17 Şubat 2018 Cumartesi
Yaşamın kendisi hiyerarşi üzerine kurulmuştur..
EVRENSEL HİYERARŞİLER VE ASTROLOJİ GERÇEĞİ :
Astrolojinin büyük gücünün ve rolünün anlaşılmasını çok önemli görüyorum. Çünki, eğer varoluş- insan - hayat ve kader gibi temel meselelerde, kafalarda çözülmemiş ne kadar husus varsa bunların aydınlanmasında çok önemli katkı sağlayabileceğini düşünüyorum. Gerçekten de astrolojinin enstrümanları, güçleri olan büyük kozmik tesirler yani burç dediğimiz takımyıldızları, Güneş ve gezegenler, hem insanın tüm fiziksel ve psikolojik yapısını oluşturuyor, hem de insanın hayatının akışını, olayları, onların zamanlarını tayin ediyor etkiliyor ve hatta bazen sonuçları dahil belirliyor. Hep altını çizdiğim şeyi tekrar edeyim, Yüce Yaradan kainatı, Dünyayı ve bizlerin hayatını elleriyle yönetmediğine göre, bu büyük kozmik kesirler varoluş - hayat - canlılık gibi etkileri yanında bu fonksiyonları da görüyorlar. Büyük ruhsal organizasyonlar, mekanizmalar kainat içersinde hiyerarşik yapılar olarak, boyutlar şeklinde sıralanarak bütün kainatın ve bizim hayatımızın işleyişini sevk ve idare ediyorlar. Burada temel prensip, bir üst boyut, daha yüksek frekanslı tesirlerleriyle bir alt boyutun işleyişine etki ediyor, sevk ve idaresinigerçekleştiriyor. Dünyamızın bir alt alem olarak algılandığı evrensel hiyerarşik yapı içerisinde, burç dediğimiz takımyıldızlar bir üst boyutlu bir alemin çok kuvvetli tesirleri olarak, Güneş Sistemi ve Dünya gezegenini, canlılarıyla birlikte etkileyerek, onların sevj ve idaresini sağlamaktadır. Aşağıdaki şemada hiyerarşik yapılanmaları basit bir şekilde görebilirsiniz. Tabii ki burada enerji ve canlılık arasındaki mesele, henüz bilimin de tam olarak çözemediği ama, özellikle kuantum fiziği ile bir aydınlanma şansı olan en temel mesele olmaktadır. Asıl konumuza dönersek, kozmik enerji ve insan arasındaki ilişki üzerinden insanı hayatı ve kaderi kavramak, ancak bu, hiyerarşik evren modeli ile mümkündür. Yani, tabi olan ve tabi olunan ilişkisi temel tanrısal - evrensel ilkedir..
Yaratıcı kimsenin acı çemesini istemez.Acıyı kendimiz düşünceden maddeye çekiyoruz.Soluduğumuz hava veya içtiğimiz su acıysa bu bizden düşünce ve eylemlerimizden kaynaklanıyor.Düşünce bütün DNA'larımızı etkiliyor:korku gibi..
Acı çekmeni isteyen ve seni cezalandırmak isteyen bir Tanrı yok. Sen sevgisin, saf sevgi ve dinginlik tıpkı Tanrı gibi. Dışarda bir şey yok, dışarısı senin yansıman. Korkmak ve cezalandırılmak istiyorsan, cezalandırılıcaksın.
Korku nedir?
“gerçek bir tehlikenin ya da bir tehlike olasılığının, düşüncesinin uyandırdığı kaygı duygusu.”
Korku hayvani bir güdüdür ve genetik olarak geçmiş yaşamlarımızdan getiririz. Hayvani safhamızda bizi fiziksel tehtitlere karşı koruyan korku tekamülümüz ile evrimleşmiş ve duygu kökenli bir güdü olan ‘ego’ adını alarak bizimle bugünlere gelmiştir. Ego bir koruma mekanizmasıdır. Korku, ego yoluyla bizleri dış tehlikelere karşı korumak için var. Hayvani safhada da insani safhada da korku/egonun ana tepkisi hep aynı olmuştur; “savaş yada kaç.” Hayvani formda kendini gerçekleştiren korku ruhi melekeler az olduğu için “savaş yada kaç” olarak tezahür ederken, ruhi melekelerin gelişmiş olduğu insani formda ‘kaç’ olarak tezahür etmiştir. Fakat insan ‘savaş’ tepkisini yine ruhi melekeler ile harmanlayarak bu güdüyü kitlelere mal etmiştir. Hangi şekilde tezahür ederse etsin kök aynıdır.
Modern ve sıkı güvenlikli hayata geçen insan organizması kaçmış olduğu fiziksel tehtitlerden arındığında, güdüsel olarak kendine soyut bir korku alanı yaratmayı seçmiştir. Ve nihayetinde bugün ki korkuyor olduğumuz tüm soyut gerçeklik ve endişeli/kendini sınırlayan insan prototipi ortaya çıkmıştır. Bu inşaa edilmiş soyut korku imparatorluğunu oluşturan ana unsurlar nelerdir?
* Cezalandırıcı Yaratıcı fikri.
* Estetik olmayan şekilde tasvir edilmiş kötü diğer boyut varlıkları.
* Cennet-Cehennem/ödül-ceza sistemi
* Dinlerin yanlış yorumlanması
* Kasti olarak toplumlara uygulanan manipülasyonlar
* Rivayet kültürü
* Popüler kültür.
Şuan korkuyor olduğumuz herşey ama herşey bu yedi ana madde ve bu maddelerin alt başlıklarından ibarettir. Şu nuansa dikkat ederseniz ki bu maddelere baktığımızda bu unsurların insan aklının bir ürünü ve insanlar tarafından içleri doldurulmuş birer uydurmadan başka bir şey olmadığını farkedebilirsiniz. İnsanlar korkmak istiyor çünkü ‘savaş’ güdüsü onları buna itiyor ve kendine sunî tehtitler yaratıp, sunî bir yapay savaş yaratıyor. İnsanın yarattığı bu korku simülasyonunu bazı insanlar farketti ve bunları artık popüler kültüre, dine, milli kültüre enjekte ederek sana tekrar ve tekrar servis etmeye devam ettiler. Çünkü gerçek olmayan herşeyi bir miladı vardır ve negatif olan kendi kendini yoketmeye mahkumdur. İşte bu yüzden korkmanı istiyorlar, potansiyeline doğmanı istemiyorlar, özgürleşmeni istemiyorlar, kendi aklın ile kendini zehirle istiyorlar. Bunu size bir örnekle açıklamak istersem bu şu olurdu; metafizik varlığı reddeden birini gece onu cinlerin boğacağına inandırabilir misiniz? -Hayır. Karabasan veya cin musallatı dediğimiz vakaları neden metafizik varlığı kabul eden kişiler yaşayabiliyorken, reddeden bir kişi yaşayamıyor? Çünkü reddeden kişinin yaşadığı o simülasyonu besleyecek verisi yok ve o gerçekliği oluşturamıyor. Oysaki bir dine mensup bir insanın bu simülasyonu besleyecek ve oluşturacak verileri var ve kendine bu korku dolu anları yaşatabiliyor. Bu evrende korkmanızı gerektiricek hiç bir şey yok, kendiniz dışında.
Evren semboller ve matematik üzerine kurulmuştur.
Pagan Tılsım ve Sembolleri
1~ Simya ile ilgili bir sembol, dört elementide içinde barındırıyor.
2~ Ankh= Bir mısır sembolü. Ayrıca cadı tanrıça isis ilede bağlantılı bir sembol ruh dünyasını temsil eden başlatmanın ve bilgeliğin sembolüdür. Aynı zamanda kadınlar tarafından kısırlığa karşı bir tılsım olarak kullanılır. Bütün mısır tanrıları bir Ankh taşır halde resmedilmiştir. Daha fazla bilgi isterseniz gurupta daha önceki paylaşımıma bakabilirsiniz. Yaşam ve bilgelik sembolü olarak kullanılır.
3~ En basit sembollerden biridir. Güneşi sembolize eder. Halka ruhu ve bütün kozmosu yani var olan herşeyi temsil eder. Ayrıca halka MU da yaratıcının sembolüdür. En kutsal sembollerden biridir. Bu yüzden Güneş mısırda önemliydi. Nokta isr sayısız biçimde verilen yaşam tohumudur. Bu güçlü bir hırs, kariyer, başarı, enerji, hareket, ve hayalleri gerçekleştirme sembolüdür.
4~ Dreamcatcher= Aslında bir sembol değil bir alettir. Heryerde satılıyor rahatlıkla bulabilirsiniz. Kızılderili inancıdır, inanca göre kötü kabusları evden içeri sokmaz. Bunun için pencerenin kenarına asarsınız. Benim fikrimi sorucak olursanız kabuslar bile insanlara birşeyleri anlatmaya çalışır her rüyanın içinde bir mesaj vardır. Ama illa kullanmak isterseniz kendi dreamcatcher ınızı yapmalısınız, kendi niyetinizle enerjinizle beraber yapılıp üzerini isteğiniz doğrultusunda crystaller, tüyler veya başka malzemelerle süslemelisiniz.
