Bu durum fiziksel Dünyanın üzerinde akılla algılanamayacak sadece sezilebilecek bir dünyaya geçmektir.
“Ölüp dirilme, Şaman olmanın ana teması, ana hattıdır… Hiçbir Şaman ikinci kez doğmadan Şaman olamaz.”
Şaman adayına verilen ilk mesaj Şaman hastalığıdır.
Bundan sonra eğitimler başlar. Ardından ölüp yeniden dirilme ritüeli gerçekleştirilir.
Ancak bu ritüeli reenkarnasyonla karıştırmamak gerekir. Çünkü Şaman kendi vücuduyla dirilir, başka bir vücutta değil.
Ritüel ölüm;
Şaman adayının ilme vakıf olmasıdır, yani sırra ermesi.
Daha açık söylemek gerekirse, sırları dışarıdaki insanlara kapalı olan Şamanlık kurumuna dâhil olabilmek için ritüel ölümün gerçekleşmesi gerekir.
Bu durum Şaman adayının bir alt aşamadan bir üst aşamaya ruhsal olarak geçişidir.
Ritüel ölümde ölen, Şaman’ın vücudu değil ruhudur. Çünkü ruhlarla irtibata geçen, onlarla pazarlık yapan ve onları yönlendiren vücut değil ruhtur.
Ancak buradaki açıklamalarımızdan, Şamanların toplumda –ilimleriyle ve yetenekleriyle– dışarıya kapalı bir sınıf teşkil ettiklerini düşünmek yanlış olacaktır. Çünkü bir Şaman, kamlık ettiği sürece bir Şaman’dır. Geri kalan zamanlarda o da toplumun bir ferdidir.
Şaman, ritüel ölümle “başlangıç zamanından beri mevcut olan ruhlar hakkında bilgi edinmiş, gizli bilgilerin kaynağını görmüştür.
Bu bilgi kaynağı bilime kapalı; duygulara, sezgilere, ruhî yaşantılara açıktır.
Bütün faaliyeti boyunca Şaman, edindiği kozmik bilgilerden yararlanır ve yönettiği ritüellerde toplumu kozmik kaynaklı bilgilerle tanıştırır.”
Ritüel ölümden sonra Şaman, yeni bir statüye geçmiş, manevi dünyanın temsilcisi haline gelmiştir.
**************************
Ritüel ölüm, İslam dâhilinde de kendine yer bulmuştur.
Şöyle ki; sufîlerin ölmezden evvel ölmek olgusu ve Alevî-Bektaşîlerin “İki kez doğmayan hakkın sırrına erişemez” öğretisi buna delildir.
Zaten tasavvufta “ölmeden önce ölmek” insan-ı kamil (olgun insan) olmanın gayesidir.
Ölmeden önce ölmek veya başka bir deyişle varlık aleminde yok olmak içimizde bulunduğumuz maddi dünyadan çıkıp bambaşka bir aleme geçme durumudur.
Zaten yukarıda da belirtildiği gibi tasavvufta insan-ı kamil olanlar, alemin sırlarına ulaşmış olup diğer insanların bilmediği hakikatlere erişirler. Kısaca onlar diğer ölümlülerden farklıdırlar.
MEVLANA'nın Mesnevi'sinde de ,PAPAĞAN VE HİKAYESİ " Ölmeden Önce Ölmek " Yani tasavvufta hedef olarak gösterilen fânîlik; arzu istek ve ihtirasların esâretinden kurtulup hafiflemek, bedenin ve maddenin bağlarından sıyrılıp rûhî-mânevî bağımsızlığa kavuşmak üzerinedir :
Papağanın Hikayesi(Ölmeden Önce Ölmek)
Bir tacirin bir papağanı vardı. Kafeslere mahkum edilmiş güzel bir kuştu. Bir gün tüccar Hindistan'a gitmek için yol hazırlığına başladı. Kölelerinin, cariyelerinin her birine ayrı ayrı :
- "Sana Hindistan'dan ne getireyim ne istersin?" diye sordu .
Her biri ayrı bir şey istedi.
Tüccar papağanına da sordu :
- "Ey güzel kuşum sana ne getireyim sen Hindistan'dan ne istersin?" dedi.
Papağan :
- "Oradaki papağanları görünce halimi anlat ve de ki falan papağan benim mahpusumdur, ben onu kafeste besliyorum. Size selam söyledi. Ben gurbet ellerde kafeslerde sizin hasretinizle can vereyim, siz serbestçe ağaçlıklarda kayalıklarda dolaşın bu reva mıdır? Hiç değilse bir seher vakti ben garibi de hatırlayın ki ben de birazcık mutlu olayım, dedi." de. Başka bir şey istemem." dedi.
Tüccar kervanını hazırladı yola koyuldu. Günler geceler boyu yol gitti nihayet Hindistan'a vardı. Giderken birkaç papağan gördü kayalıklara konmuş, bekliyorlardı, atını durdurup seslendi:
- "Ben falan memleketten filan kişiyim ticaret yapmak için buralara geldim. Benim bir papağanım var size selam söyledi ve böyle böyle dememi istedi." dedi.
Tüccar sözlerini bitirir bitirmez o papağanlardan birisi titredi, nefesi kesildi düşüp öldü.
Tüccar bu haberi verdiğinden dolayı bin pişman oldu.
- "Ne yaptım, bu zavallı kuşun ölümüne sebep oldum. Galiba bu benim kuşumun bir yakını, candan seveni olsa gerek." diye düşündü.
Aradan bir hayli zaman geçti tüccar alışverişini bitirip memleketine döndü. Herkesin istediğini bir bir verdi.
Kuş kafesinde bu olanları seyrediyordu. Sonunda dayanamayıp tüccara sordu :
- "Benim istediğim nerede. Hem cinslerimi, papağan zürbelerini gördün mü, ne söyledin, ne gördünse bana anlat beni de mutlu et. " dedi.
Tüccar :
- "Sevgili kuşum kusura bakma fakat söylemesem daha iyi olacak sanıyorum, çünkü hala o saçma sapan haberi götürerek yaptığım akılsızlığa ve cahilliğe yanmaktayım, onun için anlatmasam daha iyi." dedi.
Papağan ısrar etti ; bunun üzerine tüccar istemeye istemeye olanları anlattı :
- "Tarif ettiğin yere varıp dostların olan papağanları görünce senin söylediklerini ve selamını söyledim içlerinden biri buna dayanamadı üzüldü titredi ve hareketsiz kaldı, öldü patladı dayanamadı öldü gitti." dedi. Bunu görünce çok pişman oldum fakat nafile bir kere söylemiş bulundum." dedi.
Tüccarın sözlerini duyan papağan kafesin içinde titredi hareketsiz kaldı ve biraz sonra düşüp öldü.
Tüccar bunu görünce aklı başından gitti ağlayıp sızlamaya başladı, külahını yere vurdu.
- "Ey güzel sesli kuşum sana ne oldu neden bu hale geldin, ben ne yaptım başıma ne işler açtım." diye dövündü. Ağladı ağıtlar söyledi. Sonunda ölü papağanı kafesten çıkarıp pencerenin kenarına getirdi, getirir getirmez papağan hemen canlanıp uçtu bir ağacın en yüksek dalına kondu.
Tüccar şaşırıp kaldı .
- "Ey güzel kuş bu ne iştir bu ne haldir, bana anlat, bu hileyi nasıl öğrendin de beni kandırdın." dedi.
Papağan konduğu yerden seslendi :
"Sevgili efendim o Hindistan'da gördüğün papağan benim selamımı alınca düşüp ölmüş gibi yaparak bana bu haberi gönderdi. "Eğer kurtulmak istiyorsan öl!.." dedi. Ben de gördüğün gibi onun dediğini yaparak hapisten kurtuldum.
KISACA ÖLDÜM KURTULDUM KAFESLERDE TUTULMAKTAN." dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder