23 Eylül 2017 Cumartesi

Geliyorlar..


BU SÖZLERE NE DERSİNİZ

Anunnakilerle ilgili tüm araştırmalarımdan sonra beni en çok etkileyen Enki Baba'nın aşağıdaki sözleri ve Tanrı Utu'nun sözleri oldu. Belki sizlerin de bu sözler hakkında söyleyecekleriniz vardır. 

ENKİ
Geleceğin sırları geçmişte gizlidir.
Gelecek geçmişte şekillenir.

UTU
Tanrılar insanoğlunu yarattıklarında,
Ölümü insanoğluna verdiler,
Yaşamı kendilerine sakladılar.
Karnını doyur, Gılgamış.
Gündüz ve gece eğlen, mutlu ol.
Her bir gün, bir mutluluk düğünü yap.
Gündüz ve gece, dans et ve çal.
Giysilerin parıldasın tertemiz,  
Başın yıkansın, suda yıkan.
Eşin senden memnun olsun,  
Budur insanoğlunun kaderi.

Seferler başladı.

Astral seyehat yolcuları.Yapmanız gereken tek şey otobüse binmek.O sizi istediğiniz yere kestirmeden götürür.Hayallerniz yarım kalmasın.
Şaka gibi.😊😊


Sen kaynaksın.


Özünde, herkes aynıdır. Bizi farklı kılan sadece hayatta kalma şeklimizdir. Özgeçmiş gerekli değildir. Gerekli olan şey istek ve seçimdir. Felsefeler teorilere değinirler. Yaşanmadıkça gerçek olamazlar... İnsan bedeninin her hücresi çok zekidir. O İlahi bir hücredir. Sahip olduğumuz her düşünceyi alır. Her 20 dakikada, o hücre çoğalır ve kendisini böler. Ve düşündüğümüz şey haline geliriz. Eğer negatif bir şekilde düşünüyorsak, kendimizi negatifliğe çekim olarak çoğaltırız. Eğer hücreye spiritüel bilim verirsek, bedenimizin hücreleri spiritüel bir varlığın bilgisine sahip olur ve bedenimiz bildiğimiz şeyde kendisini dönüştürür. Baskın şekilde Ruh hakkında daha çok şey biliriz, böylece spiritüel bir bedene sahip oluruz. Üstatlar şöyle der: “Bizler düşündüğümüz şeyiz.”"

Uyumlanma..

Yüksek enerji düzeyleri ile uyumlanmayı bilirsek,oradan hertürlü kadim bilgileri ve gücü alabiliriz.
Ancak unutulmaması gereken nokta,evrenin her yerinde ve her alanda,kainat yasalarının geçerli olduğu.
Bu yaslarla rezonansa girebilirsek, o bütünsel matrix ağın içinde, bir çağlayan gibi kesintiiszce,iznimizin bulunduğu her yere ulaşabiliriz.Ama her hangi bir uyum bozukluğunda, ilerlememiz mümkün değildir.

Farkına varmak..

"Özgür irade sınırsız seçenekler arasından keyfimize ve o andaki dar bakış açımıza göre seçimler yapmak"değildir..
Bilinç ve farkındalik alanımızı genişletmek ve "daha yüksek bir idrak düzeyine gelmek"demektir..
Evrensel irade ile daha üst düzeyli bir uyumlanmaya ve idrak bereberliğine girmelktir.

Öte yandan, Özgür irade bu olgunun "farkına varmaktır" eğer yüksek bilincimiz,yüksek benliğimiz ve enerji bedenlerimizle birlikte bir bütünsellik oluşturduğumuzu farkedersek, dünyasal,irademizi evrensel irade ile "bir eder" böylece ne üst düzeyli "özgür irade" kullanımına kavuşuruz.

Meditasyon..

Aldığımız kararları yöneten ve yönlendiren dünyasal değil,yüksek bilşncimizdir.Her bir beden,bir üst beden tarafından yönlendirilir.
Bu bedenler,Bizim dışımızda yer almazlar.En tepede bizim "yüksek"(bütünsel) bilincimiz vardır.Kısaca,bizi 
Yöneten bir başkası yoktur.Her şey"biz"den gelir..


21 Eylül 2017 Perşembe

Uçak kazları..

Uçak kazaları artacak.Depremler olacak..Volkanlar tekrar faliyete geçecek.Denizde gemiler kazalara sebep olacak bazılaraı batacak.Seller dahada insanları zor durumda bırakacak..
Hepsi kısa zamanda olacak..

Uçak düştü..

Son Dakika… Atatürk Havalimanı’nda jet düştü! Ölü ve yaralılar var

İstanbul Atatürk Havaliman'ında özel bir jet iniş sırasında düştü, Atatürk Havalimanı trafiğe kapatıldı. Kazada Kaptan pilotun hayatını kaybettiği, jetteki diğer 4 kişinin ise yaralandığı öğrenildi. 

İtfaiye ekiplerince yangına müdahale edilip söndürüldü.

basliksiz-12

PİLOT ÖLDÜ, 4 KİŞİ YARALANDI

Olayda jetteki 4 kişinin yaralandığı öğrenildi. Kaptan pilotun ise hayatını kaybettiği öğrenildi.

21:4121 Eylül 2017.

NASA Dünyanın Manyetik Alanında Gizli Geçitler Olduğunu Açıkladı


Bilim kurgu filmlerinde gösterilen birçok olayın birbiri ardına gerçek olduğu günümüzde NASA’dan çok çarpıcı bir açıklama geldi. NASA dünyanın manyetik alanında gizli geçitler, bir nevi portallar bulunduğunu duyurdu.

mag-recon-graphic_0 (1)
Portallar kısaca uzay zamanda beliren yarıklar olarak tanımlanıyor. Tıpkı kestirme yollar gibi bu uzay zaman yarıkları kullanılarak istenen yere daha kısa bir sürede ulaşabilmek mümkün. Buraya kadar anlatılanlar filmlerde görülse de bilim insanları tarafından solucan delikleri, yıldız kapıları ve portallar uzun bir süredir araştırılıyor.

manyetik-alan-gizli-gecit
Bilim kurgu filmlerini gerçeğe dönüştüren açıklama ise NASA’dan geldi. Dünya’nın manyetik alanında keşfedilen portallara NASA tarafından X noktaları ismi verildi. Bu noktalar elektron yayınımı bölgeleri olarak tarif ediliyorlar. NASA bilim insanlarından Jack Scudder konuya dair yaptığı açıklamada, “ Keşfedilen bu bölgeler Dünya’nın manyetik alanının Güneş’in alanıyla birleştiği noktalarda, kesintisiz bir yol oluşturacak biçimde bir araya gelerek gezegenimizden Güneş’in atmosferine kadar 150 milyon kilometre kadar uzanıyor” dedi.

earth-wind-in-space-232310
NASA tarafından THEMIS uzay aracı ile Avrupa Cluster uydusu vasıtasıyla yapılan ölçümler neticesinde hergün bu 150 milyon kilometrelik alanda yüzlerce portalın açılıp kapandığı tespit edildi. Bu portalların çoğu oldukça küçük ve ömürleri kısa. Ancak bu portallar arasında hiç kapanmadan genişleyebilen ve oldukça büyük boyutlara sahip olanları da bulunuyor.
Güneşten gelen enerjik parçacıkları portalların oluşturduğu açıklıktan geçerek atmosferin üst katmanlarını ısıtabiliyor, kutup ışıklarını oluşturuyor ve jeomanyetik fırtınaları tetikleyebiliyor. Parçacıklar X noktaları üzerinden Güneş’ten Dünya’ya manyetik alan transferi sağlıyorlar.

Kaynak: https://www.nasa.gov/mission_pages/sunearth/news/mag-portals.html

20 Eylül 2017 Çarşamba

Astral seyehat

Astral seyehat herkesin yapabileceği bir şey.Yapılması gereken tek şey yiyecekleri biraz daha dikkatli tüketmek ve her gün aynı saatte yatakta rahat bir şekilde uzanıp beklemek..Bazı teknikler var ama ben bunları yapmıyorum.İslam alimleri buna Tayyi mekan tayyi zaman derler.Bazıları da astral seyehat derler.
Korunmanız gereken tek şey astralde başka varlıklara aldırış etmemek.
İzinsiz hiç bir yere özel yerler( ev )gibi girmeyiniz diğer ülkeler serbest.Hatta uzayın sonsuzluğuna bile gidersiniz.Başka gezegen varlıklarıyla iletişim içinde olursunuz.Boyutlara çıktığınızda başka yaşam formlarıyla karşılaşmak ise ayrı bir güzellik..
Korkmayın kaybolmazsınız gümüş kordon bagıyla göbeğinizden bağlısınız.


Tibetli İnsanlar Yüksek Rakımda Yaşam İçin Adaptasyonlara sahipler..

Geçtiğimiz hafta PLOS Genetics‘de yayımlanan yeni bir araştırmaya göre, Tibetli insanlar kalıtım yolu ile beş farklı genin varyasyonunu genomlarında 8 yüksek rakımda daha kolay yaşayabiliyorlar. Adaptasyon sağlayan bu genlerden birisi ise köken olarak soyu tükenmiş bir insan türü olan Denisovan insanlarına dayanıyor. Houston’daki University of Texas’tan Hao Hu ve Chad Huff ile ekip arkadaşları bahsi geçen araştırmayı yürüterek, insan evrimine ve nasıl yönlendiğine ışık tutan önemli bilgiler edinmemizi sağladı. Tibet insanları, hatırı sayılır yüksekliklerde hayatta kaldı ve binlerce yıl boyunca çorak platolarda düşük oksijen seviyesine, aşırı soğuklara, az miktarda gıdaya ve gıda çeşitliliğine ve de ultraviyole (mor ötesi) ışınlara maruz kalmalarına rağmen doğal özellikleri sayesinde dayanmayı başardı. Mevcut araştırmada, araştırmacılar 27 Tibetli’nin tüm genomunu analiz ederek avantaj sağlayan genlerini tanılamaya çalıştı. Hali hazırda yüksek rakımda yaşam için adaptasyon sağladığı bilinen iki gen EPAS1 ve EGLN1’in ve yine düşük oksijen seviyelerindeki yaşam ile ilişkil olduğu bilinen PTGIS ve KCTD12 genleri Tibetli genomlarında tespit edildi. Yine D vitamini metabolizmasında rolü olan ve D vitamini bozukluklarını kompanse etmeyi sağlayan VDR geni varyantı Tibet göçebelerinde de tanlandı. Tibetli genomlarında bulunan EPAS1 varyantı arkaik Denisovan insanlarının genomlarında kökenleniyor ancak araştırmacılar aynı genomlarda yüksek rakım ile ilişkili olan Denisovan kökenli başka bir gen tespit edemedi. Daha ileri analizler aynı coğrafyadaki alt-popülasyonlarda 44 ila 58 bin yıl kadar genetik ayrımın gerçekleştiğine işaret ediyor. Ne var ki,  yine gruplar arasındaki gen akışının 9 bin yıl kadar önce bittiği gösterildi. Araştırmanın sonuçlarının, ilerideki genetik çalışmalara ve farklı ortam ve iklim koşullarına dayanıklılık üzerine yapılacak olan araştırmalar için kolaylık sağlayacağı düşünülüyor. Öyle ki, uyku apnesi, kardiyak ve akciğer rahatsızlıkları, düşük oksijen ile ilişkili hastalıklar veya ilişkili zorlukları, kronik stres ve ultraviyole ışınlara maruz kalmaya bağlı kanser gelişimi dahil olmak üzere birçok hastalık ve bozukluğupa karşı mevcut araştırma sonuçlarının olumlu etkileri olabileceği belirtiliyor. Makale Referans: Hu H, Petousi N, Glusman G, Yu Y, Bohlender R, Tashi T, et al. Evolutionary history of Tibetans inferred from whole-genome sequencing. PLOS Genetics, April 2017 DOI: 10.1371/journal.pgen.1006675 Bu içerik BilimFili.com yazarı tarafından oluşturulmuştur. BilimFili.com`un belirtmiş olduğu “Kullanım İzinleri”ne bağlı kalmak kaydıyla kullanabilirsiniz.

Bu yazının kaynağı: https://bilimfili.com/tibetli-insanlar-yuksek-rakimda-yasam-icin-adaptasyonlara-sahipler/

Kuantum ve Klasik Dünya Arasındaki Geçiş Noktası Bulundu ..

Eğer optik aygıtlarda ışığın gücünden bütünüyle yararlanmak istiyorsak, fotonları yani ışığı oluşturan temel birimi anlamamız gerek. Ancak bu hiç de kolay değil. Çünkü fotonların fiziksel davranışı, elektronlarda ve diğer atom altı parçacıklarda olduğu gibi, kuantum fiziği ile tanımlanıyor; klasik fizik ile değil. Geçtiğimiz günlerde klasik ve kuantum davranışın kesişim noktasına ilişkin Bar-Ilan Üniversitesi’nde yapılan gözlem, Physical Review Letters dergisinde yayımlandı. Araştırmacılar, fiber bazlı, lineer olmayan bir süreç kullanarak, kuantum dünyasından nasıl ve hangi koşullarda klasik davranışın belirdiğini gözlemleyebildiler. “Dolaşıklığın” Üstü ve Dışı Kuantum dünyasında, foton çiftleri dolaşık olabilir. Yani birbirlerinden çok uzakta olsalar bile, birine uygulanan ölçüm diğerini de etkiler. Albert Einstein tarafından “uzaktan hayaletimsi etki” olarak adlandırılan bu olay, bir başka sağduyuya aykırı iddiayı gündeme getirmiştir. O da şu ki, gözlemlenmedikleri sürece fotonlar eşzamanlı olarak tüm olası durumlarda bulunurlar.
Genişbantlı dört-dalga karışımı (FWM) denilen iyi düzenlenmiş bir teknik kullanarak, bilimciler optik bir fiberden lazer ateşleyerek, dolaşık foton çiftleri yani “bi-foton“lar üretti. “FWM tekil bi-fotonların kuantum haberleşme şemaları açısından önemli bir kaynak, özellikle de fiber-içi uygulamalarda,” diyor makalenin başyazarı Rafi Vered. Doktora öğrencisi olan Vered’in çalışması, Bar-Ilan Üniversitesi Fizik Bölümü ve Bar-Ilan Nanoteknoloji ve İleri Malzemeler Enstitüsü öğretim görevlileri Dr. Avi Pe’er ve Prof. Michael Rosenbluh danışmanlığında sürüyor. “Bi-fotonları, sistemin ya saf klasik ya da saf kuantum davranış göstermesini sağlayan yüksek veya düşük güçlü lazer atımları ile üretmek yerine, biz orta dereceli bir güç rejimine odaklandık. Bu orta dereceli güç düzeyinde, ‘hayaletimsi’ kuantum davranış ile ‘klasik’ dalga fiziği sınırının aşıldığı geçiş noktasını gözlemleyebildik.” Güç, Atım ve Girişim Desenleri Araştırmacıların deney düzeneği tek bir foton üzerine değil de, sadece foton çiftlerini etkileyen benzersiz bir girişim görüngüsü üzerine odaklandı. Bu girişimin miktar ölçümü, ışığın hem dalga benzeri, hem de parçacık benzeri davranışını kapsayan ikili doğasının açığa çıkabileceği bir çeşit optik “engelleme durumu” yaratılarak başarıldı. “Deneyimizde, foton çiftlerinin dalga benzeri girişim deseni sergilerken, parçacık gibi davranmalarını inceledik,” diye açıklayan Pe’er, bu etkinin bir bi-foton çiftindeki fotonlar arasındaki kuantum dolaşıklıkla kesinlikle bağlantılı olduğunu ekliyor. “Bu girişimi bir zayıflatıcı -ışın bölücü- ekleyip yöneterek, fotonlar arasındaki kuantum dolaşıklığı bilinçli biçimde kırdık.” Pe’er’a göre, ışığın zayıflatıcıdan geçişi pek çok fotonu bi-foton eşinden sıyırıyor ve böylece ayrılmamış bir foton çiftinin zayıflatıcıdan geçme olasılığının, tek bir fotonun kendi başına geçme olasılığından çok daha düşük olmasına yol açıyor. Bi-fotonlara özgü girişimi büyük ölçüde düşüren bu değişim, doğrudan değişken lazer güç düzeyleri ile bilimciler tarafından belirleniyor. “Oldukça geniş bir güç düzeyi yelpazesinde lazer atımları ateşleyerek bi-fotonlar ürettik,” diyen Vered şöyle devam ediyor: “Bi-foton sayısı belli bir sınır değerin altında olduğunda, özelliklerini kuantum mekaniği ile tanımlamak gerekiyor. Ancak, eğer çok sayıda çift başarıyla geçerse, bunların davranışı klasik fizik ilkeleri ile öngörülebiliyor. Böylece biz de ışığın kuantum doğasının, klasik yasalarla yönetilen ve kuantum olmayan kurallara uyacak biçime ‘çöktüğü’ geçiş noktasını tanımlayabildik.” Ultra-Hızlı Bi-foton Algılaması Makalede söz edilen bir diğer başarı da bilimcilerin bi-fotonları benzeri görülmemiş yüksek bir oranda algılayabilmeleri. “Laboratuvarımız, tekil bi-fotonların üretimi ve iletiminde (saniyede yaklaşık 1014 bi-foton) dünya rekoruna sahip,” diyor kuantum optiği ve lazer fiziği uzmanı Pe’er. Ayrıca bu son çalışmaya kadar, bu kadar yüksek sayıda bi-fotonun bir özellik değil, bir hata olarak düşünüldüğünü de ekliyor. “Bu çalışmada, bi-fotonları yani dolaşık enerji taneciği çiftlerini üretmek için fiber bazlı lineer olmayan bir süreç denedik,” diyen Pe’er, ortaya çıkan geniş bant ultra-yüksek (gerçek deneyde saniyede 1014 bi-fotona kadar) akımın, her pikosaniyede yaklaşık 100 fotonun hedeflerine ulaşabileceğini belirtiyor. “Diğer yöntemlere göre bu dev bir ilerleme. Şimdiye dek başka hiç bir foton algılama yöntemi bu kadar yüksek bir akım değerine, gelen veriyi ‘boğmadan’ erişemiyordu. Biz bu sorunu, farklı bir algılama ilkesi ile çözdük. Algılayıcıda, iletimde kullanılanlar gibi lineer olmayan fiber kullandık. Böylece süreci ters çevirerek, bi-fotonları vardıklarında tanımladık.” “Schrödinger’in Kedisi”ni Görmenin Başka Yolları Vered’e göre, çalışmanın ilginç bir yönü de kuantum süperpozisyona (dolaşık taneciklerin gözlemlenene dek olası tüm durumlarda bulunmasına) ilişkin sunduğu sağlam, optik tabanlı bakış açısı. “Kuantum kuramının tüm popüler açıklamaları genelde Schrödinger’in kedisi deneyi ile başlar,” diyor Vered. “Yaşam ile ölüm arasındaki geçiş noktasına bakmak yerine, bizim deneyimiz kuantum davranışın nasıl klasik fizik doğurduğunu inceliyor. Kuantum davranış çok küçük ölçekte kendini gösterdiğinden, geçiş noktasını, Schrödinger’in kedisinin aynı anda hem ölü hem canlı algılanacağı kadar küçük boyutlara indiği yer olarak tanımladığımız düşünülebilir.” Kaynak: Phys.org, Team finds ‘tipping point’ between quantum and classical worlds 

Bu yazının kaynağı: https://bilimfili.com/kuantum-ve-klasik-dunya-arasindaki-gecis-noktasi-bulundu/

19 Eylül 2017 Salı

Meksikada 7.4 şiddetinde deprem oldu.


"Eski şamanlar tüm evrenin ikiz güçlerden oluştuğunu keşfetmişlerdir. Hem ona zıt ama aynı zamanda bu dünyanın ikizi olan bir dünyadır.
Bu dünyanın zıddı ve tamamlayıcısı olan bu dünyada organizması olmayan varlıkları görmüşler ve onlara organik olmayan varlıklar adını vermişlerdir.
Organik olmayan varlıkları algılayabiliriz. Büyücüler bunu istençli olarak yapar. Sıradan insanlar da yapar ama yaptıklarının ayırdına varmazlar çünkü ikiz bir dünyanın bilincinde değillerdir. Büyücüler, dışarıya ait bir şeyin de farkına varabilecekleri engin bir alana sahiptirler.
Genel anlamda evrenin içinden bir çok varlık, farkındalığı olan ama bir organizmaya sahip olmayan varlıklar, bizim dünyamızın farkındalık alanına girerler ve sıradan insanoğlu onları asla fark etmez.
Bizim farkındalık alanımıza ya da ikiz dünyamızın alanına giren bu varlıklar bizim dünyamızın ve onun ikizinin dışında var olan başka dünyalara aittirler. Genel anlamda evren, organik ve organik olmayan farkındalık dünyalarıyla tıka basa doludur.


Işığın dokunuşu

https://music.ava360.com/the-light-of-life_8c76dbb37.html

Şaman töreni..

Rapé - şamanlarca çoğunlukla bir tütün tabanı olan ve burun yoluyla alınan preparatlar olarak bilinmekte..


Burundan toz haline getirilmiş bitki ilaçlarını enfiye olarak tüketme uygulaması ilk defa Brezilya yerli kabileleri arasında görülmüş.Başta Brezilya, Peru olmak üzere farklı Güney Amerika ülkelerinden gelen yerli tarafından kutsal kabul edilen ve bölgelerinde yasal olan ve her iki burun deliğinden üflenen şaman aracı.
Avrupa'da, bitkisel enfiye, 1577'de doktor ve botanikçi Francisco Hernández de Boncalo tarafından tanıtılmış
ve seçkinler sıklıkla baş ağrısı tedavisi olarak kullanmışlar. 
XVIII yüzyılda teneffüs yolu ile
Avrupa aristokrasisi arasında moda olmuş.
Bugün, Amazon Havzasındaki yerli kabileler, ergenlik törenlerinde, inisiyasyonda, sosyal toplantılarda ve şifa törenlerinde rapé kullanmaya devam ediyor. 
Rapé, farklı amaçlar için farklı tıbbi bitkilerden üretilmiş.
- Vizyonu uyandırmak, enerji elde etmek, karışımda kullanılan bitki çeşitliliğine göre, mevcut birçok rap tarifleri vardır ve bu tarifler genellikle kabileler tarafından yakından korunmakta imiş.
Rape üretimi kutsal bitkilerin toplanmasından
pişirilmesine ve işlenmesine kadar
törensel bir bağlamda yapılır. 
Geleneksel olarak, rape harmanını yapan kişi,
ormanın şifalı bitkileri hakkında eksiksiz bilgiye sahip,
deneyimli bir şaman olmalı. 
Şaman, Amazon yağmur ormanlarının tıbbi bitkiler hakkında geniş bilgiye sahip olmanın yanı sıra
her bitkinin hangi bölümünün kullanılabileceğini de bilmelidir. 
Örneğin, bir bitkinin kök kabuğu, aynı bitkinin yaprakları veya tohumlarından farklı bir amaç ve etki gösterebilir.
Tıbbi rapenin bu hazırlığı
haftalar sürebilecek bir süreç olarak biliniyor.
Rapénin koka, jurema veya yopo gibi diğer zihin değiştiren bitkilerle de karıştırılabildiği ve ayahuasca gibi diğer bitkilerin kapasitesini güçlendirebildiği belirtilmekte...
Ayrıca, rapenin duygusal, fiziksel ve ruhsal hastalıklara yardımcı olduğu ve olumsuzluğu ve karışıklığını azaltır ve zihnin kapsamlı bir şekilde topraklama yapılmasını sağladığı ,
şamanların, kendi enerji kanallarıyla yeniden uyumlu hale gelmek
ve dünyayla ve evrendeki bağlantılarını yoğunlaştırırmak için kullandıkları ,
Buna ek olarak vücudun detoksifikasyonunun yolunu açtığı
ve aşırı miktardaki mukus, toksinler ve bakterileri temizleyerek soğuk algınlığı ve burun tıkanıklığıyla mücadeleye yardımcı olduğu,
yaralar ve böceklere karşı savunma aracı olarak
ve ayrıca yorgunluk, ağrı, açlık ve susuzluğa karşı analjezik
ve narkotik bir madde olarak bir tedavi amaçlı kullandıkları belirtiliyor.
Tütün bazlı olarak nikotin içerdiğinden 
(potensi göz önüne alındığında,
Nicotiana tabacum'dan 20 kat daha güçlü olan Nicotiana rustica)
kullanımı beyin kan akışını arttırmakta
ve antidepresif ve uyarıcı etkilere yol açan çeşitli uyarıcı nörotransmitterlerin salgılanmasını etkilemekte imiş.
Bu özelliği ile 
sezgileri geliştirdiği
ve vücudu yüksek iletişim ve bütüncül düşünceye ve anlayışa açtığı 
iddia edilen Rapé
ve benzeri diğer vizyoner halusinojenler 
kullanım olarak
Türk Şamanizminde kesinlikle yer almamakta...

Dünya.Toz zerreciği

Boyutlar titrediğinde sen hala bir şey hisetmiyorsan,alfa-beta dalgaların hasar görmüş demektir.

Hava kırmızıyla boyanan bulutlarla kaplanınca

Korkmak gerek..

Yer titrediğnde düşüncelerine bak.

Ne canlar gidecek.

Ley hatları nasılda pisleniyor

Büyük depremler yakında kendini gösterdiğinde sen kimle olacaksın.

Sakin ol ve kendi içindeki depremlere bak.Duygularda depremlerdir.

İnişli - çıkışlı duygularına incele...

Uçaklar kaza yapınca,başka bir yerden de feryatlar kopacak.(doğal felaketler,doğal değil artık..sel,depremler,uçak kazaları,hepsi HAARP savaş sanayinin başka bir yüzü.)




Yavaş ve sakin..

Yürümek gerek  ama sakince incitmeden.

Yürüyüş,bedeni ve zihni eğitmenin harika bir yoludur.

Hızlı yürümek yanılsamaları ortadan kaldırmaya yardımcı olur.

Yavaşca yürümek yoğunlaşmayı ve bilgeliği beslemeye yardımcı olur..



Konuş-ma

Konuşmasını bilen birini dinlemek çok güzeldir.

Dinlemesini bilen birine konuşmak ise daha başka bir güzelliktir.

Dinleyerek konuşabilmek ise yaşayarak öğrenebilecek en güzel mutluluktur..

18 Eylül 2017 Pazartesi

Ölümün renkleri..

___ÖLÜMÜN RENKLERİ ("Mevt-i ihtiyari" nin Aşamaları)___

Hallac, idam sehpasında, Bağdatlılara haykırdı:
“Öldürün beni ey dostlarım öldürün beni!
Ölümümdedir hayatım benim.
Ölümüm hayatımda, hayatım ölümümde!”

----------------------------------------

İslami irfanda Ölüm ikiye ayrılır:
-İstek dışı olanı: "Mevt-i tabiî" (doğal ölüm).
-Bir de isteğimize, kendi tercihimize bağlı olan bir ölüm türü var: "Mevt-î iradî"
----------------------------------------

Mevt-i ihtiyari insân-ı kâmilin terbiyesi altında bulunmakla mümkün olur.
----------------------------------------

Mevt-i ihtiyari" nin Aşamaları;
_________________________

___“Mevtü’l-Ahmer (kırmızı ölüm)”;

Bu ölüm türü salikin nefsiyle savaşmasını ifade eder ki büyük cihat olarak da nitelendirilmiştir. Cihatta ölmenin gereksinimi kanın dökülmesidir. Bu nedenden dolayı ona mevti ahmer (kırmızı ölüm) denilmiştir.
Bir bakıma Şehvetin ölümü. Hırs ve ihtirasların. Alışkanlıkların (muradât'ın), alışkanlıklardan dolayı oluşmuş yakınlıkların (menusât'ın)...

----------------------------------------

___“Mevtü’l- Abyaz (beyaz ölüm)”;

Bu ölüm türü kalbin nuraniliğini ifade eder.
İştahın ölümü. Tokluğun, tıkınmanın.

Açlığı tatmanın, açlığın lezzetine kavuşmanın bir diğer adı da "beyaz ölüm". Yemeden içmeden bile bile kesilmenin... özgürlüğün...

----------------------------------------

___“Mevtül-Ahder (yeşil ölüm”);

Kıyafetin ölümü. Giyimden kuşam merakından uzaklaşma.
Bu ölüm türü sade yaşamayı, sade giyinmeyi ve ihtiyari fakrı ifade eder ki can ve ruhun yeşilliği ondan kaynaklanıyor.

Sadece bedeni değil, kalbi örten giysileri de çıkarmaktır "yeşil ölüm". Makamdan, mevkiden, rütbe ve ünvanlardan soyunup Hak karşısında çıplak kalmaktır.

Cehenneme değil, cennete gireceklerin listesinde bile okunacak bir ada mâlik olmamaktır. İsimsizliktir. Şöhretsizlik.
----------------------------------------

Hristiyan keşişler de manastırlarda böyle ölmüyorlar mı?
Hakikî bir budist derviş de dağ başlarında ölümün bu renklerini sürünmüyor mu?
----------------------------------------

___“Mevtü’l-Asved (siyah ölüm)”;

Bu ölüm türü melamet ve noksanlıkları, zahmetlerin ve dilden kaynaklanan yaraları tahammül etmeyi ifade ediyor.

İslâmi irfan geleneğini diğerlerinden ayıran da ölümün bu 4. siyah rengidir. Nakşîliğin sırrı olarak da bahsedilir ölümün bu dördüncü renginden

İnsanın dertleriyle hemhâl olmak da nefsi öldürmenin diğer bir adı. Kendinden, derviş kibrinden, yalnızlığının keyfinden uzak durmak. Kitlenin içinde bir karınca hâline gelmek. Ezilmek. Çiğnenmek. Gürültünün arasında. Hizmet uğruna. Nefsin rağmına.

Manastırdan çıkmak yani. Tekkeden ayrılmak. Kendi gönlünle başbaşa kalmaktan vazgeçmek.

Bir bakıma Hira'yı terketmenin diğer adıdır "siyah ölüm".

Zaten ölmüş olanın ölümüdür. Hakikate ermiş olanın. 

Ferdiyetin ölümü.
---------------------------------------------

İslami irfanda “mevt-i ihtiyari” teriminin asıl kaynağı İslam peygamberinin şu sözünün: “Mutü kalbe en temutü” Ölmeden önce ölünüz” olduğunu söylemek mümkündür
---------------------------------------------

Salik (Allaha doğru yolculuğa koyulmuş kimse) canından vazgeçmediği (mevt-i evvel) sürece canana varamaz. Ebedileşemez.

Ekmekten geçmediği sürece (ikinci ölüm) doyma ve kanat makamına varamaz ve lezzeti tadamaz.

İsminden, haysiyetinden ve sosyal konumundan geçemediği sürece (siyah ölüm) zati kimliğine ve vücudun anlamına varamaz.

Aziz ve sevdiklerinden geçmediği sürece (beyaz ölüm) kalp ehli olamaz
---------------------------------------------
(Derlenmiştir)

__Ölüm Rengârenk...

Ruh..

Mevlâna’ya göre Ölüm, insanın iç dünyasının bir aynasıdır. 

Ölümden korkanlar, kendi iç yüzlerinin çirkinliklerinden, kötü işlerinin nefislerinde bıraktığı izlerden korkmaktadırlar;

“ Ey ölümden korkup kaçan can, işin aslını sözün doğrusunu istersen,
sen ölümden korkmuyorsun kendinden korkuyorsun.

Çünkü ölüm aynasında ürküp korktuğun ölümün çehresi değil, senin çirkin yüzündür. 

Senin ruhun bir ağaca benzer, ölüm ise o ağacın yaprağıdır. 

Her yaprak ağacın cinsine göredir. 

O yaprak iyi ise de kötü ise de senden bitmiştir. 

Nasıl ki hoş olsun hoş olmasın, senin gönlüne gelen, her hayal her düşünce senden, senin kendi varlığından gelmişse ”

.Bölüm.

Sufiler için "Ölümden bahsetmekten zevk alan gruptur" diyor İbn'i Arabi 

Çünkü Sufi, ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK seviyesine erişerek iç alemine geçmiştir. 

Jung'un " Dışarıya bakan rüya görür, içeriye bakan uyanır" sözüyle ifade ettiği gibi

Hayatın bir rüya hali, ölümün ise uykudan uyanma hali olduğu sûfîler için ölüm, bütünleşmenin tamamlanması gibi bir şeydir. O yüzden ölüm lafzını duymaktan bile başka bir zevk alırlar. 

Jung’da, kişiliğin değişiminde meydana gelen bireyselleşme süreci dini bir serüven niteliğindedir. Kendisini gerçekleştiren mistik deneyim, bireysel veya toplumsal olarak değil, ilahi düzeyde de mesafe kateder. Hiçliği özümseyerek, evrenin ahengini anlama fırsatı yakalar. 

Jung’a göre, kişi kendini bildiği sürece bilinçdışıyla da hesaplaşma kaçınılmazdır. Bilinçdışı dünyasını eğer bilinç düzeyine çıkarabilirse, bilinçdışı dünyasının karanlık yanlarıyla da yüzleşmesi mümkündür ve bu şekilde olgunlaşacaktır. 

Dünyanın acı verici yanılsamaları ile ego-bilinci özümsendiği takdirde, günlük yaşamındaki göreceliğin farkına varılabilecek ve yanılsamaları yok edecek gerçekliği tekilleştirecek idrake nail olacaktır

Esrime de zamansız bir ölümdür; daha doğrusu zamansız bir hayattır. 

Platon’un “Ölmek yaşamaktır” sözü, bu mistik yaşamı anlatmak içindir

Sûfîler için "Fenafillah" veya “ölmeden önce ölmek” olarak adlandırılan kavramda nefsin haset, kibir, riyâ, dünya sevgisi gibi kötü ahlâkını öldürüp yok etmek olarak da tanımlanır.

Mevlana bu durumu“her ölüm bir doğumdur ve her doğum da sancılıdır”şeklinde ifade etmiştir.

Bir çok Sufi yazar Kur’an’daki referanslara dayalı olarak nefsin gelişiminin yedi farklı düzeyinden söz ederler.

7. Nefs-i Safiyye ;Bu dereceye ulaşan çok az kişi, benliği tamamen aşmıştır. Artık geride hiçbir ego ya da benlik kalmamıştır; yalnızca Allah‘a kavuşma vardır. Bu aşama “ölmeden önce ölmek” olarak adlandırılır.

Şamanizmde Şaman adayının ilme vakıf olması, yani sırra ermesi şeklindeki Ritüel ölüm, İslam dâhilinde de kendine yer bulmuştur. 

Şöyle ki; sufîlerin ölmezden evvel ölmek olgusu ve Alevî-Bektaşîlerin “İki kez doğmayan hakkın sırrına erişemez” öğretisi buna delildir. 

Zaten tasavvufta “ölmeden önce ölmek” insan-ı kamil (olgun insan) olmanın gayesidir. 

Tasavvufta insan-ı kamil olanlar, alemin sırlarına ulaşmış olup diğer insanların bilmediği hakikatlere erişirler. Kısaca onlar diğer ölümlülerden farklıdırlar.

İnsanlar yaşamış oldukları hayatın sıradanlıklarını ve bunun karşısında mecbur bırakılmışlığını birden bire fark edemezler. Jung'un "yeniden doğuş" olarak tarif ettiği bu duruma kişi, hayatında yaşayacağı köklü bir sarsıntı/değişim ile ulaşır.

Andre Gide’nin kısa romanı “Dar Kapı” İncil’den bir ayet ile başlar: “Dar kapıdan girmeye çabalayınız…” O ayet şöyle devam eder: “çünkü geniş kapıyla geniş yol insanları mahva götürür ve buralardan geçenler çoktur; ama hayata götüren kapı dar, yol sıkışıktır. Ve bunları bulanlar azdır.”

İsa peygamber de dünyadan kurtulma yolunun dar “kapıdan geçmek” gibi olduğunu ifade etmiştir.Dar kapı’da yalnız olmak ölmeden önce ölmek için yalnız olmak demektir. sonuçta her insan milyonlarcası bir arada bir tek bomba ile ölmüş bile olsa “yalnız ölür”.

Ama ne enteresan ki ölüm lafzı, çağrıştırdıkları açısından pek çok kimse için korkunç bir kelimedir. Hatta mezarlıkların kapısına yazılan, ölümü hatırlatan cümleleri bile kaldırmak için mahkemeye giden dünya insanları gördük. Dolayısıyla bunlar, gelecek hakkında çok büyük korkular taşımaktadırlar. İşte,bu tür insanların zaten cehennemi o korkularıdır. 

Psikolog Jung'a göre ise ölüm korkusunun temeli, "Yaşama korkusu"dur. Ölümden en çok korkan kimseler, yaşamaktan en fazla korkanlardır. Bu tür korku, yaşamaya tam uyum sağlayamayan kişide görülür. Bu şuur-dışı bir panik halidir. Gençlik ya da ömrün gitmesi, tekrar gelmeyeceğini düşünmek gibi...

Halbuki mutasavvuf, hepsi bir yana korku denen şeyden arîdir. Çünkü korku, nefse ait bir özelliktir. Mutasavvıf ise nefsinin hakimiyetinden kurtulmuş olandır.

Bedenlerden çok önce yaratılan ruhların dünyada bir beden içinde belli bir süre yaşaması ve dünyanın sıkıntılarına katlanmasını “ten kafesine hapsolmuş kuş” gibi algılayan sûfîler, ölümü yani ruhun asıl vatanına kavuşmasını kuşun kafesten kurtulup özgür olmasına benzetmişler ve özgürlükten sonra hakîkî sevgiliyle daha rahat buluşabilecek olmasından ötürü bu özgürlüğe şeb-i arûs (düğün gecesi) demişlerdir. 

"Ölmek yok, vefât etmek var! " Vefât, vefâ’dan gelir; verdiği sözde durmak demektir

"Süt emen çocuk sütü nasıl isterse, sen de ölümü öyle istersin; seni tutsak eden bir hastalık, bir dert yüzünden değil. Ölümü ararsın, istersin ama ağrıdan, sızıdan, hastalıktan bunalıp istemezsin; evin yıkık bucağında bir define görürsün de o yüzden istersin." 

Mesnevi' deki bu beyitlerden de anlaşılacağı üzere Mevlâna'daki ölüm arzusu ideal bir iştiyak halidir. Bu hususu güçlendirmek için bebeğin süte, hazineyi görenin zenginliğe iştiyak duyması benzetmelerini örnek olarak verilmiştir ki her iki benzetmede de bu anlam katmanı vardır.

Ve Mevlânâ'’nın mısralarında tatlanır, tatlanır şeker olur ölüm ;

“Canı değil mi ki sen alıyorsun Ölüm, şeker gibi tatlıdır. Seninle olduktan sonra tatlı candan daha tatlıdır ölüm...

Kaldır şu tabağı, çünkü ölüm, ateş bile olsa Allah’ın Halîline bağlıdır, bahçedir, âb-ı hayattır...

Bu yanda ölümdür amma o yanda doğum. Ölüm bu yandadır, o yandaysa kimse ölmez.

Allah seni çağırdı, yanına çekti mi bu gidiş, cennete benzer, ölümse kevser gibidir..."

"Ey ölümden korkup kaçan can, aklını başına al, bu korku kendindendir senin. Korktuğun kendi çirkin yüzündür, ölümün yüzü değil. Canın bir ağaca benzer, ölümse yaprağıdır o ağacın. İyi olsun, kötü olsun, ne bitmişse senden bitmiştir. Hoş olsun olmasın, gönle gelen şey, senden gelmiştir."

Yukarıda verilen cümlede Mevlâna ölüm korkusunu açıklarken, ölümü bir aynaya benzetir. 

İyi insanlar için ölüm güzel, kötüler için de çirkindir. Dolayısıyla insanı korkutan husus ölüm değil, aynada gördükleri kendi çirkinlikleri ve kendi hatalarıdır. 

Mevlânâ, ruhun bir gurbet olan bu aleme gelerek bedende hapsedildiğini, üstelik geldiği yerin hasretiyle yanıp tutuştuğunu, bedenin ruhunun bir bineği olduğunu ve bu binekten ancak ölümle kurtulacağını kabul eder.

Ayrıca ölümün korkulacak bir şey olmadığını, hatta işin esasını bilenler için arzu edilen bir hadise olduğunu söyleyerek ölüm karşısındaki tavrını ortaya koyar.

Kısaca Mevlâna'ya göre ölüm, ayrılık halinden kavuşma haline geçiş ve ölümsüzlüğe erişmekten ibarettir.

Tanrı’nın insanda olduğu gerçeği ve insanın bunu deneyimleyebilmesi için gerekli duyu organları ve beyin işlevleri, günlük bilinç içinde perdelenir, örtülür ve bizler bundan habersiz, adeta bir uyku içinde yaşarız.

-------------------------------------------------------------------------

Hz. Muhammed'in ilk Cuma Hutbesindeki sözleri ile;

"Size ölüm gelmeden Rabbinize ulaşın ve teslim olun”

Ve yine ona ait olan sözler ;

"Ey insanlar! ölmeden evvel ölün, Allah'a dönün ki, Allah size ondan yedi yüze kadar artan yardımlarda bulunsun." (Acluni keşfü'l hafa c2. shf:291 (2669)

-------------------------------------------------------------------------

"Haydi biz de; "Ölmeden evvel ölelim!" emrine uyarak Hz. Muhammed gibi şu mel'un nefisle savaşa girişelim! "

(Mevlana.Divan-ı Kebir c. II, 941)

Ölmeden önce ölmek..

___"Peki 'ölmeden önce ölüm'ü tanıyabilir miyiz? 
Osho’ya göre bu mümkündür. 
Bunu başarabilmek için, o meditasyonu önerir. 
Kişi yalnızca meditatif bir durumdayken ölümü deneyimleyebilir. 
Osho şöyle der:
“Meditasyon ve ölüm oldukça benzer deneyimlerdir, 

öldüğünüz zaman egonuz yok olup geriye yalnızca saf benliğiniz kalır. 
Aynı şey meditasyonda da gerçekleşir: 
katıksız egonun yokolup, yalnızca saf ‘oluş’un, varlığın kalışı. 

Bu benzerlik öylesine derindir ki, 
insanlar ölümden korktukları gibi, meditasyondan da korkarlar. 

Yani farklı bir deyişle, meditasyondan korkmazsanız, 
ölümden de korkmazsınız.

Meditasyon sizi ölüme hazırlar. 
Ölmeden önce ölümü tanımanızı sağlar. 

Ve bir kez ‘ölmeden önce öldüğünüzde’ 
ölüm korkusu sonsuza dek kaybolacaktır, 
ölüm sizi almaya geldiğinde, varlığınız üzerinde bir sıyrık bile bırakamayacağının bilinciyle sessizce onu izliyor olacaksınız. 

O yalnızca bedeniniz ve zihninizi alacak, sizi değil. 
Siz ölümsüz yaşama aitsiniz.”

Swami vatya Vedant (D. Vasani Joshi)

M.A.,Ph.D.University of Baroda,Hindistan
Ph.D. University of Michigan, ABD
Osho university Rektörü, Punc

Ölmeden Önce Ölünüz / Osho
-------------------------------

Sanatçı : Brendan Monroe

Agarta..




Agharta ve Okült Bilgiler

Bogdolar, yani kutsal kişiler, bize birkaç kez, Yeraltı Krallığı'nın gizeminin, Shensi'nin 7 Piramidi'nin açıldığı zaman çözüleceğini söylemişlerdi. Mısır'daki piramitleri duymuştuk ama, ASYA'daki Piramitter ise daha başka bir şeydi. Bu piramitler, Shensi eyaletinin başkenti Sionfu'nun batısında yer alıyordu.

R. C. Anderson

Raymond Bernard, «Tuhaflık ile Karşılaşmalar> (Rencontresavec l'insolite) adlı kitabında sunlan söylemektedir; 

«Dünya'nın Okült Yönetimi'nin varlığını, tradisyonlar, her zaman için doğrulamışlardır. Bu Yönetim'e çağlar boyunca pek çok ad verilmis ve ikamet yeri olarak da bir çok deiğişik mekan gösterilmiştir.
«Ancak, açıkça beyan ediyorum ki, otuz yıl kadar bir zamandır. Artık bu atfetmelerin [yani isim, mekan. vb.] hiçbiri geçerli değildir. Ayrıca, ( Dünya'nın Okült Yönetimi) artık Gobi Çölü'nde bulunmamaktadır. Modern dünyanın şartları her bakımdan gözönünde bulundurulmuştur. Ve yavaş bir gelişme içinde yeni şartlara sürekli. Bir uyarlama yoluyla bu hep böyle olmuştur:»
Raymond Bernard'a göre, Saint-Yves'in, «Hint Misyonu» (Mission de l'Inde) adlı eserinde. Dünya'nın Kralı'nın krallığı olan ve ozamana dek işitilmemiş olan Agartha yeraltı krallığının varlığını açıkladığı dönemden bu yana birçok şey son derece değişmişti:

«( Saint-Yves d'Alveydre, eserini yazdığı zamanki Agartha'nın durumu ile Agartha'nın şu anki yapısı vefaaliyetlerine ilişkin, Agartha'nın üzerindeki perdenin sadece bir köşesini kaldırdı . Aynı şekilde, diğer emin kaynaklardan, bu Dünya'nınyönetimi'nin mekanının bu dönemde Gobi Çölü'nde bulunduğu  öğreniliyordu.»

Son yüzyılın Alman mistiği Anne-Catherine Emmerich, vizyonlarından birinde, Orta Asya'da, Peygamberler Dağı adını verdiği Dünya'nın Kralı’nın erişilmez mekanını görmüştü.
Saint-Yves d'Alveydre'e göre esrarengiz : Agartha Krallığı'nın, Sanskrit dilinde «Tanrı'nın Zihni'n de ruhların dayanağı (desteği)» anlamına gelen Brahatma ya da Brahmatmü adında bir hükümdar vardır. Marlti Saint-Yves d' Alveydre, Dünya'nın Kralı'ndan sahsen bir mektup aldığını da açıklamıştır.
Saint-Yves'e göre, Dünya'nın Kralı'nın iki yardımcısı bulunuyordu: Biri «Evrensel Can temsilcisi», diğeri «Kozmos'un tüm maddi organizasyonunun timsali> idi.

Saint- Yves d'Alveydre'in tanıklığına, Moğolistan'da Ferdinand Ossendowski'nin tanıklığına ve diğer tanıklıklara göre, bu esrarengiz ve Dünya'nın Kralı gerçekliği kesin bir hakikattir.
Ossendowski'ye ve tuhaf serüvenci Trebitsch Lancoln'a göre, Dünya'nın Kralı Tanrısal niteliğe sahip bir insan olup, beşeriyetin mukadderatının eksiksizce yerine gelmesini gözetmekteydi.

Trebitsch-Liricoln, 1937 Ekimi'nde yayımlanan bir broşürde şu açıklamayı yapmaktan çekinmiyordu;
«Tibet'te yaşamakta olan Dünya'nın Kralı,  yakında sizi kokuşmuş Batılılar'a karşı varlığı henüz sizin için meçhul olan kudret  ve kuvvetlerini harekete geçirecektir ve onlara karşı çaresiz olacaksınız.»
Rene Guenon'un, «Dünya'nın Kralı» (LeRoi du Monde ) adlı eserinde [Dünya'nın Kralı ile ilgili ] birçok şeyi daha ayrıntılı bir şekilde gördüğü bir gerçektir. Bolşevik devriminden sonra Sibirya'yı ( orada maden araştırması yapmaktaydı ) terk eden Polonyalı jeolog Ferdinand Ossendowski; çok yüksek mevkiiden bir moğol lamanın ağzından, Saint-Yves d' Alveydre’in açıklamalarını tamamen doğrulamakta olan ifşaatlar elde etti. [F. Ossendowski'nin tasvir ettiği]Dünya'nın Kralı, Ossendowski'nin« Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar» (Betes, Hommes et Dieux) adlı kitabında yazmış olduğu gibi, beşeriyetin okült idaresi ile temas halinde idi.

[Beşeriyet içindeki] çatışmalar, kanlı çarpışmalar manzarası her ne kadar karşıt fikirlerin mevcudiyetinin bir sonucu gibi gözüküyorsa da; tarihin yönleri işi ve oluşumu, metodlu üstün bir planın yansıması mıydı?

Agartha hükümdarı olan ünlü «Dünya'nın Kralı» kavramına gelince, dünyanın gizli mukadderatının efendisi bir mit veya bir doğaüstü varlık olmayıp, tamamiyle et ve kemikten bir şahıs sözkonusudur .
Dünya'nın Kralı'nın bir çok defa Orta Asya'da; Hint'te ve Tayland'da ortaya çıktığını belirten birsürü kesin tanıklık mevcuttur. Dünya'nın Kralı, bu görünmelerde, beyaz bir fil ya da lekesiz biratın üstünde idi ve üzerinde kuzu olan altın elma sembolik motim asası ile halkı takdis ediyordu.

Hatta, bu görünmelerden biri 1938'de, ingiltere kralı VI. George'un Hint imparatoru olarak yapılan taç giyme töreninde, Delhi'de yer alacaktı; Dünyanın Kralı, Hint hükümdarları (racalar ve Mahatacalat) kortejine şahsen katılmış ki bu Hint hükümdarları Britanyalı efendilerine bağlılık yemini etmek için gelmişlerdi - fakat boyun eğme seremonillerinden hiç birine katılmamıştı .

Büyük Fransız bayan seyyah Simone de Villermont Orada bulunuyordu ve olayın tanığı olarak,bunu, 1957'de Paris'te «Natya İnisiyatik Merkezi» adına verilen bir konteransta açıklamıştı.
Kendisinin Kont Saint-Germain olduğunu ileri süren ve adı 1972'de altına dönüşüm hususunda Paris günlüğüne konu olan Richard Chanfrey, ki bu dönüşüm kendi gayretiyle O.R.T.F.'nin (Organisation de Radio et Television Française) kameraları önünde yapılmıştı Agartha'yı (-daha önce Saint-Yves d'Alveydre'in yapmış olduğu gibi-) yerin derinliklerine yerleştiriyordu.

Pascal Seuran'a şu açıklamaları yapmıştır': . «Agartha der.. Saint-Germain, yeraltı dünyasıdır. Zira yer oyuktur.Büyük Efendiler için, Agartha, Hermes'in 22 arkanı  ve kutsal alfabenin 22 harfi arasında mistik sıfır'ı temsil eder. Mistik Sıfır, bulunmazdır, o herşey ya da hiçbir şeydir: Her uyumsal (armonik) ünite onsuz hiçbirşeydir.

((Agartha'nın ilk sahalığı yerin 2400 m. altındadır. [Sahanlığın giriş] açıklığı, insanlardan başka, hayvanların ve aynı zamanda Yer üstündeki çeşitli üslerden gelen aygıtların da geçebileceği büyüklüktedir. Volkanik menşeli doğal kanallar Yer'in kalbine inmektedir.
({Agartha'nın ilk salonu 800 m. uzunluğunda, 420 m. genişliğinde ve 110 m. yüksekliğindedir. Bu, [içi] oyuk bir piramittir.

«Bu salondan, kanallar yeraltı alemine doğru dalıp giderlerse de, Agartha sakinlerinin bir çoğu oralara asla gitmezler. Oralarda yaşayamazlar, zira oradaki atmosfer onlar için yapılmamıştır. Orada müthiş bir sıcaklık hüküm sürer. Yer'in merkezindekilere gelince, onlar, Saint-Germain gibi, Atlantlar'ın doğru yolunu izleyen inisiyelerdir. Çoğu oradan çıkmazlar. Bunu yapabilme yetkisinde olan nadir kişiler ise, yolculuklarını, şartlandırılmış uçan dairelerle yaparlarki, bu uçan daireler onların yolculuk boyunca yersel atmosfere dayanmalarını sağlar.Üs’se ulaştıklarında, dünyaya intibak edebilir ve görünüşte tüm insanlar gibi yaşayabilirler.

Ricnard Chanfrey, muhtelif ve bilhassa Chatres daki) katedrallerin labirent yollarında bulunan olağan üstü sihirli sırrı şöyle açıklıyor:

«Bütün mesaj veren katedrallerde labirent mevcuttur .. Labirent ruhun ve yasamın zikzaklarını temsil eder. Dairesel olarak değil: doğru hat olarak düşünülmelidir..
«Eğer o bir kağıt üzerine açılıp sergilenebilse ve düz çizgiler halinde resmedilerek gösterilebilseydi, tam olarak titreşim dalgasının grafiğini temsil ederdi.
Bu hat, antigravitasyonu ve antitmaddeyi açıklayacaktı.  Kuşkusuz, katedrallerde [bunun] daireden başka bir şekil olması mümkün değildir.

«Labirentin verdiği [anahtar], "ağırlıksızlığın anahtarıdır. Labirent, onu sadece açıldığı zaman verir. Onun nasıl açıldığını inisiyeler -ki onlardan biri de benim haricinde kimse bilmez ve asla, bilmeyecektir de.

Eğer labirent, doğru hat haline konabilseydi,o zaman Altın Çağ olurdu.
G. H. Williamson'a göre, Dünya'nın Kralı tufandan öncekilerin hayatta olan sonuncusu olmalıydı:

( ... )And Dağları'nın bu sitesinde Büyük Efendi yaşamaktadır. O, qezegenimizde devlerin dolaştıkları devirlerde yeryüzünde yaşayan o eski büyük insanlardan hayatta kalmış biridir. 144 kişi onun yönetiminde çalışmaktadır ve onlardan bazıları bir zamanlar bu dünyanın 'büyükleri oldular»
Bu gizemli Agartha Yer'in derinliklerinde oldukça uzaklara yayılmaIıydı.Peki Agartha adı nereden geliyordu. Sanskrit dilinde, agartha sıfatı «ele geçirilemez» ya da «ulaşılmaz» anlamına gelir, fakat agartha kelimesi aynı zamanda, argha «uzun gemi» kelimesinden türetilen (geminin) yeraltı gövdesi» anlamını da vermektedir. Bazı ezoteristler en azından böyle gözüpekçe bir etimoloji verirler.

Agartha'ya çıkan başlıca beş girişin var olduğu şöylenir. Himalayalar'ın Gobi Çölü'nde ki bu  giriş gizli krallığın kendi başkenti Shamballah'a çıkar. Mont Saint-Michel'de;( Bretagna'daki ) Brocelfande Ormanı görünümünde Neant Pertuis'de  Gize Sfenksi'nin ayakları arasında.

Saint-Yves d'Alveydre, geçen yüzyılın sonlarında Agartha'nın varlığını ifşa ettiği «Hint Misyonu»adlı kitabını kaleme aldığı sırada Fransa Cumhurbaşkanı'na, İngiltere, Kraliçesi'ne ve Rus Çarı'na dünya işlerinin okült denetimini konu alan  mektuplar  göndermışti. Belirtmek gerekir ki, Saint-Yyesci'AlVeydre Asya'nın gelecekteki uyanışına dair mükemmelen gerçekleşmiş olan bir kehanet yapmıştı;

«Eğer ingiltere, bu yüzyılın sonunun kesinlikle göreceği bağımsızlık patlamasını önlemek be bunu tatlılıkla gidermek için gereken çareleri akıllılıkla bilgelikle ve ınsanlıkla [yani iyilikle] aramazsa; Rusların, Asya' nın özgürleşmesinin, müthiş yardımcıları olma durumuna ister istemez sürüklenmiş olacakları, görmezlikten gelinemez.»

Ve şu uyarıyı ekliyordu:

«Belecek 50 yılda, Asya'nın, kadim Keltik sentez zihniyetinde yeniden canlandığını göreceksiniz; Tüm ihtiraslarımızdan akıllıca kurtulduğunuzu ve kendinizin sakınarak,yine kendiniz tarafından kurtarılacağını göreceksiniz.Fakat, eğer Nemrut düzenine göre genel yönetim sisteminde direterek, hala kendinizi, karşılıklı olarak parçalamaya devam eder ve kulaklarınızı Hristiyanlık vaitinin ahenkli çağlarına kapatmış olursanız, kulaklarınızı sonyargının, [ sesi] gök gürültüsünü andıran borularına ister, istemez açmak zorunda kalacaksınız. Sizin kendi askeri eğitmenlerinizin kılavuzluğuyla, başta Çin ve İslamiyet olmak üzere Asya  elde silah, Tanrı'nın egemenliği yasasına uyuş kapsamı içinde olarak,orayı bozmanıza engel olacak ve geri püskürtülmüş olacağınız,Hz.Musa'nın ve,' Hz. İsa'nın, sosyal vaitinin altını imzalamak zorunda kalacaksınız;»

Agartha'yı yarım milyara yakın bir nüfusla İskan edilmiş olarak tasvir etmekte tereddüt etmeyen Saint Yves" d'Alveydre, aynı eserde" şunları söylüyordu.

«Agartha nerededir? Bulunduğu muayyen yer neresidir? .Oraya gitmek için hangi yoldan, hangi halkların arasından yürümek gerekir?.Bana ,bu soruyu sormaktan geri kalmayacak, olan diplomatlara ve harp adamlarına,[yani askeri yetkililere], sinarşik  anlaşma yapıılmadıkça veya en azından imzalanmadıkça cevap vermemem daha uygun düşer. Fakat biliyorum ki, tüm Asya içinde,  karşılıklı rekabetlerinde bazı güçler sürtüşmekteler .Her ne kadar umut etmiyorsakda; biliyorum ki, muhtemel bir çarpışma sırasında orduları ya, bizzat bu kutsal bölgeden ya da çok yakınından geçecek. Agartha için olduğu gibi,bu Avrupalı haIklara, dostluk uğruna basladığım ifşaatı sürdürmekten korkmuyorum.
Esrarlı Rahip Jean, Dünya’nın,Kralı'ndan başkası olamazdı ki Ortaçağ"da 'Batı birçok defa' onunla ilişki kurmaya teşebbüs etmişti. Frida, Wion «Meçhul Krallık» (Le Royaume Inconnu) adlı kitabında, Rahip Jean'ı şu şekilde tasvir ediyor:   
          
«Başı en nadide taşlarla parıldamakla olan altından bir taçla süslü olarak, soyluluk ifadesi taşıyan çehresiyle  ve üzerinde erguvan kırmızısı ipek ve nadir kürklerden giysilerle  beyaz bir at üzerinde görkemle giden sağ elinde zümrütten yapılma bir asa tutan, [bir] haçın ve rahiplerin sınıfının önünde giderek ilerleyen, kral majlar’ın soyundan ve kutsal yeri [yani Arz-ı· Mukaddes'i] fetetmelerinde Haçlılar'a yardım etmek için gizemli bir girişten geçerek dünyanın derinliklerinden gelen bir kral.
Bu Kral, rakiptir. O, Hz. Süleyman'dan daha güçlüdür; orduları sayısız ve yenilmezdir, kralılığı sınırsız ve zenginliği dillere destandır.

«Bu [tasvir], varlığı o devrin az zaman öncelerine dek herkes için meçhul kalan, ve henüz yeni açıklanmış olan Rakip J'ean'ı, Avrupada ortaçağın XII. yüzyıl halkının, perisel görünüm etkisi altında gözunde tasarlayışıdır.»

Kesin olarak, doğru olan husus şu ki, Orta çağda Papa III. Alexandre, bir gün Türkistan'dan (Orta Asya) gelen ve esrarengiz bir kişi olan Rahip Jean imzasını taşıyan bir mektup aldı. Mektupta Rahip Jean şöyle tanımlanıyordu: Dünya'nın tüm krallarının fevkinde olan en guçlü kral.
Saint-Yves d'Alveydre, bize, Agartha'da kullanılmakta olan ve, Vattain ya da Vattan alfabesi ile yazılan bir kutsal yazının varlığını açıklamaktadır.Saint Yves  Agartha'daki, tufandan önceki uygarlıkların, tüm eski gizli kitaplarını gruplandıran fantastik kütüphanelerin varlığını da  açıklamaktadır.

«Geçmiş devrelerin kütüphaneleri, kadim Avusturalya kıtasının batmış olduğu denizlerin altına kadar ve tufan öncesi eski Amerika'nın yeraltı yapılarına kadar
uzanmış bulunmaktadırlar »

Dokunulamaz saklama yerlerinde ise, geçmişin tüm keşifleri,ve tüm teknik buluşları kaydedilip iş olduğu gibi, geleceğinkilerin de daha ortaya çıkmadan önce kaydedili olduğu belirtilmektedir.
Öte yandan, Agartha’ya ilişkin tradisyonlarla, lejandların ve büyüleyici mitlerin belirli bir çoğunluda; tüm afetlerden uzak olan hatta zaman akımının yıpratıcı etkisine dahi maruz bulunmayan dünyasal bir merkezi bölgenin, beşeriyetin algı alanına girmeyen dünyasal bir yüce inisiyatik merkezin ve majik etkilemesi olan bir yeraltı aleminin sözünün edilmesine rastlamak tamamiyle manidardır. Bununla birlikte Agartha ile ilgili bu mit ve tradisyonların içinde, aşırı bir sembolizme dayalı salt sembolik ve masalsı olanları da var mıdır?

Bu konuda en ayrıntılı görüş Rene Guenon'a aittir. Rene Guenon Dünya'nın Kralı adlı eserinde,konuya ilişkin olarak şunları yazıyor:,

«( Gerçekten, Amerika’da olduğu gibi Orta asya... "i da da ve belki daha başka yerlerde, kendilerini asırlardan beri ayakta tutabilmiş olan inisiyatik merkezlerin bulunduğu mağara ve yeraltı galerileri mevcuttur.. Fakat bu olgunun dışında, bu konuda tüm anlatılanlarda farkedilmesi pek güç olmayan bir' parça sembolizmde mevcuttur» Ve Guenon, açıklamasına devam ederek, bu türlü mit ve tradisyonların çoğunda, bu inisiyatik, merkezlerin kaldığı yeraltı barınaklarının mevcut olduğu bölgeler belirtilirken, ister istemez, [beşeriyet tarafından, belli bir oranda dejenerasyona uğratılmış veya ortaya çıkarılmış bir sembolizmle karşılaşacağımızı belirtmektedir.

Raymond Bernard ise, «Tuhaflık ile Karşılaşmalar» (Bencontres avec I'insolite) adlı kitabında, (ince  tülden) bir sarık  taşıyan bir Doğulu olarak tasvir ettigi et ve kemikten bir şahıs tarafından ona yapılan ifşaları  an1atmaktadır ki bu şahıs kendisini 'Maha adıyla ve tüm dünya  işlerini denetleyen yüksek Meclisin ( Haut Conseil) lideleri, olarak takdim edder. Bu,esrarengiz Maha, ,Agartha konusunda şunları açıklamaktadır.

«Agarta’yı sadece duymuş olabilirsiniz, fakat bu, isim artık kendisineuygun değildir. Hakiki ve  kesin isim sadece çok az, sayıda kişi tarafından bilinmekte olacaktır, ve ismin açığa vurulmasınada gerek yoktur. Bu isim A ... 'dır, ,Dünyanın okült yönetimi ... Bul ne kadarda uygun olmayan bir ifade. Bununla birlikteYüksek Meclis'i ve onu oluşturan 12'leri ne kadarda iyi belirtmektedir.Tüm devirlerde işlenilmiş olan, hata, Yüksek Meclis'in üyelerinin ebediliğine inanmak olmuştur. Yüksek Meclis ebedidir, fakat onun üyeleri,Siz ve Ben gibi ölümlüdürler. Oniarı diğer insarlardan sadece bilgileri ayırmaktadır, onların bilgileri ve bu dünyanın geleceğini olağan üstü görüş ve kapsayışları ! Bir üye öldüğü zaman, onun yerine geçmesi için seçilmiş olan kişi derhal onun yerini alır ve üç ay esnasında, selefinin bıraktığı 'bilgi' ve 'tecrübe'ye alışır.Yüksek Meclis'in toplanmış. üyeleriyle de ilk defa olarak ilişki kurar. Böylece, sürekli bir intikal vardır»

O halde bu yüksek Meclis nasıldı ve kesin olarak hangi kudretlere sahipti?
«Yüksek Meclis, bu dünyanın, evriminde ulaşacağı en son noktayı bilmektedir. Yüksek Meclis ( bu dünya evrimindeki ) aşamalarıda  bilmektedir. İnisiye halkalarında bulunan kimileri, bu konuda [Yani dünya evrim aşamaları hakkında] bazışeyler bilmektedirler;örneğin; Balık Burcu ya da Kova Burcu çağları gibi. Fakat, bu konuda, Yüksek Meclis'in dışında hiç kimsenin asla bilemeyeceği bilgilerde vardır. Yüksek Meclis'in esas işlevi? "Yüksek Meclis'in esas işlevi, her aşamanın, istenen zarfnda gerçekleştirilmiş olmasıyla ve duruma göre hızlandırma ya da geciktirilmesiyle meşgul olmaktır. Yüksek Meclis,dolğal olarak,olaylara etki etme vasıtalarına sahiptır. "Beşeriyetin hatasından ve beşeriyetin yeni şartlara aykırı düşmeksizin intibak etmekte güçlük çekme kusurundan dolayı [ortaya çıkan) beklenmedik ve mukadder olguları, Yüksek Meclis öteden görür... 
,
«Yüksek Meclis, kendisinden daha yükseğin görünmeyen Muktedirler'in ya da daha iyi bir deyişle daha yüksek bir hiyerarşinin varlıklarının« kollarıdır. Evren öyle bir ünitedirki, her şey ve her varlık onun [zincir]baklalarıdır. Yüksek Meclis'in üyeleri yılda dört defa, sabit dönemlerde, kurul halinde toplanırlar. Bununla birlikte onlardan biri, bütün yıl boyunca, istediği an diğerleriyle temas kurabilir»
Şu halde, et ve kemikten yapılma insanlardan oluşan bu yüksek Meclis, spiralin ard arda gelen devreleri arasından beşeriyetin birlikte evrimi için - tesadüfi engeller, karışıklıklar, çatışmalar hesaba katılmış olarak-  bütünüyle değişmez (kesin) bir planın: dünyamız da mukadder gerçekleştirilmesiyle meşgul olacaklardı.

Maha'nın ifşalarını izlemeye devam ediyoruz: ' «Politika insanların işidir. Politika, tasarılarımıza kimikez hizmet ediyorsa da, her zaman değil. Biz onu tüm dünyada yakından izler ve ondan sonuçlarımızı çıkarırız,hepsi bu. Kuşkusuz, politika her ne kadar dünya evrimini güçleştiriyorsa da, biz politikayla hiçbir ilgisi olmayan vasıtalarla [duruma] müdahale etmekteyiz. Bu 'vasıtalar, her durumda [politika ve benzeri vasıtalardan] daha etkilidirler.

Yüksek Meclis'in üstünde Maha'ya göre tüm bir öte alemsel kozmik hiyerarşi vardı:
«Yüksek Meclis A. ... , kozmik hiyerarşik bütünlük ' [zincirinin] görünür birinci baklası olarak ve tüm uzun sürecin önceden tesbit edilen farklı devreleri boyunca; beşeriyetin organize edilmiş toplum olması için beşeriyetin ahenkli gelişimiyle meşgul olmak misyonuna sahip olarak{zincirin] temel baklasıdır. Bu devrelerin sayısı 12'dir, onlar Zodyak Burçları Tarafından sembole edilirler ve yaklaşık 24.000 yılı kaplarlar. [12 devrelik periyodun bitiminden] sonra kollektif ve ferdi yargı ve 12 devrenin yeni bir devri aşaması için hareket ediş gelir.»

Dünya, er geç mukadder devreleri izlemekte, izleyecek ve izlemek zorundaydı. Maha, Yüksek Meclisin, işlevlerine ilişkin olan açıklamasına şöyle devam ediyor:
«Onlar [yani Yüksek Meclis'in 12 üyesi], halkların meczetme kapasitesi oranında, uygarlığın dinsel,bilimsel, sanatsal' ve felsefi tekamülüne hizmet etmesi gereken [şeyleri] analiz eder, ölçüp biçer, dozunu ayarlayıp ve süzerler.

Yeniden Dünya'mn Kralı konusuna dönüyoruz. Saint-Yves, d'AİveYdre, Cumhurbaşkanına, Agartha’ nın yöneticileriyle ilişki kurmasını önermekte tereddüt etmiyordu:
«[Cumhurbaşkanı görüşmek için] eğer beni çağırmak konusunda karar verirse, ülkenin lideri [olduğu için [her zamanki] prensiplerin dışına çıkarak, .[bu daveti) istisnai bir durum olarak telakkı etmem gerekir ve ona açıklama yapmaktan şeref duyacağımı önceden yayınlıyorum. Koç Burcu Çağı'nın Sinarşik' Üniversitesi’nde öğretilen bilim ve sanatları tehkik etmeyi arzu edecek olan bizim yüksek okullarımızın ödül almış kişileri veya profesörlerinin öğretime alınmasını ( inisiyasyana kabul edilmesini] Agartha'dan talep edebilmek için tutulacak yolu Cumhurbaşkanı’na yalnızken şifahen söyleyeceğim.»

Gobi Çölü’nün sırlarına gelinee, bu konu  (gizemli Gobi Çölü konusu hiç de salt hayal ürünü değildir.Prof. Rameau Saint-Sauveur, Clup Marylen kayıtlarında şu hususa dikkat çekiyordu. Gobi çölü vaktiyle kapalı bir denizken onlar ( Baavi Planetinden gelen uzaylılar] tarafından, Ak Ada ya da daha doğru olarak 'Yabancı Denizin Ak Adası' ismi konulan muhteşem  bir adaya sahipti. Burası, [uzaylıların]önemli bir iniş noktası oldu. Buradan çağımırpa Atis tepesi kalmıştır: Moğolistan'da, Güney Altay dağ kollarında Lob-Nor Gölü'nün 600 km kuzey doğusunda, (45° paralelinin 130 km. üstünde). Orada önemli bir yeraltı [ga1eriler] şebekesi mevcuttur, Çin ve sovyetler birliği bunu biliyorlardı. Kimileri orayı Agharta'nın gizli bir girişi olarak düşündü.»
Kuşkusuz, tufandan önceki uzak medeniyetlerin tüm mirasını bize birdenbire açıklayacak olan çok büyük arkeolojik  keşiflerin eşiğindeyiz.

Bu  açıdan, Amerikalı meşhur medyom Edgar Cayce şunları haber vermişti: Gelecekte, Sfenks'in ayaklarından birine uzak olmayan bir yerde, «küçük piramide yerleştirilmiş ve eski Mısır ile batık kıta Atlantis hakkında çok değerli anıları içeren arşivlerle dolu bir mezarın» keşfi yer alacaktı.
Frida Wion, «Meçhul Krallık» (Le Royaume İncoenu)' adlı eserinde şunları beyan etmekten çekinmiyordu: «Öyle görünüyor ki, [başkan] yardımcılarıyla çevrili ve beşeriyetin seçkin tabakasının, hizmet ettiği, bir insan bedeni içerisinde öğrenecek hiçbir seyi olmayan ve dünya ile dünyanın sakinlerinin evrimini sevk  ve idare etme misyonu olan bir gizemli varlığı farketmeye başlıyoruz. Bununla birlikte, onların arasından ve bizim aramızdan [yani beşeriyetimizin içinden ) bazı doğruluk gözeticileri, bilinçsizleri gelecekteki 'Mabed'e girişlerine hazırlamak için atanmış oldular . Başında ezoterikve inisiyatik merkezler bulunan egzoterik popüler dinler,binlerce yıl boyunca, böylece tesis edilmiş oldular.»

Tradisyonel perspektiflerdeı çevresinde fenomenlerin, alemlerin dönüşünün gerçekleştirildiği değişmez sabit yer  ( sembolizmi ) Agharta’yı somut bir şekilde sembolize etme yollarından biriydi. Bu sabit yer, çevresinde her şeyin devindiği ‘ kımıldamaz ekseni’i, gizemli merkezi sembolize ediyordu.

Saint Yves d’Alveydre’nın açıklamalarını sürdüren Ossendowski’ye göre, Dünya’nın Kralı, Brahitma diye anılıyordu. Yer küremizin ( Yüce Prensipten Kaynaklanan ) Yüksek varlık tabakaları ile temas ettiği merkezi yerde ikamet eden Dünya’nın Kralı’na – Agharta’nın Yönetimi’ne – iki yardımcısı yardım etmekteydi; ( Gelecekteki Olayları Bilen )  Mahitma ile  ( Bu olayların sebeplerini sevk ve idare eden ) Mahinga Yüksek bir inisiyatik merkezin mevcudiyetini varsaymak normal değil midir? Frida Wion şunları yazıyor;

‘’ Bir inisiyatik merkezin konumu değişmez diye bir şey yoktur, politik ve dini gereklere göre, yer değiştirebilir ve hatta bölünebilir… Krallığın lideri olan Dünya Kralı’da Krallığını, kendisinin bulunduğu ve devrin gereksinimlerini en iyi karşılıyor gibi gördüğü yerde kurar. Lejandda bir kutsal coğrafya mevcutsada, bu kutsal coğrafya merkezin sadece yeni yerleşmesiyle değişir; çünkü her yer onun varlığıyla kutsallaşır. O, ( varlığı ile bir zamanlar Mısır’ı şereflendirmişti) Mısır’dan Çin’e, Çin’den İrlanda’ya geçti. İrlanda’dan da Delphes’e geçti. Bugün için nerede bulunuyor? Başka bir gezegen üzerinde midir?

Anlaşıldığına göre, Agarta’nın yöneticisi bir insandır; gene anlaşıldığına göre, yüce bir güce ve atomik enerji makinelerinin kullanımınıda kapsayan görkemli bilimlere sahiptir. Ayrıca, bilindiği kadarıyla, Kendisini, bizlerin büyük Rahmetlerden nasiplenmemize adamıştır ve istediği zaman dünya yüzündeki savaşları sona erdirme gücüne sahiptir.

PSİŞİK SİLAHLAR VE PSİŞİK SİLAHLANMA





Ölüm ışınlarını ve nükleer bombaları unutun. Psişik güçler, geleceğin silah olacaktır. İnsandaki beş duyu ötesindeki güçlerin veya algıların genel adı olan Psişik olma hali ya da doğuştan olan Psişik insanlar uzun zamandan beri ABD’ de, eski SSCB´de ve şimdi Rusya´da özel güçlerini askeri alanda kullanıyorlar mı? Bu geniş araştırmada, yaşananlardan söz ediliyor.
Dükkanın önündeki yazı şöyleydi: “Madam Zodiac, psişik güçler-geleceğin falı ve burçların okunması” Madam Zodiac’ın Washington’daki dükkanı saat 11:00’de açılıyor ve düzenli müşteriler, öğle tatillerinde geliyorlar. Vizite 10 dolar. 1979-1980 arasında her ayın üçüncü Salı’sında Madam’ın dükkanı özel bir müşteri için saat 09:00’dan biraz sonra özel olarak erken açılırdı.
Müşteri bir donanma komutanıydı, genelde sivil giyinirdi ve bir çanta taşırdı. Madam, kristal küresini, tarot kartlarını ve fotoğrafları bir kenara ittikten sonra ona çay yapardı. Komutan sigaradan kurtulamıyordu, Haziran’dan sonra günde yarım pakete düşürmüştü ama tamamen bırakamıyordu. Ama Madam Zodiac, onun yıl sonuna kadar sigaradan vazgeçeceğini söyledi. (Bu kehanet kanıtlandı. Komutan şimdi her gün 6 mil koşuyor ve Deniz Piyadeleri maratonuna katılmayı hedefliyor.)
Fakat Komutan, her ziyaretinde içinde 400 dolar olan zarfı, sigaradan kurtulmak için Madam´a vermiyordu. Para, Deniz Kuvvetleri´den geliyordu. Masaya konan resimler ve fotoğraflar, Sovyet denizaltılarının Doğu Amerika sularına yakın bölgedeki rotalarını gösteriyorlardı. Madam Zodiac’ın işi; psişik güçlerini kullanarak Deniz Kuvvetleri’ne ait gemi ve uçakların yapamadığını yaparak Sovyet misil ve denizaltılarının rotalarını bilmekti.



Kısacası Madam Zodiac, Pentagon’un “Medyum Teknolojik-Risk Projesi” olarak işlemlendirdiği kişiydi. Aralık, 1980’de Ordu Teftiş Gazetesi, “Yeni Ruhsal Savaş Meydanı: Beam Me Up Spock” başlığıyla bir makale yayınlandı. Makalenin yazarı, üsteğmen John B. Alexander idi. “Avrupa’ya 2. yayılma dönemi” ve “Savaşa hazırlanmak: Lojistik destek programı” gibi makaleleri de yazan Alexander’ın bu yazısı bazı şöyle başlıyordu:

* Beyin gücünü etkileyen bazı silah sistemleri vardır ve öldürme kapasiteleri çok önceden incelenmiştir.
* Çok uzak mesafelerden bile hasta etme ve öldürme gibi yetiler vardır. Hiçbir fiziksel neden olmadan ölüme veya hastalığa yol açabilirler. Bu tip silah sistemleri, böcek ve kurbağalarda denenmiştir fakat insanlara olan ölümcül etkisi tartışılmaktadır.
* Telepatik hipnozun kullanımı ise, ordu içinde yüksek bir potansiyele sahiptir. Bu yetenek bazı ajanların çaba sarf etmeden, önemli bilgileri ele geçirmesini sağlayabilir.
* Açıkça psikotronik silahlar vardır ama kapasiteleri bilinmemektedir.

Milyarlarca dolarlık bütçe:

Alexander ciddi miydi? Pentagon, gerçekten bazı falcıların denizaltıları durdurabileceğine inanıyor muydu? Alexander’in yazdığı bu makaleden haberdar olan birçok kişinin bunu saçma bulduklarını söylüyor. Neden ise şu: “Bu durum, kendi gerçekçilik kapasitelerini aşıyor. Dünyanın tepsi gibi olduğuna inananlar bile varken…”. Birçok araştırma gizli proje olarak tanımlanamayan programlar gizli tutulmak isteniyor.
Örneğin; 1978’de CIA’nın Sovyet Duyu Dışı Algılama çalışmaları ile ilgili istihbaratına şöyle bir başlık konulmuştu; “Biyolojik Transfer Sistemleri’nin Öyküsü”. Eleştirmenler parapsikolojinin, dünyevi problemler için kullanılması projesine karşı çıktılar. Örneğin, psişik güçlerin bir denizaltıyı yok etmesi gibi. Onlara göre, bilimi, teorik bulgular yine aynı bilim tarafından kabul edilmedikçe kullanamayız.

Peki, ama ya Madam Zodiac gerçekten Sovyet denizaltılarının yerini keşfedebiliyorsa? Michigan Üniversitesi Sosyal Bilimler profesörü olan Marcello Truzi, psişik güçlerin askeri ve politik olarak çok önemli olabilecekleri ve önemli ulusal güvenlik programlarına girebilecekleri için tehlikeli oldukları konusunda uyarıda bulunuyor. Bu tür güçlerin var olma ihtimali çok yüksek değil ama olasılık küçük de olsa, yadsınamayacak kadar önemli.
70’li yıllarda donanma Uluslararası SRI’nın beyin takımıyla 50.703 dolarlık bir anlaşma imzaladı. Görevleri, psişik güçlerin elektromanyetik kaynakları yok etmelerini önlemekti. Eğer psişikler bir başka odadaki parlayan ışığı hissedebiliyorlarsa, belki de denizaltıların çok zayıf elektromanyetik dalgalarını da fark edebilirlerdi.

Medyumların pazar değeri artıyor:

Yine de Donanma Halkla İlişkiler Bölümü kurumun psişik güçlerin denizaltıları bulmak için kullanıldığını inkâr eden resmi bir belge yayınladı. Belgede psişik-anti-denizaltı projesi şöyle tanımlanıyordu: “Bazı insanların fark edilemeyecek kadar büyük elektromanyetik dalgaları hissedebilme yetisini araştırmak.” Aslında bazı insanlar derken, medyumları; düşük seviyedeki elektromanyetik dalgalar derken de, denizaltıların elektromanyetik titreşimlerini; hissedebilmek derken de psişik güçleri kastediyorlardı.
Uzun proje raporlarında “psişik” kelimesi hiç kullanılmamıştı. Oysa SRI’nın en önemli araştırmacıları olan Harold Puthoff ve Russel Targ, dünyanın en bilinen medyumları olarak tanınıyorlar. Yapılan kontrat sonucunda SRI, son raporunu 1978’de yazdı. Raporda birçok psişikle önemli başarılar elde edildiğini iddia ediliyordu. Ama Donanma yetinmedi hatta donanma sözcüsü 1982’de yaptığı açıklamada, bu çalışmayı psişik olarak tanımlamayı reddetti.




Bu inkârların tersine, donanma en azından psişik güçleri olan 34 kişiyi denizaltıları saptaması için almıştı ve Madam Zodiac da bunlardan biriydi kod adı “Pseudonim” idi. Kontratında gizlilik ve susma koşulu bulunuyordu. Ama bir diğer medyum olan Shawn Robbins, National Enquirer dergisinde, isminin “Donanmanın medyumu” olarak geçmesine ses çıkarmadı. 1973’te New York’da Mainmondies Tıp Merkezi’nde Robbins, psişik-araştırma projesinde kullanıldı. Tipik bir deneyde, duygusal tahrik ölçüldü.
Hatta başkalarına erotik filmler izletilip, Robbins’in telapatik algı yeteneği ölçüldü. Filmlerden sonra denekler, uykuya yatırıldı ve rüyaları ya da seri göz hareketleri (REM) monitörlere yansıtıldı. Daha sonra denekler uyandırılarak rüyalarını anlatmaları istendi. Robbins’in rüyaları, filmin içeriğiyle paralel oluyordu ve filmi seyreden diğerlerinin rüyalarına uyuyordu. Araştırma ekibine göre; Robbins’in olağan dışı psişik güçleri vardı.

Testler bittikten hemen sonra, çalışmalara para sağlayan fonun yöneticilerinden birisi Robbins´i çağırarak kendisinin araştırmacı deniz subayı olduğunu söyledi. Adamın söylediğine göre donanma, düşman hedeflerine karşı Robbins’in psişik güçleriyle ilgileniyordu. Ve Robbins, anlaşmayı kabul etti. Madam Zodiac gibi ona da Sovyet gemi resimlerini ve çizelgeleri vererek, gemilerin yerini ve durumunu belirlemesini istediler.
Robbins üzerinde daha çok test yapmak istiyorlardı ama o bunu reddetti. Çünkü ondan Yunanistan’da gizli bir hazineyi bulmasını istenmişti. Yedi yıl sonra, aynı donanma komutanı, ondan Madam Zodiac projesine katılmasını ve testlere girmesini istedi. Fakat bu gerçekleşemedi, Robbins işini iyi yapıyordu ama Reagan’ın bütçe kesintisi kararıyla programdan çıkarıldı.

“Atom bombasını durdurabiliriz…”

1.Dünya Savaşı sırasında başlatılan ve geleceğin en önemli parapsikolojik araştırmaları olarak tanımlanan projelerin bütçesi Donanma tarafından karşılanıyordu. O dönemde, hayvanların psişik güçleri üzerinde yapılan bazı deneylerde martılar kullanıldı. Martılar psişik güçleri sayesinde Alman denizaltılarının periskoplarını tahrip edeceklerdi. Bütün bunlardan daha ciddi bir çalışma ise Duke Üniversitesi öğretim görevlilerinden J. Gaither Pratt’ın başkanlığında gerçekleşti.
Projenin amacı güvercinlerde psişik bir mekanizması bulmaktı. Bu tür bir buluş denizaltıların su yüzüne çıkmadan daha kolay ve uzun sefer yapabilmelerini sağlayacak, ayrıca geceleyin bombardıman yapılacaktı. Donanma bu tür çalışmalara 60’lara kadar devam etti. Fakat en önemli psişik proje, Donanma yerine Hükümet tarafından gerçekleştirildi. Donanma, 1977’de Virginia’da bir psişik mesajcı olan Dr. Charles Whitehouse’u “Hayali Görüntü Analiz İstasyonu”na aldı.
Whitehouse artık, içinde psişik enerjileri çoğaltan elektronik aletler üreten USPA adlı bir organizasyonu da içeren Birleşik Devletler Psikotronik Topluluğu´nun bir üyesiydi. Whitehouse, Donanma Araştırma ve Geliştirme Departmanı Başkanı olan Robert Skillen’e, eğer makinaya Sovyet denizaltıların bir resmi konursa yerlerini hemen tespit edebileceğini söylemişti. Skillen; “Bu yolla denizaltıların yeri bulunabilir” diyerek onay verdi.

Whitehouse, CIA ve Donanmadan birçok kişiye makinayı kullanmayı öğretti ve Donanma bu küçük siyah kutuya 5.111 dolar ödedi, Skillen, Whitehouse’un yaptığı çalışmanın övgüye değer olduğunu sürekli yineliyordu. Whitehouse, aldığı parayı yeni bir hayali görüntü analiz makinası için harcadı. Daha sonra bu makinayı kanser hastalığının tedavisi için kullandı. Kliniğinde auralarında boşluklar ya da dengesizlikler olan hastalara değişik renk kombinasyonları yönelterek onları tedavi ediyordu.
Ayrıca başka hastalıklar da auraya çeşitli renklerde ışık kombinasyonları doğrultarak tedavi ediliyordu. Whitehouse, ayrıca bu makinanın teknik kılavuzunda bazı bombaları etkisiz hale getireceğini de iddia ediyordu (Hidrojen ve Atom bombaları). Diğer hükümet ajanları, sivil yetkililer ve Hava Kuvvetleri, makinanın Atom bombasını imha edilebilmesiyle ilgilenmediler. Ama tıp dünyası ilgilendi ve doktoru, hastaları dolandırmakla itham ettiler. Sonunda Whitehouse, Tayland’a yerleşti, hayatının daha sakin olacağını düşünüyordu.

Hiper-uzay nükleer havan topu:

Donanmanın 1972’de yaptığı bu araştırma “çok gizli” bilgiler arasına girdi ve ancak 1978’de gün ışığına çıktı. Şöyle deniyordu: “Psişik araştırmalar yapan Sovyet güçlerinin er ya da geç aşağıdakileri gerçekleştirmesini bu yolla engelleyeceğiz.

A) Amerika’nın çok gizli dosya içeriklerini, gemilerimizin rotasını ve yerini, ordunun yerleşme düzenini bulmalarını,
B) Kilit noktalardaki Amerika liderlerinin ve sivil örgütlerinin düşüncelerini okumalarını,
C) Amerikalı subay ve yetkililerin ani ölümlerini sağlamalarını,
D) Amerikan uçaklarını ve uzay araçlarını uzaktan tespit etmelerini, önleyeceğiz.

Bu vahiysel tahminler, göründükleri gibi inanılmazdır. Ayrıca entellektüel gruplar tarafından da telaffuz ediliyorlardı. 1978’deki bir diğer donanma raporunda Sovyet Psikotronik silahlarının yani ruhsal yetilerin savunma ve saldırı fonksiyonlarını durdurmak için kullanılıyordu. Ayrıca raporda telapatik hipnozun Amerikan nükleer silahlarını etkisiz hale getirebileceğini belirten bir uyarı da vardı. Böylece 1981’de Hava kuvvetlerinin ordu adına savunma amaçlı psişik kalkanlar alması gündeme geldi.

Bu kalkanlar, USPA tarafından üretiliyorlardı. Çalışması için biraz kan veya karşı taraftan gerekli kişinin saçı yeterliydi. İnanılmazdı ama sanki ABD Ordusu büyücülüğe başlamıştı, Alexander’in makalesinde telapatik hipnozun büyük bir potansiyele sahip olduğu yazıyordu. Bu yetenek, karşı tarafın ajanlarını programlar hakkında bilgi almaktan alıkoyabilirdi. Üstelik Amerikan ajanları da bu metotla her şeyi bilebilirlerdi.

Söylendiği gibi: “Mançuryalılar, yaşamlarını bir tek telefon konuşmasına gerek duymadan sürdürürler” Emekli teğmen Thomas Beardan, ordunun iletişim analizcisi olarak çalışmıştı ve Sovyetlerin, bütün bunlardan daha öte silahları olduğunu söylüyordu; “Hiper-uzay nükleer havan topu” gibi… Bu psişik silahlar, stratejik noktaları tek bir atışla çöl haline getirebilirdi. Metod şuydu; tek bir nükleer patlama sınırsız şekilde evrenin her yerine naklediliyordu. 7 dönemdir senatör olan Charlie Rose bu saçma görünen iddiayı ciddi buluyor. O’na göre; Ruslar bu işin üstüne çok düşüyorlar ve Amerika bunun gerisinde kalmamalı.

Ruhsal hidrojen bombaları:

Rose, hukukçu ve tütün lobisinin liderlerinden, üstelik kendisi bilgisayarlar konusunda uzman ve Geleceğin Teknolojisi Komisyonu´nun da kurucusu. Bu aslında resmi olmayan, özel finanse edilen bir kurumdur. Rose ileri teknoloji ile ilgili birimi; füturist ve “Gelecek Şoku” adlı kitabın yazarı olan Alvin Toffler’den sonra gündeme getirdi ve Kongre´nin bu konuyla ciddi bir şekilde ilgilenmesi gerektiğini ortaya attı, gazetelerde birçok makale yayınlandı.
Uzay kolonilerinden, gen düzenlemelerinden, yumuşak enerjiden ve diğer New Age konularından söz edildi. Rose, Amerikan hükümetinin psişik silahlar için çok fazla para harcaması gerektiğini düşünmüyor. Çünkü ona göre ilk önce bu silahların nasıl bir teknoloji ile yapılması gerektiğini öğrenmek gerekiyor. Ama eğer teknolojik yapıyı anlayabilirsek, işte o zaman “Psişik Manhattan Projesi”ne ihtiyacımız olacak. (Manhattan Projesi, 1945´de atom bombası deneylerine verilen isimdir.)

Senatör, bu teknolojik bilginin ufukta olduğunu söylüyor. Rose, daha öncelerde uzak yerleri görmeyi sağlayan uzak görüş yeteneği ile ilgili olarak CIA dosyalarına girmişti. Bunu şöyle anlatıyor; “Uzak görüş yeteneğiyle ilgili inanılmaz örnekler gördüm. Bana kalırsa bu alandaki gelişmelere yakınlık göstermeliyiz, özellikle de Rusların yaptıklarına. Eğer gizli bulgulara erişebilecek psişik silahlarla donatılmış insanlar yaratırlarsa, hiç bir sırrımız kalmayacaktır.”

Rose, CIA ve Pentagon’daki şüphecilerin Amerika’nın uzak görüşle ilgili araştırmalarını engelledikleri düşüncesinde, şüphecilerin, araştırmaları engellediklerini çünkü uydu fotoğrafları kadar kesin olmadığını düşündüklerini belirtiyor ve şöyle devam ediyor; “Bana kalırsa bu ucuz bir radar sisteminden başka bir şey değil. Ayrıca Ruslar böyle önemli bir projeye sahiplerse, gerçekten başımız belada.
Bu ülke garip psişik gereçlere, lazerler arkasından bakmaya korkmuyorlarsa bizim de korkmamamız gerekir. Daha da kötüsü, yarın Ruslar bu tekniği ve bilgilerini Orta Doğu terörünün eline de verebilirler.”

Bu tür insanlar çok tehlikeli olabilirler…

California Üniversitesi psikologlarından Charles T. Tart’ın incelemesine göre; ciddi hükümet dışı araştırmacılar olası bir psikolojik askeri uygulamayı önemli buluyorlar. Amerika’daki en ünlü 14 parapsikoloji laboratuvarının on üçü Tart’ın anketine cevap verdi. Hiçbirisi bu tür psişik güçlerin casusluk alanında kullanılabileceğini reddetmedi. Üstelik bu konuda çok para harcandığını ve bilimsel insan gücü kullanıldığını söylediler.
Dördü casusluk için “olabilir”, beşi “belki”, geri kalan dördü ise “kesin” nitelemesini kullandı. Aynı oranda incelemeci ise; psişik güçlerin, fiziksel zarara, hastalığa ve hatta ölüme yol açabileceğini ya da bilgisayar türü gereçleri bozabileceğini söylüyorlar. Tart’ın araştırmasına katılan 5 laboratuar, Amerikan Hükümeti´nin kendilerine resmi yollarda parapsikolojik bilgi almak için yaklaştıklarını belirtti.

Ordunun psişik güç olarak istediği, telepatik hipnoz veya kaşık bükmek değildi. Böyle olsaydı, bunların bir gösteri tiyatrosu için hazırlandığını düşünürdük. Ciddi araştırmacılar, kendini psişik diye tanıtan Uri Geller gibi kişilerin süslü gösterilerinden sonra, düşük enerjiyi ölçen psikokinetik testlerden çok, göz yanılmalarına takıldılar. Psişiklerin birçoğu düşük bir enerjiyle bile etkilenecek basit mekanik veya elektrikli araçlarla (mikroçipler ve termometreler) uğraşmaya başladılar.
Princeton’un psişik araştırmacısı Robert John ve diğerleri bu tür kolay testlerin devamlı pozitif sonuçlar verdiğini söylüyorlar. Yani öylesine bir pşisik güç sıradan araç ve gereci kolayca etkiliyor. Aslında tüm modern silahlar (radarlar, bombalar, uçuş saldırı sistemleri, tanklar vs..), bilgisayarların düzgün çalışmasına bağlıdır.
Psişikler, bilgisayarları kontrol edebiliyorlarsa, bu tam bir nükleer kaç-göç oyununa dönüşür ve Pentagon’un gözünden kaçmamalıdır. Vietnam Savaşı sırasında Donanma, Tonkin Çölü’nde çalışan taşıyıcılardaki gizemli bombaların patlamasında psişik bir güçten şüphelendiler. Saldırı bilgisayarları bozulup, zarar vermek isterken tersini yapmış olabilirler mi? Pentagon, bunu kesinlikle bilmek istiyor.

CIA nelerle uğraşıyor?

Nükleer savaş gereçleri dizaynırlığı yapan Laurence Livenmar Laboratuarları çalışanlarından Ron Robertson’a göre; bazı hükümet yetkilileri, psişik güçleri, nükleer silahları korumak için inceliyorlar. Eğer Uri Geller psiko gücünü, kaşıkları ve anahtarları bükmek için kullanıyorsa “Laboratuar Uri Geller’in bunu yapabildiğini onaylamıştı”, bunu nükleer bombalar için de kullanabilir. Bunu yapabilmek için küçük bir noktayı birkaç santim oynatmak yeterlidir. Robertson, Pentagon’un 30 -40 psişik araştırmayı desteklediğini söylüyordu.

Bir zamanlar hükümet tarafından desteklenen araştırmalar hakkında neye inanmamız gerektiğini bilmek zordu ve bu konuda dökümanlara ulaşılamazdı. Üstelik hükümetler, özel olarak desteklenen psişik araştırmalarda bile eğlencelik bir iş yapıyor gibi davranırlar.
Örneğin, Joel S. Lawson’u ele alalım. Lawson, Donanma Elektronik Sistem Departmanı’nın basın bölümündeydi ve şöyle demişti: “Ben her zaman duyudışı algılamanın denizaltılarla savaşmak için tek yol olduğuna inandım.” Lawson, donanmanın içinde psişik silahları açıkça tartışmaya istekli çok az kişiden biriydi. Stanford Araştırma Entitüsü ile yapılan iki kontratta, hükümet sözcüsüydü. İki proje de bu fikirlerin fizibilitesinin test edilmesine yöneliktiı.

Lawson, artık konuşmuyor ve röportaj vermiyor. CIA´in 1952 yılı kayıtlarından alınan ve 1978’de ortaya çıkan bilgiler, psişik araştırmalara hız verilmesini ve pratik uygulamalar yapılmasının gerekliliğini, deneyler sırasında kesin bir dikkat ve hiçbir bilgi sızdırılmamasının istendiğini göstermiştir. Psişik araştırmacılar Stanley Krippner ve Shawn Robbins, yapılan araştırmalar için gereken paranın yarısının CIA tarafından karşılandığını, yedi yıl kadar sonra öğrendiler.
Bunu bir magazin makalesinden öğrenmişlerdi, saklama ve sessizlik politikası, 70’lerin sonuna kadar bu fonu gerçekleştiren görevlilerin sorumluluğunda sürdürüldü. Sorumlu kişi, hükümetin utanmak istemediğini ve ilgilenmeleri gereken başka şeylerin de olduğunu söyledi.

Şu anda neler oluyor?

Psişiklerden, paranın nereden geldiğini saklamak özel sorunlara yol açabilirdi. Eğer psişikler gerçekten yeteneklilerse, gerçeği telepatik olarak ya da dökümanlardaki psişik parmak izlerinden öğrenebilirlerdi. Diğer yandan psişikler, ipuçlarını yakalayamazlarsa, bu da onların gerçekten yetenekli olmadıklarını gösterirdi. Böylece bunca paranın boşa gittiği ortaya çıkardı.
CIA, bu karmaşayı çözmek için iki aracı kullandı. Bu kişiler, CIA ile olan bağlantıyı ve araştırmanın arkasındakileri biliyorlardı. Bu çift taraflı körlük sistemi önlemleri pek de normal sayılmaz. Aslında böyle bir anlaşma sistemi birçok tehlike yaratabilirdi. Hükümet hala psişik araştırmaları finanse ediyor mu?

Reagan dönemi Beyaz Saray sözcüsü Barbara Honegger, Ulusal Güvenlik Departmanı’nın uzak görüş olayını bir takım kodları bulmak için kullandığını söylüyor. Ulusal Güvenlik Departmanı´nın bilgisayarları trilyonlarca kod kombinasyonu içerse de daha güvenli kod kırıcılara daima ihtiyaçları var. 1977’de Donanma´nın Araştırma ve Geliştirme Bölümü´nde asistan sekreter olan Samuel Koslov, Donanma´nın, Stanford Araştırma Enstitüsü´yle ELF ve Beyin Kontrolü çalışmalarıyla ilgili bir kontratı olduğunu öğrendi (ELF, çok düşük frekansta radyo dalgalarıdır).
Çünkü insan beyni çok düşük frekansta elektrik dalgaları yayar. Bilim adamları bu dalgaları psişik bir metotla güçlü sinyallere çevirirlerse, yakınlardaki insanların beynini etkileyerek hipertansiyona yol açılabileceğini ve ani ölümle sonuçlanacağını düşünüyorlar. Ama beyin kontrolü etiketi Koslov’u üzmüştü, bu yüzden Donanma´nın finanse ettiği tüm psişik çalışmaların durmasını emretti. SRI ile olan kontrat iptal edildi ve diğer projeler beklemeye alındı.

Buna karşın beyindeki düşük frekanslı radyo dalgalarının insan beynine olan etkilerini araştırma projesi çok geliştirildi ve finanse edildi. Psişiklerin, bilgisayarları sabote edip, tüm gizli bilgileri ele geçirebileceği endişesi, Kongre´de açıkça gündeme geldiğinde psişik savaş yarışının başlayacağı düşünüldü. Ama şüpheciler “hayır” diyorlar. Onlara göre bu olaylar, fazla pahalı bir zaman öldürme işinden ileri gidemezdi. Koslov, psişik silahlar lafı geçtiğinde bile rahatsız oluyor.
Ona göre bu tür tartışmalar, insanları sonuçsuz bir sürek avına iter. Bunu şöyle dile getiriyor; “Eğer Sovyetler bu aptalca şeylere bu kadar çok para döküyorlarsa, bunun nedeni kendi gazetelerinde bizim psişik araştırmalar yaptığımızı duymuş olmalarıdır. Size bu konuda çok fazla gazete küpürü gösterebilirim.” Basın, Parapsikoloji hakkında Rusya´da bile haber çıkarıyor.
Fakat tüm bunlar sansasyonel ve magazin boyutunda. Yine de Parapsikoloji, hem Amerika’da hem de Rusya´da gündemdeki bir konu. Resmi Rus ansiklopedilerinde Parapsikoloji, şu şekilde tarif ediliyor; “Bilimsel olmayan idealist akım”. Bu tür bir tanım sadece Stalin devrinde vardı.
Oysa günümüzde çok ciddi bazı bilim adamları Parapsikolojinin önemli buluşlar yapacağını düşünüyorlar ve bu tür düşünceler sonsuza kadar yadsınamaz. Kısacası gelecek, insan yeteneklerinin ötesinin keşfedileceğinın ve kullanılacağının haberini yollamaktadır. Askeri ve politik alanın dışında kalan alanlarda, olumlu olarak pşisik güçlerin tam olarak tanınmış, denenmiş ve yönlendirilmiş kullanımı yeni bir dünyayı...