5~ Elven Star= Septagram yada 7 köşeli yıldızdır. 7 güçlü ve büyülü bir rakkamdır ve septagram da bu rakkamın enerjisini taşır. 7 harika vardır, 7 nota vardır, 7 katman vardır, ben inanmasamda cennet ve cehennemin 7 seviyesi vardır, 7 çakra vardır, haftada 7 gün vardır, 7 kollu şamdan, 7. gezegen, yargılayan yediler, çamurdan yapılan 7 kap (sümerler). 7 rakkamını anlatmakla bitiremeyiz, bu başka bir paylaşımın konusu olsun. KIsaca bu sembol hepsinin uyumunu içerir. Enerjiden maddiyata kadar güçlü bir semboldür.
6~ Hecatenin Çarkı= Hecate karanlık bir yunan tanrıçasıdır. O yeraltı dünyasının ve yolların(labirent, dörtyol, kavşak, dönüm noktası) efendisidir. Ayrıca cadıların ençok bahsettiği, en çok kullandığı, ençok yardıma çağırdığı ay tanrıçasıdır.
7~ Lucifer ın mührü(tılsımı) modern satanistler tarafından kullanılır.
8~ Pentacl= Cadılar wiccalar tarafından çok kullanılır. Koruma amaçlı kullanılır. Çoğu ritüellerinden bu sembolü ayırmazlar.
9~ Seax Weica= Anglo saxon amblemidir. Ay'ı Güneşi ve 8 sabbatı sembolize eder.
16 Şubat 2018 Cuma
Yüksek benlikle temas.---2----
Yüksek Benlik yaşam süresince, Evrim Özü'ne, hayatın her halinde ve her fırsatta gerekli tavsiyeler ve yol gösterimleri için sinyaller ve tesirler (impulslar) gönderir. Ancak Evrim Özü ile Yüksek Benlik frekansları arasında çok büyük farklar olduğu için, başlangıç dönemlerinde Evrim Özü bu tesirleri-sinyalleri algılayamaz. Evrim Özü muhtelif reenkarnasyonlardan sonra bilgi ve bilincini yükselttiği derecede, Yüksek Benlik sinyallerini içten gelen bir ses olarak yani Vicdan sesi- Vicdan dürtüsü olarak algılamaya başlar.
Evrim Özü, Dünya ortamında doğumla beraber, kendini bir Beden içinde bulur, kim olduğunu, nerden geldiğini bilmez, yavaş yavaş kendini ve çevreyi algılamaya çalışır. Ancak geçmişinden, eski yaşamlarından hiçbir şey hatırlamaz. Dünya frekansında tüm geçmiş bilgileri otomatikman kapanır. İçinde bulunduğu Bedeni yavaş yavaş kullanmayı öğrenir, çevreyi ve çevresindekileri tanımaya ve anlamaya başlar. Şahsiyet olduğunu kavrar. Bedensel ihtiyaçları ve Ego'su öne çıkar. İçinde bulunduğu çevresel ve sosyal şartlara göre, bilgi ve bilincini artırarak Şahsiyetini geliştirir. Adeta kendisiyle birlikte yaşayan, onu her an gören, hisseden, Yüksek Benlik'ten zerre kadar haberi yoktur.
Evrim Özü, yaşamı boyunca isteyerek veya istemeyerek karşılaştığı ve karıştığı iyi-kötü denecek sonsuz olayların, kendisinde bıraktığı etkilerin sonucunda, zihinsel ve bedensel frekansını arttırabilirse, arttırdığı nispette Yüksek Benliğinden gelen sinyalleri algılar. Algıladıklarını, Dünya yaşamına tatbik ettiği sürece, olaylar şiddetini azaltır, problemler çözülür, bedensel sıkıntılar gider, hayat yoluna girer, huzur ve süküna kavuşur. Evrim yolunda merhale kat eder.
Evrim Özü, eğer Yüksek Benliğinden gelen tesirleri tamamen, yüzde yüz olarak algılayıp Dünya yaşamına tatbik edebiliyorsa, Evrensel Şuura ve Evrensel Bilince ulaşarak Dünya Evrimini tamamlar. "İçimizdeki Tanrıyı bulmak, içimizdeki Tanrı'ya ulaşmak" budur.
Bu durumda Evrim Özü de, Özgen olur. Özgen'nin sahip olduğu sıfat ve niteliklerine kavuşur.
Benliğimizle temasa geçmek..-----1---
Evrim yolundaki Varlığın, Daimi Yüksek Benliği olur. Evrim yolundaki varlığa Evrim Özü denir. Yüksek Benlik ise Asil Gen veya Özgen olarak anılır.
Evrim Öz'lerini hangi Boyut yarattıysa, o Boyut Varlıkları, o Evrim Öz'lerine Yüksek Benlik olarak bağlanır. Bizleri yani İnsanoğulları'nı, II. Evren'de var olan ve biyolojik yaşama sahip Adem - Havva'lar yaratmıştır. Bizim Yüksek Benlik'lerimiz, Adem ve Havva'lardır.
Evrim Özü'nün Dünya'da Beden kazanması için, II.ci Evrende yani Hayat Boyutunda bulunan Rabsal Mekanizma laboratuvarlarında, Yüksek Benliğimizin Gen kopyasını ihtiva eden biyolojik bir hücre hazırlanır ve programlanır. Bu Hücreye, Ruhsal Boyut tarafından Ruhsal Enerjimiz (Evrim Özü'nün Akaşik kayıtlarına giriş programı) bağlanır. Yaradan her ikisini Öz Enerjisi ile birleştirerek, Can Tohumu'nu var eder. Can Tohumu, Teknolojik Boyut tarafından, Gürz'ün Heplik Boyutunda bulunan Mini Atomik Bütünlerin Evrimsel Düzenlerine sevk edilir.
Evrim Özleri ulaştıkları Evrim seviyesine göre evrim yaptıkları Güneş Sistemlerinin Evrimsel Düzenlerinde, frekanslarına uygun Evrim Kademelerinde eğitilerek beklemektedir. Bu kademede, Can Tohumu ait olduğu Evrim Özü ile birleştirilerek Embriyon olarak form alır. Embriyon ışınlandığı ana rahminde, anne-baba genleri ile birleşerek Cenin'e dönüşür.
Cenin halinde Yüksek Benliğimizin Geni devreye girer, ruhsal enerjimize bağlantı yaparak programını açar ve yaşam saatimizi başlatır. Sessiz ve derinden Hücrelere talimatlar vererek, anne-baba genlerinden seçimler yaparak programına uygun cinsiyete sahip Bedeni, bir bütün olarak inşa eder. Yarattığı bu beden içinde Yüksek Benlik sessiz, derinde ve geri plandadır.
Yüksek Benliğimizin Geni, Yüksek Benlik ile devamlı irtibat halindedir. Bu nedenle,Yüksek Benlik, her şeyi Evrim Özü'ne yarattığı Beden'in gözünden görür, Evrim Özü'nün düşünce ve duygularını, yaşadığı olayları ve sorunları birebir yaşar. Bu sebep ile Kutsal Kitaplarda "Tanrı Size Şah Damarınızdan daha yakındır" denilmiştir.
Yüksek Benlik, Evrim Özü için yarattığı Beden'in otomatik olarak çalışmasını sağlar. Bedenimizin Ferdi İrademize bağlı olmadan, gayri ihtiyari çalışmasının nedeni budur. Uyurken, baygınken hatta koma halinde iken dahi Bedenimizi çalıştıran Yüksek Benliğimizin Hücre Şuurudur.
Ses.İnsan oğlunun yaratıldığından bu yana merak ettiği bir nefes.Sesler deki mucuzeyi anlamaya çalışmak..Sese sahip olan kendini de değiştirir.Ses sağlıktır yaratımdır..
Yeryüzündeki her canlının, organlarımızın bile ayrı ses frekansları ve bu frekansların da ayrı şekilleri vardır. Bu şekilleri Simatik (Cymatics) tekniğini kullanarak görebiliriz. Simatik “sesin şekli” ya da “görselleştirilmiş ses” olarak tanımlanabilir. Maddesel olmayan enerjinin maddeye nasıl etki edebildiğini gösterir ve evrenin dokusunun ses, yani titreşim olduğu fikrini daha anlaşılabilir bir hale getirir. Her insanın, enstrümanın, notanın sesi kendisine ait küresel geometrik şekiller olarak, parmak izi gibi birbirinden ayrılmaktadır.
Ses titreşimlerini görselleştirmek için, su veya sıvı bileşenlerde ışık kullanarak yaptığım makro çekimlerde özellikle küçük su damlalarında, mandala görsellerine benzeyen geometrik ve fraktal desenler oluşmakta.
