Parapsikoloji Araştırmalarının İlk Yılları ve SPR :
Parapsikoloji araştırmalarının yakın tarihi, başlıca iki kuruluşa dayanmaktadır;
1- “Klasik” anlamda deneyleri ile ilk adımları atan, 1882 kuruluş tarihli İngiliz Psişik Araştırma Derneği (SPR).
2- Parapsikolojik olayları, istatistik, matematik analiz ve mekanik kontroller uygulaması şeklinde katı bilimsel yöntemlerle incelemeyi yeğleyen Dr.J.B. Rhine’ın 1932’de North Carolina, Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde kurduğu Parapsikoloji Laboratuvarı.
19. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’de, insanlığın benimsediği dünya görüşünün boşluğunu, değersizliğini artık iyice anlamış olan birçok aydın kişi vardı. Bunların arasından, araştırmacılar ve bilim adamlarından oluşan ve önceleri dağınık bir halde, sonradan ise örgütlenmiş bir bünye şeklinde, ufak bir grup çıktı. Bu kişiler, Psişik Araştırma Derneği’nin (SPR: Society for Psychical Research) kurucularıydı. İnsanı sadece bir makine olarak tanımlayan görüşle tatmin olmayıp bunalarak, alışagelmiş bilim tarafından ihmal edilmiş olan ve insanın gerçek yapısına daha bir ışık tutabilme ümidini taşıyan her tür olayı incelemeye koyuldular.
SPR’nin İlk Üyelerinden; Jung, Freud, Janet :
SPR’nin ilk kurucuları en yüksek seviyeden aydın kişilerdi; sonradan Cambridge Üniversitesi’nde ahlak felsefesi profesörü olan Henry Sidgwick, klasik araştırmacı ve şair F.W.H. Myers ve sonradan “sir”‘ ünvanı alan fizikçi William Barrett. Hepsi de tek bir nokta-da birleşiyorlardı: ” 19. yüzyıl biliminin kendilerini içine sürüklediği materyalist mekanik kördüğümden çıkacak bir yol bulmak. ”
SPR’nin 1882’deki kuruluşunu izleyen yıllarda derneğin üyeleri, bütün ayrıntıları dikkatle kontrol ederek ve tanıklarla görüşerek yüzlerce olay hakkında bilgi topladılar. Bunların yanısıra, yürüttükleri değerli birçok psikolojik araştırmanın arasında, “histeri” ve “çoğul kişilik” olayları ile “rüyalar” ve “halüsinasyonlar” da yer alıyordu. İnceledikleri ve o gün için “açıklanamaz” olan konuların hemen hepsi bugün ılımlı bilim tarafından dahi kabul edilir olmuştur.
Aralarında Freud, Janet ve Jung’un da bulunduğu ilk psikoterapistlerin çoğu derneğin üyesiydi. Sigmund Freud, 24 Temmuz 1921 tarihinde Hereward Carrington’a yazdığı bir mektupta, “Ben, adına ‘okült fenomenler’ denilen ‘fenomenlerin’ araştırılmasını, bilim dışı, değersiz ya da zararlıdır diye daha başlangıçtan reddedenlerden değilim. Eğer, şimdi olduğum gibi bilim kariyerimin sonunda değil de, başında olsaydım, belki de, tüm zorluklarına rağmen, daha başka bir araştırma alanını seçmezdim.” demiştir. Sigmund Freud, rüyalarda telepatik unsurların izine rastlanmasının üzerine, “Uyku telepati için uygun şartlar oluşturur.” görüşünü ileri sürmüştü. Freud daha sonra da telepati hakkında ilginç bir sonuca varmıştı: “Telepati, en eski çağlarda bireylerin birbirlerini anlamak için kullandıkları ve evrimsel gelişim sırasında, duyu organlarınca algılanan işaretler vasıtasıyla anlaşmak gibi daha iyi bir metodun ortaya çıkmasıyla arka plana atılan orijinal metot olabilir. Fakat, bu türden çok eski metotlar, arka planda mevcudiyetlerini sürdürmüş olabilir ve hala daha belirli şartlar altında tezahür edebilirler … “ Freud, 1935 yılında Macar yazar Comelius Tabori’nin, paranormal fenomenler hakkındaki düşüncelerini sorması üzerine, şunları söylemişti: “Düşüncelerin aktarımı, geçmişin ya da geleceğin hissedilme imkanı sadece tesadüfi olamaz. Bazıları, benim ihtiyarlığımda bunamış olabileceğimi söylüyorlar. Hayır, böyle olduğunu sanmıyorum. Sadece, bütün hayatım boyunca, yeni yeni ortaya konulan gerçekleri tevazuyla ve seve seve kabul etmeyi bilmişimdir.”
Psikiyatr ve parapsikologlardan Dr. Jule Eisenbud, Freud’un, parapsikolojiye olan kat-kısını şöylece özetliyordu: “Telepatinin ve ilgili fenomenlerin etüdündeki en büyük adımlardan biri, Freud’un, başka türlü tanınamayacak durumdaki bir telepatik olayın psikoanalizini ortaya çıkarabileceğini gözlemlemesiyle atılmıştır.”
Freud’un öğretmenlerinden, Fransız Pierre Janet de yirmi kadar hastasının, hipnoz altındayken telepatik deneyimler geçirdiklerini gözlemlemiştir. 1884’te Leonie adındaki bir hastasını hipnotize eden Janet, uzak bir mesafeden bu süjeye (üzerinde deney yapılan kişiye) zihni emirler göndermişti. Örneğin, zihninden, süjenin bir lambayı yakmasını geçirdiğinde, Leonie buna olumlu karşılık veriyordu. Bir keresinde, kardeşi Paul Janet, kazara kolunu incittiğinde, az ötedeki hipnotize olmuş hastası bağırmış, kendi dirseğini ovuşturmuştu.
Tıp öğrencisi olduğu gençlik günlerinden son günlerine kadar parapsikoloji ve spiritüalizmle çok yakından ilgilenen Carl G. Jung ise, “açıklayamadığı her şeyi bir hile olarak kabul etmek yanılgısına düşmeyi” reddediyordu. 1919 yılında SPR’de verdiği bir konferansın, “Bütün Eserleri”nin ( Collected Works, 1947) arasında yayımlanan ikinci baskısında yer alan bir dipnot oldukça ilginçtir: ” … Söz konusu olayların üzerine tamamıyla psikolojik bir yaklaşımla eğilmenin yeterli olacağından kuşkuluyum. Sadece, parapsikolojinin buluşları değil, bunların yanısıra “Psişe’nin Tabiatı Üzerine” (On the Nature of the Psyche) adlı kitabımda özetlenmiş olan kendi kuramsal düşüncelerim de beni, nükleer fiziğin sahası ile mekan-zaman sürekliliği kavramına değinen belirli postülalara sürükledi. Bu da, psişenin hemen temelinde yatan ‘transpsişik gerçek’ sorununu ortaya çıkarmaktadır.” Jung, bu sözleriyle, parapsikolojinin günümüzde yapacağı atılımları ve alacağı yönü önceden nasıl sezdiğini ortaya koymaktadır.
Jung’un geliştirdiği ve parapsikolojiyi ilgilendiren önemli bir kavram da “eşzamanlılık”tır (synchronicity-tevafuk). Kendisinin, “nedensel olarak değil de anlamlı bir şekilde bağıntılı olan bir olayın aynı anda oluşması” diye tanımladığı bu olgu, olayların paranormal bağlılaşmasını belirler (Synchronfcity: An Acausal Connecting Principle, London, Routledge and Kegan Paul, 1972). Jung’un parapsikoloji çalışmaları ile genel kuramları üzerine geniş bilgi için, özellikle, Aniela Jaffe’nin yazdığı şu kaynaklara başvurmak gerekir:
1. “C.G. Jung and Parapsychology,” International Journal of Parapsychology, vol. 10, no. 1 (Spring 1968).
2. From the Life and Work of C.G. Jung, N.Y., Harper Colophon Books, 1971.
Dr. Rhine’nın Çalışmaları ve ESP Terimi :
Yüzbinlerce defa ve binlerce değişik kişiyle uygulanan deneyler sonucunda, durugörü ile telepati gerçeği üzerine yeterli kanıt topladığına inanan Dr. Rhine, 1934’te, “Duyudışı Algılama” (Extra-Sensory Perception) adında, Dr. Mc Dougall’ın önsözünü taşıyan bir kitap yayımladı. Rhine ve arkadaşlarının hiç beklemediği bir şekilde, bu kitap aşırı bir ilgi gördü. Gazete ve dergiler parapsikoloji araştırmaları üzerine yazılar yayımlamaya başladılar. “ESP” deyimi artık evlere girmiş, “kart tahmini” popülerleşmişti. Olumlu ilgi ile birlikte olumsuz muhalefet de doğal olarak kendini gösterdi. Ancak, artık tohumlar ekilmiş, “parapsikoloji” bilimin önemli bir dalı olarak, tüm ağırlığıyla uluslararası platformdaki yerini almaya başlamıştı bile.
Yazar Hereward Carrington’un 1930’larda okuyucularına sunduğu bir listede, parapsikolojik araştırma derneklerine sahip ülkelerin -öncü derneklerin ülkeleri hariç- adları yer alıyordu: Avusturya, Rusya, İspanva, Portekiz, Hollanda, Belçika, İsviçre, Yunanistan, Polonya, Türkiye, İzlanda, Japonya, Meksika, Kanada, İrlanda, Avustralya,Yeni Zelanda, Güney Afrika, Hindistan, Çin ve Arjantin. Gayrıresmi kuruluşlar ise, aşağı yukarı dünyanın her ülkesinde mevcuttu.
PK’nin Parapsikoloji Kapsamına İlk Girişi :
Parapsikoloji araştırmalarının giderek dünya çapında önem kazanmasının yanısıra, parapsikolojinin inceleme alanı da üzerine eğilinmesi gereken yeni olayların saptanmasıyla birlikte genişliyor, yepyeni boyutlara ulaşıyordu. 1937’de Dr. McDougall’ın editörlüğü altında yayın hayatına başlayan Journal of Parapsycology dergisinin, altı yıl süresince telepati, durugörü ve kehanet üzerine yürütülen başarılı deneyleri yayımladıktan sonra birden Mart 1943 sayısında yeni ve çok daha ilginç bir olayla ilgili raporları içerdiği görüldü.
Deneycilerin iddiasına göre, insan düşüncesinin fiziki bir nesneyi doğrudan etkileyebileceğine dair kanıtlar mevcuttu. “Zihnin maddeye hakimiyeti” etkisi (mind-over-matter effect) ile ilgili bu olayı açıklamak için PK: “psikokinezi” (pyckokinesis) terimi kullanıldı.
Bu kez, daha değişik bir tekniği gerektiren “zar atma” deneyleri ile bu melekenin de gerçekten var olduğu kanıtlanınca, PK de ESP’yi bütünleyici bir olay olarak, parapsikoloji araştırmalarının kapsamına girdi. Aslında, Dr. J. B. Rhine, PK’nin mevcudiyetini durugörünün mevcudiyetinin mantıksal bir sonucu olarak görüyordu. Durugörü şeklinde ortaya çıkan bir algılama sırasında fiziki bir nesnenin farkına varabilen zihin çok az da olsa bu nesne üzerine belirli bir güçle etki ediyor olmalıydı. Madde zihni etkileyebiliyorsa, zihin de maddeyi etkileyebilmeliydi. Dolayısıyla, “Rhine Ekolü”nün izleyicilerine göre, sinir sisteminin “duyumsal ve devimsel” veçhelerine tekabül eden ESP ile PK, yani duyudışı algılama ile psikokinezi, kardeş olaylardı.
PSİ’nin Parapsikoloji Terimine İlk Girişi :
1947 yılında, Cambridge Üniversitesi parapsikologlarından, 1942-44 yılları arası SPR’nin başkanlığını yapmış Dr. R.H. Thouless, ESP ile PK olgularının tümünün tek bir ad; PSİ terimi ile tanımlanmasını önerdi. “Psi”, zihin ya da ruh anlamına gelen, Grekçe “psişe” kelimesinin ilk harfi, Grek alfabesinin de “yirmi üçüncü” harfi oluyordu. Zihnin, bedenin duyumsal ya da hareketli uzuvlarını hiç kullanmaksızın madde ile etkileşmesinin herhangi bir biçimde ortaya çıkışına, bugün, “Psi-etkisi” ya da “Psi-olayı” demekteyiz. Parapsikoloji de, kısaca, “Psi-incelenimi” olarak tanımlanabilir. Bu terimin tamamıyla benimsenip, oldukça geniş kapsamda kullanılmasının yanısıra, eski ESP ve PK terimleri de etkinliğini sürdürmektedir.
Duke Üniversitesi Parapsikoloji Laboratuvarı’nın etkinliğini sürdürmesinin yanısıra, 1951 yılında kurulan Amerikan Parapsikoloji Vakfı (Parapsychology Foundation) da araştırma bursu sağlayan, öğrenci ve araştırmacılar için güzel bir kitaplığı olan, uluslararası seminerler düzenleyen, diğer enstitü ve grupların çalışmalarına yardımcı olan, parapsikoloji üzerine en son gelişmeleri içeren bir bülten yayımlayan ve Fransa’da Avrupa için bir Parapsikoloji Merkezi kuran, oldukça önemli bir kuruluş olarak ortaya çıktı.
Kaynak: Emrullah Tekin- X Files, Gizli Parapsikoloji Araştırmaları.
Yüzüklerin Efendisi romanında yer alan en önemli karakterlerin hangi mitolojilerden alındığını karşılaştırmalı ve detaylı olarak anlatan inceleme-araştırma çalışması yayımlandı. Bugüne kadar sayısız araştırma yapıldı. Kitaplar, makaleler yazıldı. Ancak tam anlamıyla deşifre edilemedi. Bu konuda rehber bir kitap olacak. Kısacası, Tolkien’in romanı yazarken yaptığı kokteyli nasıl hazırladığını göreceksiniz. Bunun yanında Türk kültürünün diğer kültürlerle olan derin bağlarını da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder