kral ve çıplak halde dört önde gelen reis çeşitli altın eşyalarla ve mücevherlerle bir sala yerleştirildi. Gölün ortasına yaklaşıldıktan sonra saldakiler tarafından kıyıdakilere sessiz olunması için işaret verilirdi ve yanında getirdikleri hediye olarak göle atılırdı. Sonra kralın kendisi suya atlardı ve üstündeki altın tozu diğer mücevherlerle birlikte dibe gömülürdü. Kıyıya tekrar dönerken şarkıcıların ve dansözlerin bağrışmaları yeniden başlardı.


10 Temmuz 2018 Salı

------3

3 :  3 sayısı tek sayıların ilkidir. Bu sayının hükmü mümkünlerin ortaya çıkmasını sağlayan isim olmasıdır. Çünkü Hakk’ın yaratması “ol” sözünden meydana gelir. “Biz bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman ona ol deriz o da olur.” (Nahl, 16/40). “Ol” sözünün Arapçası  kun olup 3 harftir. Bu harfler kef , vav ve nun dur. Bu şekilde ilk teklik varlığa yayılmıştır ve varlığın ortaya çıkmasında kendisini göstermiştir. Bu nedenle çoğulun ilki 3 tür ve ilk tek sayıdır.  Çünkü her mümkün 1’den var olmamıştır. Her mümkün bir çokluktan meydana gelmiştir. Çokluğun ilki ise 3 tür ve tek sayıdır. Bu nedenle Allah’a ortak koşanın nihai gücü üç olmuş ve “Allah üçün üçüncüsüdür.” demiş ve 3’e ekleme yapmamıştır.

İbn Arabi Hazretlerine göre alem üçlü bir yapı ile vücuda gelmiştir. Dolayısıyla alemdeki icat ve zuhurlar da 3 ile başlar. Bu bakımdan 3 sayısı ilahi yaratmanın (tekvin) sayısıdır. Bunun nedeni, ilahi zatın üzerinde bulunduğu hakikatin zat, sıfat ve isim şeklindeki üçlü yapının beşer mertebeye sirayeti nedeniyledir. Her şeyin zatı ve sıfatı arasında üçlü bir yapı vardır. Bu üçlü yapı zat, sıfat ve râbıt dır. Râbıt zat ile sıfat arasındaki ilişkiyi düzenler ve sıfatın zata ilişmesini mümkün hale getirir. Yani zat onun sayesinde sıfatı kabul eder. Aynı şey ilim, âlim ve ma’lum arasında vardır. Âlim ile malumu birbirine bağlayan râbıt ilimdir. Bütün isim ve sıfatlar bu şekilde bir üçlü yapı içinde bulunurlar.

Nasıl 3 sayısı 2 ve 1 in toplamından elde ediliyorsa, çocuk ta aynı şekilde erkek ve kadının birleşmesinin bir neticesidir. Sayıların sonsuza uzaması gibi insan ırkı da bu şekilde devamlılık kazanmıştır. Bu husus şu ayette açıkça ifade edilmektedir: “Sizi bir nefisten yaratan ondan da eşini yaratan ve onlardan birçok erkek ve kadını yeryüzüne yayan Rabbinizden sakının.” (Nisa, 4/1).

Fususul Hikem’in Muhammed fassında dile getirilen “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi, bunlar kadın, güzel koku ve namazdır.“(Buhari, es-Sahih)  hadisinde 3 sayısının eşyaya tahsis edilmesi, icat ve tekvinin üçlü yapısını gösterir. Sevdirildi kelimesi muhabbetin rabıt özelliğini ve tekvinin aslı olduğunu göstermektedir. Çünkü üç şey – ki bunlar, kadın, güzel koku ve namazdır – arasındaki irtibat muhabbet  sayesinde kurulmaktadır. Buna göre ilahi yaratılışın gerekçesi olan muhabbet, Allah ile alem arasındaki irtibatı sağlayan rabıttır.

4 :  Bu sayının ilahi hükmü en geniş makama sahip olmasıdır. Bu bakımından peygamberlik makamının altındaki en geniş makam, maneviyatta 4 ile tavsif edilmiştir. Bu makam Sıddıklar makamıdır. Allah Teâlâ, 4 sayısının en geniş makama sahip olması nedeniyle 4 kadınla evliliğe müsaade etmiştir.

4 sayısı bu genişlik dolayısıyla kemal özelliğine sahip olan 10 sayısını içermiştir. Çünkü  1+2+3+4 = 10 dur. Yani 4 ile kemale varılır, yani en geniş makama erişilir. 10 sayısının kemali hakkında aşağıda açıklama verilmiştir.

Sağlık açısından nisan ayının ayrı bir önemi vardır. O da ayların dördüncüsü oluşudur. Doktorlar bedenlerdeki dengeyi tekrar kurmaya ölçüleri ayarlamaya çalışırken insanın Nisan ayındaki yaratılışını korumaya çalışır. Çünkü nisan ayı dinçlik ve gençlik ayıdır. Ayrıca bu ayda meyveler ve çiçekler ortaya çıkarlar. Her şeyin yeniden canlandığı bu ay 4 sayısının en geniş makama sahip olma hükmünü taşımaktadır.

5 :  Beş sayısı kendini ve diğer sayıları korur. Namaz sayısının 5 olması bu nedenledir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Namazları muhafaza ediniz.“( Bakara, 2/238). “Namazlar” vakti belirlenmiş, farz kılınmış ve yazılmış 5 vakit namazdır. Eğer denirse ki, vitr namazının beşe ilave olduğu ve namaz sayısını altıdır. Buna karşı şunu ifade edebiliriz. Vitrin, 5 in kendisini koruduğu bir sayıyı eklemiştir ki o da altıdır. Altı ise ilk mükemmel sayıdır.

6 :  6 sayıların en yetkinidir. 6 matematikte mükemmel sayıların ilki olarak tanımlanır. Çünkü 6 nın has bölenlerinin toplamı kendisini verir: 1+2+3 = 6 .

Allah Teâlâ alemi 6 günde yaratmıştır ve tam mükemmel hale getirmiştir. Bu bakımdan 6 sayısının hükmü bir tamamlanmayı veya mükemmel hale gelmeyi gösterir. Bunu insan hayatında görmekteyiz. Sırlar ilminin bize bildirdiğine göre, insanın dünyaya gelmesinden sonraki ilk 6 ayı ve ilk 6 senesi çocuk için çok önemlidir. Bu sürelerde çocuğun bakımında ve yetiştirilmesinde çok dikkatli olunmalıdır.  Ondan sonraki süreler 10 ar yıl olarak devam eder.

Hz. Peygamber’in kemalinin bir yönü, daha önce başka hiçbir peygambere verilmemiş olan 6 özelliktir. Bu özellikler :

1) Hz. Muhammed’e (sav)  yeryüzü hazinelerinin anahtarları verilmiştir. Alemde ortaya çıkan her rızkı, o rızkın dayandığı ilahi isim, anahtarları elinde tutan Peygamberimizin (sav) emrinden verir.

2) Hz. Peygamber’e (sav) cevamiül-kelim verilmiştir. Bu, sonsuz olan her şeyin bilgisinin Peygamberimize (sav) verilmiş olması demektir.

3) Hz. Peygamber (sav) bütün insanların hepsine gönderilmiştir. Onun ümmeti şeriatı öğretmek üzere gönderildiği herkestir. Bununla beraber ümmetinin bir kısmı iman eder fakat bir kısmı iman etmez. Fakat bu onları ümmet olmaktan çıkarmaz.

4) Bir aylık mesafeden düşmanlarına korku salmakla desteklenmiştir. Onun karşısına çıkan bütün düşmanların kalbinde bu korku vardır. Ancak bu korku aslında, karşı tarafın yanlış bir iş yapmalarını engellemesi bakımından bir rahmettir.

5) Önceki peygamberlere helal kılınmayan ganimetler ona helal kılınmıştır.

6) Allah onun için yeryüzünü temizlemiş, bütün yeryüzünü mescid yapmıştır. Hz. Peygamber (sav) ve ümmeti her nerede namaz vaktine erişirlerse, namazlarını orada eda ederler. Buna göre bütün dünya Allah’ın evi olur. Bu demektir ki bu

Vitir namazının eklenmesiyle namaz  sayıları 6 ya çıkmıştır. Bu şekilde namaz, 6 sayısının hükmü altında  mükemmel olarak tamamlanmıştır.

Açısı olan şekillerin benzerleri birbirlerine eklendiğinde, elde edilen şekillerden hiçbir boşluk bırakmayan şekil altıgendir. Bu özellik te 6 sayısının mükemmellik hükmünün altındadır.

7 :  7 sayısı ilahi ilimde kemalin zirvesidir. Tasavvuftaki zikirler en az 7 defa tekrarlanır.  Bu nedenle Allah unsurlar aleminde eserlerinin varlığındaki hikmeti  12 burçta dolaşan 7 gezegene bağlayarak seyyar gezegenlerin sayısını 7 yapmıştır. Buradan 7 nin varlığa kemali olduğunu anladık. Bugün 7 gezegenden farklı olarak bulunan seyyar gezegenler bu 7 adet feleklerdeki bazı alt feleklere ait olan gezegenlerdir.

Maneviyatta en üst makamda bulunan 7 kişi vardır. Bunlardan 4 ü evtad, 2 si kutup ve 1 i gavsdır. Bu kişiler üzerinden, Allah  kainatı idare eder. Bu 7 kişiden her birinin görevi ayrıdır. 2 kutup ve 1 gavsdan oluşan 3 lü grup diğer 4 kişinin üstündedir.

10 :  10 sayısı kemal özelliğine sahiptir. İnsan hayatında 10 ar yıllık devreler farklı özellikleri içerir. Her 10 yılda bir insan farklı bir yapı içine girer.

12 : 12 sayısı burçların sayısıdır. Allah burçlardaki hareketin yetkinliğini 12 ye yerleştirdi. 12 , 1 den 9 a sonra 10 lara sonra 100 lere sonra da 1000 lere kadar olan sayı mertebelerinin sayısıdır. Bu 12 içinde sonsuza kadar olan terkipler meydana gelir. 7 gezegen 12 burç içinde hareket eder.

14 :  Kurandaki mukattaa harflerinin sayısı 14 tür. Sure başlarındaki bu harflerin terkibi meleklerin isimleridir. Bu harfleri okumakla bu melekler çağırılmaktadır. Bu melekler okunan suredeki olumsuzluklardan okuyanı korumak için görevlidir. Bu harflerle başlayan surelerin sayısı 28 dir. 28 sayısı 14 ün iki katıdır ve mükemmel sayıların ikincisidir, çünkü 1+2+4+7+14 = 28 dir. Bu bakımdan burada da bir hikmet gizlidir. Ayrıca 28 sayısı gökteki menzillerin sayısıdır.

Kurandaki tilavet secdelerinin sayısı da 14 tür. Kuran hatim edildiğinde bu secdeler yapılmazsa hatim eksik kalır.  Ayrıca hicri 14oo yıllarında bulunmamızın İslamiyet açısından önemli olayların vuku bulacağı bir çok alim tarafından keşif bilgileriyle haber verilmiştir.

Bu tam sayıların dışında da ilahi sırlara sahip tam sayılar vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

33 çekilen tespihlerin sayısı olarak kullanılır.

40 sayısı bir olgunluk ve kemalatı gösterir. Peygamberlik 40 yaşında ortaya çıkar. Tarikatlarda 40 gün süren çile eğitimi vardır (erbain).

70 sayısı tövbe adedi olarak ifade edilir. Genelde sınırsız çokluğu ifade eder.

100 sayısı cennet ve cehennemdeki mertebelerin sayısını gösterir.

Yukarıda anlattıklarımız, sayıların kainatın yapısında ne derece büyük bir hüküm sahibi olduklarının ifadeleridir. Evrenin yapısının temelinde, sayıların hüküm sürdüğünün en büyük delili de evrendeki fiziksel olayların açıklamasında kullanılan matematiksel modellerdir. Bu modeller fiziksel olayları kısmen açıklayabilseler de, evrenin yapısının zahiri tarafının matematiksel bir sistem içinde olduğunu bize göstermektedir. İnsanın düşünmesi matematik sayesinde kolaylaşmıştır. Bu bakımdan insandaki hayal gücünün temelinde matematik önemli bir yer tutar. Yalnız şunu unutmamak gerekir ki, insanın hayal alemindeki matematiksel kavramlar Allah tarafından yaratılıp insanın hayal alemine atılmıştır. Allah tarafından yaratılıp hayal alemine atılan bu kavramlar, sonradan akıl gücüyle insan tarafından algılanmaktadır. Dolayısıyla, insanın yeni bir kavram hakkında bunu ben icat ettim diye övünmesi ne kadar yanlıştır.

Fizik ve matematik bilimleri ile uğraşan insanların en etkinleri, hayal gücünü en iyi değerlendirenlerdir. Çünkü onlar hayal alemlerine atılan olgu ve kavramları en iyi şekilde değerlendirmektedirler. Ancak bunların büyük bir kısmı, hayal alemindeki yeni ortaya çıkan kavramları ve olguları kendi güçleriyle oluşturduklarını zannederler. Fakat bu bir yanılgıdır. Çünkü bir şeyi Allah dilemeden, insan dileyemez:

Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan, 76/30).

Eğer bu insanlar, Allah’ın kendi hayal alemlerine yerleştirdiği yeni kavramları idrak ettikleri zaman, bunun Allah’tan olduğunu düşünseler ve buna şükretseler, kendileri için ne kadar hayırlı bir şey olurdu.