1-2-3-4-5-6-7-8-9 ..Şimdiden gitsin,gelecekten gelsin..
23 Haziran 2018 Cumartesi
Seçim sabahı
1-2-3-4-5-6-7-8-9 ..Şimdiden gitsin,gelecekten gelsin..
Yıldızlara seyehat eden güzel insan ..
İslam alimi İbni Arabi hz ve Kehanetleri
İbn-i Arabi ve gizemler..
Bir çok gezegene tayyi mekan tayyi zaman yapan (astral seyehat eden) Hz.Muhiddin Arabi´nin aynı zamanda çok iyi bir simyacı olduğunu tarihçi İbni Cevza yazar. Ayrıca İlmi Cifr (nümeroloji) ve İlmi Havas (Kuran´nın bazı ayetlerinden sonuçlar çıkarmak için özel dualar etmek) konularında usta olduğu söylenir. Arabi´nin üstün zekalı bir düşünür ama aynı zamanda da bir maji bilgesi olduğu düşünülebilir. Kehanet kitapları vardır ve yine bazı kitaplarında astroloji, nümeroloji ve büyüden söz eder. Onu reddedenler arasında İbni Haldun, İbni Teymiye, Teftazani,
Muhammed üy-Halebi ve Cevvizade gibi önemli İslam bilgeleri vardır. Ama bu karşı çıkışın temelinde bazı gizem bilgilerinin halka anlatılmasının mahzurlu olduğuna inanmak ve sapkınlığın oluşacağını sanmak gibi faktörler vardır. Yanısıra da hem yukardaki isimlerin hem de onları izleyen taklitlerinin, Arabi´nin bilgi düzeyine erişemedikleri düşünülmelidir. Büyük bir olasılıkla
onu anlayamamış ve karşı çıkmışlardır. Aşağıda yer alan ve konumuzu ilgilendiren bölümler Arabi´nin "Dürr-i Meknûn" adlı eserinden alınarak yorumlandı. Ama bu yorumlar günümüz çizgisine uyularak yapılmıştır. Yani temel olarak "Danikenizm" kullanılmıştır. Elbette ki bu
yoruma katılmayanlar olabilir.
* Bir şehir vardır ki, ona Rumiyye denir. ahir zamanda inananlar her yeri alacak ama orayı
alamayacaklar. Orası çok büyük bir şehirdir. Orada parmağı kulağında bir heykel vardır, yüzü Bilal´e benzer. Bir diğer heykelde at üzerinde duran biri vardır, yüzü Ali´ye benzer. Bir başka heykel vardır, yüzü eygamber´imizin kızı gibidir.Hz İsa; "Benden sonra bunlar gelecekler.."demiştir. Bu heykellerin hangi yönü harab olursa o yöndeki ülkeler ve şehirler harab olacaktır.
.
Yorum: Burası hangi kentti acaba? Herhalde heykellerin yüz güzellikleri onların kutsal kişilerebenzetilmesine neden oldu. Rumiyye, büyük olasılıkla Araplar için Anadolu´ydu. O zaman bukent, antik Efes, Milet veya Afrodisyas olabilir.
* Yine Hint´te bir heykel vardır. Ucuzluk olduğu zaman ağzından güzel sesler, hasta olduğunda kötü sesler çıkar. Üzerinde iki yüz vardır; boyu 250 arşındır (17 m.). Ağız, budun ve kulaklarında kuşlar yuva yapmıştır. Bir başka heykel vardır, iki eli havadadır, ağzından on değirmeni döndürecek su çıkar. Önünde bir göl vardır.
Yorum: Yer belli Hindistan ve ağzından akan suların bir havuza dolduğu dev bir Hindu tanrı heykelinden söz ediliyor.
* Yine oralarda bir başka heykel vardır, dört eli vardır. Bir ile dua eder gibi, öteki eli şikayet eder gibidir, üçüncü elini böğrüne koymuş, dördüncüsüyle birşey tutmaktadır. Kimse bilmez neşeydir.
Yorum: Yine Hindistan ve bu heykeli tanıyoruz; kan, ölüm ve kötülük tanrıçası Kali.
* Firengistan´da bir yer vardır. Orada da bir resim. O şehre fakir biri gelse, keşişler fakiri resmin önüne ***ürürler. Resim fakiri görünce ağlar. O zaman keşişler, fakire güzel bir verirler ve Hıristiyan yaparlar. Ama ondan sonra resim bir daha ağlamaz.
Yorum:
Avrupa tabii ki Frengistan. Demek eski çağlarda da stigmatik Meryem veya İsa resimleri veya ikonaları vardı. (Stigma, bazı pşisik etkiler sonucunda dinsel objelerde veya kişilerde görülün gözyaşı ve kan damlaları)
* Yine uzunluğu 1000 arşın (68 m.) olan bir alet vardır. Üzerinde filden büyük bir kuş vardır,öteki kuşlar gelip üzerine konunca kanatları yanar ve düşerler.
Yorum:
Bunu bilemiyoruz. Herhalde dünyadışı birşey olsa gerek.
* Mağrip´te bir şehir vardır, adına Kurvat denir, şimdi yıkıktır. Oradaki sarayda altın bir taht vardır ve de üzerinde bir resim. Resim garip bir dille konuşur ama kimse anlamaz.
Yorum: Burası bal gibi Atlantis´ten kalmış bir üs olabilir.
* Acaip yerlerden birisi de Adem Peygamber´in mezarıdır. Mezar Serendip Dağı´ndadır, uzunluğu 60 arşın (4 m.), çapı 40 arşın (2.7 m.), 20 arşını (1.3 m.) denizin içindedir. Deniz canavarları üzerinde yüzerler.
Yorum: Böyle bir yer var. Sri Lanka´da. Adem´in ayak izi burada deniyor ama mezarı diyenler de var. Kim kazı yaptı ki, bilelim?
* Horasan´da demirden yapılmış bir aslan vardır. Ağzından ateşler çıkar. kim yaklaşsa yanar. Bir gün oraya gelen birisi ateşten kurtularak yanındaki mağaraya girdi. Orada içinde ipekler giymiş birölünün yattığı bir tabut gördü.
Yorum: Bu da eski uygarlıklardan kalmış olsa gerek ya da uzaylılar birşeyi koruyorlar. Dev ölüler ise eski metinlerde ve Tevrat´ta adları geçen "Nefilimler" olabilirler.
* İskenderi Zülkarneyn, yine bir mağarada bir kolu minare uzunluğunda, bir dişini bir devenin kaldıramayacağı bir ölü gördü. Başka bir mezarda ise, gözünün içine bir adamın girebileceği birölü vardı.
Yorum: Yine aynı devler...
* Yine İskender, bir gece deniz kenarında giderken, denizden bir canavarın çıktığını gördü.Ağzında dev gibi bir inci vardı, inci ışık verirdi. Canavar inciyi yere koydu ve karaya çıktı.Balıkçılar bağırınca, canavar inciyi bırakıp suya girdi. Balıkçılar inciyi aldılar Şah´a ***ürdüler.Şah inciye baktı ve içinde yedi iklimi gördü. Dağlar, denizler, şehirler, adalar görünüyordu.Hepsini incinin içinde gördü.
Yorum: Bir uzay aracı var gibi... Işık veren inciyi bir tür monitör olarak düşünebiliriz. Bir lap-topmonitör olabilir. İyi de acaba Şah monitörü ne yaptı?
* Halife Muktedir zamanında iki insan vardı. İkisi de kadındı ve boyları yüzer arşındı (6.8 m.),dağda yaşarlardı. Askerler onlara yaklaşmazdılar ama birgün ikisini uyur buldular, ok attılar,ikisini de öldürdüler.
Yorum: İnsanların ettiği nankörlüğe bakar mısınız? Ya devleri ya da dev uzaylıları uyurkenöldürmüşler.
* Türkistan ulu bir yerdir. Halkının ömrü uzundur, şifalı otlar yetişir, gergedan eti yerler, sultanlarıfile biner.
Yorum: Türkistan nasıl bir yermiş böyle? Fakat Türkistan´da gergedanlar ne arıyorlar? Ya filler?Türkistan´la Hindistan karışmış olabilir mi?
* Türk diyarlarından Merd şehrinde yaşayan bir uluya oradaki acayiplikleri sordular. O da;
"Evvelce burada taştan bir put vardı. Boyu yüz arşından (6.8 m.) fazlaydı. Gökten indi diye taparlardı."
Yorum: Bu bir roket olabilir mi?
* İskender, hortlağı, perisi çok olan biryer gördü. Periler bir saat insan, bir saat korkunç
oluyorlardı. Bazılarına göre bunlar insan, bazılarına göre cindir. Cin tayfası göğe çıkmak
istediğinde, yer ve gök arasında duran melekler onlara mani olurlar, ellerinde kıvılcımlar vardır,cinleri kıvılcımlarla düşürür, öldürürler.
Yorum: Uzeyda birşeyler oluyor.
* Onlar geceleri dağlarda insan şeklinde yolcuların önüne çıkarlar. Kah uçar, kah dururlar.Yolculara sıkıntı çektirirler. Çok kimse bu devleri görür, saçlı sakallı dervişe benzer yüzleri olan geyiklere binerler... Bu dağlarda geyiğe binmiş evliyalar dolaşır.
Yorum: İnanılmaz ama bunları yazanlar "StarWars II"yi izlemişler. Filmdeki saçlı sakallı insanımsı suratlı geyiğe benzer yaratıkları anımsadınız mı?
* Ulu Tanrı 18.000 alem yarattı. Birçok mahluk ile doldurdu. Kiminde melekler, kiminde türlü türlü mahluk vardır. O alemlerin birisi Zümrüd alemiydi. Onlar uça uça kendi alemlerinin hududuna geldiler ve başka bir aleme geçmeye karar verdiler. Havaya aktılar, süzüldüler, küreleri geçtiler ve geri dönmediler.
Yorum: Galaktik yolculuk daha iyi anlatılabilir mi? Kimbilir ne zaman geri dönecekler. Kimler mi? Bilmiyoruz ama belki de geldiler..
* Süleyman´ın zamanında onu ziyarete gelen Belkıs yoldayken Süleyman´ın cinlerinden birisi Belkıs´ın sarayını ondan evvel getirmeyi teklif etti. Ama veziri aynı işi daha çabukyapacağını söyledi. Süleyman vezirine izin verdi. Bir gürültü koptu ve aniden çölün üstünde bir saray belirdi.Sonra Belkıs geldi, sarayın içindeki gölü su sanarak geçmek için eteklerini kaldırdı, bir de baktı kisu değilmiş. UtanarakSüleyman´a geldi, elini öptü. Süleyman, Belkıs´a sarayın kendi sarayına benzeyip benzemediğini sordu. Belkıs, çok benzediğini söyleyince Sülayman şükür etti.
Yorum: Ya ışınlanan bir yer ya da görünmezlikten görünürlüğe geçen bir uzay aracı. Belkis,bastığı yerin su olduğun sanmıştı ama herhalde cam veya kristalize bir zemindi.
* Süleyman´ın tahtı bir acayipti. Uzunluğu üç mildi. Sağ ve sol yanlarında 12.000´er kürsü vardı,
buralardaki kızıl altın ve gümüş sandalyelere bilginler otururdu. Süleyman´ın bulunduğu kürsü,dört arşın (2.72 m.) büyüklüğündeydi. Kürsüde altından ve gümüşten yapılmış kutsal kitaplardan dersler veren oniki hoca vardı. Seslerini Süleyman´ın kulağına rüzgar ***ürürdü. Tahtı da rüzgar***ürürdü. Rüzgardört tarafından eser, tahtı ağır ağır kaldırırdı. Tahtın üzerinde sırçadan bir ev vardı ve daha onun üzerinde iki altın aslan duruyordu. Süleyman ne zaman ayağını tahta bassa,taht çevrilirdi. Aslanlar ayağa kalkar, pençelerini açarlar, kuyruklarını yere vururlardı. Süleymanne zaman kürsüye binse, güneş yüzlüler inciler ve ateşler saçarlardı.
Yorum: Hezekiel´ingördüğü gökten gelen cismi anımsatıyor. Tüm anlatılanları elektromanyetik aygıtlara dönüştürün. Altın ve gümüşleri de titanyum veya diğer elementler olarak kabul edin. Negörüyorsunuz?
* Süleyman´ın devlerinin kimisi İnsan yüzlü, ötekileri kaplan suratlı veya gövdeli, kimi öküz
başlı, kimi yılan şekilli, kimi ejderha başlı, kimi maymun yüzlü, kimi eşek ayaklı, kimi aslan
yüzlü, kimi fil gövdeliydi. Ağızlarından ateşler saçılır, yüzlerine bakanın ödü kopardı. Hepsi
Süleyman´ın emrindeydiler... Bunların gıdaları sıcak rüzgar ve kaynar suydu..
Yorum: Yine "Star Wars" ama bu kez birinci bölümdeki bar sahnesine benziyor. Ne kadar garip uzaylı yaratık varsa orada. Süleyman´ın uzaylı bir lider olduğunu düşünmemek elde değil.
* Itlak diye bir şehir vardır. İskender oraya gitti. Halkına görünmedi.. Üç gün burada kaldı, hayran hayran seyretti... Oradan başka bir şehire gitti, içinde 200 dağ, 200 kale vardı. İçinde hergün savaşan periler yaşardı.. İskender görünmedi şehirden çıktı gitti.. sonra geri döndü geldi, bu kez onu gördüler. O anda değirmen taşı gibi bir fırıldak koptu geldi, her kime dokunsa yok ederdi..
Yorum: İskender´in görünmezlik sağlayan bir aracı var. Dönüp gelen fırıldak elbette ki bir uçan daire olsa gerek.
* Allah´ın yeryüzünü 70.000 yıl evvel yarattığı söylenir. O vakittenAdem´e kadar elbet dünya sessiz kalmadıFakat bazı rivayetlerde haber verildiğine göre, her devir 7.000 yıl olmuştur. Buzamanda bir mahluk geldi ki, Allah emir ve yasaklarını onlara bildirdi. Sonra isyan ettiler ve Allahonları değiştirip başka mahlukhaline getirdi. Dünyanın sonuna 7.000 yıl kala insanın yarıtıldığırivayet olunur. Onun için Adem´e son mahluk denir. Zaman geldi, yeryüzü hayvanat oldu, Allah onlara da peygamber yolladı.. Emre uydular sonra içlerinde azgınlık başladı ve Allah onları yok etti... Sonra başka kavimler yarattı.. Bunların bazısı rüzgardan yaratıldı. Böylece her mahluk devrini tamamladı ve sonra Allah cinleri yarattı. Ev yapmasını bilmeyen, mağaralarda yaşayan bir mahluk daha vardı..
Yorum: Sanki Madam Blavatsky´nin "Gizli Doktrin"inin ilk bölümünü okuyoruz. Yaradılış
öyküsü tamamen bu okült kaynağın aynısı. Bu gezegenden kimler geldi, kimler geçti...
* Derler ki Kaf Dağı´nı görenlerin sayısı dörttür. Adem´den sonra ikincisi Süleyman´dır. Tahtınıyel ***üürür, bir günde bir aylık yol giderdi... Üçüncüsü ülayman´dan üçyüz sonra yaşayanİskenderi Zülkarneyn´dir, rivayete göre onun tahtını bulut ***ürdü..
. Yorum: Süleyman gibi efsanevi bir kişilik olan İskenderi Zülkarneyn´de (Dikkat edin bu ismin Makedonyalı Büyük İskender´le ilgisi yoktur) büyük olasılıkla dünyadışı bir canlı olsa gerek. İkiside özel araçlarla uçabiliyorlar.
Başka söze gerek yok. Bunlar Daniken´ın ve ötekilerinin verdikleri örneklerin çok daha ötesindeve etkili örnekler. Yine de yoruma açıklar. Ama emin olduğumuz birşey var; kutsal metinlerinardında farklı bir gizem yatıyor.
Güçlü ve tarihe yön veren savaşcı kadınlarımız.
10. Zenobia, Suriye’de Palmyra Kraliçesi
Zenobia 3. Yüzyılda Suriye, Filistin, Mısır topraklarında kurulmuş olan Palmyra İmparatorluğunun Kraliçesidir. Romalılara karşı asi duruşu ile ün kazanmıştır. Bundan sonra Zenobia güçlü kadın ikonu olarak tarihte yer etmiştir. Cesaretinden ve gücünden dolayı tarihteki en güzel kraliçelerden biri olarak da nitelendirilmektedir. Tarihin korkunç zamanlarında Zenobia zeki yasaları ve savaşçı ikonuyla farklı bir duruş sergilemiştir. Saltanatlık dönemi boyunca birçok zeki insan bulundururdu. Zekice kararlar almak için büyük filozofları ve dâhileri yanından ayırmazdı. Kural koyma yeteneklerine bağlı olarak Romalılara karşı sert duruşu ve Mısırı fethetmesi onun korkunç taktikleri ile mümkün olmuştur.
9. Rani Lakshmibai, Hindistan
Rani Lakshmibai, diğer bir adıyla Rani of Jhansi, Hindistan’ın prenslikle yönetilen Jhansi Eyaletinin Kraliçesi’ydi. 1857 yılında İngiltere Sömürgesi altındaki Hindistan’da başkaldırının bir figürü ve mücadelenin öncüsü olmuştur. Rani aynı zamanda tarihin en ünlü kadın savaşçı kraliçeleri arasında yer alır. 1857-1858 yıllarında meydana gelen Hindistan isyanına liderlik etmiştir. Kraliçe Rana Lakshmibai çocukluğunda at binmek, kılıç kullanmak gibi temel savaş eğitimleri almıştır. O sıklıkla arkasında bir çocuk ve elinde tehlikeli bir kılıçla at üzerinde resmedilmiştir. Gwalior şehri önlerindeki bir çatışmada başarılı liderliği ile de bilinir. Gwalior’un kontrolünü sağladıktan sonra doğuya yürüyerek Morar kentindeki İngiliz General Hugh Rose’un emrindeki birliklerinin önünü kesmiştir. İngiliz güçlerine karşı savaşırken erkek kılığına girmek zorunda kalmış, bu mücadele sırasında şehit düşmüştür.
8. Rusla ve Stikla, Norveç
Vikingler, 1000 yıl önce Avrupa’yı yağmalayan sıra dışı ve acımasız savaşçılardır. İki kadın korsan olan Rusla ve Stikla kardeşler tarihte en korkutucu ve sıra dışı Viking korsanlarıdır. Onlar 10. Yüzyılın Norveç savaşçılarıdır. Erkek kardeşlerini küçük düşüren Danimarkalılardan öç almak için Vikinglere katılmışlardır. Stikla ve Stikla savaşlarda yan yana yer alırlardı. Stikla evlenmedi ve acımasız bir korsan oldu. Rusla ise Norveç tarihinde savaşların acımasız kadını olarak nitelendirildi.
7. Lady Triêu, Vietnam
Lady Triêu tarihte canavarımsı ve korkunç Vietnamlı kadın savaşçı olarak bilinmektedir. Üçüncü yüzyıl savaşçısı Lady Triêu, yaklaşık dokuz feet(2.70m) uzunluğunda ve aşırı güçlü bir savaşçıdır. Vietnam işgali sırasında Çin Doğu Wu eyaletinde direnerek nam salmıştır. Vietnamlıların Jan Dark’ı olarak bilinmektedir. Bazı kaynaklarda göre çok güzel ve tapınak zilini andıran bir sese sahip olduğu söylenir. Kardeşini öldükten sonra ormana kaçmış ve burada Çin karşıtı asilerden kendisine küçük bir ordu oluşturmuştur. Vietnamda bir kahraman gibi karşılanmıştır. Adı birçok cadde ve şehre verilmiştir.
6. Jan Dark, Fransa
Orleans Bakiresi olarak da bilinen Jan Dark Fransa’nın İngilizlerle yaptığı 100. Yıl savaşlarında bağımsızlık mücadelesinde korkunç savaşçı ve askeri lider olarak yer almıştır. Köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jan Dark, daha genç yaşta iken şöhret oldu. Tarihteki en güzel kraliçelerden biridir. Günümüzde cesur ve atılgan kadının bir sembolü olarak görülmektedir. İngilizlere karşı verilen savaşın kazanılmasından sonra Fransa’da ulusal kahraman ilan edilmiştir. Fransa ile İngiltere arasında bir iş birliği yapılmasının ardından Jan Dark kafir ilan edilerek yakılmıştır.
5. Fu Hao, Çin
Çin tarihinde kabadayı biri olarak bilinir. Çin tarihinin ilk kadın generalidir. Anyang yakınlarında yapılan bir takım arkeolojik kazılar sırasında bulunan bir takım kayıtlardan çok az bir bilgi elde edile bilinmiştir. Tek bir magaradan kalma kayıtlarda Fu Hao’ya ait yaklaşık 200 kaynağa ulaşılmıştır. Kral Wu Ding’in karısı olması büyük bir yankı uyandırmış, Shang Hanedanının monarşisi garipsenmiştir. Kral Wu ile evlendikten sonra yavaşça ünlenmiş ve 13000 askerlik orduyu yöneterek Çin’in ilk kadın generali olmuştur. Krallığın sınırlarını genişleten harika savaş yetenekleri gösteren Fu Hou, Kralın büyük ölçüde güvenini kazanmıştır. Sınır boylarında düşman kabilelere birçok saldırı düzenledi.
4. Tomoe Gozen, Japonya
Tomeo Gozen, tarihte bulunan korkunç kadın samuraylarından biridir. Japonya’nın en ünlü savaşçılarındandır. Federal Japonya’da savaşmak erkeklerin işiydi fakat Tomoe Gozen bu kalıpları yıktı. Kadın savaşçılar genellikle evlerini ve kasabalarını koruyan kişiler olarak lanse edilmiştir fakat Tomoe Gozen, saldırı birliklerinde yer almıştır. Bu durum onu diğer kadın savaşçılardan ayıran nokta olmuştur. 12. Yüzyıl savaşçısı Tomoe Gozen takip, kılıç ve yay kullanma, sanat konularında eğitim almıştır. Ününü ve güçlü görünümünü Genpai Savaşı ve Awazu Savaşı sırasında elde etmiştir. Awazu savaşı sırasında Tomoe Gozen, Uchida Leyoshi ve Hatakeyama Shigetada gibi ünlü ve güçlü samurayları yenerek tarihte ün salmıştır. Tomoe’nin uzun siyah saçları ve uyumlu bir ten rengi vardı. Kılıcı ve yayı o kadar becerikli tutuyordu ki, bin savaşçıya denkti. Pek çok kez meydana çıktı, her yönden silahlıydı ve en cesur olan komutanlar ile savaştığında emsalsiz şöhret kazandı. Son savaşta ( 1184 Awazu Savaşı) diğerleri canlarının derdinden kaçarlarken, son yedi kişinin arasına Tomoe at sürmüştü.
3. Nakano Takeko, Japonya
Nakano Takeko, Aizu malikanesinin en ünlü kadın savaşçısıdır. Boshin Savaşında sömürge ordularına karşı kokusuzca savaşarak hayata veda etti. Çocukken dövüş sanatları eğitimi aldı. Aynı zamanda Japonya’da son kadın samuray olarak da bilinmektedir. Bu korkusuz kadın samuray kanlı ve trajik savaş döneminde görev alan samurayların sonuncusudur.
1868’de Japonya Şogunluğu ile Meji hükümeti arasında batı tarafından desteklenen sert ve ölümcül bir savaş olan sivil savaş baş gösterdi. Birçok şogunluk boyun eğerken bir kadın savaşçı olan Nakano Takeko boyun eğmeyi reddetti. Aizulu dindarlar kadınların savaşmasına izin vermiyordu. Bu durum kadın savaşçıları kendi aralarında küçük birlikler oluşturmasına neden oldu. Onlar bir Japon sırığı olan naginata ile savaşa katılmak zorundaydılar. Nakano Takeko şiddetli bir atağa liderlik etti ve birçok düşman askerini kendi başına öldürdü fakat ateş açılması sonucu yaralandı ve bu savaşta öldü.
2. Ana Nzinga, Angola
Ndongo ve Matamba Krallıkları’nın kraliçesi Ana Nzinga’nın diğer bir adı Angola’nın Njingası’dır. Afrika’nın en ürkütücü ve en cesur kadın savaşçılarından biridir. 17. yüzyılda Angola’nın başkentini kolonileştiren Portekizlilere karşı savaşmış olan güçlü ve acımasız Afrikalı kadın savaşçıdır. Krallığındaki insanların özgürlükleri ve onurları için savaş vermiştir.
1617 yılında Luanda hükümeti, bölgeden insanları ve kralı kovdurtmak için Ndongo Krallığı’na karşı sert kampanyalar başlatmış. Hapishaneleri insanlarla doldurmuştur. Merkezde konuşlanmış Portekiz birlikleri şehri işgal etmeye başlamışlardır. 1621’de kral, Nzinga’yı bölgeye göndererek barışı sağlamaya çalışmıştır. O bu görevi başarıyla yerine getirmiştir. Portekiz, krallığa karşı güçlü savunmaya geçmiş ve şiddeti yükseltmiştir. Nzinga bölgede kontrolü sağlamış ve Portekizlileri devre dışı bırakmıştır. Nzinga 1661’de ölmeden önce Portekiz kolonileri ile eşit güce sahipti. Kraliçe Nzinga dahiliği ve inanılmaz askeri taktikleri sayesinde Portekizlilerden saygı gördü.
- 1. Boudica, Büyük Britanya
Boudica, İceni kabilesinin kraliçesi, asi ve korkusuz bir savaşçıdır. Romalılar Britanya adasına çıkarma yaptığında Boudica güçlü ve asi bir liderlik rolü oynamıştır. 60’lı yıllarda Roma eyalet valisi Gaius Suetonius Paulinus’un Gallere taraf bir sefere çıkmasını avantaj bilen Iceni, Trinovanteler ve diğerlerini Boudica liderliğinde ayaklanmaya teşvik etti. Vali Paulinus ve Lejyonları tarafından St Albans, Camulodunum, Londra şehirlerini yıkıp, talan ettiler. Yıkılıp talan edilen üç şehirde ölenlerin toplam sayısı ortalama 70,000-80,000 kişi arasındadır. Britonlar sayıca Romalılardan çok daha fazla olduğu halde, Roma lejyonlarının mükemmel tertip ve taktiği onlara mutlak bir zafer kazandırdı. Kraliçe Victoria’nın onu halka övmesi ile Boudica, Birleşik Krallık’ta önemli bir kültürel simge olarak kalmıştır.
22 Haziran 2018 Cuma
-----3
------2
--------1
21 Haziran 2018 Perşembe
Duyguları serbest bırak.
İnsanoğlu, “duygusal” bir varlık...Zihnimizdeki düşünce-duygu- davranış kalıpları hayatımızı yönetiyor.Özellikle duygularımız davranışlarımızın çoğunu belirliyor.
Bilimsel çalışmalar , bizdeki "üzüntü doğal olarak kötüdür, mutluluk doğal olarak iyidir" kalıp yargısına oldukça ters bir şekilde olumsuz duyguların psikolojik sağlığımızın önemli bir parçası olduğunu ,
hatta psikolojik uyumumuzu sağlayarak iyi olmanın anahtarı olduğunu savunuyor.
Yani Hedonik teorilerin aksine, olumsuz hissetiklerimiz
aslına bakıldığında bizler için daima kötü şeyler olmayabiliyor.
Hatta yoklukları psikolojik uyumun azalmasına sebep olabiliyor.
Negatif duygular -onlardan hiç beklenmedik şekilde-devreye girerek bizi kötülüklerden koruyabilmekte.Korku, tehlikeden, kin zulmedenin zulmünden, utanç kötü davranışlardan bizi alıkoyabilir.
Fakat maalesef bizler bu duygularımızı yanlış yönetebiliyoruz
ve korkulmaması gerekenden korkup
utanılmaması gerekenden utanabiliyoruz.
Duygusal enerjimizi yönetmedeki bu başarısızlıklarımız da
maalesef hayat enerjimizi düşürüyor.
Uzmanlar Olumsuz duygulara dayanmak yerine
onları kabul etmemiz gerektiğini belirtiyorlar.
Zira tüm bu olumsuz duygular,
evrimsel olarak hayatta kalma güdümüze yardım eder,
dikkat etmemiz gereken tehlike ve sorunları fark etmemizi sağlar.
Odaklanmamıza yardımcı olarak daha detaylı ve analitik düşünmemizi sağlar
ve bizi basmakalıp düşüncelerden uzaklaştırarak
hafıza potansiyelimizi , yaratıcılığımızı artırır,
sonuçta da zihinsel işlevlerde daha başarılı olmamızı sağlar.
Negatif duygu motivasyonel (güdüleyici) bir sistem olarak evrilmiştir.
Böylelikle canlı amigdala savunma devresinin çalışmasıyla
tehlikeli uyarıcıya yönelme, tespit edilme eşiklerini düşürme gibi sistemleri harekete geçirir.
Kötü duyguları kabul etmek yerine
engelleme ve bastırma (Repression)
yoluna gitmek;
bu duyguların geri teperek etkisinin artmasına ,
bilinçaltı olumsuz bağlantıların sürekli devreye girmesine ,
aşırı davranış tepkilerinin oluşmasına ,
hatta madde kullanımı, çok yemek yeme ,
cinsel sorunlar
ve intihar düşüncesi gibi
oldukça klinik semptomlara yol açabilir.
Duyguları bu şekilde bastırarak
işlemeksizin geldikleri yere geri itmek,
ruhta istenmeyen bir kısa devre oluşturur
Sonuçta da olumsuz benlerimiz çoğalacak
ve maskelerle kendini meşrulaştırmaya çalışacaktır.
Freudyen psikolojide “bastırma, başka şekilde ortaya çıkar” ilkesi vardır.
Bastırma değil,
analiz edip nötrlemek gerekiyor.
Freud gibi çoğu psikolog
duyguları bastırmanın tehlikelisini belirtir
Bu konudaki destekçilerden biri de Cambridge Üniversitesi’nden Susanne Schweizer’,
Schweizer ” Duyguları bastırmaya çalışmak bir düşünceyi bastırmak gibidir ve ters etki yaratabilir. Bu da sonrasında bastırılan duygunun daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına yol açabilir.” demekte...
Duyguları ifade etmemek ne yazık ki onları yaşamamak anlamına gelmiyor.
Hatta çoğu zaman o duyguları yaşayıp bastırmak veya maskelemek anlamına geliyor,
içsel Matruşkaların artışı anlamına geliyor.
Bu kişide bir rahatlama sağlamadığı gibi
ilave psikolojik ve fizyolojik sonuçlara yol açıyor.
Duygu yaşandığı sırada
yüz ve beden hareketleri azalırken kan akışı ve nabız yükseliyor.
Kronik olarak yaşandığında ise kardiyovasküler sorunlara yol açabilir.
Diğer yandan konsantrasyon sorunları gibi bilişsel performansı etkiliyor.
Ayrıca yine kronik olarak duygu ifade edilemediğinde
kaygı ve öfke yönetimi sorunlarına yol açıyor.
Zihinsel yöntem, duyguları bastırmak değil, yönetmektir.
Doğru düşünmeyi ve doğru şekilde anlamlandırmayı öğrenirsek,
duygu ve düşüncelerimizi kontrol altına almış oluruz.
Psikolog Jonathan M. Adler de
"Yaşamın karmaşıklığını kabul etmek,
psikolojik refah için özellikle verimli bir yol olabilir" diyor.
Negatif duyguların insanı pozitif duygulara götürebileceğini vurgulayan
Dr. Itai Ivtzan'ın ifadeleri ile ;
“İyi oluş için negatif yönleri de kucaklamak önemli.
Karanlık yönler, sıkıntı oluşturan duygu ve deneyimlerin üzerine gitmek potansiyel iyileşmeyi getirecektir.
Negatif duyguyla mücadele etmek yerine
onu görmek, kabul etmek ve içselleştirmek
onu yönetmeyi de beraberinde getiriyor.
Uyum sağlayarak ondan bir şey öğrenmek
ve sonrasında da onu yönetebilmek mümkün”
Bizim negatif olduğunu düşündüğümüz bu duygular
bazen tamamen normal ve gerekli...
Dolayısı ile duygusal kabul ,
psikolojik olarak daha sağlıklı bir yaklaşım.
Yine olumlu duygular da
her zaman iyi neticeler vermemekte...
Pozitif duyguların bencillik , ön yargılı olmak,yalan söylemek, aldatmak
gibi kişinin kendini her şeyin önüne koyduğu davranışları artırabildiği,
empati kurmayı engelleyebildiği
ve riskli davranışları artırabildiği belirtilmekte.
Neşe ve hatta sevgi bile sonuçta negatif olabiliyor.
Bir duygunun iyi veya kötü olması ,
onun pozitif veya negatif olmasından ziyade
işlevi ile alakalı,
yani hiçbir şey tesadüf olmadığı gibi
yine bu duygular da tesadüf değil
ve içinde bizim için birer mesaj taşımaktalar...
Örneğin korku bize mesaj ise
korkunun panzehiri de kendine inanmak..
Dr. Maurice Elias da
duyguların bireyin çevresinde olan biteni anlamlandırması için
bir alarm sistemi olduğunu söylemekte
Duygular, düşünce ve algılarımız dışında
bize olup bitenleri anlamamız için güvenilir veriler sunar.
Duygularımızın kökenlerini anlamak çaba gerektirir.
Ancak bunun yolu öncelikle bu bilişsel sistemi anlamaktan geçiyor.
Kendi duygularının farkında olmak, duygularını yönetebilmek,
Duygusal Zeka ile paralel ,
Hülasa Negatif duygular
kökende bizi yaşamsal tehlikelerden koruduğu için
etkileri pozitif duygulardan daha fazla
ve
Sürekli tek bir duygu ile düşünmek
duygusal filtreleme denen
ve düşüncemizi kısıtlayan durumu ortaya çıkarmakta
Bireysel ve yönetsel etkinlik
aslen duygu çeşitliliği içinde düşünebilmeyi gerektiriyor.
Çoklu perspektiften bakabilmek de dünyamızı genişletiyor.
Duyguları yargılamamalı , kabul etmeli ,yönetmeli ...
Muhtemelen bu sebeple
"duygular kalpten, düşünceler beyinden" denilir.
Zira bu Negatif duygular yönetilmediği ; şifalanmadığı ,arınmadığı taktirde
entelektüel zekayı bloke ederek,
herkese ve her şeye karşı isteksizlik, sevme ve üretme kapasitesinde azalma, verimsizlik, konsantrasyon kayıpları, odaklanamama, algı bozuklukları
gibi
ruhsal ve bedensel problemler yaratmakta
ve performansımızı , yaşam kalitemizi olumsuz etkilemekteler.
İşte çare yine ortada;
"Denge"
Dengeli olmak.
Şu an İçinde yaşadığımız dünya dönerken, her başka döngü birbiriyle sessizce bir ilinti içinde… Rüzgar ağaçları sallıyor, çiçekler kokularını nefeslere sessizce armağan olarak sunuyor. Yağmur bütün doğanın üzerine inerek, yeşili doyuruyor, canlılığını koruyor.
Rüzgarla, suyla, yıldızlarla, çakıl taşlarıyla hayvanlarla ve elbette insanlara rağmen süregiden bir "denge" söz konusu.
Doğanın bu mükemmel "işletim sistemi" kendi varoluşunu belirliyor. Evrenin bu konumlanışı içinde "Kelebek Etkisi" varolan döngüye müdahil oluyor.
Yaşam içinde artık "çekim yasası" gibi sözcükleri günlük yaşama endeksleme çabamız var.
Olumlu enerjinin paylaşımında asıl olarak doğayla ve evrenle gerçek anlamda kurulan ilişkinin payı gizli:
Örneğin tabiatı sevmek, evrenin armağanı olarak doğadaki her varlığa teşekkür etmek, doğayla kurulan "ilişki" biçimlerinden biri. Çünkü nehirlere, karaya, rüzgara, taşa ve yağmura..
Doğaya ilettiğimiz her sevgi enerjisi, size bumerang gibi geri gelen bir döngüsellikte.
Doğadan kopmayanların öğreneceği çok şey var. Bir ağaçtan hatta bir yapraktan bile. Ondaki "bilge" yani keşfetme isteğiyle bakarsak farkındalığımız gelişir.
Mevlana, bu bakış açısını şu sözlerinde o kadar güzel anlatıyor ki:
"Ey minik yaprak, söyle nereden buldun dalı delecek gücü?
Nasıl çıktın zindanından dışarı?
Anlat bize, anlat ki,
biz de kavuşalım ışığa,
biz de çıkalım zindanımızdan dışarı!
Ey servi, yerde bitiyorsun ama nasıl da atılmışsın gururla göklere! Kimden öğrendin nasıl yapıyorsun bunu?
Öğret bize de, yükselmeyi göklere!"
Tabii ki bu, evrendeki eşsiz senfoninin yaydığı ritmin "farkında" olanlar için böyle…
Bu ritmi yakalamaya bazen yaptığınız bir tablo, bazen de gülümsemenizi paylaştığınız bir insan neden olabilir. Kelebeğin kanat çırpması, dünyanın başka bir karasında iklim değişikliklerine bile neden oluyorsa, benliğimize dahil olan küçücük bir duygusal girdi de pozitif bir hareketin sebebine dönüşebilir.
20 Haziran 2018 Çarşamba
Kehanet.
HER DAİM VAR OLAN ANTİKÇAĞ KAHİNLERİ VE KEHANETLERİ : ORAKL VE ORAKL’ILAR
Kahinlik ve geleceği görmek..Orakl sözlüklerde “antik çağda Anadolu ve Yunan topraklarında yaşamış medyumik yetenekleri bulunan kâhinlere ve bunların sezgi (vahiy, revelation) yoluyla bildirdikleri ilâhî yanıta verilen ad” olarak tanımlanır. Orakl merkezleri genellikle, durugörü, ekstaz, trans ve kehanet gibi psişik etkinliklerin ve kimi zaman inisiyatik eğitimlerin söz konusu olduğu Apollon tapınakları olurdu. Anadolu’daki en ünlü Orakl merkezi Didim’de (Didyma) bulunan ünlü Apollon tapınağı, antik Yunan’daki en ünlü Orakl merkezi ise Delf’teki Apollon tapınağı idi. Anadolu’daki diğer Orakl merkezlerinden bazıları Efes, Hierapolis, Sard, Patara, Klaros ve Pessinus’ta bulunuyordu.
Kayıtlara göre, antik çağda, sorununun yanıtını bulmak ya da geleceği öğrenmek üzere çok sayıda ziyaretçinin başvurduğu Didim ve Delf’teki Orakl merkezlerinde pythia (okunuşuyla pitia) adlı rahibe, -bilimcilerce gevşetici ya da uyuşturucu bir madde içerdiği saptanmış olan- defne yapraklarını çiğnedikten sonra transa geçer ve üç ayaklı bir sehpa üzerine çıkarak anlaşılması güç sözler söylerdi. Branşid adı verilen rahip ve rahibeler de tapınağa danışanlara verilecek yanıtı bu sözleri yorumlayarak bulmaya çalışırlardı.
Orakl’ılar:
Şimdilerde “Orakl”ların yaşadıkları veya geçerli oldukları dönem, M.Ö. 700 ile M.S 300 arasındaydı. Sözcüğün üç anlamı vardır ya da üç şeyi tanımlar; birinci anlamda “Orakl” tanrıların konuştuğu kişidir, ikinci anlamda geçerli yani güncel olan tapınak veya çekinilen, saygı duyulan tanrıdır, üçüncü anlamda ise tanrı tarafından kâhin aracılığı ile verilen cevaptır. Batı Anadolu’nun yani İyonya’nın bağrında bulunan Söke yakınlarındaki Didim Apollo Tapınağı 1700 öncesine kadar yaklaşık 2000 yıllık bir “Orakl” merkeziydi. Antik Dünya’dan günümüze gelen bu baş döndürücü Tapınak, geçmişe terk ettiğimiz ve unuttuğumuz görkemin ve de gizemin muhteşem bir örneği olarak gözlerimizin önünde hala durmaktadır.
Orakl ve Manteuma:
Manteuma antik çağda, transa geçen rahibelerin trans sırasında söyledikleri hikmetli sözlere verilen addır. Didim’deki Apollon Tapınağı’nda olduğu gibi, antik çağın Orakl merkezlerinde danışmak ya da gelecekleri hakkında bilgi edinmek için tapınağa başvuranlar olduğunda Pythia (okunuşuyla Pitia, Piti) adlı rahibelerin trans sırasında söylediği pek açık olamayan sözler rahiplerce yorumlanır ve ziyaretçilere bu yorumlardan çıkan sonuç yanıt olarak bildirilirdi.
Lidya kralı Krezüs’ün de bu amaçla Didim’deki tapınağa başvurmuş olduğu, fakat kendisine verilen yanıtı yanlış yorumlamasıyla kendisinin ve Lidya uygarlığının sonunu hazırlamış olduğu söylenir. (Krezüs’e bildirilen yanıtta bir ırmağın geçilmesinden ve bir zaferden söz edilmiş, fakat zaferin kime ait olduğu belirtilmemişti.)
Apollo ve Lucifer ilişkisi:
Antik Yunan’da ve İyonya’da (Batı Anadolu) “Orakl” merkezleri birçok yerdeydi. Fakat daha önce mitolojiye bir göz atmak yararlı olacaktır. Apollon, en büyük tanrı olan Zeus ile sevgilisi Leto’nun oğludur, Zeus’un kıskanç karısı Hera’dan kaçan Leto, Delos Adası’ndaki Kynthos Dağı’na gelir ve orada Apollo ile kız kardeşi Artemis’i doğurur. Mitlere göre doğum esnasında, göklerden altın pırıltılı yağmurlar yağmış, güller açılmıştır.
Apollon, ışığın tanrısıdır, ona “Phoibos” yani “ışıldayan” veya “ışığı getiren” olarak da tanınır; burada ezoterik anlamda Apollo’nun Şeytan’ın majikal tanımı olan “Lucifer” ile özdeşleştiği fark edilir. Apollo’nun ve Lucifer’in ışığı ya da daha uygun tanımla bilgiyi vermesi, özde saklı olan sembolizmanın ifadesidir. Apollo aynı zamanda da kehanetlerin tanrısıdır, üstteki sembolizmadan yola çıkarak geleceğin bilgisinin insana verildiği noktasına ulaşırız ve o zaman da pagan inançlara karşı doğan tek tanrılı semavi dinlerin kehanetlere neden karşı çıktığı anlaşılır.
Tüm pagan kültürü ve gelenekleri yok etmek zorunda olan günümüzde yaşayan üç büyük semavi din ve onların uzantısındaki inançlar doğal olarak gelecekten haber vermeyi şeytansı tanımlamışlar ve korkutarak yasaklamışlardı. Apollo, kehanetlerin babasıydı ve “Orakl” merkezleri onun adına ve onurunaydı. Delphi, Claros ve Didima bunların en önemlileri ve etkin olanlarıydılar. Didima ya da “Didymaion” sözcüğü “ikiz” anlamına gelir, ikiz kardeşleri yani Apollo ile Artemis’i kastetmektedir.
Didima, bazı uzmanlara göre en büyük ve en tanınmış “Orakl” tapınağıdır. “Orakl”, Claros’ta olduğu gibi kadın kâhinler ya da “Orakl” râhibeleri tarafından “Hexametrik” olarak yani altı mısralık şiirlerle verilirdi. Ziyaretçiler, “Orakl”a ulaşmak için önce kutsal yolu geçmek zorundaydılar. Didima’ya gelen ziyaretçiler rahiplerin yönetiminde ayinler yaparlar, alaylar oluştururlar, geceleri meşalelerle yürüyüşler yaparlardı.
Kutsal Yol
Kutsama dönemlerinde Miletliler o zaman liman olan Panormos limanına gelirler, dört kilometrelik taş yolu (son iki kilometresi heykellerle süslüydü) şarkılar söyleyerek (Paion: Kutsal şarkılar) yürürler ve Tapınağa ulaşırlardı. Bu yürüyüş dört gün sürerdi. Miletos’ta bulunan M.Ö. 200’den kalma bir yazıtta törenlerin her yıl Nisan-Mayıs aylarında yapıldığı anlaşılmaktadır. İskender döneminde, yaklaşık aynı dönemler yılbaşı olarak kabul edilmişti. Tapınağın yapıldığı yerde muhakkak bir kutsal orman bulunmalıydı ve o zamanlarda vardı.
Tapınağa ince dallı ağaçların örttüğü bir yoldan ulaşılır, dev sütunların arasından geçilerek, çok büyük bir avluya girilirdi. Bu tarz, şu anda Didim’de görülmektedir. “Orakl” Rahibeleri, bâkireydiler, sürekli olarak kendilerini temizlerler ve tanrısal sözcüklere her an hazır olmak için perhiz yaparlar veya oruç tutarlardı. Didim Tapınağı’nın iç avlusunda, rahibelerin yaşadıkları bölmeler görülür, iç avlunun üstü açıktır ve buranın üstünün açık olması gelenekseldi.
Claros’ta olduğu gibi, Didim’de de iç avluda “vahiy” yani esinlenme ayinleri yapılırdı. Rahibelerin taşıdıkları asaların tanrılar tarafından verildiğine inanılırdı. “Orakl” yani Râhibe, silindir şeklinde döner bir taş bloğa (buna Axon denirdi) otururdu. Axon, muhakkak iç avluda bulunan küçük bir kutsal kuyunun ya da yeraltı kaynağının yanında veya yakınındaydı. Râhibe, tanrıların esinini almak için, yeraltı suyundan yükselen buharı solur ve ardından “Orakl”ı anlatan mısraları söylemeye başlardı.
Daha sonra “Orakl”, dış avluda bekleyen dilek sahibine uygun görülen anda iletilirdi. Rahibeler, kapının arkasında yer alan ve ortasında iki sütunun bulunduğu salona alınan dilek sahiplerine gizemli mısraları söylerlerdi. Tapınağa ibadete ve dilek dilemeye gelen halk, içeri giremez, öndeki sunağın çevresine toplanırlardı. İçeriye ancak görevli rahipler ve Apollo rahibeleri girebilirlerdi.
Öte anlamda, ölümlülerin fiziksel ve ruhsal olarak içeri girememelerinin nedeni, tapınağın bir ölümsüze ait olması demekti. İskenderiyeli Herons, Antik Çağ insanlarının, tanrıların ve tanrıçaların dev kapılarda göründüklerini yazar. Aslında tanrıların dev kapılarda görülmesi inancı çok eskidir, Mezopotamya’daki Kar-Tikuti, Ninurta’daki Asur, Babil’den kalma Borsippa-Nabut ve Ezida tapınaklarında böyle kapılar vardır.
Duyguda esneklik.
Daha önce yazmıştım..
15 Haziran 2018 Cuma
Görüntüler..
Hırvatistan duyurdu! Türk yük gemisi batıyor
Hırvatistan'ın Jabuka Adası açıklarında Türk bandıralı bir yük gemisinin su almaya başladığı, gemide bulunan 13 kişilik mürettebattan 8'inin tahliye edildiği bildirildi.
Uçağın motoru havada alev aldı! Suudi Arabistan kafilesinde panik.Rusya'da düzenlenen 2018 Dünya Kupası'nda yer alan Suudi Arabistan'ın Rostov'a hareket eden uçağının bir motoru havada alev aldı. Uçak sıkıntısız bir şekilde piste inebildi.
İsveç’te silahlı saldırı: 4 yaralı.
İSVEÇ’in üçüncü büyük kenti olan Malmö’de meydana gelen silahlı saldırıda 4 kişi yaralandı.
Amerikan medyasına da yansıyan haberlere göre, görgü tanıkları 15-20 el silah sesi duyduklarını aktardı.
Malmö Polis Sözcüsü Stephan Soderholm, olayın meydana geldiği bölgeyi kontrol altına aldıklarını söyledi.
Yaralılar ve görgü tanıkları ile görüştüklerini de aktaran Soderholm, olayın bir terör saldırısı olarak değerlendirilmediğini ve toplumsal alarm verilmediğini belirtti.
------------ ---------- --------
Japonya hükümeti, dün meydana gelen depremde iki kişinin, yıkılan duvarın altında kalarak yaşamını yitirmesi üzerine ülke çapında tüm okul duvarlarının kontrol edilmesi talimatı verdi.
Depremde okulun dışındaki duvar üzerine yıkılan 9 yaşındaki bir kız çocuğu ölmüştü. Yaşlı bir erkek de yıkılan bir duvarın altında kalarak hayatını kaybetmişti.
Japonya'da Osaka kenti yakınında dün meydana gelen 6.1 büyüklüğündeki depremde çok sayıda bina hasar görmüştü. Depremde 4 kişi ölmüş, en az 380 kişi yaralanmıştı.
------------------ ------------------ ------------
19 Haziran 2018 Salı
Televizyon ve kölelik..
Tek bir insan bütün kainatı değiştirir.İnsanlar, toplumsal sistemlerinin düzenlenmesinde kendi güçlerinin farkında değillerdir. “Tek benim gücümle ne yapılabilir?” deyip, umutsuzluğa kapılırlar.
Halbuki doğada “damla damla göl olur” prensibi geçerlidir. Şimdi insanların bireysel güçlerinin toplumsal sistemi nasıl etkileyebileceğini göstermek istiyorum.
Toplumumuzun geleceğinin şekillendirileceği bir seçim dönemi içindeyiz. 5-6 aday, “Ben toplumumuzu daha iyi yöneteceğim” diyerek sizin oyunuzu istemekte. (Pardon, onlar “toplum” terimi yerine “devlet” diyorlar. Bu konu bir başka yazıda ele alınacak.)
Ama şimdi “gücün sizde” olduğu konusuna dönelim. Seçimi sizler yapacaksanız. Peki kimi seçeceğinize nasıl karar vereceksiniz?
Adayları dinleyerek.
Eskiden adaylar, kent-kent dolaşıp, mitingler yaparak görüşlerini belirtirlerdi. Günümüzde adayların konuşmaları Televizyon kanallarıyla halka duyuruluyor. Televizyon kanalları ise, para-babalarının elinde, ve onlar kendi çıkralarına uygun konuşmaları yayınlıyorlar.
Peki sizin çıkarınız hangi yönde? (Bu konu da ayrı bir yazı konusu.)
Siz elbette, sizin için en iyi olanı yapmayı vaat eden adayı seçmek istiyorsunuz. Peki her adayı tek-tek dinleyip, değerlendirmeniz TV-kanalları tarafından engelleniyor veya çarpıtılıyorsa, ne yapacaksınız?
Hangi kanal tüm-adayların (veyahut en çok adayın) konuşmalarına yer veriyorsa, o kanalı izlerseniz, adaylardan hangisinin sizin için daha iyi olacağına karar verebilirsiniz. (Hatta, hangi kanal, tüm adayları karşı-karşıya getirip, tartıştırıyorsa, orada daha geçekçi durum ortaya çıkar.).
İşte işin püf noktasına geldik: Kanallar, sizlerin izleme oranlarına göre “rating“ alırlar, yani kazanırlar. Sizler, bir kanalı batırabilir veya yükseltebilirsiniz. Dolayısıyla, seçimlerin kaderini belirleyici olursunuz. Seçilecek olan seçmek, yani güç sizdedir. Başka bir yerde, veya başka bir kimsede değil! Tamam mı? Anlaştık mı?
Zaman ve yaşam.
Bu nedenle, hayatımızı anlayabilmek ve doğal sisteme uygun bir şekilde yaşayabilmek için, doğal sistemin işleyişinin nasıl olduğunu net bir şekilde bilmemiz gerekir. Verilen adresteki makalede kesin bir şekilde ıspatlandığı üzere, doğal sistem, doğum-ölüm döngüleri üzerine oturtulmuş, sürekli değişim-dönüşüm içinde olan dinamik bir sistemdir.
Doğum-ölüm döngüleri kuant denilen en temel bir etkileşim öğesinin ömrü ile başlar: Bu en temel etkileşim öğesi ve onun gibi kuantsal özellik gösteren tüm atom-altı-öğeler alemi şekilde gösterilen türde, birer doğum-ölüm döngüsü içindedirler. Fizikçiler, bilgi ve bilincin, sadece insan ve insan-üstü sistemlerde olduğunu, hücre, atom gibi alt-sistem varlıklarda bilgi ve bilinç olmadığı aymazlığı içinde olduklarından, atom-altı-öğeler alemindeki bu doğum-ölüm döngülerini, dalga-davranışı olarak yorumlayıp, atom-altı-öğelerin birer dalga boyuna sahip olduklarını ve çevreleriyle bu dalga boyları ile etkileştiklerini söylerler.
Zaman kavramının açıklandığı makalede gösterildiği üzere, doğadaki her şey, varlıkların en küçük yapı-taşları olan çok kısa ömürlü ve çok hareketli atom-altı-öğelerle başlamaktadır. Daha uzun bir ömür ve daha rahat bir hayata ulaşmaya yönelik üst-sistemler içinde bir araya gelmek, onların temel amaçları olmuştur. Böylelikle, gittikçe büyüyen üst-sistem oluşumlarıyla, gittikçe daha ergonomik yapılar oluşturmaya yönelik etkileşimler sürdürülmektedir. Yani evren gittikçe gelişmektedir. İnsanlık ise bu süreç içindeki en önemli oyunculardan biri olarak rol almakta ve dünyamızdaki hayat sisteminin geleceğini etkileyecek bir durumda bulunmaktadır.
Doğada karşılıklı etkileşime dayanmayan hiçbir şey yoktur. Zaman kavramının aydınlatılması bu konuya kesin bir açıklık getirmiştir. Toplum oluşturma görevi biz insanların görevidir. Yani hiç kimse, “ben senin görüşüne katılmıyorum, Sen kendi yoluna, ben kendi yoluma” deme lüksüne sahip değildir, çünkü hepimiz aynı “gemideyiz, ve bu gemi batarsa, hepimiz batarız.”
Doğada her varlık enerjisini-besinini iç-bileşenlerinden alır: Bedenler enerjilerini hücrelerinden; hücreler moleküllerden; moleküller atomlardan; atomlarda kuantsal sistemden alırlar. Hiçbir üst-sistemde, yani tepede (yöneticilerde), bir enerji veya besleyici özellik yoktur.
Tepedekilerde güç-enerji bulunmadığından, onlar doğadaki sistemi yanlış tanıtarak, zihinsel bir zehirleme uygulamakta ve halkı zombi yapmaktalar. Zombiler ise kolayca kandırılırlar. Bilinç-altı oluşumu bebeklik-çocukluk evresinde gerçekleştiğinden, insanlara bu evreden başlanarak dinsel bilgiler verilmekte ve bu bilgilerin ilahi kaynaklı olduğu, bunların doğruluğundan asla şüphe edilmemesi, bunların sorgulanmaması; aksi takdirde cehennem ateşinde yanacakları vs. belletilmektedir. Böyle bir inanç sistemi kesinlikle tepedeki birilerinin, halkı bir sürü gibi güdebilmeleri için, onlar tarafından ortaya konulmuştur.
Evrende varolan her şey daha önce yaşanmıştır.Bizler sadece oynuyoruz.
BU HAYATTA TESADÜF DİYE BİR ŞEY YOKTUR. Yaşadığımız her deneyimin ve hayatta karşımıza çıkan her insanın, bize bir mesajı vardır. Özellikle sorunumuz olduğunda, yanıtları bize verecek insanlarla karşılaşırız. Rastlantı yoktur. Ama bu rastlantılara nasıl yanıt vereceğimizi, bize iletilen mesajları algılayabilme kapasitemiz belirler. Yolumuza çıkan biriyle yaptığımız sohbet, o anki sorularımıza yanıt vermiyor görünebilir ama bu, yaptığımız sohbetin bir mesaj taşımadığı anlamina gelmez. Sadece, biz o mesajı alamamışızdır.
2. NEDEN YAŞADIĞINI CEVAPLA... İkinci bilgi, gerçeklerin ve kendinin farkındalığı üzerine kurulmuştur. Neden yaşıyorsun?
3. EVRENDE TEK VE SAF BİR ENERJİ VARDIR. Bu bilgi, yaşama yepyeni bir bakış açısı getirmektedir. Modern fizik, evreni, tek ve nötr bir enerji olarak tanımlamakta ve bu enerjinin her nasılsa düşüncelerimize yanıt verdiğini söylemektedir. Yani, insanoğlunun yalvarmasına gerek olmaksızın, eğer gerekli istenci gösterirse ona yanıt veren bir enerji...
4. TÜM EVREN ENERJİDEN İBARETTİR VE ENERJİ GÖRÜLEBİLİR. Ne var ki, hepsinin türü değişiktir. İşte bu yüzden bazı yerler enerjiyi diğer yerlerden daha fazla artırır. Bu, senin uyumuna baglidir. Önce enerji alanlarini görmeye başla. Bunun için dikkatini çevreye yönelt. Nesnelerin ve insanların güzelliklerini, eşsizliklerini takdir edince, enerji alıyorsun; hislerin sevgi düzeyine yükselince, gönüllü olarak enerjini geri veriyorsun. Bu mistik bir deneyimdir.
Bu durum ne yazık ki uzun süre korunamaz. Bilinci normal düzeyde olan bir insanla konuşmaya çabalayınca ya da halâ çatışmaların sürdüğü bir dünyada yaşamaya çalışınca, bu durumdan sıyrılır ve tekrar eski düzeyimize döneriz. Bundan kurtulabilmek için, hissettiklerimizi yeniden, yeniden tekrar etmeliyiz. Çünkü rastlantıları sağlayan bu enerjidir ve rastlantılar sürekli bir temele dayanan, yeni bir düzeyi gerçekleştirmemize yardımcı olurlar.
5. İNSANLARIN, DİĞERLERİNİN DÜŞÜNCELERİNE HÜKMEDEREK ENERJİLERİNİ ÇALMA EĞİLİMLERİ VARDIR. Enerjimizin kesildigini hissettiğimiz zaman, hepimiz aynı şeyi yaparız. İnsanları ve durumlari kontrol ederek enerjinin bize doğru akışını sağlamak için dramalar yaratırız. Şayet kendimize dikkatle bakıp, enerjiyi yönlendirmek için neler yaptığımızı keşfetmezsek, hiçbir ilerleme olmaz.
MESAFELİ DRAMA: Esrarengiz ve gizemli bir görünüm kazanır, kendi kendine ihtiyatlı davrandığını söyler ama aslında bu dramanın içine başkasını çekip, kendisine ilgi göstermesini ümit eder. Birisini bu dramanın içine çekince de, açık davranmaz ve gerçek duygularını anlamaları için karşındakileri zorlar. Onlar bu kişinin gerçek duygularını anlamaya çabalarken, fazlasiyla ilgi gösterip, tüm enerjilerini ona yollarlar. NE DENLİ ESRARENGİZ DAVRANIP, NE DENLİ İLGİLERİNİ ÇEKERSE, O KADAR ENERJİ ÇALAR.
SORGULAYICI DRAMA: Sorularıyla insanları eşeleyip, diğerlerinin yaşantılarındaki yanlışları ortaya çıkarıp eleştirir. Eger istedikleri kişiyi bu dramanın içine çekebilirse, diğerleri, sorgucunun karsisinda kendilerini suçlu hisseder ve sorgucunun dikkatini çekecek hatalar yapmamak için, onun düşündükleri ile ilgilenmeye başlarlar. Sorgucu, bu saygı sayesinde gereksinim duydugu enerjiyi sağlar.
KORKUTUCU DRAMA: Şayet biri sözle, fizik gücüyle ya da statüsüyle başkaları üzerinde tehdit yaratıyorsa, diğerleri başlarına kötü bir iş geleceği korkusuna kapilir, ona ilgi gösterip enerjilerini verirler.
ACINDIRICI DRAMA: Birisi, başına gelenlerden diğerlerinin sorumlu olduğunu açıkça olmasa da vurgular ve ona yardım edilmediği takdirde kötülüklerin başına gelmeye devam edecegini söylerse, sağladığı ilgiyle enerji çeker.
Burada dikkat edilmesi gereken konu, dramaların, karşı dramaları yarattığıdır. Örneğin mesafeli drama uygulayan bir kişi, karşısında sorgucu drama oynayan kişiyi yaratır.
6. GEÇMİŞİ BERRAKLAŞTIR, ÇOCUKLUĞUNUN DRAMALARINI TEKRAR ETME!
Geçmişi berraklaştırmak, çocukluğumuzda öğrendiğimiz bu dramaları kontrol etmekle başlar. Dramaların farkıda ol. Bunlardan bir kez kurtulduğnda, kendini daha yüksek seviyedeki evrimsel kimliğinde bulursun. Doğru enerji ile her doluşta hayatı daha ileriye götürecek bir rastlantı eydana gelir ve bu düzeydeki enerji içselleştirilir.
7. AKLINA ANİDEN GELEN DÜŞÜNCELERE DİKKAT ET! Ani düşünceler, bize rehberlik etme maksadıyla aklımıza gelirler. O zaman, NEDEN? diye sormalıyız. Yaşam sorunumla bunun ne ilgisi var? Gözlemci durumuna geçince, her şeyi kontrol etme gereksiniminden de kurtuluruz ve bu bizi evrimin akışının içine sokar. Bu noktada olumsuz düşünceler aklımıza gelirse, 7. bilgi, "korku imajları belirir belirmez engellenmelidir, ardından da aklımıza iyi düşünceler getirmeliyiz" der. Eğer olumlu imajlardan sonra olumsuz imajlar belirirse, yine de bunları ciddiye almak gereklidir. Örneğin, aklına aniden araba kazası geçireceğin gelmişse ve biri seni arabayla bir yere götürmeyi teklif ederse, reddetmelisin.
8. DİĞERLERİYLE KURDUĞUN İLİŞKİLERDE ENERJİNİ DOĞRU KULLAN! Sekizinci bilgi diğerleriyle kurulacak ilişkilerde enerjiyi kullanmanin yolunu gösteriyor. Özellikle çocukların hatalarını sürekli düzeltmenin, onların enerjilerini tüketmek olduğunu ve bu durumun onlarda kontrol dramaları yarattığını söylüyor.
AŞK İLİŞKİLERİ ENERJİ EMİCİLERE DÖNÜŞMESİN!: Aşık oldugunda, iki kişi bilinçsiz olarak enerjilerini birbirlerine verirler ve mutluluk ve neşe inanilmaz derecede artar, titreşimler yükselir. Ne yazık ki, insanlar kısa sürede birbirlerinden gelen bu enerjiye bağlanırlar ve evrenden sağladıkları enerjiyi keserler.
Oysa, iki kişinin birbirine verecek yeterli enerjisi yoktur. Bir süre sonra birbirlerine enerji vermeye son verip, diğerinin enerjisini elde etmeye çalışır ve çocukluk dramalarının içine düşerler. Ve sonuçta ilişki giderek yozlaşır ve güç mücadelesine dönüsür. Aslında bu durumdan tam olarak kurtulmayı öğreninceye kadar alfabedeki C harfi gibiyizdir. Karşı cinsten kolay etkileniriz, onun yarım kalmış dairesi gelip bizimkiyle birleşir. Birbirimize enerji akıtmaya başlarız, gerçekte ise kendi dışında diğer yarısını arayan bir başka insanla birleşmiş oluruz. KARŞIT CİNSTEN BİRİNE BAĞIMLI OLMAMIZIN NEDENİ, KARŞIT CİNSİN ENERJİSİNİ ELDE ETMEK İSTEMEMİZDİR.
ÖNCE TEK BAŞINA OLMAYI ÖĞREN! İçimizdeki kaynaktan aldığımız mistik enerjinin, hem erkek hem de dişi yönü vardir. Ama bu bütünleşme zaman alir. Eğer olgunlaşmadan eril yada dişil enerjimizin artması için, bir başka insan ile bağlantı kurarsak, evrensel kaynağın akışını durdururuz. Önce daireyi kendimiz bütünlemeliyiz. Bu zaman alır ve ancak bunu sağladıktan sonra yüksek ilişackiler kurabiliriz. Böylece, bütünleşmiş bir insanla romantik ilişki kurduğumuzda, bu tür bir ilişki bizim bireysel gelişimimizi engellemez. Bu tür ilişkilerde bağımlı olma eğilimi yoktur. Çünkü bu insanlarin ikisi de gelecek mesajlari beklemektedirler. Bir aşk deneyime ilk başlarken, ilişkinin ilk günlerinde duyulan iyilik ve keyfin tadını, tek başına olduğun zaman çıkarmalı, onu içine almalısın. Bundan sonra gelişmeye başlarsın ve kendine uygun romantik ilişkiler sana kendiliğinden bir şekilde ulaşır.
9. ENERJİ DÜZEYİNİ ARTTIR! Dokuzuncu bilgi der ki; enerji düzeyimiz arttıkça vücudumuzdaki atomların titreşimlerinin düzeyi de artar. Kısacası, ruhumuzu arındırıp hafifleriz. Her zaman enerji dolu ol ve sevgi konumunda kal. Bir kez sevgi konumunu elde ettin mi, hiç bir şey ve hiç kimse sendeki enerjiyi çekip alamaz. Aslında, senden taşan enerjinin yarattığı akıntı, aynı oranda enerjiyi senin içine çeker.