12 Mayıs 2018 Cumartesi

Şifa ve insan.

Hepimiz bir enerjiyiz.İşte bu bizdeki enerjiyi kimi işte kullanıyor kimi şifada kimi de yaşamın başka kendi katmanlarında.Ben şifada kullanıyorum.Dünyaya gelmemdeki amacım şan şöhret veya iyi bir doktor iş ve çok para yat kat almak değil.Kendi içsel gücümü kendimi tanımak.Bunları yaptığında zaten gerisi geliyor ve tüm bunlara ihtiyacın kalmıyor.Ömür boyu çalışmış çok güzel bir araba ve ev aldı.Hadi yanına bonus olarak bir çok yerede gitti diyelim.Sonra sınrası yok.Kendini unuttu.Senin çok iyi bir iş sahibi olmanla ilgili değil bu olay.Yaşamını zamanını bitirdi.Her yaşın ayrı bir titreşimi frekansı vardır.Bunları ıskalamamak gerekir.Kendi iç organlarını ve uzuvlarınla DNA veya diğer katmanlarınla ilgili.İçsel yolculuk derken,karaciğerin ayrı bir frekansı titreşimi ayrı beynin ayrı böbreklerin ayrı.Bunları ziyaret ettinmi.?Konuştun mu.Yaratıcınla (ateist olabilirsin.Ama bunları tanımaman anlamına gelmiyor.Zaten yazımda herkesi kapsamıyor.İsteyen ciddiye alır okur istemeyense onun bileceği bir iştir.)Uzun zamandır bir çok insana şifa veriyorum.Bir çok hastalğln iyileşmesine tanık oldum.
Bir çok olaya şahit oldum.İnsanoğlu muhteşem bir yaratım.Felçlilerin ayağa kaltıklarını komada uzun yıllar kaldıktan sonra tekrar yaşama döndüklerini gördüm.Hiç biri vazgeçmedi inat olayı değil bu kafalarındaki yaşamlarına hikayelerine en iyi şekilde kaldıkları yerden devam etmekti.Kendilerini yenileyerek bilinçli veya bilmeyerek ama içinde bulunan bütün sır olan DNA veya başka yaşam kaynakları daha bilinçlendi.
Şifa konusuna tekrar geldiğim de şifayı ben vermedim aslında.Beni aracı yapan yaratıcım.Ben aracıyım.Şifa ve şifa isteyen de aynı.Sen ben diye biri yok hepimiz tekiz.Ağacın bir gövdeden çıkan dalları gibi.Ama bu ağaç çok katmanlı ve sır dolu bir yaşam içeriyor.
Yediklerinize ve içtiklerinize dikkat edin.Her yiyeceği yemeyin deneyin.Mesela ben bulguru pek sevmem.Ama meyhane plavı bana yarıyor.Mercimek çorbası yaramıyor.Yiyeceklerinde tştreşimi var.Onlarda canlı atomdur.Bütün bunlara dikkat ederseniz tapınağınız olan vücudunuzla iyi gecinmiş olursunuz.
Haftada bir bütün yaşam formlarına şifa veriyorum.İyi kötü ayrımı yok.Yılanda nasipleniyor bundan bizi nezle eden mikropta.
Şifa olsun nefesiniz kendinize.Şifa vermeye (aracı olmaya devam edeceğim.Ben verdiğim şifadan asla para talep etmiyorum ve etmeyeceğim de.Edenlerede selam olsun.şifadan sonra Bana teşekür etmelerini dahi istemiyorum.Bütün bunlar bir karşılıktır.Kim neye inanıyorsa ona dua edin diyorum.)
İyi yaşamlarınız olsun her an.🙏🏻☺️
Hastalık yoktur, misafir vardır.Gelir ve giderler.

11 Mayıs 2018 Cuma

Her şey teklikte.

Otomatik alternatif metin yok.
"Her şey / Uzak ya da yakın, birbirine bağlanmış / Ölümsüz bir el tarafından / 

Tek bir çiçeği bile koparamazsın / Bir yıldızı yerinden oynatmadan" 

Fransis Thomson

Doğu felsefelerinin çoğunda ortak bir tema olarak “birlik” doktrini mevcuttur. 

Hindu inancına göre, farklılıkların dünyası sadece bir maya, bir illüzyondur.

Gerçekte, şimdi ve sonra, burası ve orası, sen ve ben, haz ve acı arasında bir ayrım söz konusu değildir. Herşey ‘bir’dir. 

Chuang Tzu’ya göre, “Evren bizimle beraber varolmuştur; bizimle herşey ‘bir’dir.”

Bu görüş, düşünen insana inanılmaz çağrışımları olan bir perspektif sunar. 

Örneğin, eğer sen ve ben ‘bir’ isek, nasıl düşman olabiliriz? 

Huai Nan Tzu Chu Shih şöyle der: 

“Gökyüzü, yeryüzü ve evren tek bir insanın bedenidir.”

Gizlilik.

Beni anlamak için söylediklerimden çok 
sustuklarımı dinleyin.. Çünkü ben, 
söylediklerimden çok sustuklarımda gizliyim.

JEAN CHRİSTOPHE GRANGE

Anlamak ..


"Sese saygı duy ve Sadece sessizce dinle.. 

Kendimize neden oynamak zorunda olduğumuzu,neden yemek yemek zorunda olduğumuzu neden nehre bakmak zorunda olduğumuzu, neden zalim olduğumuzu sormuyoruz? 

Bir şeyi yapmak istemediğimizde  başkaldırıyor, neden yapmak zorunda olduğumuzu  soruyorsunuz. 


Ama okumak, oynamak, gülmek, zalim olmak, iyi olmak, nehri, bulutları görmek, tüm bunlar hayatın parçalarıdır; 

ve okumayı ...bilmezsek, yürümeyi bilmezsek, bir yaprağın güzelliğini takdir edemeyiz, 

yaşamıyoruz demektir. 

Yaşamın bütününü anlamamız gerek, sadece küçük bir parçasını değil. 

îşte bu yüzden okumak zorundayız, 

işte bu yüzden gökyüzüne bakmak zorundayız, 

bu yüzden şarkı söylemek, 

dans etmek, 

şiirler yazmak, 

acı çekmek 

ve anlamak zorundasınız; 

çünkü tüm bunlar hayattır…"


10 Mayıs 2018 Perşembe

--2

Tanrıçanın sırrına vakıf olmak için dişil prensibin işleyişini bilmeliyiz yani yin’i. Yin–dişil prensip; pasiftir, alıcıdır, absorbe eder (soğurur), yansıtıcı, değiştirici, dönüştürücü, şekillendirici, sezgisel ve uyum getirendir. O, berekettir, naifliktir, yumuşak başlılıktır, şefkattir yani rahimdir, besleyicidir.
Bu yüzden karşılıksız verendir ve şefkatini esirgemeyendir. O, her şeyi bir arada tutar, o karanlıktır, aynı uzayın tümünü bir arada tutan karanlık gibi. Tüm şefkatiyle dengeyi sağlar evrende, avın avcıya olan üstünlüğü, avcının ava karşı olan zafiyetidir o, dengedir. Hırsın, egonun, güçlünün üstün olduğu zalim Dünya’da, yumuşak başlı olanı, zayıf olanı ve şefkati kalkan olarak kuşananı üstün kılandır… İşte bütün bu özellikler Tanrıçanın özelliğidir.
Tanrıça şekillendirir ve biri bin yapar yani bereket katar. Bu ne anlama gelir; Güneş yani tanrı’sal enerji ışığı yaratır, içsel dinamikle bu ışığı yayar. Ay yani tanrıçasal enerji, ışığı soğurur yani alır (alıcıdır) ve sonra bu ışığı yansıtır.
Ay ışık üretmez lakin Güneş’in ışığını alır ve değiştirerek üretir. İşte Tanrıça bu yüzden ayla sembolize edilir çünkü o yaratılmış olanı şekillendirme özelliğine sahiptir. O doğrudan yaratmaz o katlayarak yansıtır.
Veya bedensel yansımalarına bakarsak sperm hareketlidir, içsel dinamik ve enerjisi vardır. Yumurta pasiftir, sabittir, hareketsizdir. Sperm yumurtaya özünü verir, aktarır, yumurta alıcıdır. Ardından hızla o spermin verdiği özü kendi içinde böler, çoğaltır bereketlendirir ve bir bebek meydana getirir. Yani önce çoğaltır sonra şekillendirir ve doğum ile meydana getirir. Doğumun özünü veren Tanrısal yüzdür, doğuran ve yaşatan Tanrıçasal yüz…
Veya o topraktır. Tohumu toprağa ekersiniz ve o suyuyla mineraliyle o tohumu ağaç yapar besler… İşte o yüzden toprak “anadır”. Kadim zamanlarda ve semavi dinlerde kadın toprağa ve toprak da rahime benzetilirdi bu yüzden.  (Kuran’da ki “Kadınlar sizin tarlanızdır” ayetinin ezoterik sırrı da budur.) Dünya, kadın olarak var sayılır çünkü o, toprak ana yani ana tanrıçadır. Tanrıça yani dişil prensip sonsuz şefkat ve nihai uyum ile dengenin kendisidir.

Semavi dinler ve tanrıça

Tanrıçanın sadece paganizme ait bir kavram olduğu sanılır ama öyle değildir. Yaratıcının yarattığı Yin ve yang yani dişil ve eril enerji-bilinç, ezoterik ve kadim bir sırdır, haliyle ezoterik bütün kültlerde bu sır mevcuttur.
Eski kadim zamanlarda Tanrı ve Tanrıçanın doğrudan Yaratıcı tarafından yaratıldığı ve onların ezoterik sırrı biliniyordu o yüzden bunlar açıktı. İnsanlığın bilinci düşünce, insanlar özü unuttular, sırların mahiyetini de… Ve insanlar şekle bağlı kalmaya başladılar böylece semavi dinlerde de Tanrıça bilgisi gizlendi. Ancak görebilecek gözlere sunuldu bu bilgi.
İncil’de ‘Meryem Ana’ formu içinde saklanmış olarak görüyoruz Tanrıçayı. Yahudilikte ise ‘Shechina’, tanrısallığın dişil yönünü temsil eder yani Tanrıçayı. İslam ezoterizminde ise Tanrı ve Tanrıça yani eril ve dişil enerji-bilincin sırrı besmelede gizlidir; “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” Rahman ve rahim hemen hemen aynı manaya gelir lakin rahman eril, rahim ise dişildir. Bu da Yaratıcı olan Allah’ın evreni yaratmadan önce eril ve dişili (yin-yang) yarattığı ve sonra bunun üzerinden yaratımın gerçekleştiği sırrını içermektedir. Aynı prensibi ve sırrı Zariyet suresi 49. Ayette de görürüz; “Her şeyi çift  (erkek ve dişi) yarattık”
Semavi dinlerde Tanrıçanın varlığını çok ayrı ve derin bir mevzudur, o yüzden bunu ayrı bir yazıda daha derinlemesine inceleyeceğiz.

Tanrıça nerededir ve temasa geçilebilir mi?

“Tanrıça doğadaki her şeydir… Ve doğadaki her şey kutsaldır. Bak, Bu onun yüzü. Dinle, Bu onun sesi. O, Güzel olan her şeyin içindedir, Ve aynı zamanda üzücü olan her şeyinde…” 
Cevap basit; temel yin prensip olduğu için her yerdedir ama onunla temas etmenin çeşitli yolları vardır. Bir kere o doğa anadır toprak ana.  O yüzden onun bilincine doğanın içinde, özünde, kadim ormanlarda dokunulur. Ayrıca Tanrıça enerjisini almaya daha açık kutsal enerji merkezleri ve ley hatları vardır, buralara genelde eskiler Tanrıçaya ait mabetler kurmuşlardır, bu kutsal mabetler de bu bilince temas etmek için uygun yerlerdir.
Ama en önemlisi kadınlar Tanrıçanın beden bulmuş halidir o yüzden kadınların içlerindedir Tanrıça.
“Ben her kadının içindeyim, kadın bedeni benim kutsal mabedimdir. Beni bir kadının kalbinde ara, benim şefkatimi bir kadının sarılmasında hisset.” 
Ay ve kadınlar arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Ayın hareketleri Tanrıçayı taklit eder, kadının fiziksel süreçleri de Ay’ı… O yüzden Tanrıçanın fiziksel yüzü olan Ay ile kadınlar arasında doğrudan bağlantı vardır. Misal; Regl dönemleri ayın fazlarından etkilenir.
Dolunayda ağda yapan kadınlarda daha az tüylenme meydana gelir ve dolunayda östrojen hormonunda artış söz konusu olabilir ve bu da aşırı hassaslaşmaya sebep olabilir. Yani Ay’ın fazları doğrudan kadınları daha fazla etkilediği biliniyor.
Kadınların sezgileri daha güçlüdür çünkü ay sezgilerin gezegenidir ve sezgiler ile kadim sanatların derin sırları doğrudan Tanrıça ile alakalıdır. Tanrıça, Ay ile de fısıldar sırlarını kadınlara. Ay- Tanrıça ve kadınlar arasındaki sır dolu bir bağlantı söz konusudur.
Kısacası Kadınlar, Ay ve Tanrıça arasında güçlü bir bağ vardır ve kadınlar Tanrıçanın bedenlenmiş halleridir, Tanrıça’nın yürüyen kutsal mabetleridir onlar. Ancak bir kadının kalbine temas ederek veya içimizdeki kadını kabul ederek Tanrıça’ya ulaşabiliriz. İkisi de aynıdır aslında.
Bir erkek bir kadının kalbine girdiğinde, onu anladığında içindeki “kadını” kabul eder ve Tanrıça’ya ait parçasını ortaya çıkarır. Bir kadın da aynı şekilde bir erkeği anladığında içindeki güçlü “erkeği” kabul eder ve Tanrı’ya ait olan parçayı ortaya çıkarmış olur. Böylece içimizdeki Tanrı ve Tanrıça uyanmış olur ki bu da eril-dişil enerjinin dengelenmesi demektir.
Öyleyse hem kadının hem erkeğin, içindeki “kadını” kabul etmesi Tanrıça ile temas etmenin ruhsal yöntemidir.
Sonrasında ise onu doğada, bir çiçeğin fısıltısında, bir nehrin akışında, rüzgarın tesiri ile ağaç yapraklarının uğultusunda, yüksek bir tepede, bakir bir vadide bulabilir ve onunla temasa geçebiliriz. Dinlerseniz eğer anlarsınız ve hissedersiniz varlığını, şefkatini, o fısıldar daima ruhlara, ruhlardan kalplere, kalplerden benliğe… Böylece sessizce dinleyebilirsiniz kutsal ana’nın ninnisini ve size fısıldar eski sırların gizli bilgeliğini.


----1

Kadınlarımız.Yaratıcının bize armağan ettiği en yüce değer.On'lar rahimdir..Yaratıcının yeryüzündeki temsilcileridir..Dünyanın eski yaşanmış kadim uygarlıklarda  kutsal sayılırdı kadınlar… Çünkü Ana tanrıçanın yaşayan mabetleriydi onlar.

Doğanın sırlarının unutulmadığı, mucizelerin günlük olaylar olduğu, efsaneler çağında yani antik kadim zamanlarda, insanlar hatırlardı kadim olanları. Hatırlardı insanlar Tek Olan’ın yarattığı tanrı ve tanrıçayı… Güneşe bakardı erkekler ve boynuzlar takarlardı Avcı Tanrının gücünü uyandırmak için ruhlarında ve kadınlar ayın döngülerini izler ve Tanrıçadan öğrenirlerdi şifayı ve eski sanatları.
O zamanlar unutulmamıştı eski taşlı patika yol, o zaman unutulmamıştı Tanrıçanın şefkati ve merhameti. O zamanlar kutsal sayılırdı kadınlar… Çünkü Ana tanrıçanın yaşayan mabetleriydi onlar.
Ben, İsis, hep olanım, hep olacak olan; hiç bir ölümlü insan peçemi açamamıştır daha. Sais Kenti İsis Tapınağı yazıtı
Hepimiz duymuşuzdur Tanrıça terimini ve bir şekilde buna aşinayızdır.  Hepimizin içinde bir merak uyandırır ‘tanrıça nedir’ diye. İçimizde bir yerde onun fısıltıları vardır hala, zamana meydan okurcasına…

Gerçekten de nedir Tanrıça, nedir Tanrıça’nın sırrı, nedir bu peçenin arkasındaki sır?

Evreni yaratırken ‘Tek olan yaratıcı’, önce birbirini tamamlayan iki temel bilinci yarattı; eril ve dişil enerjiydi bunlar yani yin ve yang. Ve tüm evren bu iki enerjiyle şekillendi. Eril enerjiye/bilince (aynı zamanda bunlar bilinçtir de) kadim insanlar Tanrı dedi, dişil enerjiye/bilince ise Tanrıça…
Şunu belirtmeliyim Tanrı dediğimiz kavram semavi dinlerde kullanılan kavram ile aynı değildir. Semavi dinlerin Allah,  Yehova dediklerine eski öğretiler kendi dillerinde “Tek Olan”, “Yaratıcı”, “Kutsal Olan” “İsimsiz” (Çünkü hiçbir insani dil ve sıfat O’nu tanımlamaya yetmezdi) veya “O” olarak anarlardı.
Haliyle Tanrı ve Tanrıça aslında Yaratıcı’ya doğrudan bağlı iki temel bilinci, eril ve dişil enerjiyi temsil ederdi. Tanrı eril parçaydı, Tanrıça dişil, Tanrı ilahi erkeği,  Tanrıça ilahi dişiyi temsil ederdi.
Tanrı, yani eril enerji Güneş ile sembolize edilirdi veya Orman’ın vahşi olan yüzüyle, Tanrıça ise Ay ile sembolize edilirdi veya dünyanın ta kendisiyle. Tanrı; Baba idi, Tanrıça; Ana… Scott Cuningham Gölgeler Kitabında şöyle anlatır kadim hikayeyi;
Zamandan önce, Dryghtyn (Tek Olan veya Her şey yani Yaratıcı) her şeydi ve her şey Dryghtyn’di… Evren olarak bilinen uçsuz bucaksız genişlik Dryghtyn’di; her şeyi bilen, her yeri kuşatan, her şeyden daha güçlü, hiç değişmeyen, sonsuz….
Ve uzay hareket etti. Dryghtyn enerjiyi iki forma dönüştürdü ve böylece tanrılar Dryghtyn tarafından şekillendirilmiş oldu. Tanrı ve Tanrıça genişledi ve Dryghtyn’ye şükrettiler.
Tanrıça Ay’ı seçti yaşayan bir sembolü olarak, Tanrı da Güneş’i; hatırlatmak için devamlı; Dünya halkına onları yaratanları.
İşte Tanrıça budur, evrenin temel dişil prensibi, sırların kraliçesi, gece gökyüzünü aydınlatan büyünün ve mistizmin annesi, üzerinde yaşadığımız toprağın ta kendisi… İlk olarak Ana‘dır o. Yani “Ana Tanrıça” çünkü gebedir tüm yaşama. Toprak Ana, Yer Ana, Meryem Ana, Fatma Ana, Ay ana …  Farklı isimlerle farklı suretlerle ama hep aynı sırla…

Dişil prensip ve Tanrıça’nın özellikleri

“Tanrıça her şeyi denge halinde tutar; İyi ve kötü, ölüm ve yeniden doğuş. Avcı ve av. Onsuz, yıkım ve kaos hakim olacaktır.” Avalon’un Sisleri 

Aşk ve özgürlük..

Sevmek özgürlüktür bağlanmadan bağlamadan yaşar ve yaşatırsan.Aşka yolculuk yapmadan önce hazırlıklarını yapmalsın.Dedik ya Aşk ve yol bu ne olacağı belli olmaz.."Aşıklar tek başınadır ve gerçek aşık asla senin tek başınalığını yok etmez. O her zaman senin bireyselliğine karşı, tek başınalığına karşı tam bir saygı duyacaktır.O buna burnunu sokmaz, o bu alanı ihlal etmeye çalışmaz.Aşk özgürlüğe izin verir; sadece izin vermekle kalmaz özgürlüğü güçlendirir. Ve özgürlüğü yok eden hiçbir şey aşk olamaz. O başka bir şey olmalıdır. Aşk ve özgürlük bir aradadırlar, onlar aynı kuşun iki kanadıdır. 
Ne zaman senin aşkın özgürlüğünün karşısında olursa, o zaman sen aşk adına başka bir şey yapıyorsundur.

Kriterin şu olsun: Kriter özgürlüktür; 

aşk sana özgürlük verir,

seni özgürleştirir,

seni serbest bırakır.

Ve sen bir kez bütünüyle kendin olduğunda, 

sana yardım etmiş olan kimseye minnet duyarsın. 

Minnet duymak neredeyse dini bir şeydir. 

Sen diğer insanda ilahi bir şey hissedersin. 

__O adam seni özgür kılmıştır, 
o kadın seni özgür kılmıştır__

ve aşk 

bir sahiplenmeye dönüşmemiştir"


9 Mayıs 2018 Çarşamba

-----2

BEŞER demek = İlahi Vasfa Sahip olmayan İnsan demektir..
Evet BEŞER in anlamı insandır ama bir VASIF bildiren önemli bir kelimedir.

Peki sorulacak soru şudur : BEŞER = İlahi vasfa sahip olmayan İnsan ise zıttı olması gerekir yani İLAHİ VASFA SAHİP İNSAN varmıdır ?
Bu soruya verilecek cevap Kurana göre EVETtir. Kuranda iki yerde İlahi vasfa sahip insan vardır. Ayrıca insanların ZİHNİnde inşa olan ve beklentisi olan ilahi vasfa sahip insan modeli vardır. Bunların DELİLini ayetlerle aşağıda yazacağım.

Evliya,ermiş,gavs,şeyh,kutup inancının bu yüzyıldabile var olmasının tek sebebi bir insana yada RUHuna ( İlahi vasıf) vererek Kutsallaştırılmasıdır.

Bu ilahi vasıf verilen evliyalar,gavsler,şeyhler,kutuplar kainat üzerinde tasarrufta bulunmakta hatta Ruhlarının gelip onlara yardım ettiği,savaşlarda bile yardıma geldikleri hatta hapisten bile çıkardığına inanmış inandırılmışlar hatta kıyamette bile gelerek Müritlerine şefaat edeceklerine ,cehenneme giren varsa onları kurtaracağına inandırılmışlardır.

NEBİ_RESUL lerine bile İlahi Vasıf vermeyen Allah nasıl olurda şeyhlere,evliyalara,gavslara,kutuplara ^^ İlahi Vasıf^^ verirki Bu Mümkün mü ?
Aşağıda vereceğimiz örnek ayetlerde özellikle MELEK ( İlahi vasıfta olan ) ile BEŞER ( İlahi vasfı olmayan İnsan ) karşılaştırmalarını getireceğiz.

YUSUF 31 :Kadın, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını duyunca, onları davet etmek için adamlar gönderdi. Onlara rahat koltuklar, meyva dolu siniler hazırlamıştı. Onların her birine birer bıçak verdi. Yûsuf’a da: Çık şunların karşılarına' dedi. Onu gördüklerinde, gözlerinde çok büyüttüler. Şaşkınlıktan ellerini kestiler. 'Hâşâ, Allah için, bu bir BEŞER
( ilahi vasfa sahip olmayan ) değil, bu ancak, üstün vasıflı bir MELEK ( İlahi vasfa sahip )dediler.

HİCR 28 :Ve hani Rabbin MELEKere: “Haberiniz olsun! Ben biçim verilebilir, kuru, kokmuş bir çamurdan bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan ) yaratacağım” demişti.

Müminun 24 : Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: "Bu, tıpkı sizin gibi bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan insan ) olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki MELEKler ( İlahi vasıfta olanı) gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.

SAD 71 :Hani Rabbin, MELEKlere ben balçıktan bir BEŞER ( İlahi vasıfta olmayan insan ) yaratacağım demişti de.

ÇOK ÖNEMLİ OLANIDA NEBİlerin halka hitaplarıbnda ve kavimdekilerin Nebilerden beklediği ( İlahi vasıf) beklentilerinin anlatıldığı ayetlerdir.

Kavimdeki İnsanların (İlahi vasıfta insan) BEŞER Beklentilerine cevap :
Ali İmran 79 : Hiçbir BEŞERin ( İlahi vasfı olmayan İnsanın ), Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) NASA ( İNSAN lara Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.

Maide 18 : Yahûdiler ve Nasrânîler, biz Allah'ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz dediler. De ki: Öyleyse neden günahlarınızdan dolayı size azâp ediyor? Hayır, siz, ancak onun yarattığı BEŞER ( İlahi vasfı olmayan İnsanlarsınız ); o, dilediğini yarlıgar, dilediğine azâp eder ve Allah'ındır göklerin, yeryüzünün ve ikisinin arasında bulunanların saltanatı ve her iş, ona aittir.

Enam 91 :Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü, “Allah hiçbir BEŞERe ( İlahi vasfa sahip olmayan insana )bir şey indirmedi” dediler. De ki: “Öyle ise Mûsâ'nın NASA ( insanlara) bir nûr ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler, size öğretilmiştir.” Sen, “Allah” de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta debelenip dursunlar!

Hud 27 :Kavminin inkâr eden seçkinleri dediler ki: “Biz seni sadece bizim gibi bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan insan ) olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis, sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.”

İbrahim 10 : Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüpheniz mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve belirli bir vakte kadar tehir edip yaşatmak için sizi çağırıyor.” Onlar dediler ki: “Siz de bizim gibi bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan insandan ) başka bir şey değilsiniz. Siz, bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, bu iddianız konusunda apaçık bir delil getiriniz!”

Nahl 103 : Andolsun ki biz, onların “Kur'ân'ı ona bir BEŞER ( İlahi vasfı olmayan İnsan ) öğretiyor” demekte olduklarını biliyoruz. Nisbet etmeye uğraştıkları adamın dili yabancıdır. Oysaki bu Kur'ân apaçık bir Arapça'dır

İsra 94 : Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların buna inanmalarını sırf, “Allah, peygamber olarak bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip insan) mi gönderdi?” demeleri engellemiştir.

Enbiya 3 :Kalpleri başka şeylerle oyalanarak haksızlık edenler, aralarında fısıldaşarak, “Bu da sizin gibi bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan ) den başka bir şey değildir. Siz göre göre büyüyü mü kabul edip inanacaksınız?” derler

Müminin 24 Kavminin inkâr edenlerinden ileri gelenler dediler ki: “Bu, sizin gibi bir BEŞER ( İlahi vasfı olmayan İnsan )den başka bir şey değildir. Size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, kesinlikle MELEKleri indirirdi. Bunları geçmiş atalarımızdan duymadık.”

Müminun 33 :İnkâr eden ve âhiret buluşmasını yalanlayan kavminin ileri gelenleri ve kendilerine dünya hayatında nimet verdiklerimiz, şöyle dediler: “Bu da sizin gibi,BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan insan ) den başka bir şey değildir. Yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor.”

Müminun 34 :Eğer sizin gibi bir BEŞER e ( İlahi vasfa sahip olmayan insana ) itaat ederseniz, o zaman siz kaybedersiniz.

Müminun 47 :Bu yüzden dediler ki: “Kavimleri bize kölelik ederken, bizim gibi olan bu iki BEŞERe ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsana) inanır mıyız?”

Şuara 154 “Sen de bizim gibi bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan )dan başka bir şey değilsin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir!” dediler.

Şuara 186 :Sen de sırf bizim gibi bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan )sın. Senin kesinlikle yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”

Yasin 15 Ülke halkı dedi ki: “Siz, bizim gibi birer BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan )dan başka şey değilsiniz. Rahmân hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz!”

Kamer 24 : “Aramızdan bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsana) mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz” dediler.

Teğabun 6 : Bunun sebebi şudur: Onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar, “Bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan ) mi bizi doğru yola götürecekmiş?” dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler. Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir; övgüye lâyıktır.

Müddessir 25 :"Bu, bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan) sözünden başkası değildir.

+++ Kavimdeki İnsanlara ben ( BEŞER yani İlahi vasfa sahip insan değilim) cevaplarının verildiği ayetler +++

İsra 93 : “Ya da altından bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece göğe çıktığına da asla inanmayız.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan bir Elçiyim

Kehf 110 :De ki: «Ben ancak sizin gibi bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan ) im, bana vahyolunuyor ki, sizin ilâhınız ancak bir ilâhtır. Artık her kim Rabbinin huzur-u mânevisine ermek niyazında bulunur oldu ise sâlih amel işlesin ve Rabbinin ibadetine hiçbir kimseyi ortak edinmesin.»

Enbiya 34 :Biz, senden önce hiçbir (BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan ) e sonsuz yaşam vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar sonsuz mu kalacaklar?

Fussilet 6 :De ki: “Ben ancak sizin gibi bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan )ım. Tanrınızın tek bir tanrı olduğu bana vahyediliyor. Artık O'na yöneliniz. O'ndan af dileyiniz. Ortak koşanların vay haline!”

PEKİ İLAHİ VASFA SAHİP OLAN İNSAN olarak anlatılan iki örnek kimdir ?

1=) Meryeme İnsan suresti ile gelen ve RUHumuzdan dediği Cibrilin o görevle geldiği Haldir.. İnsan olarak gelmiş ama o bi,r MELEK yani İlahi vasfa sahiptir.
Meryem 17 : :Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, biz ona ruhumuzu Cebrail'i gönderdik de, ona düzgün bir BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan ) şeklinde göründü.
BEŞER şeklinde görünmüş ama BEŞER değildir . Çünki Cibril İlahi vVasfa sahiptir.

2=) Hz. İbrahime ve Luta görevli gelen iki MELEK hatta ( et getirilince yemeyen ) İlahi vasfa sahip ama İNSAN bedeni ile geldikleri için ASLA BEŞER ( İlahi vasfa sahip olmayan İnsan ) değildir.

Kuranda sadece BEŞER ve İNSAN arasındaki fark bile anlatılarak yüzyıllardır süren ŞİRK olayına çözüm var iken bu gün yüze yakın meal ve tefsir ve çeviride hala BEŞERin İNSAN olarak çevrilmesi beni gerçekten rahatsız etmekte ve bütün İlahiyatçıları uyarmak zorunda hissettiğim için bu Çalışmayı sunuyorum. Gerçeği görenler varsa PAYLAŞIM yaparlarsa sevinirim

----1

Unutmayın insanın tohumu yoktur..Şirkleşen düşüncelerden kurtulmalıyız..
Beşer -insan arasındaki fark nedir..
Doğruları bulmak ve içimizde ki kuşkulardan kurtulmak için,yüzyıllardır yapılan çeviriler,mealler,tefsirler kopyala yapıştır tarzı bir çalışma ile bir çok KAVRAM kelimelerle ifade edilir hale gelmiştir.
Bu Günki çevirilerin hemen hemen hepsinde hatta tamamında BEŞER=İNSAN olarak çevrilmştir. Peki Yaratıcının amacı bir yerde beşer bir yerde insan diyerek insanı şaşırtmakmıdır ? İnsan ve İnsanlar diye hitap eden ayetler varken neden ilgili ayetlerde BEŞER lafzı ile farklı bir kelime kullanılır ? Nedir gerçekte BEŞER ?
Nebiler döneminde,eski çağlarda yaşanılan ŞİRK asla bitmemiştir . Yüzyıllardır süre gelen Şirk ve Müşrikliğin ana sebebi BEŞER konusunun ASLA anlaşılmadığı yüzündendir.
Bu Yüzyıllarda Kuranı okuyanlar yada ŞİRK konusu ile ilgilenenler sanıyorlarki ; Geçmiş yüzyıllarda insanlar Heykel gibi bir şeyler yontmuş sonrada karşılarına geçip bunlara ibadetetmişler ve onları İLAH-TANRI edinmişlerdir. Asla böyle bir olay gerçekleşmemiştir.
Heykel yapmak Günah yada Yasak olaydı Hz Süleymana HEYKELler yaptırılırmı idi ? Amaç heykellerle alakalı gözüküyor sanılsa bile asıl konu onlara KUTSALLIK verilerek Allah ile aralarına aracılık yaptırılmalarıdır.
Yüzyıllardır insanlar İLAHİ bir plandan gelen Melekler olduğunu
bildiği ve İlahi bir varlık olan Allahı bildikleri için ve gözleriile göremedikleri ayrıca hissedemedikleri fakat kainatta İŞ YAPAN İlahi varlıklara inandıkları için ( Ben NEBİyim^ ) diye ortaya çıkan insanlardada İLAHİ VASIF olması gerektiğine inanmış. Böyle bir beklenti içinde oldukları içinde Nebilerden MELEKlerle gelmesini ,göğe çıkıp yazılı bir Kitap getirmelerini ,Mucize göstermelerini istemişlerdir.
Bunun yanı sıra çok iyi bildikleri bazı insanları hatta evliya diye adlandırdıkları bir takım insanların öldükten sonra RUHunun gelerek onlarla Allah arasında bir Yakınlaştırıcı-Aracı olacağına inanmış hatta inandırılmışlardır. Bu Konuda o kadar etkili olmuşlarki Kavimlerde nerede ise tamamı buna inandırılmıştır.
İşte bu yüzden O yüzyıllarda bilinen yada adlandırılan bazı MELEK leri yada evliya olduğuna inandıkları o insanları , Lat,Menat,Uzza gibi varlıkları SEMBOLleştirerek heykel şleklinde yapmış onlara KUTSALLIK vermiş ve PUT adını verdikleri bu MANEVİ VARLIKların onları Allah ile aralarında bir bağ- bir yakınlaştırıcı - bir aracı olduğuna inanmış, çok kez babadan oğula inandırılmışlardır.
Onlara göre göremedikleri,hissedemedikleri Allah ; Gökyüzünde
kainatın bir yerlerinde ARŞ=TAHT üzerinde oturduğunu ve bulunduğu yerden MELEKleri ( İlahi Vasıftaki varlıkları ) vasıtası ile insanlarla iletişim kurduğunu sanıyorlardı. Yani onlara göre Allah Semada ,Kullar ise yeryüzünde idi ve Semada olan bu Yaratıcıya ulaşmak pekte mümkün değildi. Kim oluyorduki onlar Allaha ulaşacak bunu ancak İLAHİ VASFA SAHİP insanlar yapabiliyor inancında idiler.
Bunun için isteklerini,dileklerini ulaştırmanın tek yolu Melek ( ilahi vasıfta olan varlık ) yada İlahi vasfı olan insanların RUHunun bu işi gerçekleştireceği gerçeğine inanıyorlardı.
Yani PUT yapmalarının ve onların karşısında dua etmelerinin tek sebebi vardı bu isteklerinin Allaha ulaştırılması. Hepsi bu.( Günümüzde yatır,evliya,dede vs. yardım istenmesininde tek veyegane sebebi budur. Yatırlara gidenler orada yatanın Allahın sevdiği kulu olduğunu ve onların vasıtası ile isteklerinin,dileklerinin Allaha ulaşacağına inanırlar. Onların yüzusuyu hürmetine DUAlar edilir.
Oysa Allahın gönderdiği İSLAM adını verdiği ve özellikle Hz. İbrahimin örnekliğinde anlattığı TEVHİD--TEK ALLAH inancının yaygınlaştırılması ,bilinmesi ve aracı olan her şey ama herşeyin ÇÖPe atılması idi. Kuranda ise Fatiha suresinde ( Allahım YALNIZ senden yardım dileriz ) denilerek ARACIların ortadan kaldırılması ve sadece evet sadece Allaha aracısız dua ve dilekte bulunulması istenmiştir.
Kuranın anlatısına görede Allah ; Şah damarımızdan yakındı, Allah nefsi ile kalbi arasına girecek kadar yakındı ve üç kişi konuşurken aralarında dördüncü olarak Allahın varlığı anlatılıyordu. Bu Kadar YAKIN olan bir YARATICI var iken çok uzaklara gitmek yada birinin Ruhundan yardım isteyip aracılık istenmesi affedilmeyecek tek SUÇ olarak görülmektedir.
Buraya kadar anlattığımız şeylerin BEŞER ile ne alakası var diye düşünebilirsiniz. Açıklamaya başlıyorum.
İlahi Vasfa sahip Allah ve Melekleri olduğu için Nebi olarak görevlendirdiği Nebi ve Elçilik verdiği insanların hiç birinin ilahi vasfa sahip olduğunu sanmayasınız yada inanmayasınız diye Kuranda BEŞER kelimesini çok özenle seçerek tamda amacına uygun ayetlerde kullanmıştır.

Her an yeni bir başlangıçtır..

Her an'ın tadını çıkarın.Taze ve temiz bir sayfa açılıyor önümüze.Onu doldurmak bizim elimizde ama ne yazmalıyız bu sayfaya.Herkes kendini yazar sonra neden benim başıma bunlar geldi der.İstisnai durumlar hariç.Her bir yeni gün yeniden doğuştur aslında.Küçük ölüm olan uyku insana bir hediyedir.Fizik beden dağıldıktan sonra yeniden doğacak elverişli bir kapı bulmak kolay değildir.Her yeni gün daha gelişmiş,bütünleşmiş,Tanrısal ışığı daha çok yansıtabilen Ben'i yaratmak için bir fırsattır.
Hergün gerçek kendimize uyanabilmek için yeni bir fırsattır.
Her yeni sabaha uyanışımızda şükürle başlayıp şükürle bitirmek için yeni bir fırsat vardır.
Her yeni gün acıları bilgeliğe dönüştürme fırsatıdır.Her yeni gün kat kat daldığımız uykulardan gerçek benliğimize uyanmak için yeni bir fırsattır.
Her yeni gün farkına vardıklarımızı meyvelere dönüştürmek için bir fırsattır.
Her yeni gün daha çok sevmek için bir fırsattır.
Her yeni gün daha çok sevinçle yaşamamız için bir fırsattır.
Her yeni gün herşeyi aşkla yapabilmek,aşktan aşka akabilmek için fırsattır.
Geçmiş şimdi ve gelecek,hepsi bu anda yansır.Bu anda sorun diye görülenleri anda çözmek, bizi geçmiş şimdi gelecek tüm yaşamlardaki prangalardan özgürleştirecektir.Hoş geldin yeni gün,hoşgeldin daha üst bilincimi biyolojik bedenim içinden yaratma fırsatları.Kendimize yeni yaşamlar sunalım kendi içimize bakarak.

8 Mayıs 2018 Salı

Sır ve mutluluk.

Mutlu olman için yaşamı tanımalısın.

-MUTLULUĞUN GİZİ 
Bir tüccar mutluluğun gizini öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış.
Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.
Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış.
Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş. Dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış.
Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.
Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama mutluluğun gizini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş.
“Ama, sizden bir ricada bulunacağım,” diye eklemiş, delikanlının eline bir kaşık verip, sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.”
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.
“Güzel” demiş bilge, “Peki, yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Muuhteşem bahçıvanın yapmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?”
Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.
“Öyleyse git, evrenin harikalarını tanı.” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.”
İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş.
Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini tüm ayrıntılarıyla anlatmış. “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge.
Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.
“Peki” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, “Sana verebileceğim tek öğüt var. Mutluluğun gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan

Çocukların ayarlarıyla oynamayın.

Zeka doğuştan varolan görme, algılama kapasitesidir. Her çocuk zeki doğar. Ve sonra toplum onu aptallaştırır. Ona aptallık eğitimi veririz ve er ya da geç aptallıktan mezun olur.

Sen hiç aptal bir çocukla karşılaştın mı? Bu imkansızdır. Ancak zeki bir yetişkinle karşılaşmak çok zordur. Arada bir şeyler ters gider.!


Cahille tartışmaya girme kaybedersin.


ASLA BİLMEYENLE TARTIŞMA
Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve ona “Renklerin Ustası” anlamına gelen Ranga Guru derlermiş.Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış. Son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru ise, “Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek, resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yere koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki!Resmi alıp Ranga Guru’ya götürmüş ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi resmi yeniden yapmış ve yine ustasına götürmüş.Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte. Ve yanına, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazıyı da bırakmasını istemiş.Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra meydana gittiğinde resmine hiç dokunulmadığını görmüş. Fırçalar da boyalar da hiç kullanılmamış. Çok sevinmiş. Koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.Ranga Guru ise, “Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. Oysa ikinci konumda, onlardan hatalarını düzeltmelerini, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.“Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiçbir değeri yoktur.
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.”

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Düşüncelerin sana yük olmadan onlardan kurtul.Geçmişte yaşadığın tüm şeyler sana yük olur.Önce kendini daha sonra taşıdıklarını affet.İşte o zaman özgür olursun.

Düşüncelerde kokar.Akmayan nehir gibidir düşünceler.Affetmek temiz bir suyu içmek gibidir.Affet ki zihnin kokuşup seni çürütmesin.Yerine yenisini almazsan bir süre sonra kokuşmaya başlar ve sana yük olur.İşte buna en güzel örneklerden bir tanesi;

Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
“Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”
Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.
“O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.”
Öğrenciler bunu da yaparlar.…
“Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”
Öğrenciler , bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:
“Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”
Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.
Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:
“Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar.”
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:
“Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.”
“Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık.” “Hem sıkıldık, hem yorulduk?”
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz.

Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir .


Düşüncelerin değişir ama seçtiklerin sırtında kambur olur.Oysa onları olduğu gibi kabul edersen sana yük değil yoldaş olurlar.Mahalle veya sokak arkadaşlığı başka bir şeydir.

Çocukken çoşkuyla başka mahallenin çocuklarlarıyla oynardık.Bir çocukla adını bile bilmeden sahildeki kumlarda oynardık. Buna alışmak zor olsa da, büyürken herkesle anlaşamadığımızı anladık. İnsan seçmek, bazı özelliklerine göre onları ayırmak hep suç gibi göründü ama öyle değildi. Tabii ki insanların dili, dini, ırkı değil. İnsanlarda ayırmamız gereken başka özellikler var, bunu yapmak zorundayız. Kendini seven her insan bunu yapmalı. Kendine iyi gelmeyen, huzursuzluk yaratan, zarar veren kimseye katlanmamalı. Kendine değer veren herkes hayatına alacağı insanı seçmeli. Yoksa hayatının sonuna kadar bu insanları bir kambur gibi sırtınızda taşırsınız.

Bazen fark etmiyorsunuz ve yıllar iyi sandığınız kötü dostlarınızla geçiveriyor. “bir arkadaşta olması gereken 4 özellik” temalı söylemi dikkate almanızı öneririz.


 Her zaman yardımınıza koşabilecek kişi şu 4 özelliğiyle hemen tanınır: siz savunmasız kaldığınızda sizi korur, korktuğunuzda sığınak olur, bir şeye ihtiyacınız olduğunda daha fazlasını verebilmek için elinden geleni yapar ve karşılık beklemez.

 Hayatınızda kalıcı olabilecek arkadaşlar şu 4 özelliğiyle tanımlanır: size sırlarını anlatır, anlattıklarınızı kendi sırrı gibi saklar, her zaman sizin yanınızdadır ve fedakarlık yapmaktan kaçınmaz.

Size yol gösterecek nitelikte bir dost şu 4 özelliğiyle tanımlanır: yanlış yapmamanız için sizi uyarır, yaşamınıza katkı sağlayacak davranışlarda bulunmanız için rehberlik eder, bilmeniz gereken her şeyi söyler, her koşulda size destek olur.


 Şefkatli bir arkadaş şu 4 özelliğiyle tanımlanır: talihsizlik yaşadığınızda sizinle birlikte üzülür, başarılarınız için sevinir, diğerlerinin sizin hakkınızda kötü şeyler söylemesine izin vermez, sizin iyi yönlerinizi diğer tüm insanlarla paylaşır.


Doğum sancısı çeken erkek.!!!


6 Mayıs 2018 Pazar

Sevgi ve yalnızlık.

Sevgi bir ışıktır o beklenmez .İçindekini aç huzuru bul.Önce kendini sevmeyi öğren.Sen yalnız olmayı seçtin,doğduğun gibi..Ruhu ona bu dünyada yalnız olduğunu fısıldar. Fakat ego bu zarif sesi şiddetle susturmayı tercih eder, kabul edemez. Çünkü yalnızlık "ölüm" gibidir. Bu nedenle tüm insanlarda sevgi beklentisi vardır. İnsan yalnız olduğunu, onu bu güne kadar kimsenin anlamadığını gerçekten kabul ettiğinde o kişi başkasından hiç bir beklenti içinde olamaz. Ego ölmüştür. Kişi tekbaşınalığa ulaşmıştır. Koşulsuz sevmeyi sadece tekbaşınalığa ulaşmış insanlar öğrenebilir. Koşulsuz seven insan başkasından sevgi bekleyemez. Şartsız sever. Başkasından sevgi beklentisi içinizde hiç ama hiç sevgi olmayışının boşluğundan kaynaklanmaktır. Başkası sizi asla dolduramayacaktır. Acı ama gerçek bu. 
Koşulsuz seven düşünceleriyle sevgiyi üretir. Kendi ürettiği sevgi beyindeki temporoparietal bölgesindeki hücrelerin çoğalmasını sağlar. O sevgi hücreleri düşünceyle artık sevgi üretilmediğinde bir kaç ay içinde şefkate dönüşür. Ruhunuzun sizi getirmek istediği yer burasıdır. Bu nedenle size "yalnızsın yolunu çiz sahteliklerin içinde olma" diye uyarmaktadır. Fakat ego buna izin vermemektedir. 
Koşulsuz sevgiyle "bütünü" hisseder her an haz içinde olursunuz. Başka cennet yoktur. Başka cennete gerek de yoktur. Çünkü zaman kavramı yoktur. Tanrı an'dadır,içimizde bizle..
Daha fazla ifad

insanlığa bağlılığımızı sürdürelim.

-Anaerkillik, toplumda kadının, özellikle "ana"nın etkin (baskın-başat) olma halidir. Matriarka veya maderşahilik olarak adlandırılan bir tür toplumsal örgütlenme düzeni. Bu düzenin temelini kadının üstünlüğü fikri oluşturur; soy kadınlar tarafından belirlenir, hakimiyet kadınlarındır. Bu toplumlarda kadınlara erkeklerden daha çok saygı gösterilir. Bu kadın üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancı ve mitolojisi, ataerkil düzenli toplumunkinden farklı bir biçim oluşturur.

Anaerkillik kelimesi Türkçe kökenlidir. Türkçe'ye Fransızca'dan geçmiş olan ve batı dillerinde anaerkillik manasında kullanılan matriarka kelimesi ise Latince mater (anne) ve Yunanca achein (hükmetmek) kelimelerinden türemiştir. Anaerkilliğe dayanan, ana erki temelli olan oluşumlara "anaerkil", "maderşahi" veya "matriarkal" denir.

Çoğu zaman anaerkillik ile karıştırılan çeşitli terimler vardır; jinekokrasi (kadınların yönetimi) ve matrilokalite (evlilikte kadın veya anne tarafına yerleşme) bu terimlerden bazılarıdır.

Modern dünyada anaerkilliğin hakim olduğu toplumlar bulunmamaktadır. Bazı tarihçilere göre ataerkillik (partiyarka) dünya toplumlarına egemen olmadan önce anaerkil toplumlara rastlamak mümkündü.

-Anasoyluluk veya matriliniyal sistem, bir toplulukta soyun ana tarafından, ana esaslı bir çizgi halinde geçmesini anlamına gelir. Babasoyluluktan farklı olarak, ailenin soyağacı (şecere) baba tarafına değil, annenin ailesine dayandırılır. Terim sık sık anaerkillik ile eşanlamlı olarak kullanılsa da, anasoyluluk ana tarafının egemen olduğu bir yapıyı gerektirmez.

Anasoyluluk, aile reisi öldüğünde mirasın nasıl paylaşılacağını belirlemede önemli rol oynar. Patriliniyal sistem baba soyunun hakimiyeti ve üstünlüğünü, matriliniyal sistem ana soyunun üstünlüğünü, bilateral sistem ise her iki tarafın eşit olarak pay almasını öngörür. Matriliniyal sistemde baba tarafının akrabaları, akraba olarak kabul edilmez.

-Anaerkil düzen, Kuzey Amerika'da ve Australya'da bazı kabilelerde görülür. Kuzey Amerika'daki anaerkil toplum düzeninde aile ve toplumu yöneten analıklar (matrone), başkanları seçerler; toprakların ve evlerin malikidirler. Yabancıları evlatlık alıp aileye dahil edebilirler, evlenmelere karar verirler. Savaşlarda esirlere nasıl muamelede bulunacağını onlar belirlerler. Erkeklerin kendi aralannda alacakları kararlan tasvip etmiyorlarsa bozabilirler. Gerektiğinde, bazılarını aileden çıkarabilirler.

Bu tür toplum düzeni bazı özellikleriyle bir kısım kabilelerde aynen görülmekte ise de, zaman içinde önemli değişikliklere uğramış bulunmaktadır.

-19. yy.'da bazı tarihçiler ve antropologlar tarafından ortaya atılan bu görüşe göre, anaerkillik, erkeğin üstün olduğu toplumsal örgütlenme biçiminden önce gelmekteydi. Anaerkil sistemde kadınlar, aileye ait olan malların mülkiyetine sahiptirler, yüksek dinsel görevler kadınlara aittir. Evlilik içinde karı ve koca, kadının ailesinin evinde yaşarlar. Siyasal iktidar kadın soyundan gelir, ancak bunu erkekler kullanır. Akrabalık ilişkileri de kadınlara dayanır. Örneğin kadının erkek kardeşi yani dayı, kız kardeşinin çocuklarının yetiştirilmesinde söz sahibidir. Kocanın, kendi ailesinin yanında yaşadığı ve karısını zaman zaman ziyaret ettiği durumlar da söz konusudur. Ailede adlar ve sanlar kadının babasından çocuklarına geçer. Aile içinde en yaşlı kadın, evde çok önemli bir rol oynar ve evdeki diğer kadınları yönetir. 

Anaerkil toplumlardaki en önemli özelliklerden biri de kadınların konuştuğu dilin, erkeklerinkinden farklı olmasıdır.

İnsan olmak zor..

İyi pazarlar..Gününüz aydın fikirleriniz kendiniz gibi ışık olsun bütün kainatı aydınlatsın..İnsanlığımızı unutmamak ise ( her konuda ve her şeyde) bizim birinci görevimiz olsun.!!

İnsan olmak bir sanattır..

Usta,pir,mürşid, hoca,öğretmen bizi yetiştirmek için varlar.Tiyatro,resim veya müzik vs diğer sanatları öğrenmek için bir öğreticiye mutlaka ihtiyacımız var.

Ama insanlığı öğretmek ise ayrı bir sanat gerektirir usta..

Ustayla müridleri birlikte yürüyorlarmış.Dar sokaktan geçerken karşıdan dört ayaklı bir varlıkla orda karşılaşmışlar.Mürid büyük bir sevgiyle varlığa öncelik vermiş,daha sonra onlar geçmiş.Mürid, (çırak,çömez) üstadım neden ona öncelik verdiniz oysa o bekler bizde geçerdik.Mürşidin yanıtı çok güzel olmuş ;Evladım yaratıcı ikimizede aynı canı verdi bana iki ayaklı beden de ona dört ayaklı beden de.Aramızda bu anlanlamda hiç fark yok,diyerek cevaplamış.
İşte bu dört ayaklı yeryüzü dostlarımız da kendisini sevgiyle yetiştiren bu insan denen varlığa son busesini (teşekkür veya veda) vermiş.

"Judas ' ın öpücüğü"
Bu resimde, onu yetiştiren ve ona göz kulak olan Boğa ' nın yetiştiricisini görüyoruz.
Bebekliğinden beri ona göz kulan olan İNSAN Onu Boğa güreşi için sattı.
Arenada kanlar içinde dehşete kapılan boğa arkadaşını tanıdı
ve
Masum boğa Dost sandığı İNSANDAN yardım ve merhamet istedi.
İspanyol medyası buna "Judas ' ın öpücüğü" adını verdi
.
Bu dünyada insan kadar kötü ve kalleş olan başka bir yaratık yoktur....