“ Yaslan şimdi geriye… Aç kalbini…
Derin bir nefes al… Bırak herşeyi
Bırak sorunlarını… Borçların dertlerin bırak kendi başının çaresine
baksınlar… Sevgilinden ayrılmışsın, ya da bulamamışsın bir türlü
beyaz atlı prensini, ya da kraliçeni… sal gitsin…
Sen şimdi burada benimlesin… Yaslan… Evet öyle… derin nefesler al… Nefes verdikçe rahatlıyorsun. Çok iyi…
Şimdi tanrının öyküsünü anlatırken dudağında hafif bir gülümseme ile tadını çıkar… ‘Benim öykümle tanrının ne alakası var’ diyorsun… Var evet, hem de çok..
Kadınsın ya da erkek… yaşın önemli değil, her fizik yaşta olabilirsin. Bu zamana kadar yaşadıklarını (daha da öncesini) biliyorum. Nasıl diye sorma… Bu senin öykündür… Şimdi seninle başlangıca gideceğiz…
Hatırlıyor musun? Ne başlangıç ne de sondaydın. Sadece vardın.
Vardın, düşünüyordun, var olduğunun farkındaydın; hatta farkında olduğunun da farkındaydın. Sadece vardın. Ve bir gün bu durumdan canın sıkıldı… hatırladın mı?
İşte o zaman sen kim olduğunu, ne olduğunu anlamak için ait olduğun yerden kopman gerektiği sonucuna vardın… büyük bir Işık parçası ait olduğu yerden kopup yuvayı terketti… bir çok ışık partikülleri olarak yaratığınız perdenin diğer tarafına geçtiniz… şimdi yüzmilyarlarca olmuştunuz… ama yine de bir ve TEK.
Ah, o ne kaostu… Ne panik, ne korku… Neredeyiz, şimdi ne olacak
soruları… Sorduklarında senin gibi şaşkın ve onlarda bir cevabın
peşindeydiler. Sonra bir şey keşfettin… uzayı, yani boşluğu
yaratabildiğini… şimdi hep birlikte bol bol uzay yaratıyordunuz. Sonra Işık ve karanlığı yaratarak bunlarla oynamaya başladınız. Boşluğa karanlığı koyuyor, onun üzerinde ışığı gezdiriyordunuz… ışığın karanlıkta bir yerden bir başka yere gittiği süre… işte zaman da böylece ortaya çıkmıştı…
Şimdi elinde enerji, zaman, uzay, ışık ve karanlık vardı… Samanyolunu yarattın… Gezegenleri… yıldızları… Ayı ve Güneşi… Kimi zaman anlaşmazlığa düşüp bazı yıldızları ve gezegenleri parçaladığınızda oluyordu.
Dünya çok sonraki basit bir calışmanızdı… Enerjilerinizi Gaia’ya
aktardınız… Bütün canlılar gelişmeye başladı… Hayatı başlattınız. Ne güzel, … yaratmanın hazzı ne hoş…
Acaba bu yaratının içine girmek nasıl bir şey olurdu? Ve bedenler yaratarak yaşama girip çıkmaya başladınız. Bu başınızın belaya girmesinin başlangıcıdır…(mizahi anlamda tabii ki de )
Sınırsız ve sonsuz bir varlık olan sen, yaratmış olduğunuz sınırlı ve sonlu madde içinde, mekan, uzay, zamana hapsolmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimlemenin hazzına vardın. Ölümün, acının, zevkin, coşkunun, kederin, ayrılığın, mutluluğun ve korkunun; bütün duyguların nasıl bir şey olduğunu tek tek deneyimleyerek genişliyor, öğreniyor , bilgileniyor ve de hatırlıyorsun
Geride kalan büyük parçan, yuva, ya da senin tanrı dediğin büyük Ruh… sen O’nun gözünün bebeğisin. O’nun bütün niteliklerine sahipsin. Çünkü Sen O’nun parçasısın…
O şimdi senin bütün oyunlarına bakıp tebessüm ediyor. Sen
savaşırken, severken , ağlarken, acı çekerken
o tebessümle seni izliyor. Bilgilenmen için kendine verdiğin bütün tecrübelerden dolayı seni kutluyor… sen bütün tecrübelerini onunla paylaşıyorsun… Sen O”na hizmet ediyorsun…yaptığın herşeyle…ol'duğun herşeyle…
Sınırsız, sonsuz ve ölümsüz olan sen… yaşamdan yaşama geçerek gelişip büyürken unutma; sen Tanrı’nın dünyada iş gören eli, gören gözü, yürüyen ayağı, konusan ağzı, seven kalbisin……
Sev kendini her şeyin ötesinde ve sınırsız. İste o zaman açtığında gözünü gördüğün diğer Sen’lere sevgiyle dokunacaksın…
ve anlayacaksın niye yanarmış Yunus…
ne diye evrenle bir olup dönmüş Mevlana…
Ve artık bil ki, kendini sevmek Tanrı'yı sevmektir.
Kendini bilmektir asıl olan.
İşte budur bütün öykü…
Ben kim miyim? Öyküdaşın, seninle aynı yolda
olan diğer yanın!..“
Alıntı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder