14 Eylül 2018 Cuma

-----3


"başka bir sürünün koyunlarım da vardır" Juhana X. 16.
Bize benzemeyen birçok varlığın mekan ettiği dünyamız ile kesişen görünmeyen birbirinden ve insandan habersiz birçok varlık planı vardır. Bunun nedeni onların değişik titreşimlerine dayanır. Çok kaba bir örnek vereceğim, bir elektrik vantilatör pervanesi yavaş döndüğünde açıkça görülür, ama hızı artıkça sadece bir bulanıklık görülür.
Bu örnek sadece görme olarak bir duyu için geçerlidir, ama diğer duyulara da uzatsak ve yoğunlaştırsak birkaç yaşam türünün aynı yerde birbirinden habersiz mekan edebileceğini anlayabiliriz. 
Bu aynı zamanda değişik insanların aynı yerde nasıl değişik deneyimler yaşayabileceğini ve psikometride değişik sonuçlar alabileceğini göstermektedir.  
Hepimizin kendimize has titreşimleri vardır, dolaysıyla her birimiz temel titreşimlerden biriyle rabıtada olmamız gerekir. Belki de günün birinde ve o gün fazla uzak olmayabilir, titreşimlerimizi istediğimiz yaşam titreşimine değiştirebiliriz. Böyle bir şeyin gelecekte mümkün olabileceği Profesör Low tarafından yazılan bir makalede ima edilmiştir. Telepati konusunda yazdığı bu makalede: " Düşünce elektrik bir olgudur ve aynen onun gibi aktarma yapabilmelidir: böyle bir aktarmayı gerçekleştirmemiz belki yüzyıllar sürer ama olacağı kesindir. 
Dolayısıyla gelecekte bütün duyumuzla şimdiye dek bilinmeyen bu görünmez alemlerin sakinlerinin bilincine varabiliriz.
İnsanın bu yerlerde üretilen enerji kaynaklara çekilen tek varlık türleri olmaları pek olası değildir. Başka varlıklar aynı sebeplerden dolayı buraya gelebilirler.
Dünyamızda "Doğu" terminolojide "Tatwas" denilen farklı sürelerde birçok gelgit devreleri vardır, bunlar binlerce yıl ve birkaç dakika arasında farklı farklı sürelere dağılırlar. Büyük olanları sadece geçmişe bakıp uygarlıkların yükseliş ve düşüşleri ve yeryüzündeki büyük değişikliklere baktığımızda görürüz. Bunlar bir veya birkaç Kuzey yıldız topluluğun idaresi altındadır, ama birçok daha ufak gelgit de vardır. Bunlara bazı merkezlerimizin kullanılmama durumuna geçişi ve diğerlerinin tekrar açılışına addederiz. Geçmiş yüzyıl içerisinde birçok tanrıları ve inançları ile birçok gömülü şehir ve birçok büyük uygarlık gün ışığına çıkmıştır.   
Ne zaman bir yere dualar ve yoğunlaşmış arzular yönlendirilmişse orada güç toplayan bir elektrik girdap oluşur ve bu bir süre için insanlar tarafından hissedilen ve kullanılabilen somut bir bedendir. Bu güç bedenleri etrafında tapınaklar, mabetler ve daha sonra kiliseler inşa edilir. Bunlar her bir planda odaklanmış kozmik rahmeti toplayan kaselerdir. 
Bu konularda çok az öğretiler mevcuttur ve daha az bilenen ve daha ilkel olan psişik merkezler konusunda biraz söz etmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Böyle bir tehlike olduğu Druidler ve Romalılar tarafından bilinmekteydi, çünkü onlar ormandaki elemental doğa varlıklara adaklar veriyor ve sunaklar inşa ediyorlardı ve bu bir gönlünü alma ve teskin etme eylemiydi. Çünkü vermediğinde onlar alırdı ve maalesef alacakları şey sizin için vazgeçilmezdir. Bu şey de yaşam gücüdür, çünkü onlar hep insana yaklaşmaya, onlarla iç içe olmayı ve onun Tanrı payını almaya eğilimlidirler, zira denilir ki bu varlıların ölümsüzlük için tek şansı burada yatar. 
Bu "başka bir sürünün koyunları"na yardımcı olmak istesek, bunu ihtiyaçlarını anlamaya çalışmakla ve daha yüksek idealleri konusunda onlara bilgilendirmekle yapabiliriz. Böylece özverimiz, sağlımızı ve akıl dengemizi tehdit eden türde olmayacaktır.
Unutmamız gerekir ki onlar daha eski ve daha elemental bir ırktandır ve başka bir ülkeye aittirler, faklı kanunları vardır. Dolayısıyla, onlarla karşılaşmamız ciddi zihinsel ve bedensel zarara neden olabilir, çünkü bedenimiz bizden her bakımdan tamamen farklı olanlarla karşılaşmanın ortaya çıkardığı şiddetli çarpışmayı kaldırmaya uyumlu değildir.
Perilerle evlilikler olduğu söylenir, ancak bu sadece titreşimleri uyuşanlar arasında olabilir, bu tip bir birlikteliğe anlayışla girilmezse genelde hüzün ve kalp kırıklığı hüküm sürer. 
Tanrı Pan ve kafilesi halen görülür ve duyulur, ancak böyle karşılaşmalar hikayelerde belirtildiği kadar fevkalade olaylar olmayıp, genelde hoşa gitmeyen ve ürkütücüdür. Teşvik edecek ve önerilecek tarafları yoktur. Böyle karşılaşmalara kaygısız girebiliriz, ama uzaklaşmak ve tatsız takıntıları üzerimizden atmak pek kolay değildir ve yardım her zaman istenildiğinde bulunmayabilir.    

---2

Sırf dini açıdan ele alınacak bir örnek verilecek olursa:İngiltere'nin büyük katedralları [büyük baş kiliseleri] Durham, Chester, Lincoln, Wells, Winchester ve Canterbury aralarında bir çift üçgen, heksagram [altı köşeli yıldız] oluşturmaktadır. Ama bu merkezler çok eskidir ve Hıristiyan öncesi dönemlerde pagan mabetlerin yerleriydi. Bunların etkilerini yeniden ulaşmak için eski isimlerini veya bu isimlerin anlamını çıkarmak gerekir. Böyle farklı merkezler temelde aynı etkiyi yayamaz, ancak olası olarak sadece Hıristiyan etkilere açık olup bu seviyeden daha derine inemeyenler sadece bu belirli titreşimle temas kurabilir.

Mineral ve metal alemi, dünyanın en eski ve en yoğunudur ve muhakkak ki birçok sır saklamalıdır. Eğer bunların bilinciyle temas kurabilirsek insanlığa büyük yarar getirebilir.

Kadim Druidlerin gezegensel ve fiziksel madde arasındaki bağlantıyı bildikleri taş çemberlerinden bellidir. İngiltere'nin güneyinde Silbury Hill tepesini dünya olarak ele aldığımızda gezegenlerin yörüngeleri doğru olarak saptadıklarını görürüz. Venüs'ün yörüngesi Wintbourne Basset'teki taşlarlardan oluşan çember olup, Güneş ve Ay tapınakları tepenin tam kuzeyindedir ve güneşin yörüngesi çevrelemektedir. Mars'ın yörüngesi Marsden'dedir; Merkür'ün yörüngesi Walken Hill tepesindedir; Jüpiter'in ki de Casterly Camp'te ve Satürn'ün ki de Stonhenge'dedir. Ayrıca İrlanda'nın yedi kilisesi; Stowting, Kent'teki beş kilise (gelenekler iki ek merkezden söz eder) ve daha birçok vardır. Bunların hepsi eski pagan mabetleriydi.

San Augustine 597 yıllında Papa Gregory'e yazıp çok sayıda pagan tapınaklar konusunda ne yapılması gerektiğini sorduğunda, aldığı yanıt şöyleydi: "Mümkünse bunları kullanmak gerekir, çünkü insanlar alıştığı yerlere daha sık gelirler." 

İngiltere Birleşik Krallığın her tarafında böyle yerler vardır, çünkü Drüidler hiçbir şeyi bilgisiz inşa etmezler ve Lewis Spence'in eseri "İngiltere Gizemleri" ("Mysteries of Britain) eserinde kanıtları verilen Druidlerin kadim bilgeliğini tekrar ortaya çıkarmak için gayret sarf edileceğini umarız.

Geçmiş, Şimdi ve Geleceğin sırları açıklanmaya beklediği dünya bilinçaltısı ile kontak kurabilmenin yöntemlerinin bulunduklarına ikna edilmiş bulunuyorum. Druidlerin eğitimleri uzun ve zor olduğu kesindir, zira hem bir inisiye, hem de inisiyatör olan bir öğretmenle çalışma şansına sahip herhangi biri, düzenli bir çalışmanın insanın potansiyel güçlerini ortaya çıkaracağını çok iyi bilmektedir. Ancak eminim ki sadece öğretmen değil, aynı zamanda zaman ve mekanı da hesaba alınmaktaydı. 

Bu harika dünyanın sanki bir parçası değil, ayrı birer yaratıkmışız gibi davranmaktayız. Oysa biz dünyayız ve içimizde her parçasını taşımaktayız, dolayısıyla onunla ilgili her şey tarafından etkilenmemiz gerekir. Taş ve metal kütlelerinin manyetik özellikleri, hayvan ve bitkilerin yaşam güçleri, hepsinin rolleri vardır, ama aklımızın bize yardımcı olmasını sağlayabilir miyiz? Beklentilerimizin ötesinde sonuçlar elde edebileceğimiz konusunda eminim.

Eski majisyenler, Druidler ve sonradan Gül Haçlılar gibi başkalarıyla işbirlik yaparak güçlü topluluklar kurmadıkları sürece, yalnız çalışmaları gerekirdi, çünkü az çok toplumdışı olarak görülürlerdi. 

Modern majisyenler uzmanlaşmıştır, örneğin teknisyenler, doktorlar ve çeşitli bilim adamları. Bütün bunlar eğitimli okültistlerdir ve Üstatlık yolunda çok iyi ilerlemişlerdir. Bir bütünün parçaları konusunda çok etkin ve iyi eğitilmiş uzmanlardır. Bir araya getirildiğinde yaşadığımız dünya hakkında bilgi ediniriz, çünkü onlar sıradan insanın ötesinde bir şuur genişliğine ulaşmıştır ve eğitimleri kadim hemcinsleri kadar zor veya daha zor olmuştur.        


Mısır ve kutsal merkezlerin gizemli sırları:Titreşim..

---1

Her yerin titreşimi ve frekansı farklıdır.Ama bazı yerlerin insanlar üzerinde kuvvetli etkisi olduğunu sanırım hiç kimse inkar etmez. 

Görünüşe göre bu yerler arasında en iyi bilinen Mısır'dır, zira oradan dönen çoğu kişi belirli bir deneyim geçirdiğini söyler. Sürekli hareket halinde olan Sahra Çölünün kumlarının ürettiği elektriğin insandaki normal titreşimleri değiştirip şuur genişlemesine neden olduğu söylenir. İş böyleyse, bu durum her bireye göre farklı sonuç vermeli, örneğin tamamen maddeci biri için, psişik hassas birine göre daha farklı bir etki söz konusu olmalıdır. Maalesef, bu konuda sürekli duyduğumuz psişik hassas insanların muğlak vizyonları yerine, bize daha ilginç ve yararlı gelecek normal insanların tepkisine ender olarak karşılaşmaktayız. 

Her ülkede bu merkezler vardır, ancak maalesef Hıristiyan devrinden beri bunlar kilise tarafından gasp edilmiştir ve her ne kadar etkileri her zaman "azizce" de olmazsa da en hayati olanların başına "Aziz" unvanı konulmuştur. Böylece etkisi konusunda bir ip ucu verecek eski ismi silinip eski geleneksel bilgi kaybolur, çünkü kilise sadece belirli bir deneyim tanımaktadır. O da en duygusal ve ilkel deneyim olan dini coşkudur. Dini coşku da, sırf bu nedenden dolayı sıradan insanlara harika gibi gözükür, çünkü kendinden geçme halidir. Dolayısıyla bencil ve kişisel bir deneyimdir, bireyin belirli bir yönde gelişmesiyle ilgilidir ve fiziksel açıdan neredeyse hep verimsizdir, çünkü bilinçsizdir. Fiziksel etkiyi vurguluyorum, çünkü onun diğer bir planda gizleri veya şuur halleri nedir sadece bulanık bir şekilde algılanabilir. Ruhun tekamülüne nasıl bir etkisi olacağı da pek anlaşılır değildir. 

Kilise tarafından bu kapıları açanlara gösterilse de, pek az yol gösterilir, çünkü yüksek dini duyguları tatmak herkesin harcı değildir ve değerlerin yeni düzenlenmesi yerine şuurun daha da genişlemesi ve maddenin bazı perdelerinin aralanmasına yol açar, bu etki daha önce belirttiğim gibi verimsizdir, çünkü eğitimsiz ve hazırlıksız zihne etkisi o denli yıkıcıdır ki yaşama karşı normal bakış açısını altüst eder. 

Ayrıca bu deneyimlerle ilgili farklı bir yön vardır ve bu konuda pek bir şey söylenmez. Klipotların [Not: Kabalada "kabuklar" anlamına gelen şer güçler, K.M.] yeraltı saraylarına giden karanlık kapılardan giren ve yolları artık normal insanlardan ayrılan kişiler kötülüğe karşı ön yargıları yoğunlaşmış bir şekilde dönerler.

Kadim Mister Okullarında [Not: Kadim çağlarda ezoterik inisiyatik okullar] her bir inisiye dikkatle denetlenip rehberliği yapılırdı. Böylece deneyimler beyhude olmuyordu, yıkıcı olmaları yerine yeniden yapılandırıcı olmaları sağlanıyordu. Bu tür yerlere gidiyoruz ve ne tür deneyim yaşayacağımız bize söylenmiyor. Bunun dışında dini bir tarikatla veya doğayla (muğlak bir terim) temas söz konusu olacaktır. Dolayısıyla negatif/alıcı bir yaklaşımla oraya gidiyoruz, irade ve akıl hazırlıksızdır, dolayısıyla gerçek değer bir duygusal fırtına içerisinde kaybolmaktadır.

Daha önce belirttiğim gibi, yayılan etkinin sırrı eski isimlerde bulunduğunu ve bunun da temeli fiziksel olup yerin derinliklerinde yatan kontaktta yattığını inanıyorum.

Majikal yazılarda her metalin kendine has gezegeni olduğunu, her insanın belirli bir gezegenin etkisi altında olduğunu okuyoruz ve belki bunun arkasında yarın, öbür gün bilim adamları tarafından bilimsel dille ifade edilecek bilimsel bir olgu vardır. 

1928 yılının güneş tutulmasında Dr. Kolisko altın, gümüş, kurşun ve kalay solüsyonları ile bazı deneyler yapmıştı. Güneş tutulmasından önce, sonra ve sırasında çekilen fotoğraflar faaliyetlerinde olağanüstü değişimler göstermekteydi. Bu da semavi hareketlerin bu solüsyonlar üzerinde bir etkisi olduğu, hatta çarpıcı bir etkisi olduğunu göstermektedir. 

Kilisenin tayin ettiği değerler dışında, jeolojik açıdan bu merkezleri, kadim isimleri ve özelliklerini inceleyip merkezleri enerjilendiren belirli gücü tespit etmek ve bu gücü maksadımıza doğru yönlendirme olasılığını görmemiz ilginç olur.

Bu bağlamda çalışarak insanoğlu yeryüzünde fiziksel odaklama noktaları bulunan semavi güçlerle işbirlik yapabilir ve sağlık, güç ve bilgide çok şey kazanabilir.

Her ülkede bir Beyin ve Kalp merkezi vardır, yoksa Ruhsal merkezi mi desek? Bunların da başka ülkelerin benzeri merkezleri ile bağları vardır. Bu bağlar arasında bazen ilginç şekiller ortaya çıkarır. Beyin merkezini tespit etmek kolaydır, çünkü bu doğal olarak o ülkenin başkentidir. Ama kalp veya ruhsal merkez daha belirsizdir ve sadece nispeten bir azınlık tarafından bilinir. Bir ülkede beden de olduğu kadar fazla merkez olması da mümkündür, zira bir ülkenin belirli bir yaşamı ve ruhu vardır.


13 Eylül 2018 Perşembe

Güzel olmak

İllaki güzel armaksa maksadın kendine bak.Oysa ki güzel olmak kendin olmak demektir. Başkaları tarafından kabul edilmen şart değil. Senin kendini kabul etmen gerekir. 

😊

Birini seviyorsan ona sunabileceğin en güzel şey senin varlığındır.


Şimdi ve an.

Şimdi ve anda durduğunda sen bu duyguları yönetirsin.Farkındalık seni diri tutar.Geçmişi düşünürken pişmanlık ve utanç, geleceği düşünürken istek veya korku hissederiz. Ancak tüm bu duygular şimdiki zamandan çıkar ve şu anımızı etkiler. Bu etki çoğu zaman mutlu olmamızı veya doygunluk hissetmemizi sağlamaz. Tüm bu duygularla yüzleşmeyi öğrenmeliyiz. Asla unutmamız gereken en önemli şey geçmişle geleceğin şimdide buluştuğudur. Şimdimize yoğunlaşırsak geçmişi ve geleceği de dönüştürebiliriz. 

11 Eylül 2018 Salı

İspanya iç savaşı..

Bütün savaşlar kötüdür.Savaşları tasvir eden anlatan bir çok resim makale veya film vardır.Ama İspanya iç savaşını anlatan en güzel müzik:Rodrigonun gitar konçertosu ...
Ocak 1936’da İspanyol Sosyalist Partisi’nin, İspanyol Komünist Partisi’nin, Cumhuriyetçi Sol Parti’nin, Cumhuriyetçi Birlik Partisi’nin,Genel İş Konfederasyonu’nun ve bazı küçük sol grupların bir araya gelerek oluşturdukları Halk Cephesi (HC), Şubat 1936 seçimlerini kazanarak iktidar oldu. HC’nin iktidar olmasıyla, iktisadi ve toplumsal ayrıcalıkları ve çıkarları tehlikeye düşen büyük toprak sahipleri, kilise, mali ve ticari çıkar Çevreleri cumhuriyet yönetimini yıkmak üzere harekete geçtiler. Aralarında Franco’nun da bulunduğu bir grup baskıcı general 17-18 Temmuz 1936’da İspanyol Fası’nda HC yönetimine karşı ayaklandı. Aynı gün, İspanya’daki hemen hemen tüm garnizonların da ayaklanmaya katılmalarıyla, 3 yıl sürecek olan İspanya İç Savaşı başlamış oldu.

Cumhurbaşkanı Azana ” ile başbakan Quiroga’nın, İspanyol ordusunun denetimini ele geçiren ayaklanmacılara karşı, halkı silahlandırmaya yanaşmamaları ve son ana değin ayaklanmacılarla anlaşma yolları aramaları, ayaklanmanın hızla tüm İspanya’ya yayılmasında etkili oldu. 19 Temmuz 1936’da başbakan olan Giral Pereira halka silah dağıtma kararını aldığında, 21 kent ayaklanmacılar tarafından ele geçirilmiş durumdaydı.
İç savaşın başlangıcında üstünlük, Madrid ve Barselona’yı, ana sanayi ve madencilik merkezlerini, limanları ve en verimli tarım alanlarını elinde tutan HC yönetiminin elindeydi. Ancak Hitler ve Mussolini’nin ” Avrupa devletlerinin İspanya İç Savaşı ‘na müdahale etmeme kararından yararlanarak ayaklanmacılara doğrudan ve açık destek sağlamalarıyla, iç savaşın yönü ve niteliği değişti. İç savaş, cumhuriyet yönetimiyle ayaklanmacılar arasında bir çatışma olmaktan çıkarak, faşizm ile demokrasi arasında uluslararası düzeyde bir mücadeleye dönüştü.
Ayaklanmacılar, Eylül 1936’da sayıları onbinleri bulan İtalyan askerlerinin ve Alman hava ve
tank birliklerinin yardımıyla, stratejik ve siyasi konumu nedeniyle bir an Önce ele geçirmeyi planladıkları Madrid üzerine saldırıya geçtiler. Ekim 1936’da ayaklanmacılar tarafından hükümet ve devlet başkanlığına getirilen Franco yönetimindeki birlikler, Kasım 1936 ‘da Madrid’i kuşattı. Bu sırada Madrid’te Largo Caballero “· başkanlığında yeni bir HC hükümeti kuruldu. Madrid halkı, HC hükümetinin yanında savaşmak üzere Kasım 1936 ‘da İspanya’ya gelen antifaşistlerden oluşan Uluslararası Tugaylar’ın yardımıyla 4 ay boyunca kuşatma altındaki başkenti savundu. Sonunda kuşatma kırıldı ve faşistler geri çekilmek zorunda kaldı. Francocu birlikler kuzeye doğru yönelirken, Alman uçakları karşı koyma gücünden yoksun sivil halka karşı hava saldırıları düzenleyerek cumhuriyetçi direniş hareketini kırmaya çalıştı. Largo Caballero ‘nun Mayıs 1937’de başbakanlıktan ayrılmasından sonra kurulan Negrin başbakanlığındaki HC hükümeti, yeni bir cumhuriyet ordusu kurdu. Bu ordu, Francocu birliklere karşı bazı başarılar kazandıysa da, Almanya ve İtalya’dan gelen yeni yardımlarla güçlenen faşistler, Mart 1938 ‘de Aragon Cephesi’ni kırdılar. Nisan 1938’de ise Akdeniz’e ulaşarak, cumhuriyet yönetiminin denetimindeki toprakları ikiye böldüler.
Ocak 1939’da Barcelona’yı ele geçiren Franco, Şubat 1939’da Katalonya’yı işgal etti. Aynı tarihte, İngiltere ve Fransa, HC hükümetiyle tüm diplomatik ilişkilerini keserek Franco hükümetini tanıdılar. Sonunda bir tek Madrid ayakta kaldı. HC hükümetinin ve cumhuriyet ordusunun direnmede kararlı olmalarına karşın, Mart 1939’da bir darbeyle Madrid’te yönetimi ele geçiren albay Casado başkanlığındaki Ulusal Savunma Cuntası, Franco’nun koşulsuz teslim çağrısını kabul etti. 28 Mart 1939’da faşist birlikler Madrid’e girdi. 30 Mart 1939 ‘da ise tüm İspanya işgal edildi. Böylece bir milyona yakın kişinin ölümüne, yüzlerce kentin yerle bir edilmesine ve yüzbinlerce İspanyol’un ülkesini terkederek yabancı ülkelere sığınmasına yol açan İspanya İç Savaşı sona erdi.
Kaynak: Türk ve Dünya ünlüleri Ansiklopedisi


Eski medeniyet Hititler de evlilik..

Evlilik bir çok medeneyete ve yaşama göre değişiyor..Yasa metinlerinde evlilik ve cinsellikle ilgili konular da geniş yer tutar. Ancak burada olağan durumlardan çok, sıra dışı vakalar yer alır. Örneğin Hititlerde tabu olan kardeşler arası evlilik konusuna hiç değinilmez. Buna karşılık, yine korkunç olarak nitelenen başka durumlara yer verilmiştir: Baldız, kayınvalide, yenge ve üvey anneyle ilişkide bulunmak -ilgili kişiler evli olduğu sürece- korkunç bir olaydı. Çok olağan karşılanmasa da , ilgili kişilerin eşlerinin ölmesi durumunda bu tür evlilikler de yasaldı (Bir parağrafta levirat evliliği,  dul kadının çocuksuz olması durumunda gerçekleşiyordu).

İki kardeşin ya da baba oğulun aynı özgür ya da köle kadınla ilişkiye girmesi “suç değildi”. Evlilik dışı ya da evlilik öncesi cinsel ilişki de yüz kızartıcı bir durum sayılmıyordu ve fahişeler, özellikle de tapınak fahişeleri belli bir saygınlığa sahipti. (sadece Hititlerde değil)

İlke olarak anneyle öz ya da üvey kızla ve öz oğulla ilişkiye girmek yasaktı. Eşcinsel ilişkiden ise söz edilmemiştir.

Tecavüz olaylarında olayın yaşandığı mekan belirleyiciydi: Nişan bozmak (buna erkek kadar kadının da hakkı vardı), başlık parası ya da çeyiz iadesi ve özgürlerle köleler arası karma evlilikler gibi. Hiç de ender görülmeyen bu sonuncu durumda, bir köle ile evlenen özgür kadın özgürlüğünü yitirmiyordu. Yalnız çok tuhaf bir istisnası vardı.: Eğer erkek bir çoban ya da yöneticiyse, kadın üç yıllığına özgürlüğünü yitiriyordu.

Boşanmalar da hiç sorun yaratmıyordu. İki taraf da aynı haklara sahipti. Ne yazık ki bu konuyla ilgili maddeler kısmen bozulmuştur; ancak bir yerde ” kadın kocayı reddederse”, başka bir yerde “erkek kadını kovarsa” ifadeleri geçer. Demek ki her iki taraf da boşanmayı isteyebilirdi, kimin suçlu olduğu önemli değildi. Gerek kavgalı gerekse barışçıl boşanmalar, eşdeğer ayrılma biçimleriydi. Çocuklar paylaşılır, özel mülkiyet ise sahibine kalırdı. Madde 31 “karma” evlilikle ilgiliydi.; ancak tüm evlilikler için benzer hükümler geçerliydi herhalde.

Sığır, at, koyun ya da küçük hayvanlala cinsel ilişki (sodomi) konulu birkaç madde de vardır. Bu suç, eğer kral merhamet göstermezse, ölümle cezalandırılırdı. Öldürülmeyenler de artık kralın önüne çıkamazdı.

Daha geç dönemlere ait  bir maddeye göre, sodomi artık ölümle cezalandırılmıyor ama hala tiksinti uyandırıyordu: Yakalan kişi krala yaklaşamaz ve rahip olamazdı.

Not: Bir adam bir domuz ya da köpekle cinsel ilişkiye girerse, cezası ölümdür. Sarayın kapısına götürülür; kral onu ya ölüme mahkum eder ya da başka bir ceza verir. O adam artık kralın huzuruna çıkamaz. Bir sığır bir adamı taciz ederse, sığır öldürülür, adam öldürülmez. Adamın yerine bir koyun alınır ve o öldürülür. Eğer domuz bir adamı taciz ederse, bu suç değildir.

Kadın ya da erkek kölelerin ve tek yaşayan kadınların da hak arayabileceği özellikle vurgulanmıştı. Belki de, Hitit çekirdek bölgesi için çok olağan olmasına karşın yeni katılan ülkeler için eşitlik kavramının yeni olması nedeniyle gerekmişti bu ek bilgi. Kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla, bunun yanında yerel ceza uygulamaları da dikkate alınmalıydı (örneğin ölüm cezası yerine sürgün cezası).

Kısacası Hitit mahkemeleri halka açıktı, herkes eşitti ve yargıç tarafsız ve dürüst olmak zorundaydı; ekmek ve bira gibi en masum armağanları bile kabul etmek yasaktı. Yargı sürecinin kendisi de çok modern bir görnümdeydi -mahkeme süresi de günümüzden pek farklı değildi: Suçlama ve savunma amacıyla çok sayıda tanık çağırmak ve yemin altında sorgulamak çok olağandı. Tüm tanık ifadeleri kayda geçirilirdi.

III. Hattuişili döneminde, zimmete geçirme suçlamasıyla üst düzeyde bir tapınak görevlisine karşı açılan davanın zabıtları bulunmuştur: Bu davada en az 30 tanık dinlenmişti. Ancak bu çok basit bir dava değildi.: Ne de olsa davacı Kraliçe Puduhepa’nın ta kendisiydi çünkü zimmete geçirilen mallar kişisel mülk değil, tapınak malıydı.

Doğal olarak, bu durumda kral yargıçlık yapamazdı. Oysa ölüm cezası gerektiren suçlarda, bu görevi kralın kendisi üstlenirdi. Bu vakada, davalının suçlu bulunması durumunda, en ağır cezayı verip vermemek kralın elindeydi. Hattuşili ölüm cezası yerine sürgün cezası vermeyi yeğleyen bir kraldı.

Başka dava konularında da kral doğrudan mahkemeyi yönetebiliyordu. Sınır komutanına hitaben yazılan bir talimatnamede de, II. Tuthaliya talimatlarındaki hükümlerin aynısı vardı: “Eğer dava çok büyürse, onu güneşimin (kralın) önüne getirin”.

Demek ki Hitit hukukunda, davayı üst mahkemeye sevketme anlayışı vardı. İki dünyevi mahkemenin yanında bir de göksel mahkeme söz konusuydu: Yasalar tanrılar tarafından getirilmişi ve insan olsun hayvan olsun, herkes buna uymak zorundaydı. Dünyevi adaletin pençesinden kurtulanlar, tanrıların gazabından kurtulamıyordu çünkü onları yanılmak mümkün değildi; her şeyi bilirlerdi ve onlardan kimse kaçamazdı, tüm soyu sorumlu tutabilirlerdi. Yemini ya da yaptığı antlaşmayı bozanlar, çocuklarının çocuklarını bile etkileyen bir ceza bekleyebilirdi.

Kaynak: Hititler- Birgit Brandau, Hartmut Schickert

Asil ve ruhani renk :Beyaz.

Auramızı,saflığımızı ve düşünce yapımızı belirleyen Beyaz Rengin anlamı ve insan üzerindeki psikolojik etkileri

Bütün renkleri içerisinde barındıran beyaz renk, saflığın ve temizliğin simgesidir. Soğuk kanlılığı, asaleti, masumiyeti, istikrarı ve devamlılığı temsil eder. Huzur ve güven verir. Düşünce gücünü arttırır. Aynı zamanda insana hüzün veren, dertlerini ve sıkıntılarını hatırlatan bir yanı da vardır. Belki de bu yüzden, Uzak Doğu Asya ülkelerinde ve özellikle Çinliler arasında beyazın matem rengi olduğuna inanılmaktadır.

Renklerin mekanlar üzerindeki etkisi yatsınamaz. Evinizdeki oturma odanızın ya da iş yerinizdeki çalışma ortamınızın duvarlarındaki ve eşyalarındaki hakim renkler sizin ve o ortamda bulunan diğer kişilerin algılarını ve ruh hallerini belli ölçüde etkileyecektir. Bu nedenle, renk seçimi yaparken bunları da göz önünde bulundurmak ve kullanılan mekanın ruhuna uygun renkler seçmek gerekir.

Beyazın anlamıMekanlar ve algı açısından bakarsak, beyaz renkle boyanan mekanlar daha geniş ve ferah olarak algılanır. Bu etkisinden dolayı, özellikle banyo, mutfak ve benzeri dar mekanlar ile misafir odaları için uygun bir tercih olabilir. Bununla birlikte, bütün renklerle uyum sağlayan, tamamlayıcı ve dengeleyici bir renk olarak diğer mekanlarda da rahatlıkla kullanılabilir. Işığı yansıtan beyaz renk, az ışık alan mekanların aldığı ışığı mekan içinde yansıtarak mekanın daha aydınlık olmasını sağlar.

Temizliği ve sağlığı çağrıştırdığı için, beyaz renk başta hastaneler ve ilaç firmaları olmak üzere sağlık alanında oldukça sık kullanılır. Hatta dikkat ederseniz neredeyse bütün ilaç kutuları beyaz renktedir.

Giysilerinde beyaz renk tercih edenler çevrelerince daha istikrarlı, güvenilir ve temiz olarak algılanırlar. Ayrıca, insanı olduğundan daha genç gösterir ve çoğu zaman makyaj yapmaktan daha etkilidir.

Beyaz rengi seven insanlar genellikle, temizliği, aydınlığı ve düşünmeyi seven, hayal dünyası geniş, soğuk kanlı ve uzlaşmacı kişilerdir.

Her renk gibi beyaz renk de insan sağlığı üzerinde çeşitli etkilere sahiptir. Yapılan araştırmalar özellikle, akciğer ve bağırsak hastalıkları ile şeker hastalığının tedavisinde beyaz renkten faydalanılabileceğini göstermektedir.


10 Eylül 2018 Pazartesi

Duyu dışı algılar .

Parapsikoloji Araştırmalarının İlk Yılları ve SPR :
Parapsikoloji araştırmalarının yakın tarihi, başlıca iki kuruluşa dayanmaktadır;
1- “Klasik” anlamda deneyleri ile ilk adımları atan, 1882 kuruluş tarihli İngiliz Psişik Araştırma Derneği (SPR).
2- Parapsikolojik olayları, istatistik, matematik analiz ve mekanik kontroller uygulaması şeklinde katı bilimsel yöntemlerle incelemeyi yeğleyen Dr.J.B. Rhine’ın 1932’de North Carolina, Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde kurduğu Parapsikoloji Laboratuvarı.
19. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’de, insanlığın benimsediği dünya görüşünün boşluğunu, değersizliğini artık iyice anlamış olan birçok aydın kişi vardı. Bunların arasından, araştırmacılar ve bilim adamlarından oluşan ve önceleri dağınık bir halde, sonradan ise örgütlenmiş bir bünye şeklinde, ufak bir grup çıktı. Bu kişiler, Psişik Araştırma Derneği’nin (SPR: Society for Psychical Research) kurucularıydı. İnsanı sadece bir makine olarak tanımlayan görüşle tatmin olmayıp bunalarak, alışagelmiş bilim tarafından ihmal edilmiş olan ve insanın gerçek yapısına daha bir ışık tutabilme ümidini taşıyan her tür olayı incelemeye koyuldular.

SPR’nin İlk Üyelerinden; Jung, Freud, Janet : 
SPR’nin ilk kurucuları en yüksek seviyeden aydın kişilerdi; sonradan Cambridge Üniversitesi’nde ahlak felsefesi profesörü olan Henry Sidgwick, klasik araştırmacı ve şair F.W.H. Myers ve sonradan “sir”‘ ünvanı alan fizikçi William Barrett. Hepsi de tek bir nokta-da birleşiyorlardı: ” 19. yüzyıl biliminin kendilerini içine sürüklediği materyalist mekanik kördüğümden çıkacak bir yol bulmak. ”
SPR’nin 1882’deki kuruluşunu izleyen yıllarda derneğin üyeleri, bütün ayrıntıları dikkatle kontrol ederek ve tanıklarla görüşerek yüzlerce olay hakkında bilgi topladılar. Bunların yanısıra, yürüttükleri değerli birçok psikolojik araştırmanın arasında, “histeri” ve “çoğul kişilik” olayları ile “rüyalar” ve “halüsinasyonlar” da yer alıyordu. İnceledikleri ve o gün için “açıklanamaz” olan konuların hemen hepsi bugün ılımlı bilim tarafından dahi kabul edilir olmuştur.

Aralarında Freud, Janet ve Jung’un da bulunduğu ilk psikoterapistlerin çoğu derneğin üyesiydi. Sigmund Freud, 24 Temmuz 1921 tarihinde Hereward Carrington’a yazdığı bir mektupta, “Ben, adına ‘okült fenomenler’ denilen ‘fenomenlerin’ araştırılmasını, bilim dışı, değersiz ya da zararlıdır diye daha başlangıçtan reddedenlerden değilim. Eğer, şimdi olduğum gibi bilim kariyerimin sonunda değil de, başında olsaydım, belki de, tüm zorluklarına rağmen, daha başka bir araştırma alanını seçmezdim.” demiştir. Sigmund Freud, rüyalarda telepatik unsurların izine rastlanmasının üzerine, “Uyku telepati için uygun şartlar oluşturur.” görüşünü ileri sürmüştü. Freud daha sonra da telepati hakkında ilginç bir sonuca varmıştı: “Telepati, en eski çağlarda bireylerin birbirlerini anlamak için kullandıkları ve evrimsel gelişim sırasında, duyu organlarınca algılanan işaretler vasıtasıyla anlaşmak gibi daha iyi bir metodun ortaya çıkmasıyla arka plana atılan orijinal metot olabilir. Fakat, bu türden çok eski metotlar, arka planda mevcudiyetlerini sürdürmüş olabilir ve hala daha belirli şartlar altında tezahür edebilirler … “ Freud, 1935 yılında Macar yazar Comelius Tabori’nin, paranormal fenomenler hakkındaki düşüncelerini sorması üzerine, şunları söylemişti: “Düşüncelerin aktarımı, geçmişin ya da geleceğin hissedilme imkanı sadece tesadüfi olamaz. Bazıları, benim ihtiyarlığımda bunamış olabileceğimi söylüyorlar. Hayır, böyle olduğunu sanmıyorum. Sadece, bütün hayatım boyunca, yeni yeni ortaya konulan gerçekleri tevazuyla ve seve seve kabul etmeyi bilmişimdir.”

Psikiyatr ve parapsikologlardan Dr. Jule Eisenbud, Freud’un, parapsikolojiye olan kat-kısını şöylece özetliyordu: “Telepatinin ve ilgili fenomenlerin etüdündeki en büyük adımlardan biri, Freud’un, başka türlü tanınamayacak durumdaki bir telepatik olayın psikoanalizini ortaya çıkarabileceğini gözlemlemesiyle atılmıştır.”
Freud’un öğretmenlerinden, Fransız Pierre Janet de yirmi kadar hastasının, hipnoz altındayken telepatik deneyimler geçirdiklerini gözlemlemiştir. 1884’te Leonie adındaki bir hastasını hipnotize eden Janet, uzak bir mesafeden bu süjeye (üzerinde deney yapılan kişiye) zihni emirler göndermişti. Örneğin, zihninden, süjenin bir lambayı yakmasını geçirdiğinde, Leonie buna olumlu karşılık veriyordu. Bir keresinde, kardeşi Paul Janet, kazara kolunu incittiğinde, az ötedeki hipnotize olmuş hastası bağırmış, kendi dirseğini ovuşturmuştu.

Tıp öğrencisi olduğu gençlik günlerinden son günlerine kadar parapsikoloji ve spiritüalizmle çok yakından ilgilenen Carl G. Jung ise, “açıklayamadığı her şeyi bir hile olarak kabul etmek yanılgısına düşmeyi” reddediyordu. 1919 yılında SPR’de verdiği bir konferansın, “Bütün Eserleri”nin ( Collected Works, 1947) arasında yayımlanan ikinci baskısında yer alan bir dipnot oldukça ilginçtir: ” … Söz konusu olayların üzerine tamamıyla psikolojik bir yaklaşımla eğilmenin yeterli olacağından kuşkuluyum. Sadece, parapsikolojinin buluşları değil, bunların yanısıra “Psişe’nin Tabiatı Üzerine” (On the Nature of the Psyche) adlı kitabımda özetlenmiş olan kendi kuramsal düşüncelerim de beni, nükleer fiziğin sahası ile mekan-zaman sürekliliği kavramına değinen belirli postülalara sürükledi. Bu da, psişenin hemen temelinde yatan ‘transpsişik gerçek’ sorununu ortaya çıkarmaktadır.” Jung, bu sözleriyle, parapsikolojinin günümüzde yapacağı atılımları ve alacağı yönü önceden nasıl sezdiğini ortaya koymaktadır.
Jung’un geliştirdiği ve parapsikolojiyi ilgilendiren önemli bir kavram da “eşzamanlılık”tır (synchronicity-tevafuk). Kendisinin, “nedensel olarak değil de anlamlı bir şekilde bağıntılı olan bir olayın aynı anda oluşması” diye tanımladığı bu olgu, olayların paranormal bağlılaşmasını belirler (Synchronfcity: An Acausal Connecting Principle, London, Routledge and Kegan Paul, 1972). Jung’un parapsikoloji çalışmaları ile genel kuramları üzerine geniş bilgi için, özellikle, Aniela Jaffe’nin yazdığı şu kaynaklara başvurmak gerekir:
1. “C.G. Jung and Parapsychology,” International Journal of Parapsychology, vol. 10, no. 1 (Spring 1968). 
2. From the Life and Work of C.G. Jung, N.Y., Harper Colophon Books, 1971.

Dr. Rhine’nın Çalışmaları ve ESP Terimi :
Yüzbinlerce defa ve binlerce değişik kişiyle uygulanan deneyler sonucunda, durugörü ile telepati gerçeği üzerine yeterli kanıt topladığına inanan Dr. Rhine, 1934’te, “Duyudışı Algılama” (Extra-Sensory Perception) adında, Dr. Mc Dougall’ın önsözünü taşıyan bir kitap yayımladı. Rhine ve arkadaşlarının hiç beklemediği bir şekilde, bu kitap aşırı bir ilgi gördü. Gazete ve dergiler parapsikoloji araştırmaları üzerine yazılar yayımlamaya başladılar. “ESP” deyimi artık evlere girmiş, “kart tahmini” popülerleşmişti. Olumlu ilgi ile birlikte olumsuz muhalefet de doğal olarak kendini gösterdi. Ancak, artık tohumlar ekilmiş, “parapsikoloji” bilimin önemli bir dalı olarak, tüm ağırlığıyla uluslararası platformdaki yerini almaya başlamıştı bile.
Yazar Hereward Carrington’un 1930’larda okuyucularına sunduğu bir listede, parapsikolojik araştırma derneklerine sahip ülkelerin -öncü derneklerin ülkeleri hariç- adları yer alıyordu: Avusturya, Rusya, İspanva, Portekiz, Hollanda, Belçika, İsviçre, Yunanistan, Polonya, Türkiye, İzlanda, Japonya, Meksika, Kanada, İrlanda, Avustralya,Yeni Zelanda, Güney Afrika, Hindistan, Çin ve Arjantin. Gayrıresmi kuruluşlar ise, aşağı yukarı dünyanın her ülkesinde mevcuttu.

PK’nin Parapsikoloji Kapsamına İlk Girişi :
Parapsikoloji araştırmalarının giderek dünya çapında önem kazanmasının yanısıra, parapsikolojinin inceleme alanı da üzerine eğilinmesi gereken yeni olayların saptanmasıyla birlikte genişliyor, yepyeni boyutlara ulaşıyordu. 1937’de Dr. McDougall’ın editörlüğü altında yayın hayatına başlayan Journal of Parapsycology dergisinin, altı yıl süresince telepati, durugörü ve kehanet üzerine yürütülen başarılı deneyleri yayımladıktan sonra birden Mart 1943 sayısında yeni ve çok daha ilginç bir olayla ilgili raporları içerdiği görüldü.
Deneycilerin iddiasına göre, insan düşüncesinin fiziki bir nesneyi doğrudan etkileyebileceğine dair kanıtlar mevcuttu. “Zihnin maddeye hakimiyeti” etkisi (mind-over-matter effect) ile ilgili bu olayı açıklamak için PK: “psikokinezi” (pyckokinesis) terimi kullanıldı.
Bu kez, daha değişik bir tekniği gerektiren “zar atma” deneyleri ile bu melekenin de gerçekten var olduğu kanıtlanınca, PK de ESP’yi bütünleyici bir olay olarak, parapsikoloji araştırmalarının kapsamına girdi. Aslında, Dr. J. B. Rhine, PK’nin mevcudiyetini durugörünün mevcudiyetinin mantıksal bir sonucu olarak görüyordu. Durugörü şeklinde ortaya çıkan bir algılama sırasında fiziki bir nesnenin farkına varabilen zihin çok az da olsa bu nesne üzerine belirli bir güçle etki ediyor olmalıydı. Madde zihni etkileyebiliyorsa, zihin de maddeyi etkileyebilmeliydi. Dolayısıyla, “Rhine Ekolü”nün izleyicilerine göre, sinir sisteminin “duyumsal ve devimsel” veçhelerine tekabül eden ESP ile PK, yani duyudışı algılama ile psikokinezi, kardeş olaylardı.

PSİ’nin Parapsikoloji Terimine İlk Girişi :
1947 yılında, Cambridge Üniversitesi parapsikologlarından, 1942-44 yılları arası SPR’nin başkanlığını yapmış Dr. R.H. Thouless, ESP ile PK olgularının tümünün tek bir ad; PSİ terimi ile tanımlanmasını önerdi. “Psi”, zihin ya da ruh anlamına gelen, Grekçe “psişe” kelimesinin ilk harfi, Grek alfabesinin de “yirmi üçüncü” harfi oluyordu. Zihnin, bedenin duyumsal ya da hareketli uzuvlarını hiç kullanmaksızın madde ile etkileşmesinin herhangi bir biçimde ortaya çıkışına, bugün, “Psi-etkisi” ya da “Psi-olayı” demekteyiz. Parapsikoloji de, kısaca, “Psi-incelenimi” olarak tanımlanabilir. Bu terimin tamamıyla benimsenip, oldukça geniş kapsamda kullanılmasının yanısıra, eski ESP ve PK terimleri de etkinliğini sürdürmektedir.

Duke Üniversitesi Parapsikoloji Laboratuvarı’nın etkinliğini sürdürmesinin yanısıra, 1951 yılında kurulan Amerikan Parapsikoloji Vakfı (Parapsychology Foundation) da araştırma bursu sağlayan, öğrenci ve araştırmacılar için güzel bir kitaplığı olan, uluslararası seminerler düzenleyen, diğer enstitü ve grupların çalışmalarına yardımcı olan, parapsikoloji üzerine en son gelişmeleri içeren bir bülten yayımlayan ve Fransa’da Avrupa için bir Parapsikoloji Merkezi kuran, oldukça önemli bir kuruluş olarak ortaya çıktı.

Kaynak: Emrullah Tekin- X Files, Gizli Parapsikoloji Araştırmaları.

Yüzüklerin Efendisi romanında yer alan en önemli karakterlerin hangi mitolojilerden alındığını karşılaştırmalı ve detaylı olarak anlatan inceleme-araştırma çalışması yayımlandı. Bugüne kadar sayısız araştırma yapıldı. Kitaplar, makaleler yazıldı. Ancak tam anlamıyla deşifre edilemedi. Bu konuda rehber bir kitap olacak. Kısacası, Tolkien’in romanı yazarken yaptığı kokteyli nasıl hazırladığını göreceksiniz. Bunun yanında Türk kültürünün diğer kültürlerle olan derin bağlarını da. 

9 Eylül 2018 Pazar

3 Kere Hermes..


Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
Gizemli Hermes..Hermetizm'in temeli olan ve bir dizi kutsal metinlerin yazdığı Hermetika (Hermetik Corpus) 'a göre Hermes Trismegistus gizemli bir isimdir.

Birçok yazar onu Yunan Tanrısı Hermes ve Mısır Tanrı Thoth ile ilişkilendirir. Örneğin Thot, bilgiyle yoğun bir şekilde ilişkiliydi. Mısır mitolojisinde, Toth kozmosta düzeni sürdürmede çok önemli bir rol oynamıştır ve büyük ölçüde sihir, yazı ve bilimin gelişimi ile ilişkilendirilmiştir.

Antik Yunan mitolojisinde Hermes, din ve mitoloji Tanrısı olarak anılmıştır. Sık sık tanrıların elçisi ve habercisi olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Hermes, Roma tanrısı Merkür ile tanımlanır.

MISIR İLE BAĞLANTISI
Gizli literatürde Hermes Trismegistus'dan simyayı yaratan ve günümüzde hermetizm olarak bilinen metafizik inanç sistemi geliştiren bir Mısır bilgesi olarak Thoth ile eşdeğer tutulur.

Bir dizi orta çağ düşünürü için Hermes Trismegistus, Hristiyanlığın ortaya çıkışını açıklayan putperest bir peygamberdi.


Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
ZÜMRÜT TABLET VE ISAAC NEWTON
Simya çalışmaları onunla bağlantılıydı, Zümrüt Tablet bizzat Isaac Newton tarafından Latince'den İngilizceye tercüme edilmiştir.

Bu, Isaac Newton’un Zümrüt Tablet çevirisidir. Cambridge Üniversitesi'nin Kral Kütüphanesi'nde bulunan simya makaleleri arasında keşfedilmiştir.

Hiç yalan olmadan doğrudur , kesindir ve çok gerçektir.
Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.
Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden , bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.
Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, toprak beslemiştir.
Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter.
Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı
Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek , ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak. Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak; bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.
Bu bütün kuvvetlerin en kuvvetlisi; çünkü her sübtil şeyi yenecek, her katı şeyin içine girecek.
Dünya da böyle yaratıldı.
Hayranlık verici biçimler bundan çıktı , bunların ortamı buradadır.
Bu yüzden bana Üç Kere Büyük Hermes denir , çünkü bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de bana aittir. Güneş’in yaptıkları hakkındaki söylediklerim böylece bitiyor ve tamamlanıyor.
Ayrıca felsefede Hermes Trismegistus ile yoğun bir şekilde bağlantılıdır.
Bununla birlikte, varlığı hakkında kesin kanıtların bulunmaması nedeniyle özellikle de ezoterizmin yeniden dirilişinden sonra bir tarihsel figür olarak Orta Çağ'da hayali bir biçimde inşa edilmiştir.

Avrupalı simyacılar Zümrüt Tablet'i sanatlarının ve hermetik geleneklerinin temeli olarak kabul ettiler.

Eski Mısır inançlarına göre, tanrılar eski Mısır'ı fani firavunlardan daha önce yönetmiştir. Bu Tanrılar uygarlaşmış ölümlü kurallarını onların bilgilerine aktarıyordu.

Mısır tanrısı Thoth, bilgelik tanrısı ve sihirbazların koruyucusuydu. Ayrıca tanrıların bilgisini içeren kayıtların koruyucusu ve katibi idi.

İskenderiye'li Klement, Mısırlıların, Mısır rahiplerinin bütün öğretilerini içeren büyülü/cinli 42 kutsal yazıya sahip olduğunu tahmin ediyor. İskenderiye'li Klement, İskenderiye Hristiyan Okulunda ders veren bir Hristiyan ilahiyatçıydı.

İKİ TANRININ BİRLEŞMESİ
Sonunda Yunan Tanrısı Hermes ve Mısırlı meslektaşı Thoth astroloji ve simyanın koruyucusu olarak birleştirildi.

Hermes Trismegistus'a atfedilen sağ kalan metinler olan Asclepius ve Hermetik Öğreti, Hermetica'nın en önemlileridir.

Rönesans sırasında, Hermes Trismegistus'un Hz.Musa'nın moderni olduğunu kabul eden birçok bilim adamı geldi. Sonunda, bu fikir, Hermetik yazıların MS ikinci veya üçüncü yüzyıldan daha önce yazılmamış olduğu anlaşıldıktan sonra ortadan kalktı.
Ayrıca Seyyid Ahmed Amiruddin gibi bazı yazarlar, Hermes Trismegistus'un Gize Piramitlerinin kurucusu olduğuna inanmaktadır.

Diğer alimler, Hermes Trismegistus ve Hz. Muhammed arasında bir bağlantı olduğunu söylemektedirler.

Mi’raj gecesinde cennete seyahat ettiğine inanılan Hz. Muhammed, Arap soy bilimcilerin iddialarına göre Hermes Trismegistus'un soyundan gelebilir. Suriye'deki Memluk döneminden çok etkili bir tarihçi, yorumcu ve bilgin İbn Kesir şöyle demiştir:

“İdris'e gelince… O, bir soy bilimciye göre Hz.Muhammed'in soy ağacı zincirinde bulunmaktadır… İbn İshak, kalemle yazan ilk kişi olduğunu söylüyor. Onunla Adem'in hayatı arasında 380 yıllık bir süre vardı. Akademisyenlerin çoğu, bunun hakkında ilk konuşanın o olduğunu iddia ediyorlar ve ona Üçlü Hermes [Hermes Trismegistus], ”- İsmail ibn Kathir (kaynak) diyorlar
."

Evrensel bir ırkız..😊😊😊

DÜNYA DIŞI VARLIKLAR 780.000 YIL ÖNCE HOMOSAPİENLERİN GENETİK MÜHENDİSLİĞİNİ YAPTILAR!

Bir soru:Bu dünyaya ait olup olmadığımzı kim ve nasıl belirliyor.Karbon denemeler bir çok araştırmalar veya arkeoloji gibi bilimsel ögeler de tesbit ediyor.O da tamam ama bu veya şu bu dünyaya aittir veya değildir demek fazla iddialı değilmidir.. Bilimsel çalışmalar bir varsayım üzerine kurulur ve onu kanıtlamaya çalışır..Bu çalışmalar tam bir kanıt bulununcaya kadar devam eder... İlk insanlar yaklaşık 4 milyon yıl önce Dünya'da ortaya çıktılar, fakat insanın evrimi ile ilgili yeni kanıtlar, bu Homininlerin küçük bir grubunun eski yabancı ziyaretçiler tarafından ilk Homosapienleri yaratmak için genetik olarak değiştirildiğine dair kanıtlar olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırmacı ve yazar Daniella Fenton, insanlığın en eski kökenlerine ve 800.000 yıl öncesine kadar beyin gelişiminin ani hızlanmasına derinlemesine bir bakış atıyor. Bu araştırma, yüksek ihtimalli bir şeyin açığa çıkmasına neden oldu.

Bu da Homosapienlerin 780.000 yıl önce Pleiades yıldız kümesindeki bir solucan deliğinden gelen eski astronotlar tarafından yaratılmasıdır.

Kan bağları ve genetik bilimi konusunda uzman olan Avustralyalı araştırmacı, modern primat türleriyle kıyaslandığında insanları anormal olarak işaretleyen çok sayıda genetik değişiklik ortaya çıkarmış, bazıları ise ileri genetik mühendisliği tarafından daha iyi açıklanabilecek kadar aşırı seviyededir.

Daniella Fenton, “Hibrid İnsanlar: 800,000 Yıllık Eski Uzaylı Mirasımızın Bilimsel Kanıtı” başlıklı kitabında, beyin büyüklüğü, sinir yapıları ve bilgi işlemeyle ilişkili genlerdeki bir dizi önemli değişikliği vurgulamaktadır. Bu değişimler, aniden tamamen “sözde DNA” denilen ve tükenmiş, kopyalanmış ve tekrar yerleştirilmiş gen parçalarından oluşan genleri içerir.

Fenton, Kromozom-2'nin esrarengiz füzyonunu, 780.000 yıl öncesindeki diğer değişiklikler ile aynı zamanda, dünya dışı deneylerin bir başka kanıtı olarak görür. Bu füzyon, Neandertaller ve Denisova'lar dahil olmak üzere tüm büyük beyinli insan tiplerinde bulunur, ancak diğer primat türlerinde yoktur.

O, kromozom-2 füzyonunun, sonraki jenerasyonda ortadan kaybolan tek bir hata olması gerektiğini veya belki de 48 taşıyanların daha önemli bir sayısı arasında 46 kromozomlu küçük bir popülasyona yol açabileceğini açıklamaktadır. 780.000 yıl önce 'mutasyon' sergilenmişti. Bu, füzyonla ilişkili çok büyük bir yararın olduğunu ve önemli sayıda bireyde aniden ortaya çıktığını ve kromozom-2'nin kalıcı ve baskın bir özellik haline gelmesine neden olduğu bir gerçektir. Bu ise insan genomunda bilinen doğal mutasyonlara uymaz.

Fenton şöyle açıklıyor: "Birileri kromozom-2 füzyonu taşıyabilen üreme çiftini yarattı. Kromozom modifikasyonu, beyin gelişimi, bağışıklık sistemi ve üreme süreçleri üzerinde etki yaratacak şekildedir."

İnsanlar aynı zamanda FOXP2 geninde, sinaptik bağlantıyı değiştiren ve yeni deneyimleri rutin prosedürlere dönüştürme yeteneğimizi geliştiren benzersiz değişiklikler taşırlar, bu da anlamlı konuşma üretme yeteneğimiz üzerinde muazzam bir etkiye sahipti. Fenton, bu değişimin diğer primatlarda gözlenmediğine dikkat çekiyor ve yaratıcılarımızın, yeni alışkanlık davranışlarını, özellik dilinin kullanımını hızlı bir şekilde oluşturabilmemizi istediği anlaşılıyor.

Fenton konuyla ilgili şunu söylüyor: "Bizi bilgilendiren şeyler sadece 780.000 yıl önceki genetik değişimler değildir. Homo sapienler yabancı varlıklar tarafından yaratılan bir türdür; aynı zamanda, bu yıldız insanlarının geride bıraktığı fiziksel malzemeyi, zaman içinde aynı spesifik noktaya tarihlenen materyaller olarak tanımladık."