"Türk halklarının mitolojik anlatılarında kaosun simgesi olan SU
EVRENİN SİMGESİ olan EJDER ile eşitlenmiştir.
Divânu Lügati't-Türk'te yilbüke olarak geçen ejdere
Türkler yilbegen, jilbegen, celbegen demişlerdir.
Ejder ile özdeşleşen evren kavramı ve öküz / boğa motifi
su paradigması ile ilgilidir.
Biçimsiz şekliyle kaos olarak algılanan su,
ejder şeklinde düşünülmüş;
ejderhanın ağaçla, bitkiyle ilişkilendirilmesi de
onun dolaylı olarak su kültürüne bağlandığını
ve kaostan kozmosun doğuşunu simgelediğini gösterir.
(Fuzuli Bayat, a.g.e., s.255-257)
7 Ekim 2017 Cumartesi
6 Ekim 2017 Cuma
Us..
Düşünceleriyle perdelenmiş akıllar,
perdelerinden kurtulmadıkça O'nu algılayamaz.
Muhyiddin Ibn Arabi...
perdelerinden kurtulmadıkça O'nu algılayamaz.
Muhyiddin Ibn Arabi...
Yumurta ve öğreti..
' Dünyanın bir ilksel yumurtadan meydana geldiği *efsanesi '
Bu ,yaratılışa ait sadece Orfik öğretinin mitlerinden biri olmakla kalmayıp aynı zamanda Mısır, Polinezya, Japon, Peru, Hindistan, Fenike, Çin, Finlandiya, Orta Amerika, Fiji ve Slav tradisyonları için de geçerlidir.
Pek çok kahramanın da doğum yoluyla değil, yumurtadan çıktığı söylenir, örneğin Dioscuri Castor, Pollux ve Güney Kore’nin kadim bir efsanesinde olduğu gibi.
Yunan’da Orfik Öğreti’de yumurta;
hayatın gizemidir, yaratılış ve yeniden diriliştir.
Yine Kozmik Yumurta’nın etrafındaki Ouroboros dairesine "Cronos" adı verilir ve Pisagor tarafından evrenin psişesi olarak tanımlanır.
Cronos Gereklilik ile ve aynı zamanda evrende dairesel hareketle ilişkilendirilir; dolayısıyla zaman ve İnanç ta birer daire olmaktadır.
Orfik inanışa göre, Kozmik Yumurta çatladığında, içinden, “ilk doğan” anlamında Protogonus ortaya çıkar.
Protogonus, Phanes (ışığın tanrısı), Erikapaeos (güç), Metis (akıl) gibi adlarla da bilinir. Protogonus, “hayat verici aşk” olarak, ayrıca Eros ile de özdeşleştirilmiştir.
( Orfik inanca göre insan iyilikle kötülüğün karışımı olan bir varlıktır,ruh öldükten sonra başka bedene geçer.Ruh ancak dinsel tapınış ve inzivaya çekilmekle arındırılabilir. Orfik inanca göre tanrı olarak kabul edilen bir hayvanın yenmesiyle o eti yiyenler tanrılaşır. Çok eski dinlerde buna benzer inanışlara rastlanmaktadır. Orfizm klasik ilkçağda Anadolu'da pek fazla tutunamamıştır. Çünkü Anadolu düşüncesi tamamen bilimsel eğilimdedir. Bu inanç sistemi daha çok Yunanistan'da tutunmuş Dionysos mistisizmi ile birleşerek derin bir kök salmıştır)
Bu ,yaratılışa ait sadece Orfik öğretinin mitlerinden biri olmakla kalmayıp aynı zamanda Mısır, Polinezya, Japon, Peru, Hindistan, Fenike, Çin, Finlandiya, Orta Amerika, Fiji ve Slav tradisyonları için de geçerlidir.
Pek çok kahramanın da doğum yoluyla değil, yumurtadan çıktığı söylenir, örneğin Dioscuri Castor, Pollux ve Güney Kore’nin kadim bir efsanesinde olduğu gibi.
Yunan’da Orfik Öğreti’de yumurta;
hayatın gizemidir, yaratılış ve yeniden diriliştir.
Yine Kozmik Yumurta’nın etrafındaki Ouroboros dairesine "Cronos" adı verilir ve Pisagor tarafından evrenin psişesi olarak tanımlanır.
Cronos Gereklilik ile ve aynı zamanda evrende dairesel hareketle ilişkilendirilir; dolayısıyla zaman ve İnanç ta birer daire olmaktadır.
Orfik inanışa göre, Kozmik Yumurta çatladığında, içinden, “ilk doğan” anlamında Protogonus ortaya çıkar.
Protogonus, Phanes (ışığın tanrısı), Erikapaeos (güç), Metis (akıl) gibi adlarla da bilinir. Protogonus, “hayat verici aşk” olarak, ayrıca Eros ile de özdeşleştirilmiştir.
( Orfik inanca göre insan iyilikle kötülüğün karışımı olan bir varlıktır,ruh öldükten sonra başka bedene geçer.Ruh ancak dinsel tapınış ve inzivaya çekilmekle arındırılabilir. Orfik inanca göre tanrı olarak kabul edilen bir hayvanın yenmesiyle o eti yiyenler tanrılaşır. Çok eski dinlerde buna benzer inanışlara rastlanmaktadır. Orfizm klasik ilkçağda Anadolu'da pek fazla tutunamamıştır. Çünkü Anadolu düşüncesi tamamen bilimsel eğilimdedir. Bu inanç sistemi daha çok Yunanistan'da tutunmuş Dionysos mistisizmi ile birleşerek derin bir kök salmıştır)
5 Ekim 2017 Perşembe
Sembol..
YENİDEN DOĞUŞ simgesi KURBAĞA
Kızılderili geleneğinde, genellikle yağmur üreticisi olarak görülüyor.
Kurbağa , SU ile ilişkili ve ruh hayvanı olarak da
AY enerji ve Ay tanrıçasna bağlı olarak ele alınıyor.
Uzakdoğu sembolizminde kadınsı ruh (yin) olarak geçer.
Geceleri aktif olması aslında bu ilişkiyi güçlendirmektedir.
Ve yine Doğurganlığı da temsil ediyor.
Mısır'da doğum bir Mısır tanrıçası olan Kurbağa başlı Heket ile temsil ediliyor.
Yumurta , larva ve ergin halindeki 3 aşamalı gelişimi ile Hıristiyanlarca tercih edilen bir semboldür.
Sezgi geliştirmek ve ruh dünyası ile bağlantısını güçlendirmek isteyenlerin ruh hayvanıdır.
Kurbağa Totem ile doğanların doğal sezgisel duyuları vardır
Belki de bu
Kurbağanın esrarengiz işitme yeteneğinden kaynaklanmaktadır.
Kurbağalar işitmede çok duyarlı canlılardandır.
İşitme duyuları görme duyularından çok daha hassastır.
Bu sebeple Kurbağalar için
ezoterik bir sembol olarak
"Perdenin ötesinde duyabilir" denilir.
Kızılderili geleneğinde, genellikle yağmur üreticisi olarak görülüyor.
Kurbağa , SU ile ilişkili ve ruh hayvanı olarak da
AY enerji ve Ay tanrıçasna bağlı olarak ele alınıyor.
Uzakdoğu sembolizminde kadınsı ruh (yin) olarak geçer.
Geceleri aktif olması aslında bu ilişkiyi güçlendirmektedir.
Ve yine Doğurganlığı da temsil ediyor.
Mısır'da doğum bir Mısır tanrıçası olan Kurbağa başlı Heket ile temsil ediliyor.
Yumurta , larva ve ergin halindeki 3 aşamalı gelişimi ile Hıristiyanlarca tercih edilen bir semboldür.
Sezgi geliştirmek ve ruh dünyası ile bağlantısını güçlendirmek isteyenlerin ruh hayvanıdır.
Kurbağa Totem ile doğanların doğal sezgisel duyuları vardır
Belki de bu
Kurbağanın esrarengiz işitme yeteneğinden kaynaklanmaktadır.
Kurbağalar işitmede çok duyarlı canlılardandır.
İşitme duyuları görme duyularından çok daha hassastır.
Bu sebeple Kurbağalar için
ezoterik bir sembol olarak
"Perdenin ötesinde duyabilir" denilir.
Akıl..
"Benim için kitap insandır
ve benim kitabım benim olduğum insandır;
aklı karışık, savsak, huzursuz, kösnül, edepsiz, kavgacı, düşünceli,
kılı kırk yaran, şeytancasına içten ve gerçekçi insan...''
ve benim kitabım benim olduğum insandır;
aklı karışık, savsak, huzursuz, kösnül, edepsiz, kavgacı, düşünceli,
kılı kırk yaran, şeytancasına içten ve gerçekçi insan...''
Veriler..
"Tüm bilgeliğimiz ağaçlarda depolanmıştır."
“All our wisdom is stored in the trees.” Santosh Kalwar..
“All our wisdom is stored in the trees.” Santosh Kalwar..
Doğa seni iyileştirir..
ORMAN TERAPİSİ (Shinrin-Yoku)
Orman terapisi, Şinto ve Budist şifa pratiklerinden esinlenen
ve Japon hükümeti tarafından 1982 yılında tanınmış olan
standart bir koruyucu tıp uygulaması.
Ormanın ve ağaçların zihinsel ve fiziksel sağlık üzerindeki etkileri,
Japonya’da devlet düzeyinde destek görüp yaygınlaşan bir uygulama.
Doğanın iyileştirici bir gücü olduğu gerçeği
insanlık tarihi kadar eski bir bilgi olsa da,
bu bilginin değerini farketmemiz için önce şehir yaşamının bizi hasta etmesi,
sonra da Japonlar’ın Shinrin-Yoku,
yani Orman Terapisi kavramını geliştirmeleri gerekiyordu belli ki.
Aslında insanoğlunun ait olduğu ortama,
yani doğaya dönmesinin
onu iyileştiren etkilerine yapılan bir vurgu bu.
Öyle ki, ‘ORMAN TIBBI’ denilen bir alan var
ve bilim adamları ormanın insan sağlığı üzerindeki etkilerini
fizyolojik araştırmalar yaparak saptıyorlar.
Örneğin 2005 ve 2006 yıllarında 260 kişi üzerinde yapılan
bir araştırmaya göre,
20 dakika boyunca orman manzarası izleyenlerde
stres hormonu olan kortizol düzeyi,
şehirde yaşayan insanlara göre %13,4 oranında daha düşük çıkmış.
Bu demektir ki hiçbir fizyolojik araştırmaya gerek kalmadan,
ormanın manzarası bile stresi azaltan etkilere sahip.
Chiba Üniversitesi’nde Çevre Sağlığı Merkezi Direktörü
Yoshifumi Miyazaki
insanların milyonlarca yıl doğada yaşadıklarını
ve zaten doğada yaşamak üzere tasarlandıklarını,
bu nedenle şehir hayatının insanda stres yarattığını söylüyor.
Doğaya döndüğümüzde
bedenlerimiz adeta fabrika ayarlarına geri dönüyor.
Tokyo’daki Nippon Tıp Fakültesi’nden Li Qing,
ormanda zaman geçirmenin, ya da Japonların kullandığı tabirle
“ORMAN BANYOSU” nun,
alyuvar aktivitesini arttırarak bağışıklık sistemi güçlendirdiğini saptamış.
Li bu etkiyi orman havasındaki,
bitkilerin ürettiği fitonsit denilen antimiktobiyel bileşiğin
veya esansiyel ağaç yağlarının solunmasına bağlıyor.
Ormanda beş duyuya da hitap eden kuş sesleri,
serin hava, yeşil renk, çimler ve çiçekler ve kokular
insanı sakinleştiren etkilere sahip.
Orman terapisi Japonya’da öylesine ciddiye alnmış ki,
şimdiden ülke çapında 31 orman ve orman yolu
orman terapisi “üssü” ilan edilmiş,
bazı şirketler çalışanlarının sağlığı için
orman terapisinden yararlanmaya başlamışlar.
Orman terapisi
beslenme eğitimi, hidroterapi ve aromaterapi
gibi çeşitli uygulamalar da eklenerek,
orman terapisi üslerinde insanların hizmetine sunulmaya başlanmış.
Almanya'da dinlenme ve ruh sağlığı bakımından
ormanları ziyaret eden insan sayısının,
kent müzelerini ziyaret edenlerin 40 katı kadar olduğu belirtilmiştir.
Bu tespit, ormanların ruh sağlığı ve dinlenme bakımından,
insanlar üzerine ne kadar etkili olduğunu kanıtlayan bir örnektir.
______Orman terapisinin 10 yararı:
* Bağışıklık sistemini güçlendiriyor
* Yüksek tansiyonu dengeliyor
* Stresi azaltıyor
* Kan şekerini düşürüyor
* Morali düzeltiyor
* Konsantrasyonu artırıyor
* Ameliyatlardan ve hastalıklardan sonra iyileşme sürecini hızlandırıyor
* Enerjiyi artırıyor
* Uyku kalitesini artırıyor
* Yaratıcılığı artırıyor
Kışın doğaya çıkma isteği daha az olsa da,
bu etkilerin yazın da kışın da aynı olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Aslında orman yürüyüşü
doktorun reçetesine yazacağı bir uygulama olmalı.
Sırt ağrısı, depresyon, kanser
ya da hangi kronik sorununuz olursa olsun,
yapmanız gereken ilk şey
kendinizi yeniden bulabilmek için
DOĞAYA DÖNMEKtir.
ve düzenli olarak ziyaret edebileceğiniz bir orman bulabilmeniz dileğiyle…
Orman terapisi, Şinto ve Budist şifa pratiklerinden esinlenen
ve Japon hükümeti tarafından 1982 yılında tanınmış olan
standart bir koruyucu tıp uygulaması.
Ormanın ve ağaçların zihinsel ve fiziksel sağlık üzerindeki etkileri,
Japonya’da devlet düzeyinde destek görüp yaygınlaşan bir uygulama.
Doğanın iyileştirici bir gücü olduğu gerçeği
insanlık tarihi kadar eski bir bilgi olsa da,
bu bilginin değerini farketmemiz için önce şehir yaşamının bizi hasta etmesi,
sonra da Japonlar’ın Shinrin-Yoku,
yani Orman Terapisi kavramını geliştirmeleri gerekiyordu belli ki.
Aslında insanoğlunun ait olduğu ortama,
yani doğaya dönmesinin
onu iyileştiren etkilerine yapılan bir vurgu bu.
Öyle ki, ‘ORMAN TIBBI’ denilen bir alan var
ve bilim adamları ormanın insan sağlığı üzerindeki etkilerini
fizyolojik araştırmalar yaparak saptıyorlar.
Örneğin 2005 ve 2006 yıllarında 260 kişi üzerinde yapılan
bir araştırmaya göre,
20 dakika boyunca orman manzarası izleyenlerde
stres hormonu olan kortizol düzeyi,
şehirde yaşayan insanlara göre %13,4 oranında daha düşük çıkmış.
Bu demektir ki hiçbir fizyolojik araştırmaya gerek kalmadan,
ormanın manzarası bile stresi azaltan etkilere sahip.
Chiba Üniversitesi’nde Çevre Sağlığı Merkezi Direktörü
Yoshifumi Miyazaki
insanların milyonlarca yıl doğada yaşadıklarını
ve zaten doğada yaşamak üzere tasarlandıklarını,
bu nedenle şehir hayatının insanda stres yarattığını söylüyor.
Doğaya döndüğümüzde
bedenlerimiz adeta fabrika ayarlarına geri dönüyor.
Tokyo’daki Nippon Tıp Fakültesi’nden Li Qing,
ormanda zaman geçirmenin, ya da Japonların kullandığı tabirle
“ORMAN BANYOSU” nun,
alyuvar aktivitesini arttırarak bağışıklık sistemi güçlendirdiğini saptamış.
Li bu etkiyi orman havasındaki,
bitkilerin ürettiği fitonsit denilen antimiktobiyel bileşiğin
veya esansiyel ağaç yağlarının solunmasına bağlıyor.
Ormanda beş duyuya da hitap eden kuş sesleri,
serin hava, yeşil renk, çimler ve çiçekler ve kokular
insanı sakinleştiren etkilere sahip.
Orman terapisi Japonya’da öylesine ciddiye alnmış ki,
şimdiden ülke çapında 31 orman ve orman yolu
orman terapisi “üssü” ilan edilmiş,
bazı şirketler çalışanlarının sağlığı için
orman terapisinden yararlanmaya başlamışlar.
Orman terapisi
beslenme eğitimi, hidroterapi ve aromaterapi
gibi çeşitli uygulamalar da eklenerek,
orman terapisi üslerinde insanların hizmetine sunulmaya başlanmış.
Almanya'da dinlenme ve ruh sağlığı bakımından
ormanları ziyaret eden insan sayısının,
kent müzelerini ziyaret edenlerin 40 katı kadar olduğu belirtilmiştir.
Bu tespit, ormanların ruh sağlığı ve dinlenme bakımından,
insanlar üzerine ne kadar etkili olduğunu kanıtlayan bir örnektir.
______Orman terapisinin 10 yararı:
* Bağışıklık sistemini güçlendiriyor
* Yüksek tansiyonu dengeliyor
* Stresi azaltıyor
* Kan şekerini düşürüyor
* Morali düzeltiyor
* Konsantrasyonu artırıyor
* Ameliyatlardan ve hastalıklardan sonra iyileşme sürecini hızlandırıyor
* Enerjiyi artırıyor
* Uyku kalitesini artırıyor
* Yaratıcılığı artırıyor
Kışın doğaya çıkma isteği daha az olsa da,
bu etkilerin yazın da kışın da aynı olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Aslında orman yürüyüşü
doktorun reçetesine yazacağı bir uygulama olmalı.
Sırt ağrısı, depresyon, kanser
ya da hangi kronik sorununuz olursa olsun,
yapmanız gereken ilk şey
kendinizi yeniden bulabilmek için
DOĞAYA DÖNMEKtir.
ve düzenli olarak ziyaret edebileceğiniz bir orman bulabilmeniz dileğiyle…
Varlık..
"Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın,
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan,
Hep yanyana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez...."
diyor Halil Cibran
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan,
Hep yanyana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez...."
diyor Halil Cibran
Yaşam..
‘’Bu yeryüzü fitilsiz ve yakıtsız yanan, hiçbir rüzgarın söndüremediği hakiki ışıklı ‘’Işık Vadisine’’ çıkan alacakaranlığa doğru yürüdüğün karanlık bir giriştir. Gerçeği yaşamak istiyorsan, alışılmış hayatını terket.’’
Helena Petrovna Blavatsky -
Helena Petrovna Blavatsky -
4 Ekim 2017 Çarşamba
Isı..
Gönülden gönüle gizemli bir bilgi akışı vardır, bu gizemli bilgiyi anlamak için kitaba veya aynı lisanı konuşmaya gerek yoktur.
Eğer bu gizemli bilgi akışı zihniniz boş iken (zihninizde herhangi bir düşünce, amaç ve art niyet olmadan) gerçekleşiyorsa, bu kalbin aydınlanmasıdır .
Rumi
Görsel sanat : heart connection by Salvation South Tattoo & Gallery
Eğer bu gizemli bilgi akışı zihniniz boş iken (zihninizde herhangi bir düşünce, amaç ve art niyet olmadan) gerçekleşiyorsa, bu kalbin aydınlanmasıdır .
Rumi
Görsel sanat : heart connection by Salvation South Tattoo & Gallery
Yılan ve anlayışlar..
İKİ BAŞLI YILAN
Bu yılan, Kukulkan adıyla bilinen ilah tüylü yılandır.
Yılanın bir özelliği vücudunun gökcisimlerinin yörüngeleri şeklini alabilmesi, S'ler çizebilmesidir.Yılanın, vücudunun gökcisimlerinin yörüngelerinin şeklini alabilmesi yani S'ler çizebilmesi özelliğinden ötürü Mayalar’da göksel bir sembol olarak seçilmiş olduğu düşünülür.
Kukulkan Tapınağında da merdiven basamaklarının dibinde bulunan iki yılan başı yontusunun S’ler çizen bir gövde uzantısı oluşacak şekilde bir gölge oluşturmaktadır
İnkalar için iki başlı yılan, diğer tanrılarla mücadelesinden sonra taşa dönüşen tanrıça Amaru’yu temsil ediyordu.
Bazı taşlar günümüzde halen dağ kabileleri tarafından toz haline getirilerek hastalıklara karşı korunmada kullanılmaktadır.
Efsanelere göre iki başlı yılanlar yeraltında yaşarlar ve insanlara çok nadiren ve yalnızca temiz kaynak sularında görünmektedirler. İki başlı yılanlar aynı zamanda büyülü güçleri ve bereketi simgelerler.
Bu sembol, Kundalini'nin iki yüzünü gösteriyor, biri yapıcı ve diğeri yıkıcı.
Tıpkı elektrik enerjisi gibi, aydınlatabilir de, yakabilir de… Kişi hazır olmadan, zoraki yöntemlerle sağlanan bir Kundalini hareketi, tahmin edilemiyecek derecede sorunlara yol açabilir.
Normal olarak kundalini yükseldiğinde kişinin yüksek ve yaratıcı düşünceleri, duyguları ve faaliyetleri tetiklenir. Bütün dahilerin az veya çok bir kundalini deneyimi yaşadığı söylenir. (Ancak bu gücün salt yaratıcılığa değil, yıkıma da hizmet edebileceğine en çarpıcı örnek, Hitler’dir.Hitler’in okült ilimlere olan ilgisi ve bu alandaki çalışmaları bilinmekte)
Derlenmiştir
Bu yılan, Kukulkan adıyla bilinen ilah tüylü yılandır.
Yılanın bir özelliği vücudunun gökcisimlerinin yörüngeleri şeklini alabilmesi, S'ler çizebilmesidir.Yılanın, vücudunun gökcisimlerinin yörüngelerinin şeklini alabilmesi yani S'ler çizebilmesi özelliğinden ötürü Mayalar’da göksel bir sembol olarak seçilmiş olduğu düşünülür.
Kukulkan Tapınağında da merdiven basamaklarının dibinde bulunan iki yılan başı yontusunun S’ler çizen bir gövde uzantısı oluşacak şekilde bir gölge oluşturmaktadır
İnkalar için iki başlı yılan, diğer tanrılarla mücadelesinden sonra taşa dönüşen tanrıça Amaru’yu temsil ediyordu.
Bazı taşlar günümüzde halen dağ kabileleri tarafından toz haline getirilerek hastalıklara karşı korunmada kullanılmaktadır.
Efsanelere göre iki başlı yılanlar yeraltında yaşarlar ve insanlara çok nadiren ve yalnızca temiz kaynak sularında görünmektedirler. İki başlı yılanlar aynı zamanda büyülü güçleri ve bereketi simgelerler.
Bu sembol, Kundalini'nin iki yüzünü gösteriyor, biri yapıcı ve diğeri yıkıcı.
Tıpkı elektrik enerjisi gibi, aydınlatabilir de, yakabilir de… Kişi hazır olmadan, zoraki yöntemlerle sağlanan bir Kundalini hareketi, tahmin edilemiyecek derecede sorunlara yol açabilir.
Normal olarak kundalini yükseldiğinde kişinin yüksek ve yaratıcı düşünceleri, duyguları ve faaliyetleri tetiklenir. Bütün dahilerin az veya çok bir kundalini deneyimi yaşadığı söylenir. (Ancak bu gücün salt yaratıcılığa değil, yıkıma da hizmet edebileceğine en çarpıcı örnek, Hitler’dir.Hitler’in okült ilimlere olan ilgisi ve bu alandaki çalışmaları bilinmekte)
Derlenmiştir
Yol ve..
'Seviyeli bir insan, Yol'u işitse;O'na dört elle sarılır.
Orta seviyeli bir insan, Yol'u işitse;
Bazen uygular, bazen de vazgeçer.
Düşük seviyeli bir insan, Yol'u işitse;Kahkaha ile güler.
Yol, o gülümsemeseydi Yol olmazdı.
Eskiler derler ki: Aydınlığın Yol'u, karanlık görünür.
İlerlemenin Yol'u, geriye dönüş gibi görünür.
Düz olan Yol, engebeli görünür.
Yüce Erdem ise boş görünür.
Parlak beyazlık, puslu görünür.
Herşeyi kuşatan Erdem, yokmuş gibi görünür.
Sabit olan Erdem, değişken görünür;
Hakiki Erdem de, hakikatten yoksun görünür '
__Lao Tzu - Öğretiler - Gökyüzü Sürüp Gidiyor
Orta seviyeli bir insan, Yol'u işitse;
Bazen uygular, bazen de vazgeçer.
Düşük seviyeli bir insan, Yol'u işitse;Kahkaha ile güler.
Yol, o gülümsemeseydi Yol olmazdı.
Eskiler derler ki: Aydınlığın Yol'u, karanlık görünür.
İlerlemenin Yol'u, geriye dönüş gibi görünür.
Düz olan Yol, engebeli görünür.
Yüce Erdem ise boş görünür.
Parlak beyazlık, puslu görünür.
Herşeyi kuşatan Erdem, yokmuş gibi görünür.
Sabit olan Erdem, değişken görünür;
Hakiki Erdem de, hakikatten yoksun görünür '
__Lao Tzu - Öğretiler - Gökyüzü Sürüp Gidiyor
Arayış..
"Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmasını beceremez, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun."
Hermann Hesse - Siddhartha
Hermann Hesse - Siddhartha
Sevgi..
"Biz sevgi ile doğarız. Bu dünyada korkuyu öğreniriz.
' Manevi yolculuk ' korkunun ve önyargıların bırakılması
ve sevginin yeniden kalbimize kabul edilmesidir "
"Love is what we are born with.
Fear is what we learn. The spiritual journey is the unlearning of fear and prejudices and the acceptance of love back in our hearts "Marianne Williamson..
' Manevi yolculuk ' korkunun ve önyargıların bırakılması
ve sevginin yeniden kalbimize kabul edilmesidir "
"Love is what we are born with.
Fear is what we learn. The spiritual journey is the unlearning of fear and prejudices and the acceptance of love back in our hearts "Marianne Williamson..
Gitmek..
Egosunu feda ediş,
her türlü duygusal zaaflardan kurtulmuş olmak
__Hakikat yolunda__ kendini feda ediş / FEDA
İnisiyasyonun da temeli olarak bilinir.
Ve bu da ancak astral temizliğin yapılabilmesiyle
ortaya çıkabilecek bir durumdur.
Kahraman mitleri de birbirinden çok farklı kültürlerde ,
Afrika zencileri ya da Kuzey Amerika Kızılderili boyları, Yunanlılar ya da Peru’nun İnka’ları gibi çok farklı görünen gruplar ve bireyler tarafından geliştirilmiş de olsalar,
hepsinin evrensel bir örgüsü vardır.
Hepsi bir kahramanın
kendini “kahramanca” feda edişine ilişkin öyküler içerirler.
Ve bu feda
kimi zaman kırmızı bir gülle ,
kimi zaman ise skrab / dışkı böceği ile
sembolize edilmiştir.
her türlü duygusal zaaflardan kurtulmuş olmak
__Hakikat yolunda__ kendini feda ediş / FEDA
İnisiyasyonun da temeli olarak bilinir.
Ve bu da ancak astral temizliğin yapılabilmesiyle
ortaya çıkabilecek bir durumdur.
Kahraman mitleri de birbirinden çok farklı kültürlerde ,
Afrika zencileri ya da Kuzey Amerika Kızılderili boyları, Yunanlılar ya da Peru’nun İnka’ları gibi çok farklı görünen gruplar ve bireyler tarafından geliştirilmiş de olsalar,
hepsinin evrensel bir örgüsü vardır.
Hepsi bir kahramanın
kendini “kahramanca” feda edişine ilişkin öyküler içerirler.
Ve bu feda
kimi zaman kırmızı bir gülle ,
kimi zaman ise skrab / dışkı böceği ile
sembolize edilmiştir.
3 Ekim 2017 Salı
Her şey.!!
Rüzgɑrı estiren güçsün, bedenine girip nefes olmɑsını sɑğlɑyɑn güçsün. Tüm evren, bu güçle hɑreket eden cɑnlı bir orgɑnizmɑdır
ve sen de işte bu güçsün. Sen, Yɑşɑmsın
Don Miguel Ruiz
Can..
Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor / Fernando Pessoa..
Bitkiler..
Bitkiler beni de ilgilendiriyordu, fakat bilimsel bir anlamda değil. Anlayamadığım bir nedenle beni cezbediyorlardı ve onların kökünden sökülüp kurutulmaması gerektiğine dair güçlü bir duygu hissediyordum.
Onlar sadece büyüdükleri ve çiçeklendikleri sürece bir anlamı - gizli, saklı bir anlam, Tanrı'nın düşüncelerinden biri , olan canlı varlıklardı. Onlara huşu içinde saygı gösterilmeli ve felsefi bir hayretle seyredilmeliydiler.
Biyoloğun onlar hakkında söyledikleri ilginçti, fakat esas olan bu değildi.
- C. G. Jung -
Onlar sadece büyüdükleri ve çiçeklendikleri sürece bir anlamı - gizli, saklı bir anlam, Tanrı'nın düşüncelerinden biri , olan canlı varlıklardı. Onlara huşu içinde saygı gösterilmeli ve felsefi bir hayretle seyredilmeliydiler.
Biyoloğun onlar hakkında söyledikleri ilginçti, fakat esas olan bu değildi.
- C. G. Jung -
Başka yok..
"Simyada "Zıtların Birliği"nin simgesi "Ağaç" tır;
Bu nedenle, kendini dünyasında yabancı hisseden ve
varlığını ne artık var olmayan geçmişle
ne de henüz olmamış gelecekle temellendirebilen
günümüz insanının,
bu dünyada kök salan
ve göğün kutbuna uzanan,
aynı zamanda da
insanın kendisi olan
dünya ağacı simgesine
yeniden sarılmasına şaşmamak gerek.
Simgeler tarihinde
bu ağaç,
ebediyen olana ve değişmeyene doğru
büyüme ve yaşam yolu olarak tasvir edilir,
zıtların birliğinden doğmuştur
ve bu birleşmenin gerçekleşmesinin nedeni
onun ebedi varlığıdır.
Öyle görünüyor ki,
kendi varoluşunu boşu boşuna arayan
ve bundan bir felsefe çıkaran insan,
artık bir yabancı olmayacağı
dünyaya giden yolu
ancak simgesel gerçekliği yaşayarak yeniden bulabilir"
Carl Gustav Jung / Dört Arketip..
Bu nedenle, kendini dünyasında yabancı hisseden ve
varlığını ne artık var olmayan geçmişle
ne de henüz olmamış gelecekle temellendirebilen
günümüz insanının,
bu dünyada kök salan
ve göğün kutbuna uzanan,
aynı zamanda da
insanın kendisi olan
dünya ağacı simgesine
yeniden sarılmasına şaşmamak gerek.
Simgeler tarihinde
bu ağaç,
ebediyen olana ve değişmeyene doğru
büyüme ve yaşam yolu olarak tasvir edilir,
zıtların birliğinden doğmuştur
ve bu birleşmenin gerçekleşmesinin nedeni
onun ebedi varlığıdır.
Öyle görünüyor ki,
kendi varoluşunu boşu boşuna arayan
ve bundan bir felsefe çıkaran insan,
artık bir yabancı olmayacağı
dünyaya giden yolu
ancak simgesel gerçekliği yaşayarak yeniden bulabilir"
Carl Gustav Jung / Dört Arketip..
Alem..
__Tasavvufta genellikle üç âlemden söz edilir ;
Duyularımızla algılanan "Maddi âlem" / duyularla bilinemeyen "Manevi âlem" ve bu ikisi arasında köprü vazifesi gören "Berzah âlemi"
' Âlem-i Şehadet ' de denilen Maddi âlem
(Zahir / Somut / Mülk / Maddî / Fizik / Afak / Dünya / Kuvvet – Enerji)
'Âlem-i Gayb' da denilen Manevi âlem
(Batın / Soyut / Melekût / Manevî / Metafizik / Enfüs / Ahiret / İlim – İrade – Kudret, Emir, Kanun, İsim – Sıfat)
Bu alemlerin ilişki ve ayrımı ve nerede başlayıp, nerede bittikleri de
oldukça tartışmalıdır.
Âlem-i gayb (gayb âlemleri)
maddî boyutu olmayan ve insan tarafından görülemeyen bütün âlemlerdir
Yorumlarda tüm bu Alemlerin sayısı çok farklı olarak ,
örneğin 4,5,7 veya 10 olarak da belirtilebilir.
Bunlar da kendi içerisinde çeşitlendirilir.
________Gazzâlî, Emir âlemi * ni şöyle anlatıyor:
“Âlem-i emr’den ölçü ve takdîri bulunmayanları kastediyoruz.
Maddî ve cismânî âlemin hakîki varlığı yoktur.
Onların âlem-i emr’e nisbetle varlığı,
cisimlerdeki gölge gibidir.
İnsanın gölgesinde insanın hakîkati yoktur.
İnsanın şahsında da vücûdun hakîkati yoktur.
Vücût sadece hakîkatin bir gölgesinden ibârettir.
Fakat hepsi de Allah’ın yaratıkları cümlesindendir"
(Gazzâlî, Erbaîn fi Usûliddîn (Din’de Kırk Esas),
trc, Hüseyin S. Erdoğan, İstanbul, 1972, s. 84)
------------------------
___* Âlem-i Emr:
Arşın üstünde olup, madde olmayan,
ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem.
Buna, âlem-i melekût
ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi)
ve mekânsızlık âlemi de denir.
Âlem-i emrde sırayla;
kalb, rûh, sır, hafî, ahfâ denilen beş latîfe (makam, mertebe) vardır.
(Ahmed Fârûk-i Serhendî)
Âlem-i halkın** ötesi, âlem-i emrdir. (İmâm-ı Rabbânî)
Âlem-i emr bâzı bakımlardan âlem-i halktan üstün ise de,
küllî fazîlet yâni her bakımdan üstünlük âlem-i halktadır. (İmâm-ı Rabbânî)
___* *(Âlem-i halk:
Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi.
Buna âlem-i ecsâd ,âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.)
----------------------------
Âlem-i gayb ve âlem-i şehadet, âlem-i emir ve âlem-i halk
birbirinden farklı unvanlarla anılsalar da,
bunlar iç içe âlemler olarak belirtilir.
----------------------------
Denilir ki ;
"Halk âlemi, Emir âlemiyle idare ediliyor.
Emir âlemi, zamana ve mekâna bağlı değil.
O halde, bu kâinatın görülen ciheti halk âleminden,
onun idaresiyle ilgili kanunlar manzumesi ise emir âlemindendir.
Beden halk âleminden, ruh ise emir âlemindendir"
-----------------------
"Cümle alem zat imiş
Derya- yı hikmet imiş..."
Duyularımızla algılanan "Maddi âlem" / duyularla bilinemeyen "Manevi âlem" ve bu ikisi arasında köprü vazifesi gören "Berzah âlemi"
' Âlem-i Şehadet ' de denilen Maddi âlem
(Zahir / Somut / Mülk / Maddî / Fizik / Afak / Dünya / Kuvvet – Enerji)
'Âlem-i Gayb' da denilen Manevi âlem
(Batın / Soyut / Melekût / Manevî / Metafizik / Enfüs / Ahiret / İlim – İrade – Kudret, Emir, Kanun, İsim – Sıfat)
Bu alemlerin ilişki ve ayrımı ve nerede başlayıp, nerede bittikleri de
oldukça tartışmalıdır.
Âlem-i gayb (gayb âlemleri)
maddî boyutu olmayan ve insan tarafından görülemeyen bütün âlemlerdir
Yorumlarda tüm bu Alemlerin sayısı çok farklı olarak ,
örneğin 4,5,7 veya 10 olarak da belirtilebilir.
Bunlar da kendi içerisinde çeşitlendirilir.
________Gazzâlî, Emir âlemi * ni şöyle anlatıyor:
“Âlem-i emr’den ölçü ve takdîri bulunmayanları kastediyoruz.
Maddî ve cismânî âlemin hakîki varlığı yoktur.
Onların âlem-i emr’e nisbetle varlığı,
cisimlerdeki gölge gibidir.
İnsanın gölgesinde insanın hakîkati yoktur.
İnsanın şahsında da vücûdun hakîkati yoktur.
Vücût sadece hakîkatin bir gölgesinden ibârettir.
Fakat hepsi de Allah’ın yaratıkları cümlesindendir"
(Gazzâlî, Erbaîn fi Usûliddîn (Din’de Kırk Esas),
trc, Hüseyin S. Erdoğan, İstanbul, 1972, s. 84)
------------------------
___* Âlem-i Emr:
Arşın üstünde olup, madde olmayan,
ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem.
Buna, âlem-i melekût
ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi)
ve mekânsızlık âlemi de denir.
Âlem-i emrde sırayla;
kalb, rûh, sır, hafî, ahfâ denilen beş latîfe (makam, mertebe) vardır.
(Ahmed Fârûk-i Serhendî)
Âlem-i halkın** ötesi, âlem-i emrdir. (İmâm-ı Rabbânî)
Âlem-i emr bâzı bakımlardan âlem-i halktan üstün ise de,
küllî fazîlet yâni her bakımdan üstünlük âlem-i halktadır. (İmâm-ı Rabbânî)
___* *(Âlem-i halk:
Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi.
Buna âlem-i ecsâd ,âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.)
--------------------------
Âlem-i gayb ve âlem-i şehadet, âlem-i emir ve âlem-i halk
birbirinden farklı unvanlarla anılsalar da,
bunlar iç içe âlemler olarak belirtilir.
--------------------------
Denilir ki ;
"Halk âlemi, Emir âlemiyle idare ediliyor.
Emir âlemi, zamana ve mekâna bağlı değil.
O halde, bu kâinatın görülen ciheti halk âleminden,
onun idaresiyle ilgili kanunlar manzumesi ise emir âlemindendir.
Beden halk âleminden, ruh ise emir âlemindendir"
-----------------------
"Cümle alem zat imiş
Derya- yı hikmet imiş..."
Aynı..
""Biz birbirimizin hasatlarıyız, biz birbirimizin işiyiz, birbirimizin büyüklüğü ve bağlarıyız"
“We are each other's harvest; we are each other's business; we are each other's magnitude and bond.”
― Gwendolyn Brooks
“We are each other's harvest; we are each other's business; we are each other's magnitude and bond.”
― Gwendolyn Brooks
Niyetlerine dikkat et..
tıpkı anne ve babanın birliğinden bir çocuğun hayat bulması gibi.
Thought forms are the geometric outpourings of the mental body. They are germinated and vitalized through the union of the mental plane with the physical brain which, as father and mother, gives birth to the child-a thought.
Manly P. Hall-Unseen Forces
Anla..
güzellik ideallerimiz çok daha farklı olurdu
“If only our eyes saw souls instead of bodies.
How very different our ideals of beauty would be.”
Kalp gözü..
Ruhun öte aleme açılan penceresi olarak
Tasavvufta ' Kalp gözü 'nden bahsedilir
Ve birbirine açılan iki penceredir bahsi geçen
birisi benlik dünyasına açılırken,
öteki varlık dünyasına açılan...
Ölüm de bu pencerelerden birinin kapanarak
diğerinin açıldığı durum ....
_____Denilir ki ;
" İnsan ruhunun bu bedende,
bir bu aleme,
bir de öte alemlere açılan penceresi bulunmaktadır.
----------------------------
Ruhumuz bu aleme açılan penceresinden,
beş duyu ve hayal alemi ve hafızamız yolu ile iletişimini sağlar.
Bunlardan biri çalışmadığında,
ruhun o yöndeki iletişimi kesiliverir.
Aynı şeyler öte alemler için de geçerlidir.
Ruhumuz, Melekût alemini algılayabilmek için
bu dünyaya olan bağlılıklarını kalben azaltmadıkça,
öte alemleri algılayamaz.
----------------------------
Nasıl ki, uyumadan rüya görmemiz mümkün olmuyorsa,
gönül gözünün öteleri görüp algılayabilmesi de,
kalbin bu aleme ait bağlılıklarını
azaltıp kesmesi ile mümkündür.
----------------------------
Gönül gözünün perdesinin açılmasını sağlayanlardan biri de
biraz açlık,
biraz yalnız kalmakla
kalbin önünden aralanacak olan bir perdedir"
Tasavvufta ' Kalp gözü 'nden bahsedilir
Ve birbirine açılan iki penceredir bahsi geçen
birisi benlik dünyasına açılırken,
öteki varlık dünyasına açılan...
Ölüm de bu pencerelerden birinin kapanarak
diğerinin açıldığı durum ....
_____Denilir ki ;
" İnsan ruhunun bu bedende,
bir bu aleme,
bir de öte alemlere açılan penceresi bulunmaktadır.
--------------------------
Ruhumuz bu aleme açılan penceresinden,
beş duyu ve hayal alemi ve hafızamız yolu ile iletişimini sağlar.
Bunlardan biri çalışmadığında,
ruhun o yöndeki iletişimi kesiliverir.
Aynı şeyler öte alemler için de geçerlidir.
Ruhumuz, Melekût alemini algılayabilmek için
bu dünyaya olan bağlılıklarını kalben azaltmadıkça,
öte alemleri algılayamaz.
--------------------------
Nasıl ki, uyumadan rüya görmemiz mümkün olmuyorsa,
gönül gözünün öteleri görüp algılayabilmesi de,
kalbin bu aleme ait bağlılıklarını
azaltıp kesmesi ile mümkündür.
--------------------------
Gönül gözünün perdesinin açılmasını sağlayanlardan biri de
biraz açlık,
biraz yalnız kalmakla
kalbin önünden aralanacak olan bir perdedir"
2 Ekim 2017 Pazartesi
Yardım etmek..
Bir bilge, bir göletin kıyısında oturmaktayken, susuzluktan dili dışarı sarkmış bir köpeğin devamlı olarak göletin dibine kadar gelip tam su içecekken kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı.
Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki kendi yansımasını görüp korkmaktadır ve bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır.
Sonunda köpek dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer.
O anda bilge düşünür.
"Benim burada öğrendiğim şu oldu," der.
"BİR İNSANIN İSTEKLERİ İLE ARASINDAKİ ENGEL ÇOĞU ZAMAN KENDİ İÇİNDE BÜYÜTTÜĞÜ KORKULARDIR.
İNSAN BUNU AŞARSA, İSTEDİKLERİNİ ELDE EDEBİLİR.?
Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür.
Asıl öğrendiği şey; İNSANIN BİR BİLGE BİLE OLSA BİR KÖPEKTEN ÖĞRENEBİLECEĞİ BİLGİNİN VAR OLDUĞUDUR
Su..
SU ile ilgili "Su tanrıları " her mitolojide tüm dünyada çok yaygındır.
Su ,yaşamsal özelliklerinden dolayı hemen her toplumda kendisine kutsiyet atfedilen bir tabiat unsuru konumundadır.Ancak tarihe baktığımızda ,ilkel insanda kutsalı kişileşirme eğiliminin baskın oluşu ona tanrısal nitelikler atfedilmesine ve beraberinde bir takım tapımlar doğmasına sebep olmuştur.
Sümer mitolojisinde ,su tanrısı olarak Enki'yi görürken , Mısır Mitolojisinde tüm göllerde,akarsularda ve kuyularda ilahi bir ruh olduğuna inanmakta olduklarına şahit oluruz.Hatta bu yüzden tüm balıkları da kutsal kabul etmiştirler ve yılda sadece bir gün yapılan takdis töreninin ardından balık yemekte idiler.Mısır Halkının özellikle Nil Nehrini tanrılaştırarak ona kurbanlar sundukları bilinmektedir.Nil Nehrine Hapi adını vermişlerdir.Nili kontrol eden diğer önemli tanrıları da Osiris dir.
Hinduizmin kutsal metinlrinden olan Vedalarda önemli yer işgal eden tanrı İndra ise suları kontrolünde tutmaktadır.
Aztek uygarlığında ve Yunan mitolojisinde oldukça kalabalık şekildedir
-Aztek uygarlığında
Tlaloc, gök tanrısı, yağmur ve depremler.
Chalchiuhtlicue, , göller, nehirler, denizler, akarsular, yatay sular, fırtınalar ve vaftiz,su tanrıçası
Huixtocihuatl, tuz tanrıçası.
Opochtli, balıkçılık tanrısı.
Tlaloques, damla tanrıları.
Tlaloquetotontli, nehir tanrıçası.
-Yunan mitolojisinde
Eurybia, denizlerin ustalık tanrıçası
Galene (Γαλήνη), sakin denizlerin tanrıçası
Anapos, doğu Sicilya su tanrısı
Brizo, denizciler tanrıçası
-Mısır mitolojisinde
Sobek, Nil nehir tanrısı.
Nephthys, nehir tanrıçası
-Hindu / Vedik mitolojisinde
Varuna, okyanusların Rabbi
Apam Napat,tatlı su tanrısı
Ganga, Ganj Nehri tanrıçası
Vishnu [balık tanrısı],Vedas’ı Atbaş’dan (Asura Hayagreevan) kurtarmak için balık şeklini alan Hind tanrısı (Mahavişnu=Mahavishnu)
-Sümer mitolojisinde
Enki, su, zeka ve yaratmanın tanrısıdır. Sümer tradisyonuna göre tufandan önce yedi bilge kişi denizden çıkıp şehirlere dağılmış ve oralarda insanlığa uygarlığı öğretmişler.Enki'nin resimlerinde keçi ve balık sıklıkla kullanılmıştır. Balık figürü zaman içinde su ya da nehire dönüşmüştür, bu yüzden nehirli tanrı da denilir.
-Mezopotamya mitolojisinde
Enbilulu, nehir ve kanal tanrısı
Enki, Dicle Nehri ve su tanrısı
Marduk, su ile ilgili tanrı
Şırşır, denizcilerin tanrısı ve boatmen
Nammu, ilkel deniz tanrıçası.
Tiamat, tuzlu su ve kaos, anne tanrıça
Apsu, tatlı su tanrısı, tüm diğer tanrıların babası
Asherah, "O Deniz üzerine yürür "Ana Tanrıça.
-Simyada ise;
Balık gizli maddenin sembolüdür. Bunun yanında simya sembolizminde bir nehirdeki iki balık suda eriyen iki madde olan sülfür ve cıvayı temsil ederler.
**************************
Tüm bunlarla birlikte geleneksel Türk Dini içerisinde su kitlelerinin kutsiyet kazandığını görürüz.
Türkler suyun "izi" sinin yani sahibinin veya ruhunun bulunduğuna inanmaktaydılar.Ancak yine de bir su ilahından söz etmek mümkün gözükmemektedir.Bu bağlamda "yer-su" tabirinden söz edilmektedir. Sulara,dağlara,ağaçlara atfedilen kutsiyet,"yer-su" inancının sonucu oluşmuştur.Fakat bunlar Gök tanrıya bağlı görülmüştür.
-Şamanizmde de birçok yer-su kültünü bulunur.Şamanizm’de ırmaklar, göller, kayalar ve doğadaki tüm cansız varlıkların da ruh sahibi olarak görüldüğü düşünüldüğünde, yer su ruhlarının ne kadar çok ve çeşitli olabileceği kolayca anlaşılır.
Genel anlamda suyu tanrılaştıran yada kutsal kabul eden tüm bu inançların kökeninde hem parçalayan,hem doğuran,hem de öldüren,hem de yaşam veren suya karşı iki yönlü bir çekim duyguunun varlığı dikkati çekmektedir.
Suyla gelen tufan yenilenmeyi sembolize eden bir motiftir.
"Hayat suyu" bir çok inançta ve gelenekte görülmektedir.Yağmuru totem sayan kabilelere rastlanmıştır.
Su kutsama ve büyü yapma amacı ile de kullanılmıştır.Arındırıcı ve temizleyici niteliği dolayısıyla su ayin ve ritüellerde ön koşul olmuştur.Yine arınmanın basit bir su serpme şeklinde yapılması da mevcuttur.
Hinduizmde nehirler temizliği temsil eder.Bu bakımdan Ganj nehri insanların tüm hata ve kusurları yok edici özelliğe sahip kabul edilmektedir.
Ağaç ise Hindistan da Yakın Doğuda su ile olan yakın ilşkisinden dolayı yaşamı sembolize eder..
Toprak ..
“Yüz binlerce insan avuç içi kadar bir yere toplanıp,
üst üste yaşadıkları toprak parçasını çirkinleştirmek için
var güçleriyle çalışmış olsalar;
üzerinde hiç bir şey yetişmesin diye her yanına taş dikmiş, filizlenen her otu kökünden koparmış,
havayı taş kömürü, petrol yakarak ellerinden geldiğince kirletmiş, çevredeki tüm ağaçları kesmiş, tüm hayvanları, kuşları uzaklaştırmış olsalar bile gene de ilkbahar ilkbahardı…”
/ Lev Nikolayeviç Tolstoy – Diriliş’ten
üst üste yaşadıkları toprak parçasını çirkinleştirmek için
var güçleriyle çalışmış olsalar;
üzerinde hiç bir şey yetişmesin diye her yanına taş dikmiş, filizlenen her otu kökünden koparmış,
havayı taş kömürü, petrol yakarak ellerinden geldiğince kirletmiş, çevredeki tüm ağaçları kesmiş, tüm hayvanları, kuşları uzaklaştırmış olsalar bile gene de ilkbahar ilkbahardı…”
/ Lev Nikolayeviç Tolstoy – Diriliş’ten
Dikkatli olmak gerek.
Evrendeki ince ayar
Evren özel olarak ayarlanmış formüllerle-prensiplerle örülü. Tahayyüllerimizin sınırlarını zorlayacak bir ayar ve denge var.
Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık. (Kamer, 49)
Ayet-i kerimede de belirtildiği üzere evrenin her köşesine “ölçü” hakim. Moleküller de galaksiler de bu şaşmaz ölçüye göre var. Bahsettiğimiz ölçü optimum seviyede.
Evrendeki bu ayar bu ölçü biraz az olsa ya da biraz fazla olsaydı ne hayat olurdu ne evren.
Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi isimli kitabında “elektronun yükü” ile ilgili şu hakikati vurguluyor;
Eğer elektronun yükü, az bir farkla başka bir değerde olsaydı, yıldızlar hidrojeni yakıt olarak kullanamaz ve sonuçta ışıldayamazdı. Böyle bir durumda patlayarak ölüme giden yıldızlardan artakalan demir, fosfor gibi hayat için gerekli olan ağır elementler de üretilemezdi. Sonuçta hayat gerçekleşmezdi.
Görüldüğü üzere “elektronun yükü” ile ilgili Allah’ın koyduğu ölçü hayatı var edecek derecede mükemmel. Evrenin bu mükemmelliğini Steven Weinberg, The First Three Minutes kitabında çok güzel ifade ediyor;
Evrenin böyle olması gerektiği için böyle olduğunu söylemeliyiz. Aksi halde, evrende bu soruyu soracak kimse olmazdı.
Evrenimiz tam olarak “olması gerektiği gibi”. Şayet evrenimiz şu an olduğu gibi olmasaydı hayat, moleküller, galaksiler, gezegenler hiçbir şey olmazdı. Bu mükemmel evreni, rastlantılar yaratmış olamaz.
Zira fizikçi Michio Kaku der ki “Evrendeki hayat sayılamayacak kadar fazla şartın bir araya gelmesi sonucu oluşmuştur. Hayat son derece karmaşık moleküllerin fiziksel ve kimyasal şartlarının en ufak bir değişikliğe uğraması halinde değişemezdi.”
Bu kadar çok etkenin bahis konusu olduğu ve bu etkenlerin hepsinin mükemmel seviyede olduğu düşünülünce “rastlantı” ihtimali çok saçma geliyor. Açıkça görüldüğü üzere evren bir tasarım, ve bu tasarımın bir tasarımcısı var.
Ünlü İngiliz kozmolojist Martin John Rees’in 2002′de Bilim ve Teknik‘te yayınlanan makalesinden yapacağım çeşitli alıntılarla evrendeki tasarım gerçeğini ve ince ayarı göstermeye çalışacağım;
- Hidrojen atomları birleştiklerinde kütlelerinin 0.007′sini değil de 0.006′sını enerjiye dönüştürüyor olsaydı, bir nötron protona bağlanamaz ve evren yalnızca hidrojenden oluşurdu. Anlamı: ne kimya dediğimiz süreç ne de yaşamın varlığı. Tersine 0.008 olsaydı, bu kez Big Bang’de muazzam ölçülerde üretilen hidrojenden tek bir atom bile geriye kalmazdı. Yine sonuç: ne güneş sistemi ne de yaşam.
- Kütle çekimi biraz daha güçlü olsa, evren kendi üstüne kapanarak çöker. Biraz daha zayıf olsa, hiçbir yıldız ve galaksi oluşamazdı.
- Evrenimizde uzay boyutlarının sayısı 3 olarak veriliyor (zamanla birlikte 4). Eğer bu sayı 2 veya 4 olsaydı, yaşam varolamazdı.
Evrendeki ince ayarı, şaşmaz dengeyi çok güzel özetlemiş. Alıntılarla devam etmek istiyorum. Yine S.Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi kitabından;
Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir orandadır ki, Big Bang’ten sonra birinci saniyede bu oran eğer, yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı, evren şimdiki durumuna gelmeden kendi içine kapanarak çökerdi.
Jean Guitton, Grichka Bogdanov ve Igor Bogdanov isimli bilim adamları tarafından yazılan “Tanrı ve Bilim” kitabından tefekküre yönlendirici bir alıntı;
Evrensel büyük değişmezlerin biri -örneğin yerçekimi sabiti, ışık hızı ya da Planck değişmezi- başlangıçta en ufak bir değişime uğrasaydı, evrenin canlı ve zeki varlıklar barındırmak için hiçbir şansı bulunmaz, hatta belki de evrenin kendisi ortaya çıkmazdı.
Yale Üniversitesi’nden Prof. Robert Adair The Great Design kitabında evrenin yaratılışını rastlantılara ve tesadüflere bağlayanlara çeşitli sualler yöneltiliyor;
Evrendeki elektron sayısı ile proton sayısı eşittir. Bu eşitlik nasıl izah edilecektir? Evrenin her yönüne egemen olmuş -270 derecelik fon ışıması, birbirinden milyarlarca ışık yılı uzaktaki galaksilerde de aynen geçerlidir. Evrenin farklı bölgelerinde birbirinden bağımsız olarak gelişen galaksilerdeki bu hassas benzerlik nasıl gerçekleşmiştir?
Hadiseye Allah’ı yani tasarımcıyı katmadan bu suallerin hiçbiri yanıtlanamaz. Ne kör tesadüf ne de bilinç evren kendi başına böyle bir mükemmelliği gerçekleştirebilir. Allah’ın varlığına ve varlığının delillerine inanmak istemeyen çeşitli kişiler evrendeki dengeyi, ölçüyü, ayarı açıklayamazlar, açıklamaya kalksalar da ancak “tesadüfe” bel bağlarlar. Oysa Tanrı ve Bilim kitabında verilen bir örnek evrendeki tüm bu ayarın rastlantıların sonucu olamayacağını çok yalın şekilde gösteriyor;
Evrenin ne denli akıl almaz bir incelikle ayarlanmış olduğu hakkında bir fikir vermek için dünyadan, Mars gezegeni üzerinde bir çukura topunu göndermeyi başarabilen bir golf oyuncusunun becerisini düşünmek yeter. Bu nedenler olanlar, başka türlü olamayacakları için oldukları gibidirler.
KAYNAKLAR
Zamanın Kısa Tarihi, Stephen Hawking
The First Three Minutes, Steven Weinberg
The Great Design, Prof. Robert Adair
Tanrı ve Bilim; Jean Guitton, Grichka Bogdanov, Igor Bogdanov
Bilim ve Teknik (Ağustos 2002), Martin John Rees
Evren özel olarak ayarlanmış formüllerle-prensiplerle örülü. Tahayyüllerimizin sınırlarını zorlayacak bir ayar ve denge var.
Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık. (Kamer, 49)
Ayet-i kerimede de belirtildiği üzere evrenin her köşesine “ölçü” hakim. Moleküller de galaksiler de bu şaşmaz ölçüye göre var. Bahsettiğimiz ölçü optimum seviyede.
Evrendeki bu ayar bu ölçü biraz az olsa ya da biraz fazla olsaydı ne hayat olurdu ne evren.
Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi isimli kitabında “elektronun yükü” ile ilgili şu hakikati vurguluyor;
Eğer elektronun yükü, az bir farkla başka bir değerde olsaydı, yıldızlar hidrojeni yakıt olarak kullanamaz ve sonuçta ışıldayamazdı. Böyle bir durumda patlayarak ölüme giden yıldızlardan artakalan demir, fosfor gibi hayat için gerekli olan ağır elementler de üretilemezdi. Sonuçta hayat gerçekleşmezdi.
Görüldüğü üzere “elektronun yükü” ile ilgili Allah’ın koyduğu ölçü hayatı var edecek derecede mükemmel. Evrenin bu mükemmelliğini Steven Weinberg, The First Three Minutes kitabında çok güzel ifade ediyor;
Evrenin böyle olması gerektiği için böyle olduğunu söylemeliyiz. Aksi halde, evrende bu soruyu soracak kimse olmazdı.
Evrenimiz tam olarak “olması gerektiği gibi”. Şayet evrenimiz şu an olduğu gibi olmasaydı hayat, moleküller, galaksiler, gezegenler hiçbir şey olmazdı. Bu mükemmel evreni, rastlantılar yaratmış olamaz.
Zira fizikçi Michio Kaku der ki “Evrendeki hayat sayılamayacak kadar fazla şartın bir araya gelmesi sonucu oluşmuştur. Hayat son derece karmaşık moleküllerin fiziksel ve kimyasal şartlarının en ufak bir değişikliğe uğraması halinde değişemezdi.”
Bu kadar çok etkenin bahis konusu olduğu ve bu etkenlerin hepsinin mükemmel seviyede olduğu düşünülünce “rastlantı” ihtimali çok saçma geliyor. Açıkça görüldüğü üzere evren bir tasarım, ve bu tasarımın bir tasarımcısı var.
Ünlü İngiliz kozmolojist Martin John Rees’in 2002′de Bilim ve Teknik‘te yayınlanan makalesinden yapacağım çeşitli alıntılarla evrendeki tasarım gerçeğini ve ince ayarı göstermeye çalışacağım;
- Hidrojen atomları birleştiklerinde kütlelerinin 0.007′sini değil de 0.006′sını enerjiye dönüştürüyor olsaydı, bir nötron protona bağlanamaz ve evren yalnızca hidrojenden oluşurdu. Anlamı: ne kimya dediğimiz süreç ne de yaşamın varlığı. Tersine 0.008 olsaydı, bu kez Big Bang’de muazzam ölçülerde üretilen hidrojenden tek bir atom bile geriye kalmazdı. Yine sonuç: ne güneş sistemi ne de yaşam.
- Kütle çekimi biraz daha güçlü olsa, evren kendi üstüne kapanarak çöker. Biraz daha zayıf olsa, hiçbir yıldız ve galaksi oluşamazdı.
- Evrenimizde uzay boyutlarının sayısı 3 olarak veriliyor (zamanla birlikte 4). Eğer bu sayı 2 veya 4 olsaydı, yaşam varolamazdı.
Evrendeki ince ayarı, şaşmaz dengeyi çok güzel özetlemiş. Alıntılarla devam etmek istiyorum. Yine S.Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi kitabından;
Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir orandadır ki, Big Bang’ten sonra birinci saniyede bu oran eğer, yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı, evren şimdiki durumuna gelmeden kendi içine kapanarak çökerdi.
Jean Guitton, Grichka Bogdanov ve Igor Bogdanov isimli bilim adamları tarafından yazılan “Tanrı ve Bilim” kitabından tefekküre yönlendirici bir alıntı;
Evrensel büyük değişmezlerin biri -örneğin yerçekimi sabiti, ışık hızı ya da Planck değişmezi- başlangıçta en ufak bir değişime uğrasaydı, evrenin canlı ve zeki varlıklar barındırmak için hiçbir şansı bulunmaz, hatta belki de evrenin kendisi ortaya çıkmazdı.
Yale Üniversitesi’nden Prof. Robert Adair The Great Design kitabında evrenin yaratılışını rastlantılara ve tesadüflere bağlayanlara çeşitli sualler yöneltiliyor;
Evrendeki elektron sayısı ile proton sayısı eşittir. Bu eşitlik nasıl izah edilecektir? Evrenin her yönüne egemen olmuş -270 derecelik fon ışıması, birbirinden milyarlarca ışık yılı uzaktaki galaksilerde de aynen geçerlidir. Evrenin farklı bölgelerinde birbirinden bağımsız olarak gelişen galaksilerdeki bu hassas benzerlik nasıl gerçekleşmiştir?
Hadiseye Allah’ı yani tasarımcıyı katmadan bu suallerin hiçbiri yanıtlanamaz. Ne kör tesadüf ne de bilinç evren kendi başına böyle bir mükemmelliği gerçekleştirebilir. Allah’ın varlığına ve varlığının delillerine inanmak istemeyen çeşitli kişiler evrendeki dengeyi, ölçüyü, ayarı açıklayamazlar, açıklamaya kalksalar da ancak “tesadüfe” bel bağlarlar. Oysa Tanrı ve Bilim kitabında verilen bir örnek evrendeki tüm bu ayarın rastlantıların sonucu olamayacağını çok yalın şekilde gösteriyor;
Evrenin ne denli akıl almaz bir incelikle ayarlanmış olduğu hakkında bir fikir vermek için dünyadan, Mars gezegeni üzerinde bir çukura topunu göndermeyi başarabilen bir golf oyuncusunun becerisini düşünmek yeter. Bu nedenler olanlar, başka türlü olamayacakları için oldukları gibidirler.
KAYNAKLAR
Zamanın Kısa Tarihi, Stephen Hawking
The First Three Minutes, Steven Weinberg
The Great Design, Prof. Robert Adair
Tanrı ve Bilim; Jean Guitton, Grichka Bogdanov, Igor Bogdanov
Bilim ve Teknik (Ağustos 2002), Martin John Rees
Birlik..
Evrenin kaynağı, idame ettireni ve sonu olan Tanrı,
varlığın her safhasına iştirak eder.
O; uyanan kişi ile uyanır, rüya gören kişi ile rüya görür ve derin uykuda uyuyan kişi ile uyur;
lakin kendisi bu üç durumun da ötesindedir. Onun gerçek mahiyeti, saf şuurluluktur.
( Bu tecrübe ruhun üç halinin ötesinde ve onlardan tamamıyla farklı ‘dördüncü bir durum’ olarak gösterilir.
Bu hal, Hallac-ı Mansur’un Ene-I Hak dediği Vahdet durumudur.)
Aıtareya Upanişad
varlığın her safhasına iştirak eder.
O; uyanan kişi ile uyanır, rüya gören kişi ile rüya görür ve derin uykuda uyuyan kişi ile uyur;
lakin kendisi bu üç durumun da ötesindedir. Onun gerçek mahiyeti, saf şuurluluktur.
( Bu tecrübe ruhun üç halinin ötesinde ve onlardan tamamıyla farklı ‘dördüncü bir durum’ olarak gösterilir.
Bu hal, Hallac-ı Mansur’un Ene-I Hak dediği Vahdet durumudur.)
Aıtareya Upanişad
Uyan..
Lao-tzu
**************************
Görevimiz; tüm canlıları ve kendi güzelliği içinde doğanın tamamını kucaklamak üzere, şefkat çemberimizi genişleterek, kendimizi bu hapishaneden özgürleştirmek olmalıdır.
Albert Einstein
**************************
İçimizde, Yaradan'ın, gizemli ve güzel ilahi yolu aydınlatan aşkı ile dolup taşarak, herşeyi kucaklayan bir ışık var. Eğer bu ışığın varlığını kabul edersek, ilahi birlik ve ebedi mutluluğa sahip yeni bir insanlığı yaratırız.
Micheal Teal
**************************
Herşeyi Yaradan'da ve Yaradan'ı herşeyde gördüğüm ve bildiğim gün, ruhsal uyanışı yaşadığım gündü.
Magdeburg'lu Mechthild
**************************
Gönül gözü açıldığında, Yaradılış, olduğu gibi. . .
İlahî Işığın bedeni olarak görünür.
Andrew Harvey
**************************
Tao ile birlik olmak isteyen, tüm varlıklara kucak açmalıdır.
Tüm varlıklara kucak açmak,
Kişinin, yaşayan veya ölü,
Şekilli veya şekilsiz,
Herhangi bir şeye ya da düşünceye
Hiçbir öfke ya da karşı çıkış göstermemesi demektir.
Kabul etmek Tao'nun en önemli kuralıdır.
Tüm varlıkları kucaklamak;
Dişi ve erkek, kendisi ve başkası,yaşam ve ölüm konusunda
Ayırım kavramından kendisini uzak tutmak demektir.
Ayırım Tao'nun doğasına aykırıdır.
Düşmanlık ve ayrımcılığın önünden giden kişi
Her şeyle uyumlu bir bütünün içine girer.
Kişinin ruhu,Taodan her uzaklaştığında biraz daha kirlenir.
Öfke bir uzaklaşmadır,Direnme bir uzaklaşmadır.
Ve kendine dalmak bir uzaklaşmadır.
Yaşam süresince
Kirlenmenin doğurduğu sıkıntı giderek büyüyebilir.
Bu kirlenmeden korunabilmenin tek yolu vardır.
Erdemli olmak
Bu ne demektir?
Erdemli olmak
Kendini düşünmeden başkalarına yardımcı olmak,
Kişinin zamanını kısıtlamadan,
İhtiyaç içindekilere karşı herhangi bir önyargıdan uzak olarak
Ne zaman ve nerede olursa olsun
Sahip oldularını ve yeteneklerini hizmete sunmasıdır.
Eğer güzel şeyleri verme konusundaki isteğin sınırlı ise,
Onları geri alabilme yeteneğin de sınırlıdır.
Bu Taonun esasıdır.
**************************
Fransız filozof Pierre Teilhard de Chardin da şöyle diyor:
Farkındalığınızı artırmak için, sizi saran güzellik ve yaratıcılık ifadelerini bilinçli bir biçimde gözlemleyin.
Yıldızlı bir gecede gökyüzüne huşû içinde bakın.
Baharın ilk çiğdeminin kırılgan cesaretini farkedin.
Bir kar tanesinin simetrisine ya da yeni doğmuş bir canlının karmaşıklığına hayran olun.
Kendinizi tepeden tırnağa takdirle izleyin.
Bir ilan panosu, bir otobüs, bir köpek yavrusu, bir kurabiye dükkanı veya bir tek otun içindeki güzelliği arayın,
Çünkü bunların herbiri kutsalın ışığına sahiptir.
Hakikatı bilin: bu fiziksel, elle tutulur dünya, sahiden İlahi bir yerdir. Hayırlı bir zeminde duruyorsunuz.
Dünya üzerindeki her bir varlığın, Yaradan'ın eserinin bir parçası olduğunu kabul edin.
Hiç..
" İKİLİKSİZLİK" / "Nondualism"
"Biri kendini farkettiğinde,Evrenin bir temel niteliğini anlar.
Dualitenin varlığı sadece bir yanılsamadır"
Namkhai Norbu.(1993). The Crystal and the Way of Light: Sutra, Tantra and Dzogchen.
İkiliksizlik veya Nondualism (veya Şankaranın metafiziğindeki terimi kullanacak olursak Advaita),şeylerin birbirinden farklı görünmekle birlikte ayrı olmadıklarını savunan görüştür.
İkiliksizlik inanç, durum, teori, pratik veya bir felsefeye atıfla kullanılır. Kavramın "Monizm" veya nitelikli monizm ile bağlantısı vardır.
İkiliksizlik veya İngilizce'deki karşılığı ile "Nondualism" Advaita teriminin batı dillerindeki karşılığı olarak türetilmiştir. Terim ilkin Hint kutsal metni Upanişadların İngilizce'deki çevirilerinde kullanılmıştır.
Smartalar tüm tezahürlerin Brahman'dan ortaya çıktığını kabul ederek Advaita (ikiliksizlik) felsefesini izlerler. Kişisel Tanrılar Brahman'ın farklı isimlerdeki görünümleridir. Smarta perspektifi Batı'daki hakim Hinduizm algısıdır.Neo Hinduizm de denir.
Kutsal Kitapları, Ashtavakra Gita,15 upanishad, puranas, Bhagavad Gita, , Yoga sutras
Felsefeleri, insan Tanrı'dır.Gördüğümüz herşey aslında bir ilüzyondan ibarettir.Madde kesinlikle gerçek değildir,ilüzyondur.
Advaita vedanta düşüncesinin en ağır olduğu Hindu dinidir.insanın ruhu ile Tanrı'nın ruhu birdir.En "modern" hindu dini denebilir.Mokşa kavramı Saivism dekine benzerdir.Tamamen "tekçi" dir,ikilik yoktur herşey aslında birdir. Bu dinde mistik bilgi ve yoga uygulamaları tamamen ön plandadır.Tanrı/Tanrıça tapınımı hemen hemen "yok" denecek kadar azdır.İmanın değil mistik bilginin önemi vardır.En liberal Hindu dinidir.
Aslında, gerçek metafizik daima kendi kendisiyle tamamen özdeş olarak kalır. Zira onun nesnesi aslında "bir"dir (tek'tir) ya da Hinduların dedikleri gibi, "ikiliksizlik"tir (sans dualite).
Ve bu nesne, daima -"doğanın ötesinde" olması nedeniyle- değişmenin de ötesindedir.Müslümanların Tevhid öğretisi tekdir" ("La doctrine de l'Unite' est unique) derken, ifade etmek istedikleri de budur.
Allah isminin ilk hecesi, kabul edilen bir yoruma göre, ilahi tezahürler olarak, dünya ve hayatla ilgilidir; ikinci heceyse Tanrı ve ötedünyayla ya da ölümsüzlükle ilgilidir. Oysa ki Allah ismi sükunla hemze arası bir boşlukla başlıyor, tıpkı "creatio ex nihilo", yoktan yaratılış, gibi simgesel olarak Sonsuz varlık üzerine açılan sınırsız bir nefes çıkışıyla bitiyor, yani son harf olarak "he" varlık üstü bir "ikiliksizlik"i belirtmektedir.
Batı dillerinde İkiliksizlik (non-dualism) denilen ve fenomenal dünyada çokluk-zıtlık olarak görülen ögelerin özlerindeki birliğinin vurgulandığı Vahdet-i Vücud, Ekberiliği tanımlayan bir öğretidir. Tasavvuf aleminde ekberi sufilerin görüşlerine muhalif olan sufiler de bulunmaktadır.
Ekberilik sıfatı Şeyh'ül Ekber lakaplı Muhyiddin İbn Arabi'nin adına izafetle konulmuştur. Muhyiddin İbn Arabi'nin herhangi bir tarikat kurucusu olmadığı bilinmektedir. Ancak bir makam veya meşrep anlamında onun görüşlerini benimseyen tarikat önderleri olmuştur.
Bunun yanısıra Vahdet-i Vücud öğretisi Muhyiddin Arabi'den önce İmam Gazali, Nifferi, Cüneyd Bağdadi gibi sufilerin metinlerinde de bulunmaktadır.
Ancak Muhyiddin İbn Arabi ve özellikle de onun öğrencisi Sadreddin Konevi tarafından geliştirilmesi, daha geniş şekilde izah edilmesi bu metafiziği benimseyen sufileri tanımlamakta Ekberî tabirinin daha kullanılmasını kolaylaştırmıştır.
Bir sıfat olarak kullanılan Ekberi tabiri 1911'de İsveçli sufi Abdülhadi Aguéli Paris'de kurduğu ve Al Akbariyya adını verdiği gizli sufi topluluğundan farklıdır. Topluluğun amacı Muhyiddin İbn Arabi'nin öğretisi üzerinde araştırmalar yapmak ve bu öğretiyi eğitimli kitle arasında yaygınlaştırmaktı.
Vahdet-i Vücud öğretisinin baş sözcüsü olmakla birlikte kendisinden sonra Vahdet-i Vücud görüşünü benimseyen sufiler için Muhyiddin İbn Arabi'nin lakaplarından olan Şeyh-i Ekber'e atıfla Ekberîsıfatı kullanılmıştır
"Biri kendini farkettiğinde,Evrenin bir temel niteliğini anlar.
Dualitenin varlığı sadece bir yanılsamadır"
Namkhai Norbu.(1993). The Crystal and the Way of Light: Sutra, Tantra and Dzogchen.
İkiliksizlik veya Nondualism (veya Şankaranın metafiziğindeki terimi kullanacak olursak Advaita),şeylerin birbirinden farklı görünmekle birlikte ayrı olmadıklarını savunan görüştür.
İkiliksizlik inanç, durum, teori, pratik veya bir felsefeye atıfla kullanılır. Kavramın "Monizm" veya nitelikli monizm ile bağlantısı vardır.
İkiliksizlik veya İngilizce'deki karşılığı ile "Nondualism" Advaita teriminin batı dillerindeki karşılığı olarak türetilmiştir. Terim ilkin Hint kutsal metni Upanişadların İngilizce'deki çevirilerinde kullanılmıştır.
Smartalar tüm tezahürlerin Brahman'dan ortaya çıktığını kabul ederek Advaita (ikiliksizlik) felsefesini izlerler. Kişisel Tanrılar Brahman'ın farklı isimlerdeki görünümleridir. Smarta perspektifi Batı'daki hakim Hinduizm algısıdır.Neo Hinduizm de denir.
Kutsal Kitapları, Ashtavakra Gita,15 upanishad, puranas, Bhagavad Gita, , Yoga sutras
Felsefeleri, insan Tanrı'dır.Gördüğümüz herşey aslında bir ilüzyondan ibarettir.Madde kesinlikle gerçek değildir,ilüzyondur.
Advaita vedanta düşüncesinin en ağır olduğu Hindu dinidir.insanın ruhu ile Tanrı'nın ruhu birdir.En "modern" hindu dini denebilir.Mokşa kavramı Saivism dekine benzerdir.Tamamen "tekçi" dir,ikilik yoktur herşey aslında birdir. Bu dinde mistik bilgi ve yoga uygulamaları tamamen ön plandadır.Tanrı/Tanrıça tapınımı hemen hemen "yok" denecek kadar azdır.İmanın değil mistik bilginin önemi vardır.En liberal Hindu dinidir.
Aslında, gerçek metafizik daima kendi kendisiyle tamamen özdeş olarak kalır. Zira onun nesnesi aslında "bir"dir (tek'tir) ya da Hinduların dedikleri gibi, "ikiliksizlik"tir (sans dualite).
Ve bu nesne, daima -"doğanın ötesinde" olması nedeniyle- değişmenin de ötesindedir.Müslümanların Tevhid öğretisi tekdir" ("La doctrine de l'Unite' est unique) derken, ifade etmek istedikleri de budur.
Allah isminin ilk hecesi, kabul edilen bir yoruma göre, ilahi tezahürler olarak, dünya ve hayatla ilgilidir; ikinci heceyse Tanrı ve ötedünyayla ya da ölümsüzlükle ilgilidir. Oysa ki Allah ismi sükunla hemze arası bir boşlukla başlıyor, tıpkı "creatio ex nihilo", yoktan yaratılış, gibi simgesel olarak Sonsuz varlık üzerine açılan sınırsız bir nefes çıkışıyla bitiyor, yani son harf olarak "he" varlık üstü bir "ikiliksizlik"i belirtmektedir.
Batı dillerinde İkiliksizlik (non-dualism) denilen ve fenomenal dünyada çokluk-zıtlık olarak görülen ögelerin özlerindeki birliğinin vurgulandığı Vahdet-i Vücud, Ekberiliği tanımlayan bir öğretidir. Tasavvuf aleminde ekberi sufilerin görüşlerine muhalif olan sufiler de bulunmaktadır.
Ekberilik sıfatı Şeyh'ül Ekber lakaplı Muhyiddin İbn Arabi'nin adına izafetle konulmuştur. Muhyiddin İbn Arabi'nin herhangi bir tarikat kurucusu olmadığı bilinmektedir. Ancak bir makam veya meşrep anlamında onun görüşlerini benimseyen tarikat önderleri olmuştur.
Bunun yanısıra Vahdet-i Vücud öğretisi Muhyiddin Arabi'den önce İmam Gazali, Nifferi, Cüneyd Bağdadi gibi sufilerin metinlerinde de bulunmaktadır.
Ancak Muhyiddin İbn Arabi ve özellikle de onun öğrencisi Sadreddin Konevi tarafından geliştirilmesi, daha geniş şekilde izah edilmesi bu metafiziği benimseyen sufileri tanımlamakta Ekberî tabirinin daha kullanılmasını kolaylaştırmıştır.
Bir sıfat olarak kullanılan Ekberi tabiri 1911'de İsveçli sufi Abdülhadi Aguéli Paris'de kurduğu ve Al Akbariyya adını verdiği gizli sufi topluluğundan farklıdır. Topluluğun amacı Muhyiddin İbn Arabi'nin öğretisi üzerinde araştırmalar yapmak ve bu öğretiyi eğitimli kitle arasında yaygınlaştırmaktı.
Vahdet-i Vücud öğretisinin baş sözcüsü olmakla birlikte kendisinden sonra Vahdet-i Vücud görüşünü benimseyen sufiler için Muhyiddin İbn Arabi'nin lakaplarından olan Şeyh-i Ekber'e atıfla Ekberîsıfatı kullanılmıştır
Şiir..
Ğİnsan oldum
kaya oldum,
İnsanda kaya oldum
kayada insan.
Havada kuş oldum,
kuşta gökyüzü.
Soğukta çiçek,
Güneşte nehir oldum,
Şebnemde parlayan şey
Kardeşçesine
yalnız kardeşçesine hür...
Paul ÉLUARD
Çeviri: Cahit Sıtkı TARANCI
kaya oldum,
İnsanda kaya oldum
kayada insan.
Havada kuş oldum,
kuşta gökyüzü.
Soğukta çiçek,
Güneşte nehir oldum,
Şebnemde parlayan şey
Kardeşçesine
yalnız kardeşçesine hür...
Paul ÉLUARD
Çeviri: Cahit Sıtkı TARANCI
1 Ekim 2017 Pazar
Acı boşluktur..
Kendinizin Dünyanın üzerinde yaşamakta olduğunu sanıyorsunuz;
oysa Dünya sizin içinizde yaşıyor "
Deepak Chopra..
Kendini tanımlamak.
uyanık olmak, yaşamın en temel ögesidir.
Görülmeyen, duyulmayan, dokunulamayan olan,
görebildiğimiz kainatın yapısını dokur"
“Our duty is wakefulness, the fundamental condition of life itself. The unseen, the unheard, the untouchable is what weaves the fabric of our see-able universe together.”
Robin Craig Clark, The Garden..
Omurgasız..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)