18 Kasım 2017 Cumartesi

Tanımak.

Bir sabah adamın biri beni görmeye geldi. 
Ve “ Sen ermişsin,” dedi.
“Haklısın,” dedim… 
O orada otururken, bana karşı olan bir adam geldi ve o da; 
“ Sen şeytan gibisin,” dedi. “
Haklısın,” dedim. 

İlk adam biraz endişelendi. Ve araya girdi: 
“Nasıl yani? Bana haklısın dedin. Bu adama da haklısın diyorsun. …
İkimiz birden… Haklı olamayız.” 

Konuşmaya başladım. 
“Sadece ikiniz değil, milyonlarca insan benim hakkımda haklı olabilir. 

Çünkü benim hakkımda söyledikleri her şeyle, aslında kendilerini anlatıyorlar. 

Beni nasıl bilebilirler? 
Bu imkânsız. 

Onlar daha kendilerini tanımamış. 

Söyledikleri her şey kendi yorumları.” 

Bunun üzerine adam sordu: 
“ O zaman sen kimsin? 
Eğer benim yorumum, senin ermiş olduğun ise, onun yorumu senin şeytan olduğun ise, 
sen kimsin?”

“ Ben sadece kendimim. 
Kendim hakkında bir yorumum yok. 
Buna bir ihtiyaç duymuyorum. 
Sadece kendim olduğum için, bu ne anlama gelirse gelsin çok mutluyum.
Kendim olmak bana yetiyor.”  

Bhagwan Shree Rajneesh

Doğa ..

"Zorluklar ve acılar senin bütün olma yolunda geçireceğin sınavlardır. 

Bunun farkına vardığında yaşamın kendisi insanın öğretmeni olacaktır. 

Her kriz, her düşüş ve her zorluk hem kusursuz, hem de eşsizdir..."

Stefano D'Anna
 

Çekim..

Galaksi veya gök adalar (Kendi kendine dönen sistemler) 

Kütleçekim kuvvetiyle birbirine bağlı yıldızlar yıldızlararası gaz, toz ve plazmanın meydana getirdiği yıldızlararası madde ve şimdilik pek anlaşılamamış karanlık maddeden oluşan sistemdir. 

Tipik galaksiler 10 milyon (cüce galaksi) ile bir trilyon (dev galaksi) arasındaki miktarlarda yıldız içerirler ve bir galaksinin içerdiği yıldızların hepsi o galaksinin kütle merkezini eksen alan yörüngelerde döner. 

Galaksiler çeşitli çoklu yıldız sistemlerini, yıldız kümelerini ve çeşitli nebulaları da içerebilirler.

Çevresinde gezegenler ve asteroitler gibi çeşitli kozmik cisimler dönen Güneş, Samanyolu galaksisindeki yıldızlardan yalnızca biridir.

Gözlemlenebilir evrende 100 milyardan (1011) fazla galaksi olduğu sanılmaktadır

Karanlık madde, henüz çok iyi bir şekilde anlaşılamamış olmakla birlikte, öyle görünüyor ki, galaksilerin çoğunun kütlesinin yaklaşık % 90’ını karanlık madde oluşturmaktadır 

Gözlem verileri bazı galaksi merkezlerinde dev kara deliklerin mevcut olabileceğini ortaya koymaktadır. Anlaşıldığına göre, Samanyolu galaksimiz da çekirdek kısmında böyle bir karadelik içermektedir

(Grafik tipik bir spiral galaksinin dönme eğrisi gösteriyor:

(A)tahmin edilen

(B)gözlenen 

Bu eğriler arasındaki fark genellikle karanlık maddenin varlığına atfedilir)

17 Kasım 2017 Cuma

Başına..

Bilge insan her zaman yalnız bulunabilir.
Aciz bir insan her zaman bir kalabalığın içinde bulunabilir...


Düzen..

Sanal dünyalarda tutsaklaştırılmak / “Dijital Kölelik” üzerine.... Ama belirteyim ki yazı bir ironi olarak o sanal dünyadan alıntı "Günümüz dünyasında kapitalizm insanı yalnızlaştırma paradigmasını dijital kapitalizme çevirerek içini boşalttı. Son yirmi yılda tenasüh eden bu yeni düzen Microsoft Bill Gates’in Windows yazılımıyla dünyada her eve girme vizyonuyla bezendi; doymadı, her ev yetmez dedi. Apple, Steve Jobs’un İphone’u ile her cebe girdi buda yetmedi kendi sanal sosyal düzensizlik düzenini oluşturarak insanlara yeni sosyal medya iletişimiyle kendi kendini teşhir eden objeler haline getirdi. Mark Zuckenberg’in Facebook’u ve Twitter gibi mecralarla donattı.

Oda yetmedi Google siyah fiber optic kablolarla korkunç bir altyapıyla tasarladığı Youtube ile 
dünya medyasını kontrol etmeye soyundu; 

oda yetmedi, dijital telefonlarla fotoğraf makinesine dönüşen insan Whatsapp’la cebinde taşıdığı bütün mahremini Amerikan gizli servisleri bünyesinde sınıflandırarak sesli yazılı görsel arşivler haline dönüştürülerek fişleme mekanizması kurbanı oldu. 

Ve oda yetmedi; yazılımsal botlarla turuncu devrimler, Arap baharları, toplumsal yıkımlar, devrimler, darbeler ve yeni düzenler tasarlama ihtiyacıyla milyonlarca insanı göçe, ölüme, yokluğa ve demokratik düzen paranoyası eşliğinde sefalete sürükledi.

Ve bu düzen

insanı yalnızlaştırmaya doyamadı,

milyonlarca takipçisi olan 
ama fiziki hiçbir paylaşımı olmayan anti sosyal yaratıklar türetti. 

Bunun yeni adı dijital yalnızlık.

Yada online ölüm.

Tüm dünyaya açığım 
ama devrelerim yandığı için aynı anda kapalıyım. 

Aynen e-ticaret sitelerinin sattığı ürünler formuna bürünen 
insan kitleleri 
bu mecralarda alınır ve satılır hale geldi.

Ekonomi, fiyat; arzla talebin kesiştiği noktadır der. 

Ve insan bu platformlarda arzla talebin kesiştiği merkezin
kesişim noktasına oturdu. 

Bu izim öyle damarlara zerk edildi ki

doğan her bebeğin susturma emziği, 

çocukların beyin deşarjı,

büyüklerin oyuncak makinaları oldu.

Hep beraber düzensiz düzende “lay lom”...

Kendi ahlaki ilkelerini yeşerten bu düzen dürtmeleriyle 
“like”larıyla, takipçileriyle, 
takipleriyle trend topicleriyle

insanların tuvalette bile 
kendi başlarına kalmalarını 
engeller hale geldi.

Zaten dijital kapitalizm 
kendi içinde eşittir, 

kopyala ve yapıştır.

Özgünlüğü,

sevgiyi, aşkı

ve anda var olmayı ortadan kaldırdı.

İnsanların gözlerinin ferini kaçırdı.

Her an mesaj bombardımanında kalan insanın

verecek mesajı kalmadı."

.


Matrıx.

Kendilerini dünyanın sevk ve idaresinden sorumlu gören “şeytani aklın” 21. yy’da “Dijital Tabanlı” 4. Sanayi Devrimi ve bunun üzerinden de yeni dünya dini “Transhümanizm”i gerçekleştirme projesi...Makineler artık insanlığı içine almakta, o arzu ettikleri bütünleşmeye doğru mekanik veya organik implantlarla makine/ organizma melezleri cyborg bedenler, verilecek nanorobotların mevcut nöronlarla etkileşmesi ile direk bilgisayar ortamında çalışan beyinlere -ama bu arada üreme fonksiyonu sona ermiş nesillere *dönüşmekte belki de.. Zira Transhümanist evrimin yeni rotası bu...Bu bana mitolojideki Kimeraları hatırlatıyor .Şimdi bile "Tüketiciyi" amaçlayan modern kitle kültürü , protez uygarlığı, insanların ruhlarını sakatlamakta, insanın varlığı ile ilgili önemli soruları için engel oluşturmakta , gün gelecek ki sibernetik uygulamalar sonucunda insanlar ya bu makine kapanına girer hale gelecek ya da uymayanlar yok edilecek.Bu transhümanizm aslında yeni bir Din , diğer dinler gibi ölümsüzlük vadediyor. Doğal seçilime karşı olan Teknolojinin biyolojinin yerini alacağı ve bu süreçte hastalığın, yaşlanmanın ve ölümün fethedileceği inancını vermeye çalışıyor. Burada ölümsüzlük için vücudun dışına çıkma / matrikse dahil olma ; makinenin içine girmekten ibaret sadece....

16 Kasım 2017 Perşembe

Hisset

“ Yaslan şimdi geriye… Aç kalbini… 
Derin bir nefes al… Bırak herşeyi
Bırak sorunlarını… Borçların dertlerin bırak kendi başının çaresine 
baksınlar… Sevgilinden ayrılmışsın, ya da bulamamışsın bir türlü 
beyaz atlı prensini, ya da kraliçeni… sal gitsin… 
Sen şimdi burada benimlesin… Yaslan… Evet öyle… derin nefesler al… Nefes verdikçe rahatlıyorsun. Çok iyi… 

Şimdi tanrının öyküsünü anlatırken dudağında hafif bir gülümseme ile tadını çıkar… ‘Benim öykümle tanrının ne alakası var’ diyorsun… Var evet, hem de çok.. 

Kadınsın ya da erkek… yaşın önemli değil, her fizik yaşta olabilirsin. Bu zamana kadar yaşadıklarını (daha da öncesini) biliyorum. Nasıl diye sorma… Bu senin öykündür… Şimdi seninle başlangıca gideceğiz…

Hatırlıyor musun? Ne başlangıç ne de sondaydın. Sadece vardın. 
Vardın, düşünüyordun, var olduğunun farkındaydın; hatta farkında olduğunun da farkındaydın. Sadece vardın. Ve bir gün bu durumdan canın sıkıldı… hatırladın mı? 

İşte o zaman sen kim olduğunu, ne olduğunu anlamak için ait olduğun yerden kopman gerektiği sonucuna vardın… büyük bir Işık parçası ait olduğu yerden kopup yuvayı terketti… bir çok ışık partikülleri olarak yaratığınız perdenin diğer tarafına geçtiniz… şimdi yüzmilyarlarca olmuştunuz… ama yine de bir ve TEK. 

Ah, o ne kaostu… Ne panik, ne korku… Neredeyiz, şimdi ne olacak 
soruları… Sorduklarında senin gibi şaşkın ve onlarda bir cevabın 
peşindeydiler. Sonra bir şey keşfettin… uzayı, yani boşluğu 
yaratabildiğini… şimdi hep birlikte bol bol uzay yaratıyordunuz. Sonra Işık ve karanlığı yaratarak bunlarla oynamaya başladınız. Boşluğa karanlığı koyuyor, onun üzerinde ışığı gezdiriyordunuz… ışığın karanlıkta bir yerden bir başka yere gittiği süre… işte zaman da böylece ortaya çıkmıştı… 

Şimdi elinde enerji, zaman, uzay, ışık ve karanlık vardı… Samanyolunu yarattın… Gezegenleri… yıldızları… Ayı ve Güneşi… Kimi zaman anlaşmazlığa düşüp bazı yıldızları ve gezegenleri parçaladığınızda oluyordu.

Dünya çok sonraki basit bir calışmanızdı… Enerjilerinizi Gaia’ya 
aktardınız… Bütün canlılar gelişmeye başladı… Hayatı başlattınız. Ne güzel, … yaratmanın hazzı ne hoş… 
Acaba bu yaratının içine girmek nasıl bir şey olurdu? Ve bedenler yaratarak yaşama girip çıkmaya başladınız. Bu başınızın belaya girmesinin başlangıcıdır…(mizahi anlamda tabii ki de ) 

Sınırsız ve sonsuz bir varlık olan sen, yaratmış olduğunuz sınırlı ve sonlu madde içinde, mekan, uzay, zamana hapsolmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimlemenin hazzına vardın. Ölümün, acının, zevkin, coşkunun, kederin, ayrılığın, mutluluğun ve korkunun; bütün duyguların nasıl bir şey olduğunu tek tek deneyimleyerek genişliyor, öğreniyor , bilgileniyor ve de hatırlıyorsun

Geride kalan büyük parçan, yuva, ya da senin tanrı dediğin büyük Ruh… sen O’nun gözünün bebeğisin. O’nun bütün niteliklerine sahipsin. Çünkü Sen O’nun parçasısın… 

O şimdi senin bütün oyunlarına bakıp tebessüm ediyor. Sen 
savaşırken, severken , ağlarken, acı çekerken 
o tebessümle seni izliyor. Bilgilenmen için kendine verdiğin bütün tecrübelerden dolayı seni kutluyor… sen bütün tecrübelerini onunla paylaşıyorsun… Sen O”na hizmet ediyorsun…yaptığın herşeyle…ol'duğun herşeyle…

Sınırsız, sonsuz ve ölümsüz olan sen… yaşamdan yaşama geçerek gelişip büyürken unutma; sen Tanrı’nın dünyada iş gören eli, gören gözü, yürüyen ayağı, konusan ağzı, seven kalbisin…… 

Sev kendini her şeyin ötesinde ve sınırsız. İste o zaman açtığında gözünü gördüğün diğer Sen’lere sevgiyle dokunacaksın… 
ve anlayacaksın niye yanarmış Yunus… 
ne diye evrenle bir olup dönmüş Mevlana…

Ve artık bil ki, kendini sevmek Tanrı'yı sevmektir. 
Kendini bilmektir asıl olan.
İşte budur bütün öykü… 

Ben kim miyim? Öyküdaşın, seninle aynı yolda 
olan diğer yanın!..“

Alıntı


Zaman..

Tarih içinde zamanımızın paradoksunu şöyle sıralayabiliriz:

Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.

Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.

Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.

Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.

Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla tv izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.

Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.

Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik.

Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık. aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik. daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.

Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik. daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.

Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz. koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.

Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.

Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız. Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.

Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür. Paylaşmak özel ve güzeldir, yaşamı paylaşmak, özel gün ve anları paylaşmak, değer verip değerinizi bilen birileri olduğunu bilmek, onunla paylaşmak ne kadar lüks artık. Onu bulmak ve kaybetmemek, dostluğu, sevgiyi, hüznü paylaşmak, ne güzeldir tüm bunların tarihe karıştığı bir dönemde elde etmek ve yaşamak...

Dr. Bob Moorehead



Bakış açısı..

Bir gün Ali, öğretmeni Ayşe Hanım'a giderek dersten sonra kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Öğretmen kabul etti ve sordu:
- Sorun nedir Ali?
- Ben bu sınıfın düzeyine göre fazla zekiyim. Bir üst sınıfa geçmek istiyorum.
İstek konusunda bilgi verilen müdür, Ali'ye bunun için bir testten geçmeyi isteyip istemediğini sordu. Ali tereddütsüz kabul etti ve test başladı.
- Söyle bakalım ali: 3x4?
- On iki
- Peki 6x6?
- Otuz altı müdür bey
- Japonya'nın başkenti?
- Tokyo.
Ve test bir saat sürdü, Ali hiç hata yapmadı. Test sonunda Ali'nin öğretmeni de soru sormak istedi. Ali ve müdür bu isteği kabul ettiler. Öğretmen sorulara başladı:
- İneklerde dört tane, bende iki tane olan nedir?
- Bacaklar öğretmenim!
- Doğru! peki; senin pantolonunun içinde olup, benim pantolonumun içinde olmayan nedir?
Müdür bu soruya çok şaşırdı.
- cepler öğretmenim.
- Kadınların tüylerinin en kıvırcık olduğu yer neresidir?
Velet tereddütsüz yanıt verdi:
- Afrika'dır öğretmenim.
- Yumuşak olup, kadınların ellerinde sertleşen nedir?
Müdür gözleri fal taşı gibi açılmış tam konuşacakken ali yanıtladı:
- Tırnak cilası.
- Peki. bekâr bir kadına göre evli kadında daha geniş olan nedir?
Müdür kulaklarına inanamıyordu.
- Yatak öğretmenim.
- Kadın vücudunda en nemli organ hangisidir?
- Dil öğretmenim.
Nefes nefese kalan müdür, testi bitirmeye karar verdi ve şöyle dedi: "Değil bir üst sınıfa, ben bunu doğrudan üniversiteye göndereceğim. Çünkü ben bütün sorulara yanlış cevap verdim!"



15 Kasım 2017 Çarşamba

Rüya ve yaşam..

Gerçek olan ile imajinatif olan asla karşılaşamaz. Onlar farklı planlardaki iki farklı deneyim düzenidir ve burada ne kadar derin bir anlamın yattığını görmeye başlamak bile bizim için çok uzun zaman alır. İmajinatif insan ve gerçek insan, imajinatif kadın ve gerçek kadın kadar farklıdır. Buna rağmen, en çok imajinasyon içinde yaşarız, imajinasyon üzerinden bir araya geliriz ve bu, söz konusu herkes için çok tüketici bir baş belasıdır. Buna rağmen, her şey olabileceği tek şekilde oluşur çünkü bizi yöneten ve her şeye müdahale eden bu resimleri görmeyiz. Sadece şuurlu olmak mekanikliği değiştirebilir.

Maurice Nicoll


Mana..

Anlamın nasıl azalıp çoğaldığına dikkat etmişsinizdir. Nesne değişmez ama anlamı değişir. Bir şeyden bıkarsınız ve sonra, o kadar da kötü olmadığını düşünüp ona geri dönersiniz. Tüm bunlar anlam dünyasında olur, dışsal duyular dünyasında değil. Görüyorsunuz ya, aslında psişik bir dünyada, görünmeyen bir dünyada yaşadığımız ve aslında birbirimiz için görünmez olduğumuz söylendiğinde, bu bir abartma değildir. Anlam değişikliklerini kendi içinizde gözlemlerseniz, görünen nesne ve onun anlamının farklı şeyler olduğu sonucuna varabilirsiniz.

Maurice Nicoll

Mevlana..

Tanrı ona dedi ki: “Ben dilim, sen vücutsun. Ben senin hislerin, memnuniyet ve gazabınım,
Yürü! Benimle duyan, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek? Bizzat sır sensin.
Sen mademki hayret âleminde “Lillâh” sırrına mazhar oldun, ben de senin olurum. Çünkü “Kim, Tanrı’nın olursa Tanrı onun olur.”

Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben aydın ve parlak bir güneşim.
Her nerede bir çırağlıktan parlasan orada bütün âlemin müşkülleri hallolur.
Güneşin bile gideremediği, aydınlatamadığı karanlık, bizim nefsimizden kuşluk çağı gibi aydınlanır.
Âdem evlâdına esmasını bizzat gösterdi. (Âdem’i, isimlerine mazhar etti); diğer mevcudata esma, Âdem’den açıldı.
Nurunu, istersen Âdem’den al, istersen ondan…şarabı, dilersen küpten al, dilersen testiden!

Çünkü bu testi, küple adamakıllı birleşmiştir; o iyi bahtlı testi, senin gibi zâhiri zevklerle şad değil, hakiki neşeyle neşelenmiştir.

Hazreti Pir Mevlana  (Mesnevi - C.I, 1937-45)


14 Kasım 2017 Salı

Zehir etkisi..

____Zehirli Düşünceleri Nasıl Şifalandırmalı / Sandra Ingerman____
"Adına ruh dediğimiz – benim “derimizin altında kim olduğumuz” 
olarak adlandırdığım – görünmeyen bir boyutumuz var. 
Kendimizin bu parçasını göremiyoruz 
ama bedenimiz ve zihnimizle birlikte tüm varlığımızı oluşturuyor. 
Fiziksel dünyada diğerleriyle etkileşime girdiğimizde 
görünmeyen bir enerji alışverişi de meydana gelmekte. 
Diğerlerinin davranışlarını anlatmak için kullandığımız bazı deyişler şöyle: 
Dayak yemiş gibi hissettim.
Düştüğünde tekme yedi.
Beni sırtımdan hançerledi.
Gözlerinden alevler fışkırıyordu.
Sözleri kurşun gibiydi.
Şiddet enerjisi 
görünmeyen, psişik düzeyde hareket eder 
ama hem fiziksel hem de duygusal sağlığımızı etkiler. 
Enerji hissedilebilir bir şeydir. 
Öfke veya korkuyla dolu bir çevrede yaşar 
veya çalışırken kendimizi hiçbir düzeyde iyi hissedemeyiz.
Tüm yerli kültürleri enerjiyi, mesela öfkeyi göndermek ile ifade etmek arasındaki farkı anlar. 
Biri öfkesini ifade ettiğinde, 
öfke hissinin varlığını kabul ediyordur 
ama bu öfke karşıdakine zarar verebilecek güce veya harekete sahip değildir. 
Yalnızca görünür düzeyde olanların varlığını kabul ettiğimiz 
kendi kültürümüzde ise, 
bu diğer farkındalık düzeyinin varlığını inkar ediyor 
ve verdiğimiz zararın farkında olmadan, 
düşüncelerimizi bilinçsizce “zehirli oklar” halinde gönderiyoruz.
“Düşünceleri göndermek”  
deyimini kullanıyoruz 
ama nasıl düşünceler gönderiyoruz?  
Diğerlerine gönderdiğimiz düşünceler 
sevgi, şefkat, bağışlama ve sevecenlikle mi dolu? 
Yoksa nefret, öfke ve korkuyla mı?
Duygulara sahip olmanın 
ve duyguları ifade etmenin 
insan olmanın bir parçası olduğunu anlamak önemli.
Yapılan araştırmalardan biliyoruz ki 
ifade edilmeyen duygular 
hastalıklara neden olabilir. 
İnsanlar olarak, 
sevgi ve sevinçten korku veya öfkeye kadar çeşitli duygulara sahip olmak 
ve bunları ifade etmek hakkımız. 
Duygularımızı ifade etmek kendimizi canlı hissettirir.

Aynı zamanda, 
ne tip durumlar ve etkileşimlerin 
bizi tetiklediğine bakmamız da önemli. 

Tepkiyi durdurmalı 
ve duygularımız ve düşüncelerimizi ifade ederken 

aynı zamanda onları gezegen için şifalandırıcı olan
pozitif enerjiye dönüştürmeyi öğrenmeliyiz.

Spiritüel öğretiler hep 
dış dünyanın 
kendi içsel bilinç durumumuzun bir yansımasını olduğunu öğretegelmiştir. 

Çevre kirliliğine ve dünyanın bugünkü durumuna baktığımızda 
kendi iç dünyamızın durumunu görüyoruz. 

Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsak 

kendimizi değiştirmeye odaklanmamız gerekiyor. 

Gönderdiğimiz düşünceler konusunda 

daha bilinçli olmak da buna dahil.

Şuur..

Bilinçaltının davranışlarımız üzerinde 
bilinçli zihinden çok daha güçlü bir etkiye sahip olduğuna dair 
Ünlü hücre biyologu ve genetik bilimci 
ProfesörDr Bruce Lipton 'ın bir karşılaştırması;

"Bilinçli zihnin prefrontal korteksi saniyede 40 sinir sinyali işleyebilir ve yönetebilir.

Buna karşılık beynin bilinçaltı zihnini oluşturan yüzde 90' ı saniyede 40 milyon sinir sinyali işleyebilir.

Bu bilinçaltı zihnin işlemcisini bilinçli zihnin işlemcisinden 1 milyon kat daha güçlü kılar"

Kaynak: Bruce Lipton / Balayı Etkisi

Esir..

Beden kendi ölçüsünü bilir ama zihin bilmez. 
Onun istekleri sayısız ve sınırsızdır.
Zihninizi büyük bir dikkatle,sebatla gözlemleyin. 
Çünkü tutsaklığınızın da ,özgürlüğünüzün de anahtarı onda yatar...  

Nisargadatta Maharaj


13 Kasım 2017 Pazartesi

Doğal afetler.

Başka bir sayfada yazmıştım,depremler olacak diye ve oldu..
Ardından kostarika'da oldu.
Bir süre daha devam edecek bu doğal afetler.
Asıl önemli olan Nükleer santrallere dikkat etmek gerekiyor.
Avrupa yakında küçük ama devamlı sıkıntılar olacak.Ayrıntıları vermek istemiyorum.
Yeniden yanardağ lav püskürtecek.
Yeni bir adamız olacak okyanustan çıkacak..

Kuşlar..

Aerodinamik fonksiyona sahip olması Kuş tüylerinin kuşların uçmalarını sağlayan özellikleri arasındadır , bununla birlikte yerin manyetik alanından yararlanarak yönlerini bulmalarını sağlayan oldukça gelişmiş bir "manyereseptör" (manyetik alan algılayıcısı) sistemine sahip olan kuşlarda bu tüyler bir anten türü olabilir mi gerçekten de ve bu etkisi nedeni ile de eski Mısır, Maya, İnka, Amerika Kızılderilileri ve Asya Şamanizmde de ortak bir şekilde özel yere sahip olan bu tüyler hava ve rüzgarla bağları olduğu inançları ile birlikte yerli halklarca (özellikle başlıklarda) __ telepatik iletişim__ amaçlı olarak kullanılmış olabilir mi , güç hayvanını temsil eden Şaman giysisinin bu hayvanı sembolize eden takılarla birlikte yine bu hayvanın tüylerini içermesi de bu bağlantıyı sağlamak için mi düşünülmüş olabilir acaba ya da şamanın "uçuş" denilen trans deneyiminde sıklıkla rastlanan bir öğe olan bu tüylerden başka Dreamcatcher / Düşkapanı içinde kullanılan tüyler de yine bu mahiyet için kullanılmış olabilir mi acaba bilemiyoruz tabii ... 

Göksel

____" ÜÇ -DÜNYA KOZMOLOJİSİ "____
Tengricilikdeki Üç-Dünya-Kozmolojisine şaman Davulu üzerinde de rastlarız.Üç zaman ve üç alem vardır ki bu alemlerden 
madde dünya ve daha aşağıdaki üç adet üçlü alem zuhur etmiştir.
Kozmik ağaçlar dünyanın merkezinde bulunur 
ve üç kozmik bölgeyi, yani Gökyüzü, Yeryüzü ve Yer altnı 
birbirine bağladığı düşünülür.

Çünkü ağacın kökleri yeraltına uzanmakta 
ve tepesi gökyüzüne değmektedir.

Kozmik ağaç dünyanın merkezindedir 
ve bu üç dünyayı bir eksen gibi tutar.

Bu eksenden ruhlar yeryüzüne gelir, 
ölüler ise göğe ya da yeraltına inerler.

Tıpkı Kozmos gibi kozmik ağaç'da 
her yıl ilkbahar ayında kendini yeniler 
ve bu anlamda yeniden doğuşun sembolü olarak görülür.

Şamanlar
bazen kurt bazen kartal bazen de geyik donuna girip

üç dünya arasında yolculuk yapar, 

insanların dilek ve dualarını tanrılara iletirler.

Destanlar, 
Şamanizm inancına ait üçlü dünya düşüncesinden 
önemli izler taşırlar.

Üçlü dünya sistemini oluşturan katmanlar
gökyüzü/ışıklı dünya,
yeryüzü/orta dünya
ve yeraltı/aşağı dünyadır.

Her katmanın kendine ait hâkimi, ruhları ve özellikleri vardır.

Üç kademeli evren sisteminin 
Türk halklarına ait folklor ürünlerine yansıdığı görülmektedir.

Bu âlemlerin arasındaki tek bağlantı, 
dünyanın merkezinde duran "Dünyalar Ağacı"dır.

Gök âlemi ve yeraltı âlemi'nin yedişer katları vardır 

(bazen yeraltı 9 kat, bazen de gök 17 kat olabilir).

Şamanlar bu âlemlere yolculuk yapmak için 
birçok girişler tanırlar.

Sevmek..

Yerli Bilgelik gelenekleri keşfedilmeli ,
Doğu Felsefesi ve Modern bilimsel düşünce 
geleceğe bırakacağımız miras için yeni paradigmalar oluşturabilir.

Kadim Toltek’de bir Nagual (bilge) olan Don Miguel Ruiz: 

“Bizi kendimize götürecek olan bilgi değil, bilgeliktir!” der. 

Kadim Toltekliliğin mirasçıları kendilerine Wirrarika diyorlar.

Yaşayan Toltek’ler bize bir şey öğretmek veya satmakla ilgilenmiyorlar. 

Yalnızca kendi yaşamlarını sürdürmek ve 
Geleneklerini hayatta tutmakla ilgililer, 

Yaşayan Toltek yerlilerinin mesajı şöyle ;

"Biz Güneşin çocuklarıyız ve bizim doğamız parlamaktır"

_________Don Miguel Ruiz / Ustaca Sevmek ' den ;

"Önemli olan, aldığımız bilgiyi doğru kullanabilmektir. 

Bilge olmak için bilgiyi yığmanın tek başına bir anlamı yoktur.

Bir bilgeye dönüştüğümüzde yaşam kolaylaşır. Çünkü bilgeleşince, gerçekte kimseniz o hale gelirsiniz. 

Olmadığınızı olmak; kendiniz ve başkalarını, olmadığınız gibi olduğunuza inandırmak zordur. 

Ve olmadığınızı olmaya çalışmak, bütün enerjinizi tüketir "

12 Kasım 2017 Pazar

Bilgi aktarımı..

-DNA'nın ruhsallık açısından önemi nedir? 

DNA' muazzam bir arşiv bilgisidir: 

"Mutluluklarımız,içgüdülerimiz Kuantum düzeyindedir.Her şey Kuantum düzeyinden DNA lara bilgi olarak verilmiştir.Kozmik zeka,kuantum akışı ile DNA larda şifrelenmiş ve nesilden nesile kendini ifade etmiştir."

"Milyonlarca yıldan beri yaşadığımız hayatın özellikleri, yaratıldığımızdan bu yana maruz kaldığımız yağmurlar, iklim değişiklikleri, üzüntüler, savaşlar, çoğalmalar, beslenme alışkanlıkları bunların hepsi, içgüdü, duygu ve genel davranış biçimi olarak programlanıp bir bilgisayar disketi gibi tek bir hücrenin DNA'sına yüklenerek, nesilden nesile aktarılıyor. 

DNA'daki bilgi bir arşiv bilgisidir. Ağlamaktan, üreme içgüdüsüne, ölüm korkusundan, beslenme alışkanlıklarına kadar her şey, DNA'ya kaydedilip, arşiv bilgisi oluyor. 

Örneğin, içgüdüsel olarak erkek sperm hücresi, dişi yumurtasıyla programlandıkları şekilde buluşuyor.Kendi boyutlarına göre çok büyük bir mesafeyi kat edip, gene programlandığı gibi yumurtayı bulan sperm, burgusuyla kabuğu delip içeri giriyor ve dölleme gerçekleşiyor, bunu bilerek 
yapıyor.

İki, 22 +x veya 22 + y birleşiyor. Gerçek bir hücre olup erkek ve dişinin kalıtsal şifreleri birleşerek doğacak olan canlının bütün hayatı, hangi hastalıklara yakalanıp, ne karakter ve fizik yapısına sahip olacağı, yazgısı ana hatlarıyla burada belli oluyor. 

Tabi bunu, hamilelik süresindeki diyet, geçirilen rahatsızlıklar, döllenme ve doğum anındaki astrolojik açılar da etkiliyor. Buna, biz prakriti, yani doğuştaki beden tipi (dosha) diyoruz. 

Aslında doğa insanoğluna şaşılacak kadar çok bilgi yüklemiştir. 

Örneğin, bebek doğduktan hemen sonra suya atıldığında yüzebiliyor. Fakat insanoğlu, tamamen kara hayatını seçtiği için, 6 saat içinde, bu içgüdü yok oluyor. 

Yeni doğan bebek üç temel reflekse sahiptir. Bunlardan biri yakalama refleksidir. Avucuna bir şey dokundurduğunuzda bebek hemen ellerini kapatır. 
Moro refleksiyse bebeğin (ellerini yukarı çekip bıraktığınızda kendine doğru kendiliğinden sıçrayarak çekmesi) bir süre daha devam eder, sonra kaybolur.

Bir diğeri emme refleksidir. Yanağına ve dudaklarına bir temas olduğunda, bebek başını o tarafa çevirir ve hemen emme eğilimi başlar. Kimse ona emmeyi öğretmedi, ama, binlerce senedir bu böyle. "

Genetik kodun ilahi bir yazı olduğu, DNA nın vücudun anteni olduğu varsayılır.

Bir Akaşik Kayıt olarak görülen DNA daki kaydın amacı kişisel keşif, farkındalık, karma ve yaşam dersleri olarak ifade edilir.Bu ezoteriktir

Bir çocuk doğar ve DNA tam onun kişiliğinde Akaşa enerjilerini taşır.

Evrende meydana gelen hiçbir olayın, hiçbir hareketin yok olmadığını, herşeyin iz bıraktığını ve kaydolduğunu biliyoruz. Akaşık Kayıt, bu dünyada yaşadığımız bütün geçmiş hayatlarımızın bilgilerinin tutulduğu ve saklandığı depoya deniyor. Sadece geçmiş mi? Gelecek de kayıt altında.

Çevremizde hepimizin katıldığı bir kollektif bilinç alanı var.Gerçekliğimizi oluşturan bu kollektif bilinç ,kalbimiz,düşünce gücümüz ve DNA mız aracılığı ile bize etkili olabilir.

Dr. Jacques Benveniste yaptığı araştırmalarda DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton yaydığını(ışık) ve farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladığını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan yaratıp ışık hızında yolculuk ettiğini k

DNA'mızın alkalinlerinin bildiğimiz normal lisanda kullanılan grameri takip ettiğini ve aynen lisanlarımız gibi kalıpsal kuralları olduğunu keşfettiler.

Dolayısı ile insan lisanı tesadüfen oluşmadı da, içsel DNA'mızın yansıması. Bu araştırmacı grup aynı zamanda DNA'nın titreşimsel tabiatını da inceledi. Kısaca özetlemek gerekirse "yaşayan kromozomlar içsel olarak DNA lazer radyasyonu kullanarak aynen holografik bilgisayarlar gibi çalışıyor". 

Bunun anlamı şu; deneylerde belirli frekans desenlerini lazer ışınına ayarlayıp bununla DNA frekansını etkilediler ve dolayısı ile genetik bilginin kendisini etkilediler. DNA-alkalin eşleri ve lisanın temel yapısı aynı olduğuna göre, DNA'yı deşifre etmeye gerek yok. Basit bir şekilde insanın kullandığı lisandaki kelime ve cümleleri kullanabilirsiniz. 

Yaşayan dokudaki DNA maddesi, eğer gerekli frekanslar kullanılırsa, lisana - ayarlanmış lazer ışını ve hatta radyo dalgalarına her zaman tepki verecektir. 

Bu ise düşünce ve kelimelerin, cümlelerin, enerji çalışmalarının neden hayatımızı etkileyebildiği ve neden iyileştirici neticeler elde edildiğini açıklamakta. 

Batılı araştırmacılar DNA sarmalımızdan tek genleri keserek atıp başka yerlere yerleştirirken, Ruslar ayarlanmış radyo ve ışık frekansları ile hücre metabolizmasını etkileyerek genetik yanlışlıkları düzeltiyor.

Biyofizikçi ve moleküler biyolog olan Dr. Pjotr Garjajev'in araştırma grubu bu metotla X ışınının zarar verdiği kromozomların onarılabilineceğini ispat etti. 

Hatta belirli bir DNA'nın bilgi desenini yakalayıp başka birine aktardılar, böylece hücreleri başka bir genoma programladılar.  

Mesela kurbağa embriyosunu salamander embriyosuna, sadece DNA bilgi deseninin frekansını ileterek aktardılar. 

Böylece tüm bilgi kesip biçme olmadan dolayısı ile hiçbir uyumsuzluk ve yan etki oluşmadan aktarılmış oldu. 

Tüm bunlar sadece vibrasyon ve lisan kullanarak yapıldı. 

Spritüel öğretmenler bedenlerimizin kelime, düşünce, ses ve titreşimlerden etkilendiğini ve tekrar programlanabildiğini asırlardır bilirler ancak bunun bilimsel olarak ta ispat edilmesi yolumuza daha da somut bir ışık tutmakta.

Olumlu veya olumsuz her eylem ve davranışların, DNA uzay zaman boşluklarındaki porları bilgi olarak sansürsüz, tecrit etmeden direk yüklerken, bilerek, bilmeyerek veya fark ettirmeden varlığı selamete veya karanlığa götürebileceği çok açık olarak anlaşılmaktadır. 

Hiç kimsenin bu durumda konumu ile ilgili garantisi ve sigortası yoktur ve olamaz. Kendini bilmek, varlığına, şahsiyetine veya mevcudiyetine irade ile sahip çıkmak gerekir. 

Onun için ruhsallığı anlatan, öğreten ve rehber olan bilgi ve öğretiler çok önemlidir. 

Bozulan dengelerin yeniden kurulabilmesi için uzun zaman süreçleri içinde porları pozitif bilgi ile yüklemek gerekir ki, bu durumda değişim, dönüşüm ve gelişim ruhsal rehbersiz kolay değildir, hatta mümkün değildir.

Rus bilim adamları bu kadarla kalmayıp DNA'mızın vakumda bozucu desenlere neden olabileceğini böylece manyetik solucan delikleri yaratabileceğini de keşfettiler. 

Solucan deliklerine Einstein-Rosen köprüleri de denilir, yanarak sönmüş olan yıldızların bıraktığı kara deliklerin mikroskobik eş değeridir. 

Bunlar bilginin uzay zaman dışında iletilmesini sağlayan tüneller, evrenin tamamıyla değişik bölgeleri ile oluşan bağlantılardır. 

DNA bu bilgi parçacıklarını çeker ve bizim bilincimize aktarır. Bu tarz Hiper bağlantı en çok gevşemiş ve dingin bir durumda oluşur. Stres, korku, üzüntü veya Hiper aktif bilinç hali bilginin akışını engeller ve hiper bağlantı oluşumunu engeller. Doğada Hiper bağlantı milyonlarca yıldır yapılır. Böceklerin organize hayat akışı bunu dramatik bir şekilde ispatlar.

Doğadan bir örnek ; Kraliçe karınca kolonisinden ayrılırsa, yapılanma planlandığı gibi delicesine devam eder. Şayet kraliçe öldürülürse kolonideki tüm çalışma durur. Kraliçenin uzaktan bile olsa grup farkındalığı ile işçilere imar planlarını gönderdiği belli, ölmedikçe istediği kadar uzakta olsun hiper komünikasyon sağlanır. Hiper komünikasyon insanlar arasında his, ilham, sezgi, duru görü, şifacılık olarak deneyimlenir.

“Neyle doğmuş olursam olayım bu önemli değildir. Biyolojimi, bağışıklık sistemimi ve farkındalığımı kontrol ediyorum. Tanrı beni Akaşamdaki geçmiş enerjileri sahiplenebilen ve biyolojimi ve görünüşümü ve kuvvetlerimi arzu ettiğim her şeye tam olarak değiştirebilen ilahi bir yaratık olarak yarattı.” 

Bu imkansız mı görünüyor? Tam şimdi “genlerin üstünde” nasıl düşüneceklerini” öğreten harika öğretmenler var. 

[Bruce H. Lipton – İnancın Biyolojisi, NOT: Kitap Türkçe yayınlandı]

Yakın..

Şekil,Mimar Sinan Edirne'deki Selimiye Camii'nin üç merdivenli minarelerinde de olan heliks eğrisini hatırlatıyor.

Varlık hiyerarşisinin birçok seviyesinde rastladığımız Spiraller,Hayatın genetik bilgisinin kodlandığı DNA yapısında ,bir galaksinin fotoğrafında , deniz kenarında gezerken gözümüze ilişen bir deniz kabuğunda, veya bahar günlerinde etrafımızda açan çiçekte,kasırgalarda,boynuzlarda ,iç kulak salyangozunda da vesaire...


ABD Millî Bilim Vakfı Fizik Bölümü Başkanı Rolf Sinclair'ın ifadesi ile;

‘Bu şekillerin kâinatta böylesine yoğun miktarda bulunması bende, 

her şeyi bir fizikçi veya bir matematikçi yönetiyormuş intibası uyandırıyor.’