16 Aralık 2017 Cumartesi

İçimizdeki ışığa yolculuk.

Evrenin Ortak Dili DMT

“Karanlıkta oturanlar gerçek (büyük) ışığı görürler” Hz.İsa

İnsanın sinir sistemi, bitkiler, hayvanlar ve daha fazlası DMT ile kaplı. 

Avatar filminde gezegenle iletişime geçen canlılar DMT'nin bu yönüne vurgu yapan öğelerdir. Aslında hepimiz bu iletişim donanımına sahibiz fakat bu donanımı bilinçli olarak kullanamıyoruz, yeti haline dönüştüremiyoruz.

DMT ancak aydınlanma ile gerçek işlevini kazanabilecek bir moleküldür.3 canlıda temel bir yapı olarak bulunan DMT ortak iletişimin kaynağıdır. İstisnasız tüm canlılarda DMT bulunur.

Parapsikolojinin ilgilendiği en baş konulardan biri ölüm ve ötesidir. DMT'yi bu alanda ve fizik ötesinde alanda inceleyecek ve açıklayacak olursak DMT sayesinde bir insan ölümü ve doğumu deneyimleyebilir, ölüm korkusunu yenebilir, insan hiç görmediği ve bilmediği alemlere(boyutlara) geçiş yaparak evreni keşfedebilir.

Bu durumu bir rüya gibi düşünün nasıl bir insan rüya esnasında hiç bilmediği ve görmediği yerlere gidip normal hayatta olmayacak psikozlar yaşabiliyorsa aynı şey dmt'yi bilinçi kullanarakta yaşanabilir.

Fakat bu bir rüya değildir tam aksine gerçeğin ta kendisidir. Rüya esnasında gördüğümüz insanlar, yerler, görüntüler,ve objeler 4. Boyuta geçişin bizlere sunduğu bir ikramıdır.

Ruhumuzu 3. Boyuttan sıyırıp 4. Boyuta götüren DMT bizleri gerçekliğin bir üst katmanına götürerek yaradana bir adım daha yaklaştırmaktadır.

Meditasyon, oruç, ilahi söylemek ya da başka herhangi bir teknik ile özden kaynaklanan DMT seviyesinde bir patlama oluşabilir. Bu da mistik ve ölüme yakın deneyimle bağlantılıdır.

DMT'nin vücudda doğal olarak sentezlenmesi 2. ana bölüme ayrılır, biri doğum anı diğeri ise ölüm anıdır. Normal de nefes aldığımız her an sentezlenir fakat bu çok küçük bir miktar.Koca okyanusun içnde tek bir su damlası gibi..

Sentezi arttırabilmek için beynimiz belirli bir nefes ritmine ihtiyaç duyar. Çünkü hayat insana aldığı nefes üzerinden akmaktadır. Bu ritimi de yakalaya bilmek hiç kolay değildir.

Maditasyon yaparak, oruç tutarak, ilahi söyleyerek ve belirli teknikler kullanılarak ritim bir miktar arttırılabilir. Amaç nefesi belirli bir düzene sokmaktır.

Gece uykuya daldığımızda nefesimiz yavaş yavaş azalarak bir ritim yakalar ve bu sayede DMT sentezini arttırarak yavaş yavaş rüyaya giriş yaparız. Sentezleme ne kadar yüksek ise algılayacağımız gerçeklik ve boyut da ayı doğrultuda artmaktadır.

Rüyalar bilincimiz kapalı olarak başlar. Eğer ki rüyadayken bilincinizi açmayı başarırsanız "gerçekler aleminize hoş geldiniz".

Korkularınızı(şeytanı) yenebilirseniz yaradanın bu büyük lütfundan bir parçada siz yiyebilirsiniz. Unutmayın burda kararları sadece siz vermiyorsunuz bir de geçmişimizin saklandığı bir bilinç altı faktörü mevcut.

Salgılanması rüyaların görüldüğü evreye denk gelir ve erowid`den de okuyabileceğiniz gibi etkilerinin arasında "change in perception of time" (zaman algısında değişim) vardır.

Ayrıca vücut dışı deneyimlerinin çoğu ya rüyadayken ya da ölüm sırasında (müdahaleyle dönebilenler tarafından) olduğu iddia edilir.

Beyin uyku dışında sadece ölüm ve doğum sırasında dmt salgılar.

"ışık görmek" yine hem içilen dmt sırasında hem de ölüm sırasında yaşanan bir durum. Öte yandan Hinduizm`de her çakra belli bir hormon bezinin olduğu bölgeye denk geldiği gibi üçüncü göz pineal bezin olduğu bölgeye denk gelir.

Yani nirvanaya en yakın nokta olan "tam görüş / yargısızlık" noktasına (bir görüşe göre) dmt salınımının kontrolüyle erişilebilir.

Meditasyonda DMT salgılayan Epifiz "Prana" olarak adlandırılır. prana tanrı'nın nefesidir, logos'tur. Pranic nefes alma teknikleri ile epifiz aktive edilir ve kişi bu sayede merkabah'a (lightbody) kavuşur. Kişi üçüncü boyuttan dördüncü ve beşinci boyutlara atlayabilir. Tabiri caizse bilinçsizlikten bilince, karanlık taraftan ışığa geçer.

Bu tam olarak Platon'un idealar veyahut Carl Gustav Jung'un arketip dediği kolektif zihindir. Aynı zamanda Sigmund Freud'un bilinçaltına dayanan psikanalitik görüşüne de ivme kazandırmıştır.

Yine iddialara göre Prana, Metatron'un dalga boyudur. Bilindiği üzere okült felsefede yhwh metatron'un avatarıdır. Kutsal geometride metatron's cube olarak bilinen 13 daireli hexagonal şekil, kabala'da tree of life denen şekilden çıkarılır ve Talmud'a göre Adem cennetten düştüğünde yitirdiği olağanüstü yetenekleri ve beraberinde kayıp hafızayı temsil eder.Kutsal kitaplarda Ezekiel'ın gökten inen kutsal, ruhani bir varlığı tanımlamak için kullandığı wheels within wheels kavramı tam olarak budur aslında.

Epifiz, geceleri pinoline, melatonin ve dmt adı verilen güçlü bir halüsinojen madde salgılar. özellikle dmt ile lsd'nin etkileri neredeyse benzerdir. uyku ile uyanıklık arasındayken içinde bulunduğunuz odayı 360 derece görebiliyorsanız veyahut gözünüz kapalıyken bunu hayal edebiliyorsanız epifiz yani üçüncü gözünüz açılmaya başlamış demektir.

Epifizin işlevi sodium fluoride tarafından engellenmektedir ve sodium fluoride Amerika'da kola, su gibi en fazla tüketilen içeceklerin içine yoğun miktarda katılmaktadır.

Yine iddiaya göre sodium fluoride ilk kez Naziler tarafından insanlar üzerinde kullanılmıştır. global bir komplo teorisine göre bu yüzden insanlık bilinçli bir manipülasyona tabi tutulduğundan dolayı third eye blind denen durumdan müzdariptir.

phalaris arundinacea / yem kanyaşı,
psychotria viridis / chacruna
phalaris spp. / kuş otu,
acacia spp. / akasya (maidenii; obtusifolia; phlebophylla),
arundo donax / kargı kamışı
anadenanthera spp,
virola spp,
diplopterys cabrerana,
mimosa tenuiflora / tepescohuite ağacı,
ve desmanthus illinoiensis

bitkilerinde DMT bol miktarda bulunmaktadır.*

Bilinç ve su..

Terence McKenna 

(16 Kasım 1946-3 Nisan 2000) yazar filozof ve bitkibilimci.

Terence McKenna algı değiştirici bitkiler, psikedelik deneyimler, etnobotani, Şamanizm ve bilinç üzerine araştırmalar yapmış, psilocybin, dmt gibi maddeler ile ilgili deneyimlerini ve öğretilerini aktaran kitaplar yazmış, konferanslar vermiştir.

Halüsinatif maddelerin eğlence amacı ile değil, algıyı ve zihni açacak araçlar olarak kullanmasını savunmuştur.

Şamanizmin ontolojik temelleri ve ruh dönüşümlerinin etnik bitki ve ilaçlarla uygulanması konusunda çalıştı. 

Yenilikçi bir teorisyendi (novelty theory) ve aynı zamanda büyülerle haşır neşirdi. 

Mc kenna, duygulara ve ruha yönelik eğilimleri su yüzüne çıkarmayı amaçladı. ve spacetime continuum adlı bir albumle de daha cok insana ulaşmayı hedefledi. 

Bu albumde mc kenna psychedelic-goa tarzı bir müzik üzerine düşüncelerini okudu. kimyasalların sanat üzerindeki etkilerinden, evrenden, varoluşumuzdan ve kesinlikle çok daha fazlasından bahsetti. 

Psychedelic re evolution veya archaic revival diye tabir ettiği aktif felsefesi, 20. yy insanının içten içe arkaik köklerine dönüşü özlemekte olduğunu ve bunun sonucu olarak soyut dışa vurumculuk, sürrealizm, caz ve rocknroll gibi akımların ortaya cıktığını anlatır.

Doğanın çocuğu kadın..

Bazı Şamanistlere göre en kuvvetli şamanlar kadın şamanlardır. 

Eski devirde şamanlığın kadınlara mahsus bir sanat olduğunu gösteren kuvvetli emareler vardır.


Prof. Dr. Fuzuli Bayat, "Türk Şamanlığı" kitabında "Şaman"ı şöyle tanımlıyor: 

"Ezoterik bilgilerin taşıyıcısı, psikolojik ve ekolojik dengenin koruyucusu, görünen ve görünmeyen dünyaların ilişkilendiricisi, ruhların yönlendiricisi ve yetenekli bir tabip." 

Şamanlık, göçebe topluluklarda, özellikle avla ve toplamayla geçimini sağlayan toplumlarda gelişmiş. 

Bayat, kadın şamanın, "mitolojik ana" düşüncesine bağlı olduğunu, ilk şamanın ateşi koruyan kadın olduğunu belirtiyor. 

Prof. Bayat, Altaylı ve Yakut şamanları ile yaptığı görüşmeler sonucunda günümüzde dahi kadın şamanların erkek şamanlardan güçlü olduğunu gözlemlemiş. 

Şamanlık, ortaya çıktığı ilk dönemlerde kadınların hâkimiyetinde olsa da, demirin keşfi ve avcılığın erkek sanatı olarak gelişmesi sebebiyle zamanla erkek egemenliği altına alınıyor. 

"Kadın Şifacılar"ın yazarı Jeanne Achterberg'in de, Batı'da hekimlik mesleğinin zamanla erkek egemenliğine girmesinde demirin keşfi ve avcılığın gelişmesinin önemini benzer şekilde vurgulaması özellikle anlamlı.

Gaziantep Üniversitesi öğretim üyesi Doç Dr. Ruhi Ersoy'un 2006 tarihli "Kadın Kamlar'dan Göçerevli Türkmenler'de 'Ebelik' Kurumu'na Dönüşüm" makalesi ise şamanlık geleneğini günümüze bağlıyor. 

Ersoy, kadın şamanlar yerini erkek şamanlara bıraksa da kimliklerini kaybetmediklerini, çeşitli kadın kimliklerine devrettiklerini söylüyor. Ersoy'a göre ebelik de yapan kadın şamanların bu kimliğini ebelik kurumu üstlenmiş.

15 Aralık 2017 Cuma

Her yaşam forumlarıyla iletşim içindeyiz.

ETERİK KORDON AKIMLARI

Biz her zaman diğer insanlarla, hayvanlarla, yaşadığımız alanlar ve cansız varlıklarla Enerjisel bağlar kurmak durumundayız.

Duru görü sahibi olanlar bu eterik kordonları ince enerjisel teller ya da iplikcikler olarak tanımlarlar. 

Eterik kordon,bizim çakramızdan çıkan ve duygusal anlamda ilişkili olduğumuz insan,nesne veya mekana uzanarak gidip gelen bir eterik enerji hattıdır.

Sağlıklı bir eterik kordan genellikle Kalp çakradan bağlanır,

Negatif olanlarsa diğerlerinden; Genellikle Solar Pleksus, mide, karın, hatta dalak

Eterik kordonlar en genelde yakınlarımız ile, babamız, annemiz, eşimiz, eski eşimiz, eski sevgililerimiz, şimdiki sevgilimiz, arkadaşımız,evimiz, çocuklarımıza kadar uzanır ve sürekli bir aktarım söz konusudur.

Kordon şeklindedir göbek bağı gibidir.O bağ kopmadıkça var olan olaylarla ilişkimiz kesilmez.Özgür kalamayız.Obsesyonun en son safhasına kadar gidebilir

Eterik kordonlar pozitif bağlar olduğu gibi,negatif bağlarda olabilir.

Negatif kordonlar farklı şekillerde oluşabilirler. Örneğin enerjisel vampirler olarak tanımladığımız insanlar, istemleri dışı sizinle eterik bir bağ oluşturup, bu kordon aracılığı ile sürekli enerjinizi boşaltabilirler.

Pozitif bağlar esenlik duygusu verirken negatif bağlar enerjimizi aşağı çeker, tüketir.

Çok sıklıkla,eşler arasında sakral (2 nci) çakranıza bağlanmıştır. Tartışma deneyimlediğiniz insanlar solar pleksusunuza bağlanır.

Üzüntü duyduğunuz/sizi mutsuz eden insanlar kalp çakranıza bağlanır. Acı verici ilişkiler yaşadığınız insanlar veya tüm yükü omuzlarınızda taşıdığınız bir ilişki yaşadığınız insanlar omuzlarınıza bağlanır.

Yakınlarımıza bağımlı olmak da negatif yönde bir eterik kordondur.

Yakınlarımıza bağımlı olmanın nedeninde yatan duygular maddi veya manevi anlamda güçsüz, yetersiz hissetme, güvende olamama hissi ve dolayısı ile ayrılık & terk edilme korkusu olabilir. Bu negatif bir bağdır.. Bu durum özellikle karsı tarafı huzursuz ve güçsüz bırakır..

Eterik bağ sevdiğimiz nesneler ile de ilgili olabilir..Örneğin anlam yüklediğimiz veya uğuruna inandığımız bir nesneye duyduğumuz bağımlılık gibi.

Bu bağları kesmek o nesneyi veya insanı kaybedeceğimiz anlamına gelmez.Sadece korkuyu veya endişeyi serbest bırakırız..

Bir insana sürekli öfke ve affetmeme duygusu taşımak da o kişi ile eterik bağımızı negatif yönde aktif tutacağından ilerde ciddi ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklara neden olabilir..

Eterik bağ,bulunduğumuz mekan veya şehir ile de ilgili olabilir.Oraya yüklediğimiz anlam nedeni ile oradan ayrılmak istemeyebiliriz.Başka bir yerde daha iyi imkanlarla yaşamak mümkün olduğu halde, sırf bu mekan bağımlılığı yüzünden önümüze çıkan fırsatları kaçırabiliriz..

Eterik bağ güçlendirmesi, bu gibi bağları kolay bir şekilde kesmemizi sağlar.

(Derlenmiştir)

Doğada uyum..

Keşfedilmeyi Bekleyen Doğadaki Desenler

KIRLARDA yürüyüşe çıktığımızda, doğadaki güzel şeyleri pek çoğumuz fark ederiz. Bunlar, bir çiçek tarlası, rengarenk bir kuş, görkemli bir ağaç ya da göz alıcı bir manzara olabilir. 

Pek çok insan bu gibi güzellikleri bir Yaratıcıya ya da Usta bir Tasarımcıya atfeder.

Doğadaki karmaşık desenleri sadece bilim adamlarının keşfedebileceğini düşünebilirsiniz. 

Bununla birlikte, doğadaki desenleri fark etmek için yüksek teknoloji ürünü bilimsel gereçlere ihtiyacınız yoktur. 

Tüm ihtiyacınız keskin bir göz, biraz hayal gücü ve şekiller ile güzelliklerin farkına varabilmektir. Ayrıca belki de daha önceleri olağan saydığınız sıradan nesnelere yakından bakmanız gerekebilir.

Doğadaki desenlerin en basit şekillerinden biri sarmaldır. Bu, bir tirbuşonun ucu ya da topaca sarılmış ip gibi tanıdık bazı nesnelerde görülebilir. 

Bununla birlikte, deniz kabuğu ya da çam kozalağında daha zarif sarmallar görebilirsiniz. 

Ve eğer bir ayçiçeğinin ortasına dikkatlice bakarsanız, zarif bir sarmal örneği daha görürsünüz. 

Sarmal biçimleri, fazla belli olmasa da bir gülün ya da bir örümcek ağının merkezini de süsler.

Bir örümcek ağına yakından bakalım. Örümcek öncelikle ağına, bir bisiklet tekerleğinin çubuklarına benzer bir ana hat kurar. Sonra merkezden başlayarak bu ana hattı yapışkan bir ipek iplikle birbirine bağlamaya başlar. Ağ tamamlanana kadar örümcek dairenin içinde dönerek ağı dokur. Dışa doğru genişleyen bu iplikten daire, sarmal biçimindedir.

Doğada bulunan bir diğer ilgi çekici örnek ise yalancı göz şeklidir. Bu yalancı göz şekli en umulmadık yerlerde karşınıza çıkabilir—bir kuşun tüyünde, bir kelebeğin kanadında ve hatta bir balığın pullarında. 

Bilim adamları yalancı gözlerin, kur dönemini başlatmaya, düşmanı şaşırtmaya ya da ilgiyi uzaklaştırmaya yaradığını öne sürüyorlar. 

Yalancı göz konusunda belki de en bilinen örnek olan tavuskuşu ve onun kur dönemindeki gösterişli görüntüsü, doğa harikalarından biridir. 

Büyük İskender, tavuskuşunun güzelliğinden öylesine etkilenmişti ki, ülkesinin her yerinde bu kuşun korunmasını emretmişti.

Daire ve küre biçimi de bilinen başka desenlerden bazılarıdır. Buna örnek olarak güneşin batarken aldığı altın küre hali ya da gümüşi dolunay bizde her zaman hayranlık uyandırır. 

Papatya familyasından olan pek çok çiçek, ortasındaki sarı renkle ve adeta ışık saçan biçimde dizilmiş çeşitli renklerdeki taçyapraklarıyla güneşe benzer bir görünümdedir. 

Güneş, turistleri bir plaja ne kadar kolay çekerse, bir çiçeğin ortasındaki altın göz de salgıladığı balözüyle, kelebekleri o kadar kolay kendine çeker.

Küre, paketleme için en ekonomik şekil olduğundan, meyveler farklı renk ve boylarda olsa da genelde küre şeklindedirler. 

Ayrıca, meyvelerin canlı renkleri kuşların ilgisini çeker ve onlar da lezzetli bir yemek karşılığında bu meyvelerin tohumlarını dağıtırlar.

Tabi ki sarmallar, yalancı gözler, daireler ve küreler doğada bulunan pek çok örnekten sadece birkaçıdır. Bazısı belli bir amaçla tasarlanmışsa da, diğerleri dekorasyon ya da kamuflaj vazifesi görürler. 

Her ne nedenle olursa olsun, onlara dikkatle bakın ve bundan zevk alın.

Nefes ve zihin..

Tao’cu çerçevede, üç zihin var deniyor;
-gözlemci zihnimiz (merkezi beyin), 
-bilinçli zihin (merkezi kalp) 
-ve sezici zihin ise karın denir. 

Yani özellikle sezgilerimiz neden karnımızda toplanır? 

Bunun nedeni de şudur: 

Aldığınız nefes, ki diyafram nefesi alanlar bunu çok net olarak bilir, karnınızda toplanır ve buradaki enerji akışı bir dolanım yapar ve tekrar ağzımızdan bu nefesi vererek çıkar. Ama, buradaki bu enerji döngüsünde merkez karındır ve siz aldığınız her türlü bilgiyi bu sezgileriniz çerçevesinde alırsınız.

Duygularımız, özellikle bilinçli zihnimizi oluşturan kalp burada bilinç altımızda aynı şekilde devreye girer ve tabi ki öğretim sürecinden aldığımız birtakım tetiklemeler duygularımızı oluşturabilir ve gözlemci zihin, yani algılarımızdaki birtakım bazı yanılsamalar, ki biz her şeyi görmeyiz, bakarız ama görmeyiz, duyarız ama gerçek anlamda o duymak değildir. 

Dolayısıyla, bu çerçevede özellikle gözlemci zihin ve bilinçli zihindeki birtakım sorunlar, sezgisel olarak aldığımız bu bilgileri bir anlamda kamufle eder ve çoğunu da yok eder.



14 Aralık 2017 Perşembe

Bedenlerimiz de semboldür..

"İnsan vücudunun evrenin işleyişinin bir analojisi olduğunu" düşünen Leonardo da Vinci hemen her eserinde altın oran ve pi sayısını kullanmış.Da Vinci'nin maddesel varlığı kare, ruhsal varlığı ise daire ile sembolize ettiği ve insanoğlunun iki yönünü çizimlerinde bu şekilde ifade ettiği düşünülmekte...

Vinci'ye göre;
"Resim bir bilimdir ve tüm bilimler matematiğe dayanır. İnsanın ortaya koyduğu hiçbir şey matematikte yerini bulmaksızın bilim olamaz"

Yapay beslemek..

Doğaldan uzaklaştığımızda gerek vücudumuza gerekse çevremize ne büyük zararlar verdiğimiz kanıtlardan bir tanesi..

Mikrodalgada Isıtılan Su ; Bakın Bitkilere Ne Yapıyor

Resimler bir bilim fuarı projesinden alınmıştır. 

Filtrelenmiş su ikiye ayrılarak yarısı soba üzerinde kaynama noktasına kadar ısıtıldı,diğer yarısı mikrodalga fırında kaynama noktasına dek ısıtıldı. 

Su soğutulduktan sonra, tamamen aynı iki bitki bu ayrı sularla sulandı, amaç normal kaynayan suyla beslenen bitki ile mikrodalgada ısıtılan suyla beslenen bitkinin büyümesi arasında fark olup olmayacağını görmekti. 

Suyun enerjisinin veya yapısının mikrodalga tarafından değiştirilebileceği düşünülüyordu. 

Ve sonuçlar ....

Düşünce nerden geliyor..

Makrokozmik Zihin (Evrensel Zihin) 

“Eğer bir şeyin yanıtını arıyorsanız, sadece konsantre olun. Bir saniye içinde yanıtı bulacaksınız. Bu, Evrensel zihnin yasasıdır. 

Evrensel zihin, sizi beslemek için hep oradadır. 

Tam içinizde, çok zayıf, basit, kırıcı olmayan, kesinlikle anlaşılabilir, küçük bir ses vardır. Konuşur, ama yüksek sesle değil, çok yumuşak bir sesle konuşur”

–Yogi Bhajan 

Bilim adamları yüzyıllardır insan beyni üzerinde çalışmaktadırlar onlar beynin anatomisini çok iyi biliyorlar. Fakat beynimizde düşüncelerin geldiği yerin neresi olduğunu bulmakta başarısız oldular. 

Muhtemelen hiçbir zamanda başarılı olmayacaklar; çünkü düşünceler beynimiz sayesinde gelmektedir, fakat beynimizde üretilmezler.

Öyleyse gerçekten nereden geliyor bu düşünceler ?
Onlar her şeyin tezahür ettiği saf birleşik zihin alanından gelmektedir. 

Bazı insanlar bu alana "evrensel zihin" veya "kozmik zihin" derler bazıları da "Tanrı "veya "kaynak" enerji der . 

Temel olarak hepsi aynı şeydir. bu düşüncelerin kaynağı olan benim ve sizin kaynağınız olan ve bu dünyadaki herşeyin kaynağı olan birleşmiş alandır. Biz hepimiz bu alanın uzantılarıyız ve hepimiz bu alanla biriz.

Doğadaki tüm olaylar “ Evrensel Zihin” olarak adlandıracağımız bir alan içinde ortaya çıkarlar. Yani bütün formların kendisinden çıktığı ilk cevher, ilk töz her şeyin başlangıcı ve sonudur.

Evrensel Zihin ile iletişimin Nobel ödüllü Dr Luc Montagnier tarafından yapılan deneyle "teta frekansları" ile olduğu da ispatlandı.

Bu Üst bilince sonsuz zihin de denmektedir

Üst bilincin yapabilecekleri:

-Sadece tek bir üst bilinç vardır ve hepimizin bilinci (genel anlamda mind) ona bağlıdır.

- Evrensel zihin sonsuz zekaya sahip olduğundan sizin iyi karar vermenize yardım eder.İstediğiniz tüm cevaplara sahiptir.

- Keşiflerin kaynağıdır.Büyük mucitler üst bilinçten büyük fikirleri çekme/alma konusunda uzmandırlar.

-Hedeflerinize ulaşmanıza yardım eder.

-Mega kompütür gibi kendisine bağlı küçük bilgisayarların faaliyetlerini- bir orkestrayı yönetir gibi -uyum içinde tutar.

Hedefinizi bilinçaltına aktardığınızda üst bilinç buna uygun şekilde cevap vermeye başlayacaktır.Yaşamınıza doğru insanlar,fırsatlar girecektir ve gerekli ise sizi güçlendirecek dersler de sunulacaktır.

Bir kez üst bilincin nasıl iş gördüğünü doğru olarak anladığımızda başarının şansa bağlı olmadığını fark ederiz.

Bu itibarla, gerçeği sadece ve sadece Yaratıcı Güç’ün sahip olduğu mutlak şuur ve evrensel zihin bakış acısından görmeye çalışırsak, tüm zıtlıklar aşılır. Ruh-madde, atalet-hareket, iyi-kötü, dişi-erkek, güzel-çirkin, acı-sevinç gibi.

Son aşamada özneyle nesne, yani yaratan ile yaratılan arasında bütünsel bir ilişki mevcut.Bu da Yaratan’ın özelliği ve cömertliğindendir.

Kozmik evrendeki tüm oluşumların aslında tek bir kahramanı vardır.

O da Mutlak yaratıcı şuur ve evrensel zekâ sahibi olandır.

13 Aralık 2017 Çarşamba

Zihin.

Tasavvuf alimleri ve düşünürleri, Rishiler, Upanişadların inanışına göre, Yoga öğretileri ve Hintlilerin kutsal kitabı Mahabharata’da yüzyıllardır zikredilen gerçek...

“Ben, bedenimde değilim. 

Bedenim benim içimde, 

Zihnimde değilim 

Zihnim benim içimde "

Ağaç.

"Akşam saatinde bizler kendi çocuksu düşüncelerimizde huzursuz oluruz, 

ağaç ise hışırdar: ağaçların uzun düşünceleri vardır, uzun soluklu ve sakin, tıpkı bizden daha uzun ömürleri olduğu gibi. 

Biz onları dinlemediğimiz sürece bizden daha bilgedirler. 

Ancak ağaçları nasıl dinleyeceğimizi öğrendiğimizde, düşüncelerimizin kısalığı, hızı ve çocuksu telaşı benzersiz bir neşeye dönüşür. 

Ağaçları dinlemeyi öğrenen bir kimse artık ağaç olmak istemez. Olduğundan daha başka bir şey olmak istemez. 

İşte bu yuvamızdır. İşte bu mutluluktur."

"So the tree rustles in the evening, when we stand uneasy before our own childish thoughts: Trees have long thoughts, long-breathing and restful, just as they have longer lives than ours. They are wiser than we are, as long as we do not listen to them. But when we have learned how to listen to trees, then the brevity and the quickness and the childlike hastiness of our thoughts achieve an incomparable joy. Whoever has learned how to listen to trees no longer wants to be a tree. He wants to be nothing except what he is. That is home. That is happiness.” 

Hermann Hesse

Küçük kainat.

"Herşey dönüşüp gitmede kainatta

Herşey dönmede, dönüşmede"

Mevlâna Mesnevi isimli eserinde şunları söyler: 

"Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner."; 

Galaktik sistemi meydana getiren büyük yıldızlar sürüsünün en karakteristik özelliklerinden biri de, bizim gezegenler sistemimizde olduğu şekilde, dönen hızlı bir hareket halinde olmasıdır. 

Tıpkı, güneş etrafında hemen hemen bir daire yörünge üzerinde dönen, Venüs, Dünya, Jüpiter ve diğer gezegenler gibi, saman yolunu teşkil eden milyarlarca yıldız da galaktik merkez olarak bilinen bir merkez etrafında döner.

"Bedenimiz bu evrenin bir parçasıdır. Öyleyse, ruhumuz da evrenin ruhunun bir parçası olmaktadır. Evrenin ruhu varlıkları nasıl yönetiyorsa, ruhumuz da bedenimizi öyle yönetmektedir. İnsan ruhunun eylem ve yetenekleri, Evrensel Ruhun eylem ve yetenekleri ile eştir." denir.

“Hint simya kozmolojisi ve metafiziğin kökenlerini, Samkya felsefesinin "zuhurat" (tecelliyat) ve mikro kozmos-makro kozmos ilişkilerinde, Upanişadlar ve Vedanta'da bulmak mümkündür. 

Bu felsefelere göre, varolan her şey esas bir kaynak veya özün zuhurudur ve belirli bir zamandan sonra geldiği kaynak ve özle tekrar özdeşleşecektir. 

Zuhur ederek tezahür eden evren yapı itibarıyla hiyerarşiktir. Bütünlüğe dönme işlemi kavramsal olarak gerçek ve mükemmel özü ortaya çıkarmak için illüzyon içeren formları bir bir soymayı gerektirir.”

Hermes'in öğrencilerine öğüdü ise şöyledir: 

"İlim kuvvetin, iman kılıcın, sukut da delinmez zırhın olsun. Hakikati herkesin anlayış derecesine göre açıkla. Ruh, üstü örtülü bir nurdur ki ancak aşk ile ebedi olarak parlar; aşksız ise sönüp gider."

"Bir olan şeyin gizemini bulmak ve tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirmek için aşağıdaki olan yukarıdakine eşittir ve yukarıda olan aşağıda olana eşittir". 

Bu bakış açısı mikro ve makro kozmosa dolayısıyla insan ve evrene bir arada bakmayı ve incelemeyi gerektirir. 

Evrende mükemmel bir sistem kurulmuştur; her şey uyum ve mükemmellikte, olması gerektiği şekilde, gereken zamanda olmaktadır. Evrende tesadüf yoktur. 

Einstein “Tanrı zar atmaz” der. Her şey planlı ve programlı bir şekilde ilerlemektedir.

12 Aralık 2017 Salı

Dostlarım..

CENAZE MERASİMİM

Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan?
Asansöre sığmaz tabut,
merdivenler daracık

Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak,
belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu,
belki ıslak asfaltıyla yağmur.
Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.

Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açık yükleneceksem,
bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur.
Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma,
meraklıdır ölülere çocuklar.

Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize...


N. HİKMET


Durma yolcu daha çok yolun var..



Delirtircesine

"YAZILI YÜZ"den...

*


''Mevlana'yı meczup haline getiren Şems idi. Ben Şems'i meczup hale getirenin peşindeyim. "Ah kendim gibi birini bulaydım da onu da çıldırtaydım" der Şems. Mevlana çıldırmıştır ama çıldırtmaz. Şems çıldırmıştır ve çıldırtır. 

Hz. Pir-i Mevlana şefkatlidir. Siyah ölümü tatmıştır. Halkın meşakkatlerine tahammül etmeyi bilmiştir. Şems'te ise o tahammülden eser yoktur. Biz bu nedenle Şems'i de çıldırtana âşığız.''


Dücane Cündioğlu

*

11 Aralık 2017 Pazartesi

Yaşamın tomurcukları..

“Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizlerin değildirler,

Onlar kendisini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdırlar.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler.

Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla. Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.

Onların vücutlarını çalabilirsiniz ama canlarını asla. Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz.

Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç. Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.

Sizler, evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız.
Yayı geren, sonsuza açılan yolda kendine bir hedef edinmiştir ve oklarını en uzağa eriştirebilmek için Kendi gücüyle sizleri gerer. 

Yayı gerenin elinde seve seve bükülün, Çünkü oku atan O güç, uzaklaşan okları sevdiği kadar elindeki sağlam yayı da sever.”

Halil Cibran'ın Ermiş adlı eserinden bir bölüm ...

Kurtların yetiştirdiği çocuklar..

Hikayeye göre 1920 yılında Hindistan'ın Bengal bölgesinde doğa yürüyüşü yapmakta olan J. A. L. Singh adlı adam, bir kurt ve iki yavrusunu fark eder. Ancak yavrulara daha yakından baktığında, onların kurttan farklı bir şey olduklarını anlar. Köy halkı önce korkar daha sonra yavruları ele geçirmeye karar verirler, ilk olarak anne kurdu öldürürler.

Çünkü dişi kurt iki çocuğu büyük bir annelik içgüdüsüyle korumakta, kimsenin yanlarına yaklaşmasına izin vermemektedir. Kurt öldürüldükten sonra ele geçirilen iki çocuğa Singh tarafından Amala ve Kamala isimleri verilir. Daha sonra Singh ve eşinin çalıştığı yetimhaneye aktarılan çocukların tuhaf davranışları ikili tarafından kayıt altına alınmaya başlanır.

Kız kardeşler geceleri uyumamakta, kurt benzeri davranışlar göstermektedirler.

Kurtlardan öğrendikleri hareketleri gerçekleştiren, geceleri uyumayan ve kurt seslerini taklit eden kızları topluma kazandırmak için bir şeylerin yapılması gerekmektedir. Singh bunun için kızların sosyalleşmesinin iyi olacağını düşünür ve onları yetimhanedeki diğer çocuklarla bir araya getirerek davranışlarında normalleşme gözlemlemeyi bekler. Ancak Amala ve Kamala diğer çocuklara uyum sağlamak şöyle dursun, yetimhanedeki kedi, köpek ve diğer hayvanlarla arkadaş olmayı tercih eder.

Ancak Singh, kız kardeşlerin insanî bir takım duyguları hissedebildiğini ve dil öğrenmeye yatkın olduğunu gözlemlemiştir.

Örneğin Amala ve Kamala gülümsemektedir. Ancak onlar, bunu yalnızca acıktıklarında ya da başka herhangi bir yaşamsal ihtiyaç hissettiklerinde yapmaktadırlar. Gülümsemek diğer çocuklar için mutluluk anlamına gelirken, onlar için ihtiyaçları bildirme yoludur; bu da yatkınlığın bulunduğunu ancak zihinlerinde yerleşik durumda olmadığını göstermektedir.

Küçük kızlar ellerini yere koyarak yürüyor, yemekhaneden çiğ et çalıp yiyor, içecekleri dilleriyle içiyor ve yemeklerini çömelerek yiyorlardı. Üstelik dilleri kurtları andırır biçimde hep dışarıdaydı ve nefes alış-verişleri de oldukça sıktı. Ayrıca çok hızlı hareket etme kabiliyetine sahip olan Amala ve Kamala, saatler gece yarısını gösterdiğinde ulumaya başlıyordu. Kendilerine yaklaşıldığında dişlerini gösteren ve kimi zaman ısırmaya çalışan kızlar, diğer çocuklara göre gelişmiş koku alma duyusuna ve geceleri çok daha iyi görebilme kabiliyetine sahiptiler.

Ve küçük kardeş Amala 1921 yılında yaşamını yitirdi. Yetimhane ortamına iyi kötü alışan Kamala ise ilerleyen yıllarda bilişsel beceriler göstermeye başladı: Yetimhanede bulunan çocuklardan bazılarının isimlerini öğrendi, renk konseptini anlamaya başladı, tabaktan yemek yemeyi, bardaktan su içmeyi öğrendi .

New York Psikoloji Topluluğu 1928 yılında Kamala'yı ABD'ye almayı ve onu halka sergilemeyi teklif etti. Ancak bu teklif geri çevrilecek, daha doğrusu çevrilmek zorunda kalınacaktı; çünkü Kamala da tıpkı küçük kardeşi gibi güçsüz düşmeye başlamıştı. Sağlığı bir sene boyunca devamlı kötüye giden ve Singh'ın tüm çabalarına rağmen iyileşemeyen Kamala, kardeşinden sekiz yıl sonra, Kasım 1929 tarihinde yaşama veda etti  



Çocukları beklerdim..

"Ben bir çiçek olsaydım…

Ellerini havaya kaldıran çocukların parmak uçlarında açardım"

Bir Çiçek Olsaydım 
Orhan Bilir
Kasım 2006

Ben çiçek olsaydım, illaki bir okul bahçesinde açmak isterdim.
Teneffüsleri iple çekmek, derslere gülerek katılmak isterdim.
İnciler gibi yazı yazmak, sular seller gibi şiir okumak isterdim.

Bir çiçek olsaydım, üşenmez, bazı dersler sınıflara koşardım.
Girdiğim sınıflardaki çocukların yanaklarında güller açardı.
Bir demet papatya olur, öğretmen masasına konardım.

Bazen bir narçiçeği olmak isterdim.

Soğuktan yüzü kızarmış çocukların yanağında açmak için.
Pembe bir toka olur, bulduğum saç örgülerine tutunurdum.
Hastalanan çocukların yerlerine oturur, boynumu bükerdim.
Uğurböceklerinin kanadında açar, yusufçuk kuşlarıyla oyun oynardım.

Ben bir çiçek olsaydım…
Ellerini havaya kaldıran çocukların parmak uçlarında açardım.

Bir çiçek olsaydım bana ellerini verir miydin?

Verseydin ben de sana mavi gözlü erguvanlar verirdim.
Bana bakışlarını verseydin, ben de sana nilüferler verirdim.

Kupkuru çölleri gül bahçesine çevirirdim.
Kırları çiğdemlerle, tepeleri sümbüllerle donatırdım.

Sana pembe etekli ağaçlar, badem gözlü bahçeler verirdim.
Sen bana kalbini verseydin, ben seni hiç unutmazdım.
Kuruyup solmazdım.
Üzerine karanfillerin sıcaklığını bırakırdım.
Sen bana gelseydin...
Seninle gülün yanağından alınmış taze bir nefes olurdum.

Bak son kez söylüyorum.

Ben çiçek olsaydım, bir okulun bahçesinde açmak isterdim.

Her yoklamada adım okunurdu.
Lale denince, nergis denince, nilüfer denince...
Yasemin denince...

“Buradayım!”, “Buradayım!” demek isterdim.

10 Aralık 2017 Pazar

Tanrı dışarda değil..

DİN ve FELSEFEDE " BÜTÜNSELLİK"

Bütünsel düşünceye Tasavvuf felsefesinde ,Budizm,Taoizm,Hinduizm gibi Uzakdoğu dinlerinde rastlıyoruz.

Tasavvuf felsefesinde her şey birliğe yöneliktir.Alem,Tanrı ve Dünya bir bütünlük içinde ele alınır.Y.Z.İnan'ın Yunus Emre kitabında işaret ettiği gibi,"Tanrı başka bir alemde taht kurmuş ayrı bir kudret değil" yaşamın içinde ,insanın özündedir.


Ekolojinin bütünsellik fikrine, çoğu tasavvuf filozoflarından,Örneğin Yunus Emre'den paraleller bulmak çok kolay:

On sekiz bin âlemin cümlesi BİR içinde,
Kimse yok BİR'den ayrı, söylenir BİR içinde.

Cümle BİR onu BİR'ler, cümle ona giderler,
Cümle dil onu söyler, her BİR tebdil içinde.

Cümle göz onu gözler, kimse yok nişan verir,
Gören kim, gösteren kim? Kaldık müşkil içinde.

Kim gördü onu ayan, ne nakş-u ne hod nişan,
Söz "len terânî" dir Musa'ya Tur içinde.

Doksan bin Hak kelâmı, altmış bini hâs-u âm,
Otuz bini hâssül-hâs, otuz bin sır içinde.

Oldurur ol gizli söz, ârif söyler dün gündüz,
Hiç nişanı denmedi hûr-u kusur içinde.

Yunus sen diler isen, dostu görem der isen,
Ayandır görenlere, ol gönüller içinde.

Yunus'ta Dünya, İnsan ,Alem birliğinin kutsal ve tanrısal bir yanı vardır.

Ben bende seyreder iken, aceb sırra erdim ahî,
Bir siz dahî sizde görün, dostu ben de gördüm ahî.

Bende baktım, bende gördüm, benim ile bir olanı,
Sûretimde can olanı, kimdürür ben bildim ahî.

Tasavvuf felsefesinde yaşamı oluşturan çeşitli olaylar birbirini karşılıklı etkileyen ve birbiri içine son derece girift biçimde "örülmüş" birimler olarak görülür.Bu bakımdan Ekolojinin doğaya bakış açısıyla arasında benzerlikler vardır.

Doğa - İnsan birliğine uygulanabilecek düşüncelere Uzakdoğu felsefelerinde de rastlanır.

Doğadaki her şeyin birbiriyle ilişkisi ,bütünlüğü ve bölünmezliği ,Uzakdoğu dinlerinden pek çoğunun temel düşünceleri arasındadır.

Birlik kavramı, Sufizm'deki Vahdet-i Vücud gibi ,Hinduizm'd "Brahman" olarak, Budizm'de "Dharmakaya" olarak, Taoizm'de "Tao" olarak geçer.

M.S.III. yüzyılda Hindistan 'da yayılmış olan Mahayana Budizmi'nin inançlarına göre,Dünya "birbirini karşılıklı etkileyen ve birbiriyle ilişki içinde olan madde ve olayların ördükleri mükemmel bir ağ" olarak görülür.

Bu tanımla Ekolojideki Ekosistem fikri arasında büyük benzerlikler vardır.

Bu dinin Tibe'teki kolu olan Tantrik Budizm'de iç alemle dış alem birbirinie etkileyen parçacıklardan örülmüş bir birlik olarak düşünülür.Güncel bir örnek verelim: Çocukluğumuzda seyrettiğimiz pek çok Hint filminde kader hep "ağlarını örer"Bu düşünce Anadolu insanına da hiç yabancı değildir.

Çin yoluyla Japonya'ya geçen Budizm,13. yüzyldan sonra Japonlar tarafından benimsendi.Zen Budizmi olarak bilinen bu felsefede de,doğanın birliğinin bilincine varmak,başlıca amaçlardan biridir.Bu bilince varılması herhalde Türkçede "ermek" fikrinin karşılığıdır.

Japonya'dan Hindistan'a,Anadolu'dan Çin'e kadar çağlar boyu toplumlar arasında elbette fikir alış verişi olmuştur.

Buda nefsin esaretinden kurtulup birliğin bilincine varmayı,Nirvana'yı öneriyor.

Tasavvuf felsefesinde de nefsi altetmek,yüce idrake erişmek,"çiğken pişmek" ya da ermek fikirleri Nirvana'ya benzer.Bu noktaya varan kişi,Yunus'un deyimiyle "insan-ı kamil" olmuştur.

Halk içinde dirlik düzen
Dört kitabı doğru yazan
Ak üstüne kara dizen
Ol yazdığı Kur'an benem
.......

Yunus değil bunu diyen
Kendiliğidir söyleyen
Mutlak kâfir inanmayan
Evvel ahir zaman benem

Doğu felsefelerinde bütünsellik fikrine neden bu kadar sık rastlıyoruz?İndirgemeli yaklaşımın aksine, her şeyin aynı anda birbirinden etkilendiğini,birbirine örüldüğünü varsayıyor bu felsefeler.Bu fikre göre,tüm olayları birbirini izleyen yalın sebep-sonuç ilişkilerine bölmek ancak yanıltıcı sonuçlara götürür.Olaylar çok nedenlidir.


Zamanı durdurmak.

Ömrümü böyle uzatıyorum...

Şükrü Erbaş'ın Bütün Mevsimler Güz kitabından...

Ağaçları suluyorum durmadan
ışığın ve rüzgarın peşinde
uzun yürüyüşlere çıkıyorum
yerimi çocuklara veriyorum
parklarda ve otobüslerde
çocukları büyüklerden çok seviyorum

bir genç kızın halka halka gülüşü
duvar diplerinde soluklanan ihtiyar
aynı hazzı veriyor aynı yalınlıkla
gökyüzünü biçimleyen bulutlar

eğiliyorum toprak, eğiliyorum sular
bir kıyısız zamana kanat vuruyor
üzerimden uçan bütün kuşlar.
dört mevsim bire indi uzaya uzaya
iyimser, geniş, dingin ve turuncu
kimseleri kıskanmıyorum artık 
kimselere gücenmiyorum

gerilerde kaldı, çok gerilerde
hayatın yüreğime verdiği acı
ışıklı vitrinlerin gövdemdeki kırbacı

yeni bir gülümseme edindim yüzüme
bozkır sabrında ve tenime yakışan
insanların çevremde açtığı yalnızlığı
yine onlarla doldurmak için 
güneşle birlikte çıkıp yataklardan 
ayışığı ile dönüyorum evlere
azalan ömrümü böyle uzatıyorum

Zaman seni durdurmasın..


Düşüncelerinde temizlenmeye ihtiyacı var.Temizlenmek arınmak gibi..
Ben hayatın ebedi çırağıyım, okudukça ve yazdıkça hiçbir şey bilmediğini öğrenen bir çırak...

Bazen İnsan da Tıpkı Bir Saat Gibi Durur..hayatın ebedi çırağı olmak gerekir.. Okudukça ve yazdıkça hiçbir şey bilmediğini öğrenen bir çırak...

Bazen İnsan da Tıpkı Bir Saat Gibi Durur

Yanıtlar aramaktansa, soruların arasında dolaşmak özgürleştirir çoğu zaman insanı.

Bazen insan da tıpkı bir saat gibi durur. Durmuş bir saat gibi, varlığı ile yokluğunun belli olmasını istemez. Bir süre izole etmek, yenilemek ister kendisini. Çünkü yaşamak yaralar insanı, her an, her saat, her gün yaralanırsın. Seni yaralayan hem hayatın kendisi, hem de insanlardır çoğunlukla. Yaralarını sarmayı bile unutursun bu akışta; kendi kendine kabuk bağlar, bazen iyileşir, bazen ise enfeksiyon kaparlar.

Bir kedi bazen durur, kendisini yalar, temizler. İşte bir insan da zaman zaman durup, kendisine ve hayatına dair düşünmeli, yaralarını tedavi etmelidir. Bu, onu yenileyecek, ona taze bir enerji sağlayacaktır.