Farklı Simatik çalışmaları sırasında çektiğim fotoğraflar (çapı 5mm su damlaları)Sakin sulardaki küçük bir hareketle kıpırdaşan su molekülleri, nasıl dalgalar halinde yayılıyorsa; çöllerde esen rüzgar, kum taneciklerini belli bir sistem içerisinde savururken nasıl dalgalar meydana getiriyorsa; havadaki sesler de benzer şekilde dalgalar halinde yayılır.
Pek çok eşyada, canlı cansız varlıkta geometrik simetri hakimdir ve simetrinin zıt anlamlısı da kaostur, ancak kaos gibi karmaşık düzensizliğin içinde de bir düzen ve simetri olup, aralarında kuvvetli bir bağ vardır. Fraktal geometri de bu düzenin geometrisidir ve daha çok doğayı referans alan, kendi kendini tekrar eden ama sonsuza kadar küçülebilen, ‘kendine benzer’ hücresel bir geometri anlayışını yansıtır.
Çalışmalarım sırasında suyun veya kullandığım sıvıların miktarı fazla olduğunda simetriden, fraktal geometriden, kendini tekrar eden benzer şekillerden örnekler görülmektedir.
15 Şubat 2018 Perşembe
Düşüncenin renkleri.
Aura rengini görmek için kullanılan basit teknik insan aurası da dahil tüm Aura çeşitleri için aynıdır. Aynı teknik ayrıca tüm kahinliğin bir parçasıdır. Bu yüzden insan aurasını görmek için Aura renklerine bakmak çok iyi bir eğitimdir. Aura renkleri insan aurasını görmekten daha kolaydır. Aura görmek için dinlenmiş ve konsantre olmalısın aynı zamanda bir de gözlerine özel bir yöntemle odaklanmalısın. Aura’ya yukarıdan kabataslak bakılmalı ona direk bakmamalısın.
Işık
Eğitim için loş ışık olmamalı. Yumuşak (fazla parlak olmayan) ışık olmalı (normal gündüz ışığı). (Fazla parlak ışığın gözüne çarpıp görmeni engellememesi için.) En iyisi ışık senin arkandan ve üstünden gelsin. Senin görüş alanına gelen ışık Aura görmeye çalışırken seni rahatsız edecek ve Aura görmeyi zorlaştıracak. Üstünden ve arkandan gelen 100 watt ampul ışığı iyi.
1. Adım
Bir kitap al ve onu mavi veya kırmızı parlak bir kaplama ile kapla ve onu masada dik yerleştir. Ondan 2 metre veya en az 1.2 metre uzakta ol. Duvarın soluk renkte olsun. Parlak renkli duvara doğru Aura görmeye çalışma. Duvarın rengi uygun değilse arka plana uygun bir çarşaf veya kağıt yerleştir.
Notlar;
Kitap sadece renkli kağıt için bir destek.Bakacağın renkli kağıdın aurası kitabın aurası değil.Renkli kağıtla kaplanmış bir tuğla kullanmak da duvarda asılan renkli kağıt parçası ile aynı sonucu verecektir.
Mavi ve kırmızı renklerin Auraları en parlak ve görülmesi en kolay olanlar.
Rengin aurasının ton ve parlaklığı kullanılan rengin gölge ve tonuna göre değişir bu yüzden sadece parlak ana renkleri kullanın.
Bunun için herhangi bir parlak renkli cisimleri kullanabilirsiniz. (Giysi, oyuncaklar vs.)
2. Adım
Gözlerini kapat ve biraz derin nefes al ve rahatla. Sakinleştiğin zaman kitaba bak. Gözlerini herhangi bir şeye odaklama sadece kitabın biraz kenarından ve onu geçecek şekilde bak. Kabataslak bakıyormuşsun gibi fakat arkasındaki duvara odaklanma.
Cisme cismin merkezinden değil cismin kenarından bak. (2 inç kadar.)
Bu bakışını sabit tut ve gözlerini dinlendir. Yaparken gözlerini veya alnını zorlama ve germe. Konsantre ol. Yoğunlaşmaya ihtiyacın var fakat rahat ve durgun bir bakış olmalı aynı hayal ederkenki bakış gibi.
Göz Kırpmak
Gözlerini kırpman gerektiği zaman kırpabilirsin yoksa bu gözlerini yorar yakar ve sulandırır. Odağını değiştirmeden gözlerini kırp. Göz kırpmak auranın bir veya 2 saniyeliğine kaybolmasına sebep olacak fakat hemen yeniden görünecek. (Eğer sakin ve rahat odak bakışına devam edersen).
Alın Çakrasını Açma Yöntemi
Çok yorgun olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırla. Günlerce uyumadığın zaman nasıl hissettiğini ve gözlerini nasıl zorlukla açık tuttuğunu hatırla.
Yorgun gözlerini açmaya çalışmak 3. göz çakrasında güçlü bir zihinsel açmaya sebep olur. -onu uyararak-
Bu nasıl çalışır:
a- Zihinsel açma işi senin bedensel bilincini 3.göz çakrasına yöneltir.
b- Senin bedensel bilincin bedeninin bir bölümüne odaklanınca ve sen düşünce ile bu bölgeyi uyarınca bu bölgendeki enerjin kuvvetli bir şekilde harekete artacak.
c- Zihinsel olarak açma işlemi yeteri kadar uygulandıktan sonra 3. göz çakrası açılmaya başlayacaktır.
d- Bu zihinsel açma işini dinlenmişken ve bir nesneye belli bir bakış açısından bakarken uygularsan aurayı görebilirsin. (Direkt objeye bakarak değil).
Renkli kitaba geri dönelim:
Durgun ve rahat odağınla kırmızı veya mavi kaplı kitaba bakarken üste anlatılan zihinsel işlemi uygula.Vücut bilincini alın çakrasına kaydır.Bu bölgeyi zihni olarak hisset.
İpucu:
Alın çakrasını tırnağınla hafifçe eşele. Bu, beden bilincini o noktaya kaydırmaya yarar.
Göz kapaklarını kaldıran zihni komutu iptal et. Gözlerinin çok ağırlaştığını ve hayal et ve onları kapa biraz sonra yeniden aç. Hangi kasların bunu yaptığını gözlemle. Aynı kas komutunu zihinsel olarak bu bölgede uygula fakat göz kaslarının buna uymasına izin verme.
Bunu tekrar tekrar yap. Gözlerinin arkasındaki ağır karanlığı kaldırıyormuş gibi.
Zihinsel açma işine devam edersen, 3. göz çakranı uyarırsın. (Onu aktif hale gelmeye zorlarsın.) Objene devamlı rahat bakışın alın çakranı nesne tarafından gönderilen enerjiye uyarlayacak. Bu enerji beynin görüş merkezine gidecek. Böylece o görüntü resmi olarak algılanacaktır. -parlak bir renkli ışık bandı olarak-
Not: Tüm bu enerji uyarım çalışmalarının bölgesel beden bilincine bağlı olduğunu -özellikle de derideki bölgesel yüzeye- hatırla. Onları etkili yapabilmek için bu zihinsel işlemleri hissetmelisin.
İlk Auran: Rahat bir bakış ile objenin kenarından onu biraz geçecek şekilde baktığında bir süre sonra (birkaç saniye ila birkaç dakika içinde-ilk başlarda) kitabın etrafında silik bir parlama göreceksin. Sonra kitabın etrafını saran soluk ince bir ışık bandı göreceksin. Bu kitabın eterik aurası.
Biraz sonra kitap mavi ise parlak sarı Aura veya kitap kırmızı ise parlak yeşil aurayı göreceksin.
Aura’ya direk bakarsan kaybolur ona cismin kenarından ve biraz üzerinden bakmalısın. Eğer kaybolursa merak etmeyin birazdan gene görünecektir.
3. Adım
İlk adımları tamamladıktan sonra birkaç tane kitap al ve onların her birini farklı ana renklerle kapla.
Daha parlak renk; daha parlak Aura- ve görmesi daha kolay.
Bu renkli kitaplar üzerinde çalış ve gördüğün rengi not et.
Aynı anda 2 farklı kitabı incele böylece birbirlerinin Aura renklerini nasıl etkilediklerini gözlemle.
4. Adım
1- Bir saksı çiçeği veya taze çiçek al ve onların aurasını görmeye çalış. Onların etrafında göreceğin canlı Aura olacak. Çiçek ve yaprakları etrafında göreceğin Aura renklerinin etkilerini aklında tut. Bitki sapı ve yapraklar etrafında göreceğin turuncu renk tonu yeşil rengin aurasıdır. -aynı yeşil kitap gibi-
2- Canlı auralar daha incedir bu yüzden görülmesi daha zordur.
5. Adım
1- Bir ağacın aurasını gözlemle. Güneş senin arkanda olursa daha iyi olur. Sabah erken vakitler veya öğleden sonra. Eğer güneş güçlü olursa bu gözlerini rahatsız eder ve görmeni zorlaştırır.
2- Bir ağacın aurası, ağacın büyüklüğüne ve ne kadar güçlü olduğuna bağlı olarak devasa büyüklükte olabilir. Ağaçların tepesindeki aurada sanki aura yavaşça oradan etrafa yayılıyor gibi fıskiye etkisi görebilirsin. Buna neyin sebep olduğuna emin değilim ve bunu gözlemlediğim her ağaçta görmedim. Bazıları ağacın ruhu olduğunu veya ağacın içinde doğal yaşayan bir ruh olduğunu ve bunun ona sebep olduğunu söylerler.
6. Adım
Herhangi bir hayvanın aurasını o dinlenirken görmeye çalış. Hayvan Auraları insanlarınki gibi renkli değil. Hayvan auralarına bakarak onlardaki hastalık gözlemlenebilir.
7 Adım
Kendi auranı gözlemle.Kolunu ileriye uzat ve elinin aurasına bak. Ayrıca bacak ve ayaklarının aurasını incelemek için uzanabilirsin.
8. Adım
Bir insanın aurasını görmek: Kişinin boynu açık olsun. Onun direk boynuna bakma. Biraz kenarından ve onu geçecek şekilde bakmalısın. Sonra bakışını kişinin başına doğru kaydır. Burada sarı renk görebilirsin. Gördüğün zaman kişine biraz zihinsel hesap yapmasını veya zor bir şeyle düşünmesini söyle. O bunları yaptığında aura parlaklığını gözlemle.
İpucu: Bir insanın aurasının parlaklığı ne yaptığına ve nasıl hissettiğine bağlı.Eğer mutlu ve yaşam dolu hissediyorlarsa Auraları daha güçlü ve parlak olacaktır. Biraz şaka yapmayı dene
Paranormal olayların görüntüleri..
Paranormal olaylar ve bunları önceden bilmek veya görmek.Aslında zor değil.Ama göreceğim diyede uğraşmaya gerek yok.Kendi içinde devinimsel olarak harekete geçiyor ve bir olayı görmeden önce benim midem bulanıyor ve yere çöküyorum. Karnıma giren ağrılardan sonra gözlerimin önüne perde açılıyor. Bu perde saydam gibi bir şey..Frekansını ve titreşimini yükselten bütün varlıklar görür.Telepati ise farklı bir olay.Konuşmadan düşünce ile konuşmak..
Uzaduyum (TELAPATİ) ve Ruhsalgörü (DURUGÖRÜ)
Klasik paranormal olaylar olan uzaduyum (telepati) ve ruhsalgörü (durugörü) aslında Duyu Ötesi Algı adıyla bilinen yeteneklerdendir. Bu iki yeteneği birbirinden ayırmak güçtür. Genellikle uzaduyum, zihinler arasındaki paranormal bilgi iletişimi olarak kabul edilir; ruhsalgörüde ise; bilgi, başka bir zihnin yardımı olmaksızın elde edilir. Bazı bakımlardan uzaduyum, ruhsalgörü yoluyla başka bir kimsenin zihnini okumak da sayılabilir. Pratikte, ruhsalgörüyü kapsamayan uzaduyum deneyleri yapmak güç olmakla birlikte, uzaduyum biraz incelik kullanılarak deney kapsamı dışında tutulabilir.
Bunun gibi duyu ötesi algı olaylarını gerçekleştirme yetenekleri oldukça nazik nitelikte olduğundan, soğuk ve anlayışsız laboratuvar atmosferinde kolayca yitirilebilmektedir. İkiz kardeşler arasındaki yakın ilişki bugün neredeyse efsaneleşmiştir; birçoğumuzda kilometrelerce uzakta yaşayan ve birbirlerinden hiç haber almadıkları halde aynı zamanda hastalanan ikizlerin varlığını biliriz.
İkiz kardeşinin ölümünü paranormal yollardan, belki görünmeyen bir ruhsal bağın kopması sonucu ya da uzaduyumsal bir kayıp duygusu yoluyla haber alan kişilerle ilgili birçok belgeler vardır.
İkizler arasındaki bu yakın zihinsel bağlantı, bir dizi deneyle kanıtlanmıştır. Bu deneylerde, ikizlere beyindeki akımları ölçen bir elektroansefalografi aygıtı bağlanmıştır. Deney sırasında ikizlerden birinin gevşemesi ve beyninin gevşeme durumundaki zihne özgü elektrik dalgaları vermeye başlaması üzerine, başka bir odada kardeşine bağlı olan aygıtta hemen aynı gevşeme bulgularını kaydetmiştir. Bu deney, haber iletimini değil, ruhsal durum değişimleri yönünden ikizler arasında var olan uzaduyumsal niteliği gösteriyordu
Ruhsal bağlar
Oysa çok kere eşler ya da arkadaşlar arasında gerçekleşen benzer olayları açıklamak için hiçbir yakın kan bağı gerekmemektedir. İki kişi aynı anda aynı şeyi söylemeye başladıklarında ya da önemsiz bir olaya bilmeden aynı tepkiyi gösterdiklerinde, bu uzaduyum olabilir. Yine de, yalnızca birbirlerini çok iyi tanıdıkları için herhangi bir olaya aynı tepkiyi gösterdikleri de düşünülebilir.
Anneyle yeni doğan bebeği arasındaki bağ böyle kolayca açıklanamaz. Birçok anne güçlü bir uzaduyumsal bağa sahiptir ve çocuğunun rahatsızlığını içgüdüsel olarak sezer. Bu, biyolojik yönden büyük yarar taşıyan bir yetenek olabilir ve eğer gerçekse, bu yeteneğin evrim sürecinde tüm insan türünün kalıtsal özellikleri arasına girmesini bekleyebiliriz. Bu uzaduyumsal bağ görünüşte gerçektir, ama öteki paranormal olaylar gibi bunun da kanıtlanması güçtür ve ileri yaşlarda kaybolmaktadır. Belki de istediklerimizi başka yollardan dile getirmeyi öğrendikçe güvenilir olmayan bu yeteneğin yerini de konuşma almaktadır.
Sovyetler Birliğinde yapılan deneylerde, bir denizaltı içerisinde yavru tavşanlar belli aralarla öldürülmüş ve binlerce kilometre uzaklıktaki bir kara parçasında anne tavşanın beyin dalgaları her bir yavrunun öldürülmesi sırasında belirgin değişimler göstermiştir.
Kanıtların Tartılması
Duyu ötesi algı incelemelerindeki başlıca güçlük, bu olayların geçici ve süreksiz nitelikleridir. Duyu ötesi algının bu düzensiz görünümünün nedenini anlamak zor olmakla birlikte, bu yeteneğin kişinin ruhsal durumuna son derece bağlı olduğu düşünülmektedir. En başarılı Duyu ötesi algı uygulayıcıları ve bir çok medyum en verimli deneylerini gevşemiş ve dalgın bir ruhsal durum içinde bulundukları zaman gerçekleştirmişlerdir.
Başarılı bir deneydeki yoğun heyecan durumu kişinin Duyu ötesi algı güçlerini geçici olarak arttırabilmekteyse de, uzun sürede en iyi sonuçlar kişinin tam gevşeme durumunda olduğu zaman alınmaktadır. Kişiyi bu ruhsal duruma özgü olan beyin dalgalarını, yani alfa ritmini yayınlamaya alıştırmada elektroansefalografi ya da kısaca EEG kullanılır.
Birçok bilim adamı bu değişmiş bilinçlilik durumları’nın büyük önem taşıdığını varsayarak, yogilerin ve deneyüstü (transdantal) derin düşünceye dalış, Zen ve diğer derin düşünce teknikleriyle eğitilmiş kişilerin ruhsal yeteneklerini incelemişlerdir.
Şu halde, duyu ötesi algı bir gerçek midir? Yoksa yalnızca boş bir umut mudur? Londra Üniversitesi Psikoloji Profesörü Prof. Hans Eysenck, duyu ötesi algının gerçekliği konusunda eldeki kanıtları yeterince inandırıcı bulmaktadır:
“Eğer bütün dünyadaki 30 kadar üniversite kürsüsü ve bir çoğu önceleri ruhsal araştırmacıların savlarına karşı çıkmış olan çeşitli dallardaki son derece saygın yüzlerce bilim adamı arasında gizli bir işbirliği yoksa, tarafsız bir gözlemcinin varabileceği tek sonuç şudur: Sayıca az bazı kimseler henüz bilimin tanımadığı yollardan ya başkalarının zihnindeki ya da dış dünyadaki bilgileri elde etme yeteneğine sahiptirler.”
Bu yorumun açıklanmasından 20 yıl sonra, yüzlerce laboratuar ve binlerce araştırmacı hala bu anlaşılması güç duyu ötesi algı olaylarını kanıtlamaya çalışmaktadır.
Bu dünyanın insanı değilmiyiz.Başka gezegenlerden gelen türlerin melezlerimiyiz.Miyonlarca insanın kanları farklı.
Uzmanlara göre, insanlar muhtemelen başka bir türe, dünyanın yakın güneş sistemlerinden Alpha Centauri yıldız sisteminden, uzak geçmişte modern insanlara doğum yaparak melezlenmişlerdi.
Arkeologlar, eski Sümer kenti Kish’in olduğu eski günümüz Irak-Uhaymir’de, gezegenin en eski eski belgelerinden birini, M.Ö. 3500 yılına tarihlendiğine inanılan Kish tabletini buldular.
Sümer kral listesinde, Jushur’dan başlayarak tufandan sonra Keşe’nin kral olması için ilk şehrin Kish olduğunu belirtiyor.
Jushur’un halefine Kullassina-bel denir, ancak bu aslında Akkad’ta “Hepsi de efendim” anlamına gelen bir cümledir. Böylece, bazı bilim adamları, bunun bir süre Keşmede bir merkezi otoritenin yokluğunu belirtmek için tasarlanmış olabileceğini öne sürmüşlerdir.
Bu eski belgenin, Sümerlerin çiviyazili yazısından ve neredeyse yüz yıldır Mısır hiyeroglifinden önce geldiğine inanılıyor.
Düşünceleri yazılı bir dille ifade edebilme yeteneğinin geliştirilmesi, insanın hayvan krallığından farklılaşmasının ilk yollarından biridir.
Beş bin yıldan beri insanlar elektrik üretiyor, atomu bölüyor, bilgisayar geliştiriyor ve aya insan götürüyordu.
Dünyadaki hiçbir başka tür bu eşsiz kazanımları bu kadar kısa bir sürede atfedemez. İlginçtir, dünyanın diğer türleriyle karşılaştırıldığında, ‘evrimimiz’ nispeten kısa nitelikte.
Kısa süreyle, büyük olasılıkla ilk hominidin Dünya’da yürümesinden bu yana birkaç milyon yıl geçti. Kesinlikle bu, tüm zamanların en büyük bilimsel sorularından biridir: Neden sadece bizim türümüz bu gerçekten gelişmiş teknolojik zeka düzeyinde ortaya çıktı?
Belli ki, Dünya üzerindeki gezegenlerden daha ileri bir şey yoktur.
Dünyada farklı ‘akıllı’ türler varken, hiçbiri bizim gibi teknolojiyi kullanmıyor.
İnsanlığın ormana dönmesini ve orada hayatta kalması için neler yapabileceğini bir saniyeliğine hayal et. Birçok uzman, çoğunun çok uzun süre ayakta kalamayacağını kabul ediyor.
Pek çok bilim adamı, insanların zekâlarına ek olarak çok çeşitli ortamlarda yer alamayacaklarına da inanırlar. Başka bir deyişle, gezegenimiz söz konusu olduğunda çok sınırlıyız.
Biyologlar, büyüleyici istihbaratımızın yanı sıra, insan fizyolojisi ile yeryüzündeki diğer hayvanların zıtlıklarını fark ettiler. Birçok bilim adamı, yeryüzündeki diğer türlere kıyasla insanların oldukça tuhaf olduğunu kabul etmektedir. Örneğin, doğduğunda bebek at neredeyse bağımsız yürüyebilir ve işlev görebilir, ancak bunu bir insan bebeği yapamaz, bu da bizi tamamen çaresiz yapar. Bir başka deyişle, nörolojik olarak yaşam için hazır olmadan önce doğarız.
Birçok araştırmacı, zekamıza eşlik eden birçok güvenlik açığı olduğuna katılıyor.
Yeryüzündeki insanlar nihayetinde iki uçlu hale geldi, bu da üstün uç noktalarımızı boşaltarak nesneleri manipüle etmemize, araç yaratmamıza ve daha pek çok şey yapmamıza izin verdi. Lomber ağrı, birçok uzmana göre türümüz hakkında bize çok şey anlatabilecek bir işaret. İlginçtir ki, dünyadaki diğer hayvanlarda bu problem yoktur. Sanki sadece insanlar bu problemlerden etkilenmiş gibi.
Peki tüm bunlar ne demek? Bir uzmana göre, bunun anlamı hep birlikte aradığımız uzaylıların “biz” olduğumuz anlamına geliyor.
Ellis Silver tarafından önerilen yeni bir teori, insanoğlunun dünyadaki diğer yaşam biçimlerinin yanısıra insanların gelişmediğini gösteren birkaç anlatım işareti bulunduğunu belirtiyor.
‘İnsanlar Dünya’dan değil: kanıtların bilimsel bir değerlendirmesi’ olarak adlandırılan kitap, temel olarak Dünya üzerindeki insanlığın evrimine karşı ve çoğunlukla buna karşı gelen teorilerin bir özgeçmişi. Kitapta önde gelen çevreci ve ekoloji uzmanı Dr. Ellis Silver, on üç önde gelen hipotezin değerlendirilmesini ve insanlığın Yeryüzünden Olmadığını öneren on yedi faktörden geçiyor.
İnsanoğlu, gezegende en gelişmiş tür, ancak şaşırtıcı derecede çevreye zararlı ve kötü donanımlı: güneş ışığı, doğal olarak oluşan gıdalardaki hoşnutsuzluk, gülünç derecede yüksek kronik hastalık oranları .
Peki nereden geldik? Dr. Ellis’e göre, Neandertaller büyük olasılıkla başka bir türe, dünyanın yakın güneş sistemlerinden Alpha Centauri yıldız sisteminden uzak geçmişte, modern insanlara doğum yaparak melezleşmişti.
Ellis’e göre dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan Dünya’ya ait olmadığını hissetmektedir.
Dr. Ellis açıklıyor: “Bu, bana göre en azından insanlığın farklı bir gezegende evrimleşmiş olabileceğini ima ediyor ve burada oldukça gelişmiş bir tür olarak getirilmiş olabiliriz. Bunun bir sebebi … Dünya’nın bir hapishane gezegeni olabileceğidir, çünkü doğal olarak şiddet içeren bir tür gibi görünüyor ve biz kendimizi tutturana kadar buraya geldik. ”
Ellis, insanlığın o belirli yaşam türünün evrimleşmediğini, ancak başka yerlerde evrimleştiğini ve 60.000 ila 200.000 yıl önce Dünya’ya (tamamen evrimleşmiş Homo sapiens’in) nakledildiğine karar verdi.
Ayrıca, Robert Sepher’in de belirttiği gibi, modern DNA dizilimine göre, insanlığın bildiğimiz şekliyle yalnızca Afrika’da aynı atadan gelen tek bir ‘ırk’ değil, uzaktaki bir melezleştirilmiş tür olduğunu gösteriyor.
Rh negatif kan tartışmasıyla ilgili birçok soru gündeme getirildi. İnsanlık, aslında, karşılıklı bir eski Afrika atasından evrimleştiyse, kuramlar herkesin kanının uyumlu olabileceğini ancak maalesef böyle olmadığını açıkladı. Bu, bilimin tek başına tam olarak cevap veremediği sayısız soruyu gündeme getirmektedir. Rh-negatif kan nereden geldi? Rh pozitif çocuklarını taşıyan bir Rh negatif annesi neden kendi yavrularını reddetmeye çalışıyor? Bunun tartışmalı bir teori ile açıklanması mümkün müdür? İnsanlığın aslında bir ırktan değil, melezleşmiş bir tür olduğunu ileri süren bir teori.
Robert Sepehr’in yazdığı, Amnesia’lı Cinsler : Yasaklı Tarihçe kitabında gizemli kan Rh-negatif hakkında bize daha fazla bilgi vermektedir. Amnezi’yle birlikte olan Türler, aslında insanlığın melezleşmiş bir tür olduğunu değil, aynı zamanda hibridleşmiş bir tür olduğunu yazar, önümüzde de dünyada, sadece büyük bir küresel felaketle yıkılmak için, gizemli bir şekilde geçmişten de anlaşılacağı üzere, son derece gelişmiş medeniyetlerin bulunduğunu ileri sürüyor.
İspanya ve Fransa’daki Bask halkı Rh negatif kan yüzdesinde en büyük paya sahiptir. Yaklaşık% 30’unda (rr) Rh negatif ve yaklaşık% 60’ı bir (r) negatif gen taşır.
“Uluslararası Doğa Konuşma Birliği (IUCN) tarafından tanınan 612 primat türü ve alttür vardır ve biri Rh negatif kan içermez”. – Robert Sepehr, Amnezi Olan Türler: Yasak Tarihimiz.
.Soru şu:
Yoksa “İnsanlık” Bu Dünya’da Doğmadı Mı?
14 Şubat 2018 Çarşamba
Batı ile doğu arasındaki düşüncenin bilime dönüşmesi.
Batı bilimi günlük yaşayışta parlak sonuçlar veren, fakat aslında doğa yasalarını yeterli yaklaşıklıklarla açıklayan bilgilere ulaşıp büyük bir gelişme gösterirken Orta Çağ’ın karanlığına neden olan düşünceye karşı, Engizisyon mahkemelerine rağmen bir zafer kazanmıştır. Ancak bugün, gerçeğe yaklaşırken büyük dinler ve özellikle mistikler (Budist, Yogi, Taoist ve İslam Mutasavvıfları) karşısında aynı başarıyı elde edememiştir. Tersine Rölativite Teorisi, Kuanta Teorileri, Belirsizlik Kuramı, Einstein Alan Kuramı, Yüksek Enerji Fiziği, Parapsikoloji ve Spiritüalizmin gelişmesiyle onların fikirlerini, öğretilerini kanıtlamaya başlamıştır.
Buda her şeyin rölatif olduğunu ve ikilemle anlaşıldığını, Evrenin çeşitli yerlerinde zamanın farklılığını, zamanın zihnimizin yarattığı bir kavram olduğunu, maddenin bulunmadığı yerde uzay ve zaman bulunmadığını anlatmıştır. Buna benzer sözler Rölativite teorisinde de geçer.
Atom fiziğinin gelişmesinden çok önce Bhagavad-Gita’da antimadde ve antimadde dünyalardan söz edilmiş, evrenin oluşumu ile bunların yer aldığı açıklamalar yapılmıştır.
Batı her şeyin temeli diye aldığı maddenin ne olduğunu henüz bilmemektedir. Atom modeli sık sık değişmektedir. Yeni partiküller bulunmakta, fakat elektronun yörüngesi bile bilinmemektedir. Atom, bilim adamlarının zihinlerinde bir takım olasılık hesapları ile özdeştir, deneyleri yaparken edindikleri izlenimlerin zihinlerindeki değerlendirmeleridir. Diğer bir deyişle, günlük uygulamaların ötesinde, gerçek aranırken ilerlendikçe her şey yokluğa ve zihinsel kavramlara dönüşmektedir. Bilimin bugün kabul ettiği atom, kimyacıların güneş sistemi biçimindeki atomuna değil, Yogilerin ve Budistlerin atomuna daha yakındır.
Diğer bir örnek ise canlı konusudur. Batı bilimi henüz canlının bir tanımını yapmamıştır. Canlı veya cansız olduğu saptanamayan yeni varlıklar bulunmakta ve incelenmektedir. Kristallerin zihinsel işlemlere sahip ve canlı sayılabileceklerine dair kanıtlar vardır. Bu konuda Raja Yoga incelemeyi atomların zihinsel işlemlerine kadar götürmüştür ve zihin-enerji-madde üçlüsü göz önüne alınmadıkça gerçeğe ulaşılamayacağını belirtmiştir.
Buna benzer örnekler pek çoktur. Teorik yüksek enerji fizikçisi Fritjof Capra’nın 1975 yılında yayınladığı “The Tao of Physics” adlı bilim felsefesi kitabında bu örnekler verilmiş ve bilimsel açıklamaları yapılmıştır. Orada belirtildiği gibi, bugünün fizikçisi Doğu felsefesiyle tam bir fikir birliğine ulaşmış mistiklerin şu ilkelerini benimsemiş ve deneylerinde görmeye başlamıştır:
– Duyu organlarından gelen bilgilerin yanıltıcılığı,
– Her şeyin rölatifliğinin ikilemle anlaşıldığı,
– Uzay ve zamanın eşdeğerliliği,
– Her şeyin zihin tarafından yaratıldığı,
– Her şeyin birliği
Batı bilimi ile Doğu düşüncesinin yakınlaşmasının yararları büyüktür. Aslında Doğu düşünce sistemi en az Batı bilimi kadar bilimseldir.
Işık beden--2---
Bununla birlikte, bu inanılmaz olay eski zamanlara özgü değildir.
Derin bir arındırma sürecinden sonra bu statüye ulaşan Tibet rahipleri hakkında yakın zamana dair ifadeler de var.
Örneğin, atanmış Katolik rahip Francis Tiso, 1998’de vefat eden ve onun bedenini bir ışık cisimine dönüştürmeyi başaran Tibet, Kham, Gergugpa keşişinin “Khenpo Achö” davasını belgeledi.
Bir Benedikt keşişi olan David Steindl-Rast, 2002 yılında, Noetik Bilimler Enstitüsü ile Sözde Işık Vücudu’nu (Rainbow Body) incelemek üzere bir bilimsel araştırma önerdi; “İsa’nın dirilişinde anlatılanların sadece başkalarına değil, bugün yaşandığı bir antropolojik gerçeği olarak kurabilirsek, insan potansiyeline bakış açımızı tamamen farklı bir ışığa sürdüreceğiz”
Sonunda, David Steindl-Rast sık sık Tibet’e seyahat etmekle tanınan Peder Francis Tiso ile temasa geçti ve kendisinden bu inanılmaz fenomene bakmasını istedi.
Tiso, Eylül 1998’de ölümünden birkaç gün önce Khenpo Achö’nun evinde görünen gökkuşağına tanık olduğunu ve daha sonra düzinelerce gökkuşağının göründüğünü söyledi.
Khenpo Achö’nun vücudu son nefesinden kısa süre sonra değişmeye başladı. Cildi parlak beyaza döndü ve görünümü değişmeye başladı. Khenpo Achö’s sonunda tüm Gelug Monks’un giydiği sarı bir elbise ile sarılmıştı. Günler geçtikçe, Khenpo Achö’nin gövdesi gürültüyle dolaşmaya başladı. Yedi gün geçtikten sonra hiçbir beden kalmadı.
Olay, yerel basından, nelerin meydana geldiğine ve “Gökkuşağı Bedenine” dair belirli hesaplar veren, Noctical Sciences Review 59 (Mart-Mayıs 2002) Enstitüsünde yer aldı.
İlginçtir ki, “Khenpo Achö’nun Gökkuşağı Gövdesi Matthew T. Kapstein’ın Işık Ortamında Olması: İlahi Işıltı ve Dini Deneyim (University of Chicago Press, 2004)” tarafından da belirtildi.
Bir Nepal Keşiş olan Tulku Pema Rigtsal, Achö’nun dönüşümünü anlatıyor:
“Yakın zamanda, 29 Ağustos 1998’de, Tibet’teki Azi Rong’daki Dome Khamngak’ta, seksen yaşında Khenpo Achö, fiziksel olarak dağılmaya başladı. Bir gün uyurken, altı basamaklı mantra okunduğunda, Buddha’nın alfa-saflığın temel temel matrisi olan bu aydınlık kalbinde Buda’ya erişti. Gerçeklik , akılın ötesinde mükemmelleşti. Vücudu çözüldüğünde, kırışıklıkları kaybolduğunda, güzel bir cildi olan sekiz yaşında bir çocuk gibi görünüyordu. Bir hafta geçtikten sonra insanlar ölümünden haberdar olduklarında, yetkilileri aldatmak için gizlice ölüm pujasını yapmışlardı ve o sırada içte ve dışta gökkuşakları ortaya çıktı ve keyifli bir aroma yerini doluşa bıraktı. Vücudu kademeli olarak küçüldü ve sonunda Buda’ya kavuştu; saçları bile geride bırakılmadı. Tıpkı bir kayadan uçan bir kuş gibi – “yakındaki insanların nereye gidebilecekleri hakkında hiçbir fikri yoktu ‘gibi.
Budist usta H.E. Dzogchen Khenpo Choga Rinpoche, öğretmeninin bir ışık kütlesi içine girmesinden:
“. . . değerli öğretmenim 11 Kasım 2013’de öldü. Dün, Tibet’in kutsal Dzogchen bölgesinde bulunan Dharma arkadaşlarımdan olağanüstü haberler aldım, nazik öğretmenim Lama Karma’nın kutsal cesedinin açıkça ve dramatik bir biçimde küçüldüğünü bildirdim . Lama Karma’nın vücudu yaklaşık 175 cm (yaklaşık 5’9 “) boyunda idi, ancak öldükten iki hafta sonra oturan vücudu şimdi yaklaşık 20 cm’ye kadar küçüldü, bu da vücudu (iskeleti dahil) küçüldüğü anlamına geliyor. Dzogchen tantra’ya göre, bu türden mucizevi görüntü, bu hayatta Buda’nın en büyük başarısını elde ettiğinin bir işaretidir. Onun adanmış pratiğini ve Dzogchen’i gerçekleştirmesinden derin mutluluk duyun. Bunu yaparken, ölçülemez bir mülk biriktiriyorsunuz. Vücudu küçülmeye devam ederse ve tamamen kaybolursa, bu mucize Işık Beden veya Atomsuz Beden olarak sınıflandırılacaktır. Bu mesajda, Dzogchen uygulamasının çeşitli mucizevi sonuçlarını daha sonra açıklayacağım “dedi.
Işık beden..--1---
Yıllarca manevi hazırlık yaptıktan sonra fiziksel bedenlerini saf bir ışık / enerji bedenine dönüştürmeyi başarabilen, Tibet’te ve Hindistan’da sadece 160.000’den fazla belgelenmiş insan olduğunu biliyor muydunuz?
“Gökkuşağı Bedenini” elde etmek için, bir insan diğer şeylerin yanında düşüncelerini de severek vücudunu hafifletebilir. Her beş yılda bir, gelişmiş bir Budist keşişin “aydınlanmış” hale geldiği düşünülmektedir. Bu süreç son derece güçlü ve haftalarca bu dönüşümün gerçekleşebilmesi için bazı Budist rahipler ellerini veya ayaklarını bir duvarda oyuyor. Raporlara göre, vücudun sonunda küçülmesi, ışığa karışması ve aşılması yaklaşık 7 gün sürüyor.
Sıklıkla “İslami mistisizm”, “İslam’ın içyüzü” ya da “İslam içinde mistisizm fenomeni” olarak tanımlanan Tasavvuf ya da Sufizm’de , “en kutsal beden” ve “göğe yayılmış gövde” denir.
Taocular buna “elmas vücudu” derler ve buna erişenler “ölümsüzler” ve “bulut gezginleri” olarak adlandırılır.
Yogik okullar ve Tantrik öğretiler “ilahi beden” diyor; Kriya yogasında buna “mutluluk gövdesi” deniliyor.
Vedanta’da, “süper iletken beden”, eski Mısırlılar buna “parlak vücut ya da varlık” (ak) ya da karast deniyordu.
Mithraic litürgede, “mükemmel vücut” olarak adlandırıldı. Hermetic Corpus’da simyasal gelenekte “altın vücut” olarak adlandırılırken , Zümrüt Tabletleri’nde buna “ölümsüz vücut” denir.
13 Şubat 2018 Salı
Sevginin gücü; ilahi şifa.
Her şey sevgiden yaratılmıştır.Sevgi en büyük güçtür.Sevgiyle odaklandığımızda değişime uğratmayacağımız hiç bir şey yoktur.Hatta atomu bile değiştirp dönüştürebiliriz.Sevgi inanılmaz ilahi bir frekans ve titreşimin gücüdür..
"Ağaçlar sevgiden yaratılmıştır. Hayvanları yaratan sevgidir. Suyu da yaratan aynı sevgidir. Sevginin gözleriyle baktığınızda, isteminizi başka bir düşçünün istemiyle birleştirebilirsiniz.
İşte o zaman düşler bir olur. Sevgiyle baktığınızda kuşlarla, doğayla, bir insanla, her şeyle bir olursunuz.
İşte o zaman bir kartalın gözleriyle görebilir ya da yaşamın herhangi bir ifadesine dönüşebilirsiniz. Sevginizle kartal ile bir olur, kanatları haline gelirsiniz.
Yağmura, bulutlara dönüşebilirsiniz.
Ama bunun için zihninizi korkudan arındırmanız, sevginin gözleriyle görmeniz gerekir
---2---
Denetleyici
Bu insanlar takıntılı olarak sizi kontrol etmeye ve nasıl olmanız ve hissetmeniz gerektiğini size dikte etmeye çalışırlar. Her şey hakkında bir fikirleri vardır. Eğer davranışlarınız onların kitabına uygun değilse, duygularınızı geçersiz kılarak sizi kontrol etmeye çalışırlar. Çoğu zaman “Aslında senin neye ihtiyacın var, biliyor musun?” diye cümleye başlarlar. Sonunda hükmedilmiş, küçültülmüş ve değersizleştirilmiş hissedersiniz.
Başarının sırrı denetleyici kontrol etmeye çalışmamaktır. Sağlıklı bir şekilde girişken olun, ancak onlara ne yapmaları gerektiğini söylemeyin. Şöyle diyebilirsiniz “Tavsiyene değer veriyorum ama bunu gerçekten benim kendi kendime halletmem gerekiyor.” Güvenli olun ve kurbanı oynamayın.
Sürekli konuşan
Bu insanlar sizin hislerinizle ilgili değildirler. Onlar sadece kendileriyle ilgilenirler. Lafa girebilmek için bir boşluk beklersiniz, fakat o an hiç bir zaman gelmez. Ya da bu insanlar size fiziksel olarak o kadar yaklaşırlar ki, neredeyse üstünüzde nefeslerini hissedersiniz. Siz geriye gidersiniz ve onlar size bir adım daha yaklaşır.
Bu insanlar sözsüz ipuçlarına cevap vermezler. Yapması zor olabilir, ama sözlerini kesmeli ve konuşmalısınız. 2-3 dakika dinleyin ve sonra kibarca “Sözünü kestiğim için kusura bakma ama, başka insanlarla konuşmam gerekiyor ya da randevum var ya da tuvalete gitmem gerekiyor.” Bunlar “Kes sesini, beni deli ediyorsun!” diye bağırmaktan çok daha yapıcı taktiklerdir, aklınızdan geçenler tam olarak bunlar olsa da. Eğer bu bir aile üyesiyse, kibarca “Eğer bana da söz hakkı tanırsan, belki ben de aramızdaki diyaloga bir şeyler ekleyebilirim” diyebilirsiniz. Eğer bu nötr bir şekilde söylersiniz, anlaşılma ihtimaliniz artar.
Drama kraliçesi
Bu insanların küçük olayları abartarak onlardan dört başı mamur dramalar çıkarmak konusunda doğal yetenekleri vardır. Hastalarımdan Sarah, işe devamlı geç gelen bir eleman aldığında, bu durumdan muzdaripti. Bir hafta, söz konusu elaman grip oldu ve “neredeyse ölüyordu”. Ardından arabası park yerinden çekildi! Bu çalışan ofisi terk ettiğinde Sarah kendini kullanılmış ve yorgun hissediyordu.
Drama kraliçesi, ağırbaşlılıktan nasibini almamıştır. Sakin olun. Derin nefes alın. Bu size onların etkisine girmekten alıkoyacaktır. Kibar fakat kesin sınırlar koyun. Örneğin “Bu işi istiyorsan, zamanında burada olmalısın. Başına gelen talihsizliklerden dolayı üzgünüm, ama iş önce gelir.
İlişkilerinizi geliştirmek ve enerji seviyenizi yükseltmek için, hayatınızda kimlerin sizin enerjinizi emdiği, kimin enerjinizi yükselttiği hakkında bir keşfe çıkmanızı öneririm. Size iyi gelen insanlarla daha çok vakit geçirin ve sizin enerjinizi emenlere karşı sağlıklı sınırlar koyun. Bu hayat kalitenizi artıracaktır.
--1--
Duygu ve düşüncelerinizi sömüren adeta sizi o anki durumda halsiz ve güçsüz bırakan tüm ilişkilerden kaçının.Sizi halsiz ve güçsüz bırakan belki de en yakınınızdaki insan;vampirdir.
DUYGUSAL VAMPİRLERDEN UZAK DURUN!
Enerjinizi çaldırmayın, enerji üretecek ortamlarda bulunun, kendinize ve başkalarına daha faydalı olun…!!!
Bazı ilişkiler olumludur ve ruh halinizi olumlu etkilerler. Bazıları ise sizdeki iyimserlik ve huzur duygusunu yok ederler. Ben böyle sizi kurutan insanlara “duygusal vampirler” diyorum. Bu insanlar sadece fiziksel enerjinizi emmekten çok daha fazlasını yapıyorlar. Kötü niyetli olanları size kendinizi değersiz ve sevilemez hissettirebilir. Diğerleri size kendinizi kötü hissettirmek için küçük zararlar verebilirler. Örneğin, “ Birkaç kilo aldığını fark ettim, şekerim” ya da “Çok hassassın!” onların en sevdiği cümlelerdendir. Bir anda sizi güveninizi sarsacak, tehlikeli alanlara doğru sürüklerler.
Enerjinizi korumak için duygusal vampirlerle savaşmak gerekir. Bir duygusal vampirle karşılaştığınıza dair işaretler:
• Göz kapaklarınız ağırlaşır ve şekerleme yapma ihtiyacı hissedersiniz.
• Ruh haliniz bir anda düşüşe geçer.
• Sizi rahatlatan, bol karbonatlı yiyecekler yemek istersiniz.
• Kendinizi endişeli, depresif ve olumsuz hissedersiniz.
• Kendinizi eleştirilmiş hissedersiniz.
Duygusal vampir çeşitleri;
Narsist
Sloganları “Önce ben”dir. Her şey onlar hakkındadır. Abartılmış bir kibirleri vardır, dikkat çekmeye bayılırlar ve beğenilmeye ihtiyaç duyarlar. Tehlikelidirler çünkü empatiden yoksundurlar ve koşulsuz sevme konusunda hiç iyi değillerdir. Eğer bir şeyleri onların istediği gibi yapmazsanız, cezalandırıcı ve soğuk olurlar.
Beklentilerinizi gerçekçi tutun. Bu insanlar duygusal anlamda kısıtlı insanlardır. Böyle birine aşık olmamaya çalışın ya da onlardan koşulsuz sevgi beklemeyin. Hiç bir zaman sizin değeriniz onlara bağlıymış gibi düşünmeyin ve onlarla en saklı sırlarınızı paylaşmayın. Onlarla başarılı bir şekilde iletişim kurmak için, bir şeyin onlara nasıl yararlı olacağını göstermelisiniz. Yani kişisel fayda elde edeceklerine inanırlarsa, sizi rahat bırakırlar. Eğer zorunlu değilse bu can sıkıcı egosantrikle fazla muhatap olmamak en iyisidir, ama eğer ilişki kaçınılmazsa bu yaklaşım işe yarar.
Kurban
Bu vampirler “zavallı ben” tavrıyla sinirlerinizi yıpratırlar. Dünya her zaman onların karşısındadır ve bu da mutsuzluklarının ana sebebidir. Sorunlarına bir çözüm önerdiğinizde her zaman sizi şöyle yanıtlarlar “Evet ama…” Onları arayıp sormaktan vazgeçme ya da onların aramalarını görmezden gelme noktasına gelebilirsiniz. Arkadaş olarak yardım etmek isteyebilirsiniz ama hüzün dolu öyküleri sizi yorabilir.
Nazik fakat kesin sınırlar koyun. Kısaca dinleyin ve arkadaşınıza veya akrabanıza “Seni seviyorum ama eğer çözümü tartışmak istemiyorsan, seni ancak beş dakika dinleyebilirim” deyin. Söz konusu iş arkadaşınızsa “Senin için her şeyin iyi olmasını tüm kalbimle dileyeceğim” deyin ve ardından “Umarım anlarsın, yetiştirmem gereken bir iş var ve ben çalışmaya dönmek zorundayım” diye ekleyin. Bunun iyi bir zaman olmadığını belirtmek için vücut dilinizi kullanabilir; göz kontağını keserek veya kollarınızı birbirine kavuşturarak sağlıklı sınırlar koyabilirsiniz
12 Şubat 2018 Pazartesi
----2----
Genç kişiliklerin kaybı
Daha genç olan versiyonlarınızı kaybetmişsinizdir – enerji dolu ve güzel hayalgücü sahibi küçük çocuk, incinmiş veya reddedilmiş romantik delikanlı veya genç kız, yaşamda sizin yapmış olduklarınızdan daha farklı seçimler yapmak istemiş olan içinizdeki şair veya işadamı. Bu daha genç olan kişiliklerin nerede olduklarını bulabilir ve onları nasıl geri getirebileceğinizi keşfederseniz, bugünkü yaşamınızda kullanabileceğiniz enerji ve armağanları olacaktır.
Hayvan ruhlarının kaybı
Yerli ve antik şamanlar bilirler ki hepimiz hayvan güçlerinin dünyasıyla bağlıyız ve bu yüzden hayvan ruhlarıyla olan ilişkilerimizi farkedip besledikçe enerjimizin de doğal rotasını bulup izleyebiliriz. Çoğumuz bu temel bağlantıyı kaybetmiş ve onu beslemek ve yaşamaksızın yalnızca yapay sembolik bir şey sanarak kitaplarda veya şifa kartlarında (medicine cards) araştırıyoruz .
Ata ruhlarının kaybı
Bu iki yönlü bir ilişki. Daima atalarımızın –kendi kan bağlarımızla bağlı olduğumuz atalarımız, yaşadığımız toprağın ataları ve geniş anlamda da ruhsal ailemiz- huzurunda olduğumuz gerçeğinden bihaber yaşadığımızda, yakınımızda bulunmasını istemeyeceğimiz varlıkların oyuncağı hatta meskeni haline gelebiliriz. Ata ruhlarına uyandığımızda, sağlıklı psişik sınırları tekrar kurabilmemiz ve bize ait olmayanları temizlememiz için için bilgelik sahipleri ve koruyucularla bağlantımızı yeniden kurmaya hazır hale geliriz.
Yüksek Benlikle bağlantının kaybı
Sonuç olarak yalnızca, bize hiç de yabancı olmayan Yüksek benliğimizle doğrudan ve bilinçli bir bağlantı kurarak veya varolan bağlantıyı yeniden kurarak, gerçek bir ruhsal büyüme yolu izleyebilir ve benliğimizin birçok veçhesini birbiriyle barıştırabiliriz. Bedenlerimizde içselleştirmiş olduğumuz benliklerimiz arasında doğru alanı açtığımızda, ruhsal taçlanma olarak adlandırdığım derin ve güzel bir ruhsal büyüme eylemine de hazır olabiliriz. Böylelikle Yüksek Benliğin bir parçasını bedenimize getirir ve yaşamımız ve yaşamdaki seçimlerimizi onun ışığıyla doldurabiliriz.
Öğrendim ki, rüyalar sıklıkla ruhun nerede olduğunu gösterir ve ona ulaşıp eve geri getirmemiz için yollar önerirler. Aktif Rüya Görme teknikleri yoluyla birbirimize kendi ruhlarımızın şamanı ve kendi yaşamlarımızın şifacısı olmak için yardım edebiliriz.
---1----
RUH KAYBI: VAROLUŞSAL ŞİKAYETLERİMİZE ŞAMAN'IN TEŞHİSİ -
Robert Moss
Antik şamanların günümüz şifasına en büyük katkıları yaşamımızın herhangi bir yerinde ruh kaybı –yaşamsal enerji ve kimliğimizin parçalarının kaybolması – yaşayabilecek olduğumuz ve bütünlenmek ve iyi olabilmek için ruhu geri kazanma yolları bulmamız gerektiği anlayışıdır.
İçgüdüsel düzeyde ruh kaybının nasıl gerçekleştiğini hepimiz biliriz. Acı, travma veya taciz yaşarız,; suçluluk, keder veya utanca gark oluruz ve bu kadar zalim ve haşin görünen bir dünyada kalmak istemeyen bir parçamız bizden uzaklaşıp gider. Bir partneri, işi veya evi bırakmak gibi içimizi burkan bir seçim yapmak zorunda kalırız ve bir parçamız bu seçime direnir ve dominant kişiliğimizden ayrılarak, eski ilişkiye veya eski mekana tutunur.
Depresyona girdiğimizde, bağımlılıklar geliştirdiğimizde ve büyük rüyalarımızdan vazgeçerek ödünler verdiğimizde ruh kaybı da derinleşir. O yaratıcı sıçramayı yapacak cesaret ve özgüvene sahip olmadığımızda, veya sevmek için kendimize güvenmediğimizde korkarız ve parlak ruhumuzun bir parçası bizden iğrenerek uzaklaşır.
İyi terapistler ve analistler, meşhur Gölge de dahil olmak üzere (Jungcular tarafından çok sevilen bir terimdir ve sahiplenmemeyi seçerek bilinçdışımızın en alt seviyelerine gönderdiklerimizi anlatır), bastırmış veya inkar etmiş olduğumuz parçalarımızı farketmemize yardımcı olabilirler. Şamanik ruh kaybı kavramı daha öteye uzanır. Ruhun şifalanmasının yalnızca gömdüğümüz veya reddetmiş olduğumuz yönlerimizi farketmek ve kabullenmek değil, ruhun gerçekten bizden ayrılıp gitmiş olan kayıp parçalarını bulmak, geri dönmeye ve ait oldukları bedende kalmaya ikna etmek olduğunu farkeder.
Kendi uygulamalarımda şifa gerektiren beş çeşit ruh kaybı ve bağlantı kopukluğunu ayırdettim. Henüz bunlara bağışıklığı olan kimseyle de karşılaşmış değilim.
Yaşamsal Enerji Kaybı
Kronik yorgunluk çekersiniz. Yataktan kalkmak için isteksizsiznizdir ve halsiz, uyuşuk ve kayıtsızsınızdır. Günleriniz tekdüze, gri ve seviçten uzaktır. Bağışıklık sisteminiz zayıftır ve yoldan geçen tüm mikropları kapar gibisinizdir. İçinizde birşey eksiktir ve bu boşluğu şeker veya içkiyle doldurmaya çalışırsınız.
Çay hayattır..
Herderde devadır çay.Çay içmek bir felsefedir.Kokusu ve demi insanı anlatır.Diyeceğim odur ki:Çay candır..
Çay İçmeyen Adama Neden Güvenilmez?
Birincisi; sınıfsız bir içecektir, ayakkabı boyacıları ile ceo’ların ortak içeceğidir. Sınıfsal kaynaşma sağlar. Her statüden insanın tükettiği bir sıvı olup, içecekte eşitlenmenin sembolüdür aynı zamanda.
İkinci olarak zamansızdır; sabah kahvaltısında, öğlen yemeği sonrasında, akşam üzeri, yatmadan önce yani günün her saati içilebilen tek içecektir.
Çay; yoksulların, şairlerin ve yalnızların resmi içeceğidir. Ona öyle alelade bir içecek muamelesi yapamayız. Ona sıradan bir içecek gibi davranamayız..