29 Eylül 2018 Cumartesi

Manyetizma-----2

Manyetizmanın bütün sırrı burada saklıdır: ‘ob’un kaderselliğini ‘od’un aklı ve gücüyle yönetebilmek için ‘aur’un kusursuz dengesi yaratılmalıdır.
Kendi tutkularının egemenliğine girerek kaderin kölesi olmuş dengesiz bir manyetizmacı kaderin ışığını yönlendirmeye çalışırsa, o gür bir ormanın içinde keskin dönüşler ve uçurumlar olan bir yolda kör atın üstünde ilerleyen kör sürücü gibidir.
Falcılar, Tarotçular, durugörürler kehanetlerini ‘ob’ ile gerçekleştiren bu insanlar halüsinasyonların tebaası olurlar.
Su falındaki bir tas su, Etteila tarotu, avuç içindeki çizgiler, kahinde bir tür hipnotizma üretir. Böylece o kendisine danışan insanı kendi aptal arzularının veya tamahkar hayallerinin ışığıyla görür; kendisi herhangi bir onura ve asalete sahip olmadığı için, müşterisinin aptallıklarını görür ve ona daha büyük aptallıklar yapması için nasihatte bulunur ve bütün bunlar ona göre başarısının bir parçasıdır.
Oysa dürüstlük ve doğru davranışla danışmanlık yapan bir kart okuyucusu, çok geçmeden histerik koca karıları ve ev hanımı tipleri etrafından kaçıracaktır.
Bu iki manyetik ışıktan birincisine canlı ışık diğerine ölü ışık denebilir. Biri astral akışkan iken diğeri hayaletlere özgü fosfordur, biri aklın meşalesi, öteki rüyalardan tüten buhardır.
Herhangi bir tehlike olmadan manyetize edebilmek için kişinin içinde hayat ışığının var olması gerekir, yani o kişi bilge ve doğru olmalıdır.
Kendi tutkularının kölesi olan insan manyetize etmez, şaşırtır; büyüler; büyüsünü etrafına yayarken etrafındaki titrek daireyi büyütür, yaptığı büyüler arttıkça iradesini kötürümleştirir. O kendi etrafına ağ ören ve sonunda bu ağa tutsak düşen bir örümcek gibidir.
İnsanlık henüz aklın mutlak rolünü tanımamıştır, bugün bile her kişinin kişisel ve neredeyse her zaman kaçınılmaz olarak hatalı olan aklını bu yüce akılla karıştırmaktadırlar. Fakat kendini aldatan insan bir akıl insanı değildir, çünkü akıl hatalarımızın tam karşısında duran güçtür.
Akılla yönetilmeyen bireyler ve kitleler kaderin kölesidirler, kader halka bir görüşü benimsetir ve görüş dünyanın hakimidir.
İnsan yönetilmek, uyuşturulmak ve boynundaki ipten çekilmek ister. Herkesin hevesleri onlara erdemlerden daha çekici gelir ve büyük adam diye gördükleri kişiler genellikle aptallardır. Diojen’in kinizmi Empodekles’in şarlatanlığı kadar eğlendirir onları. Tutkularıyla çılgına dönmüş Ajax ve Capaneus’a bayılırlar, keşke Polyeucte daha çılgın olsaydı derler, birlikte intihar etmiş olan Pyramus ile Thisbe onlar için aşkın timsalidir. Halkın sevgisini kazanmak istiyorsanız, hiçbir şey anlaşılmayan paradokslar yazın. Ve dünya kendi hıncı ve kıskançlığına hapsolmuş olarak ünlü olmak için Efes tapınağını yakan Erostratus’un ismini unutturmak istemiştir, ancak ismi ona duyulan kızgınlıkta yaşamış ve sonsuza kadar hafızalarına kazınmıştır.
Aptallar da manyetize eder, daha doğrusu büyülerler, bu yüzden aptallıkları bulaşıcıdır. İnsanlar gerçek bir yüceliğin ne olduğunu bilmediği için egzotik olana kapılmayı tercih ederler. Henüz yürümeyi bilmeyen çocuklar kucağa alınıp taşınmak ister.
Vahşi davranışları hiç kimse iktidarsız insanla kadar sevmez. Tiberius ve Messalina gibi karakterleri yaratan şey onların haz alma kapasitesizliğidir. Paris’in sokaklarında sürünen Arap’ın düşü, bir haydut olmaktır ve Telemachus’un aşağılandığını görünce kahkahalarla güler.
Herkes uyuşturucu ve alkoliklerin temayüllerine sahip değildir, fakat hemen herkes ‘kafasının iyi olmasını ister’ ve kalbi tribe çıkarsa mutlu olur.
Hıristiyanlık şehitlik büyüsüyle kendini dünyaya empoze ettiği vakit, o dönemin büyük bir yazarı “İnanıyorum, çünkü saçma” dediği zaman bütün insanların düşüncelerini kağıda dökmüştü.
Bizzat Aziz Pavlus’un sözleriyle Haç’ın aptallığı o zamanlar durdurulamaz yürüyüşüne çıkmıştı. Ustaların kitapları yakıldı, Efesli Aziz Pavlus geleceğe vahşet örnekleri bıraktı.
Dünya harikaları olan tapınaklar yerle bir edildi, her biri bir sanat harikası olan putlar paramparça oldu. Birçok insan ölümün tadına vardı ve hayattan tümüyle çekilebilmek için geçici var oluşlarından kalan bütün süsleri yağmalamak istedi.
Gerçeklerden hoşlanmamak her zaman hayal sevgisiyle el ele gider. Ünlü bir mistik, Quam sordet tellus dum coelum aspicio! demiştir. Kelimesi kelimesine çevirisi şöyledir: Gökyüzüne bakınca dünya ne kadar kasvetli görünüyor! Nasıl oluyor bu? Senin anan, yani Dünya, bakışların gökyüzünde kaybolunca kirleniyor mu? Dünya semavi bir cisim değilse nedir? Belki de o seni de taşımak zorunda olduğu için kirlenmiştir? Hiç kuşkusuz, seni güneşe gönderseler, güneş bile senin kılı kırk yaran gözlerine lekeli görünür. Gökyüzü boş olsaydı, daha mı güzel bir yer olurdu? Onun güzel olmasının nedeni gündüzün dünyayı aydınlatması ve geceleyin sayısız dünyalar ve güneşlerle parlaması değil mi? Şu harika dünya, dev okyanusların dünyası, ağaçlar, çiçekler ve envai güzelliklerle dolu bu dünya sana kirli görünüyorsa, uzaya mı fırlatılmak istiyorsun yani? İnan bana, bunun için çok uzağa yolculuk etmen gerekmiyor, boşluk senin ruhunda, senin kalbinde!
Aşk hayallerini acıyla karıştıran hayale duyulan aşktır. Bize doğanın vermiş olduğu haliyle aşk, sevinç dolu bir gerçekliktir, fakat o bizim sağlıksız gururumuza doğadan daha iyi bir şey gibi görünür, anlaşılmadıklarını düşünenlerin histerik manyaklığı buradan gelir. Genç Werther’in kafasında Charlotte’un hayali ölümcül – adeta kaçınılmaz bir şekilde – bir tabancanın mermisinin şeklini alır. Akılsız aşkın sonu intihardır.
Gerçek aşk, doğal aşk, manyetizmanın bir mucizesidir. O Hermes’in asasının birbirine geçmiş iki yılanıdır. O zorunlu olarak ürer, ama varlığa, her zaman doğa yasalarıyla hareket eden akılla getirilir. Tiresias’un çiftleşmekte olan iki yılanı ayırdığı için Venüs’ün gazabına uğradığı ve erdişi olduğu rivayet edilir – bu onun cinsel kudretini nötrleştirmiştir. Sonra kızgın tanrıça onu yine cezalandırmış ve kör etmiştir, çünkü bu sefer de erkeğin hakkı olan kadını istemiştir. Tiresias ölü ışık aracılığıyla kehanette bulunan bir kahindi. Onun kehanetleri de hep kötü olaylar üzerineydi. Tiresias’ın mitolojik hikayesi, manyetizmayla ilgili burada ifşa ettiğimiz felsefeyi bütünüyle özetler.


Ses ve manyetizma.----1

Her sözcük ,ses ve renk bir manyetizmadır..O yüzden kullandığımız kelimelere ve tonuna dikkat etmeliyiz..Bilim gezegenler arası veya minerallere özgü manyetizmayı konu edinir. Hayvan manyetizması gündelik hayattan bildiğimiz ve bilimin inkâr edemediği bir şeydir. Fakat bilim bu manyetizmaya güvenmemekte ve onu kabul etmeyi haklı olarak analizin çürütülemez sentezlerle destekleneceği zamana havale etmektedir.
Hayvan manyetizmasıyla üretilen manyetik halin özel türde bir uykuyu ortaya çıkardığı ve bu uyku sırasında manyetize edilmiş olanın manyetize edenin etkisine girdiği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu tuhaf özellik içinde uyuyan kişi öyle görünüyor ki kendi hayatını bırakıyor ve sadece evrensel hayata özgü fenomenleri gösteriyor. Başkalarının düşüncelerini okuyabiliyor, gözlerini kullanmadan görebiliyor, bir yeri tanıyamadan her yeri ziyaret ediyor, renkler olmadan suretleri algılayabiliyor, zamanı kısaltabiliyor veya karıştırabiliyor, gelecekten geçmiş gibi bahsediyor, manyetizmacının daha sonra aklına gelecek düşünceleri söylüyor, hatta onun gizli düşüncelerini ifade ediyor, etrafındaki düşünen insanların düşüncelerini hafızasına kaydediyor, onları büyük bir ayrıntıyla tarif ediyor, hiç karşılaşmamış olduğu kültürlerin dilini konuşuyor, hastalıkları teşhis ediyor, çareler buluyor, bilgece nasihatler veriyor, bazen ilerideki kötü bir olayı anlatacakken acı acı ağlıyor.
Bu tuhaf ama tartışılmaz gerçekler, bizi, her ruh tarafından paylaşılan ortak bir hayat olduğu veya en azından bir aynanın önünde duran bir grup insanmışız gibi birbirimizin içine bakmayı mümkün kılan ortak bir aynanın var olduğu sonucuna taşıyor. Bu ayna, Baron Reichenbach’ın odik ışık dediği, bizim astral ışık dediğimiz ve İbranilerin hayat büyük amili olarak Od, Ob ve Aur diye adlandırdıkları şeydir.
Yönlendirenin iradesiyle kontrol ettiği manyetizmaya Od, pasif durugörüye Ob denir: kadim dünyanın kahinleri pasif astral ışıkla sarhoş olmuş durugörürlerdi. Bu ışığa kutsal kitaplarda Python’un ruhu denirdi, çünkü Yunan mitolojisinde Python onun mecazi temsilcisiydi.
Astral ışığın bu pasif ve aktif iki yönü ayrıca kaduseus yılanı tarafından da temsil edilir. Sağ taraftaki yılan Od, soldaki yılan Ob’tur, ortada bulunan hermesin asasının tepesindeki altın küre ise Aur, yani dengeli ışığı temsil eder.
Od özgür iradeyle yönetilen hayatı, Ob kaderin yönettiği hayatı temsil eder. Bu yüzden İbranilerin yasa koyucusu, Ob ile oynayanlara yazıklar olsun, onlar kaderle oynuyorlar, bu insanın özgür iradesine ve ilahi takdire aykırıdır.”
Kuşkusuz tufanın çamurunda kıvrılmış olup güneşin oklarıyla vurulan Python yılanıyla, Aesculapius’un asasına sarılmış yılan arasında, tıpkı Eden’in ayartıcı yılanı ile çölde zehirlenmiş olanları tedavi eden yılan arasında büyük fark vardır. Birbirleriyle çatışma halinde olan bu iki yılan birbirleriyle bağlantı kurulabilecek, ama asla karıştırılmaması gereken iki kuvveti temsil eder. Hermes’in asası bunları hem birbirinden ayrı tutar, hem bir arada. Hatta onları birleştirir, bilinin nüfuz eden bakışları altında, bu örnekte, uyumun çatışmadan çıktığını görüyoruz.

Zorunluluk ve Özgürlük, hayatın iki büyük yasasıdır ve doğrusunu söylemek gerekirse her ikisi de kaçınılmaz olduğu için bu iki yasa aslında tek bir yasa yapar.
Özgürlük olmadan zorunluluk ölümcüldür, zorunlu sınırları olmayan özgürlük de delilikle sonlanır. Sorunluluk olmadan imtiyaz aptallık, imtiyaz olmadan sorumluluk köleliktir.
Manyetizmanın bütün sırrı burada saklıdır: ‘ob’un kaderselliğini ‘od’un aklı ve gücüyle yönetebilmek için ‘aur’un kusursuz dengesi yaratılmalıdır.

28 Eylül 2018 Cuma

Sevgi her şey.

TAOCU DÜŞÜNCEYE GÖRE CİNSEL İLİŞKİ..

Her şey sevgiyle ve uyumla yapılmalı.Seks bile..Kalbin çevresini saran kalp zarı / perikardiyumun, iki işlevi vardır: Kalbi zarar verici dış etkilerden ve olumsuz duygulardan korumak. Bu sebeple cinsel eylem eğer sevgi 
barındırmazsa, kalp zarı bunu zararlı ve saldırgan bir dış etki olarak kabul etmekte ve kalbi korumak için katılaşmaktadır. Sevgisiz seks uzun süre devam ettiğinde kalp zarı kalbi koruyamaz hale gelmekte ve hafıza 
zayıflamasından başlayarak ölüme kadar götürebilecek zararlara neden olmaktadır. Fakat cinsel eylem sevgi barındırdığında o zaman kalp canlanmaktadır.

27 Eylül 2018 Perşembe

---2

Tibet ve Türklerde Ortak İnançlar

Tibetliler ve Türkler arasında inanç bağlamında da çok sayıda benzerlik bulunmaktadır. Bilindiği üzere Bozkurt Türklerde en kutsal motiflerden biridir. Giray Fidan‘a göre bozkurt Türk ve Tibet milletinin kültürlerinde önemli bir yer işgal eden ortak noktalardan biridir. Fidan‘ın aktardığına göre Tibet destanlarında bozkurttan sıklıkla tanrısal bir varlık olarak bahsedilir. Bozkurt sembolünün Hotan’da ortaya çıkarak Hindistan üzerinden Tibet’e geçmiş olma ihtimali kuvvetlidir. İlginçtir ki, Tibet geleneğinde bozkurta binen ya da bozkurt kafalı bir tanrı hep kuzey veya kuzeybatı yönünde ve temel tanrı figürünün arkasında bulunur.[12]

Kira Van Dausen‘den öğrendiğimize göre Tuva ve Buryat Türklerinin kullandığı astronomik sistem Tibet astronomik sistemine oldukça benzemektedir. Tibet sistemi, bir şekilde Türk sisteminin elemanları aracılığıyla anlaşılabilir olmaktadır. Dausen‘e göre Tibet sisteminde yer alan ‘sok‘ yaşam enerjisi tanımlaması Türklerin ‘kut‘ inanışından alınmadır.[13] Bellezza‘ya göre gökyüzü kaynaklı inançlar hem Tibet’te hem de Orta Asya’da derin etkilere sahiptir. Ona göre bazı Tibet gök tanrılarının kaynağı Türklerin Gök Tanrısı Tengridir. Tengri‘nin bazı işlevleri aynı zamanda Tibet Gekhö baş tanrısını da yansıtmaktadır. Gök ve Gekhö. Türk kozmolojisinde olduğu gibi Tibet kozmolojisinde de evren üç özel bölüme ayrılır. Gökyüzü (Cennet), Yeryüzü ve Yeraltı. Yine Türklerde ve Moğollarda olduğu gibi Tibet kozmolojisinde de gökyüzü veya cennet dokuz kattan oluşmaktadır. Eski Tibet dini konusunda uzman olan Per Kvaerne‘ye göre Türklerin gök inanışının bir benzeri Tibet Tönpa Shenrab metinlerinde bulunabilir. Tibetliler de Türkler gibi gökyüzüne ‘mavi gök‘ veya ‘gökler biliyor‘ demektedir.[14] Alfred Stein‘ın aktardığına göre, bir gök tanrısının Tibet versiyonu olan ‘gnam lha‘ kelimesinin kökeni Türkçe’de aranmalıdır. Stein, ayrıca yakşa ve naga gibi Türkçe kökenli varlık isimlerinin Tibet mitlerinde bulunduğunu aktarmaktadır. Yine Stein‘a göre Tibetlilerin “Dru gu’i lha” adını verdikleri tanrı, Türklerin ‘Yol Tang re‘ dedikleri ‘Yol tanrısı‘ ile aynıdır.[15]

Tibet’in Budizm’den önceki dininin Şamanizm olduğu yönünde veya Şamanizm’in en azından Tibet’i etkilemiş olduğu yönünde ciddi kanıtlar bulunmaktadır. Eileen Kernaghan‘ın aktardığına göre Hofmann Tibet’teki erken dönem Şamanizm’inin daha önceki tarihlerde Sibirya’da ve Türkistan’da deneyimlenmiş olduğunu söylemektedir.[16] ‘Bön‘ adı verilen bu şamanik inanç Brian Hodgson‘a göre Turan inançlarında köken bulmaktadır. Buryat ve Kalmuk Türkleri şamana ‘bö‘ derler. ‘Bön‘ ve ‘Bö‘ arasında bu yönden bir bağlantı kurulması da olasıdır. Kernaghan‘a göre Bön inancı kapsamında yer alan üç dünya mitolojisinde gökler, orta dünya ve yer birbirine ip veya merdiven ile bağlıdır. Bazen de bu üç dünyayı birbirine yaşam ağacı bağlar. Aynı kaynakta belirtildiğine göre yaşam ağacı Sibirya (Türk) şamanlarının gökyüzüne yolculuk yaptığı esnada üzerine tırmandıkları ağaç olarak bilinirdi.[17] Bunun yanında, Türk ve Moğol şamanlarının gırtlaktan çıkardıkları ses ve ritimler olan khöömei, daha sonraki dönemde Tibet dini ritüellerinde de aynı şekilde kullanılmıştır. 

Görüldüğü üzere Türkler ve Tibet arasında tarihi, kültürel, arkeolojik ve mitsel benzerlikler fazlasıyla bulunmaktadır. Bu eşlik ve benzerlikler o kadar fazladır ki, iki coğrafya arasında kültürel ilişkiden daha fazlası olduğu yönünde bulgulara sahibiz. Türkler sadece Tibet ile kültürel ve siyasi ilişki kurmamış, onlar Tibet’i Tibet yapan oluşumun en önemlilerinden birisi olmuştur. Bugün Tibet üzerinde Çin ve Hint etkisi görülse de bir zamanlar Türklerin de ciddi anlamda Tibet üzerinde kurucu ve dönüştürücü etkisi olduğu söylenebilir. Peki adına ‘Tibet’ denilen bu kutsal yere ismini veren kavim hangisidir? Tibet’e Tibet ismini veren Türkler olabilir mi?

Tibet’e Adını Veren Türkler

İlk olarak, Arap kaynaklarına baktığımızda ilginç bir duruma rastlamaktayız. Tsepan Wangchuck Deden Shakabpa‘nın Arap kaynaklarından aktardığına göre Arap yazarların Tibet’e ‘Tüpüt‘ veya ‘Tüpüt Kaghan‘, yani ‘Tüpüt Kağanlığı’ adını verdiğini görmekteyiz. Barthold‘a göre ise adı geçen bu kelimeler Türklerin Orhun Yazıtları’nda da aynen görülmektedir.[18] Elliot Sperling‘e göre ‘Tibet‘ kelimesi Türkçe içinde ‘Tüpüt‘ şeklinde bulunur ve bu kelime Araplar’a ve Persler’e Türkler üzerinden geçmiştir.[19] Andreas Gruschke, ‘Tibet‘in Türkçe ‘Tübüt‘ şeklinde söylendiğini belirtir.[20] Tuğrul Korükek ise ‘Tüpütler’ adında bir Türk halkının mevcut olduğunu ve bu halkın bugün bilinen Tibetliler olduğunu söyler. Korükek, Tangut Türkleri’nin Tibetli olduğunu ve bu halkın Kansu’da bir devlet kurmuş olduklarını belirtir.[21]

Sadece benzerlik değil anlam olarak da Tibet kelimesinin kökeninde Türkçe’yi bulabilmekteyiz. En can alıcı noktaya ise Mustafa Sarıca‘nın şu satırlarında rastlamaktayız: “Bugün Tibet diye bilinen bölge Orhun yazıtlarında Tüpüt diye geçmektedir. Bölgedeki Türklerin yer yapısı nedeniyle dünyanın damı olarak nitelendirilen bu dağlık ve yüksek ülkeye ‘Tüpüt’ demeleri son derece uygun düşmüş ve bugün bütün dünya dilleri yüzyıllardır bu Türkçe kökenli adı kullanagelmişlerdir. Bu sözcüğe öncelikle Orhun Yazıtları’nda rastlıyoruz. Bir bölge ve ülke adı olarak geçen ‘Tüpüt’, bugün kullanmakta olduğumuz Tibet adlandırmasının o zamanki durumunu yansıtmaktadır”.[22] Divan-ı Lügat-ıt Türk‘te ise ‘Töpü‘, ‘bir dağın zirvesi‘ anlamında verilmektedir. Bazı Türkçe lehçelerinde ‘Tibet‘ isminin kökeni olan sözcükler şu şekilde bulunur:

Türkmen Türkçesi’nde ‘Depe‘, çoğulu ‘Depet (Tepet)‘,

Kazak Türkçesi’nde ise ‘Töbe‘, çoğulu ‘Töbet‘,

Başkurt Tatar Türkçesi’nde ‘Tüba’, çoğulu ‘Tübat‘,

Uygur Türkçesi’nde ‘Töpa‘, çoğulu ‘Töpat‘,

Kırgız Türkçesi’nde ‘Döbö‘, çoğulu ‘Döböt (Töböt)‘

olarak verilir ki, Thomas Baynes‘e göre bugünkü ‘Tibet‘e Tibetçe verilen isim ‘Stod-Bod’, ‘Tö-böt‘ olarak okunmaktadır.[23] Yani, özellikle birebir Kırgız Türkçesi’nde olduğu gibi. Anlaşıldığı üzere ‘Tibet‘ isminin kökeninde lehçe farklılıklarına rağmen hem fonetik hem de yazılış açısından Türkçe dili bulunmaktadır. Tepet, Töbet, Tübat, Töpat veya Töböt hangisi dikkate alınırsa alınsın ‘Tibet‘ kelimesinin kökeni Türkçe olarak açıklanmış olmaktadır. Yani, ‘Tepeler‘ veya ‘En Yüksek Tepe‘. Yeri gelmişken söylenebilir ki, bugün ülkemiz sınırları içinde yer alan Artvin’in Şavşat ilçesine bağlı Cevizli köyünün eski ismi ‘Tibet‘tir ve bu köyde Kıpçak-Uygur kökenli insanlar da yaşamaktadır. Bu bölge yine, Tibet coğrafyasına benzer şekilde 3000 metrenin üzerinde dağlarla çevrilidir.

Sonuç

Tibet’in arka planında saklı kalmış Türklerle olan kültürel, dinsel, mitsel, arkeolojik ve siyasi ilişkilerin boyutu o denli etkilidir ki, bugün Tibet denildiği zaman akla Türk medeniyetinin de en az Çin ve Hint medeniyetleri kadar gelmesi gerekirdi. Fakat ne yazık ki ilgisizlik ve çalışma eksikliği nedeniyle durum böyle değildir. Türk ve yabancı bilim insanlarının çalışmalarıyla Tibet üzerindeki Türk etkisi ortaya çıkarılmaya başlanmıştır. Özellikle Tibet’in isminin itiraz edilemeyecek derecede Türkçe kökenli olması, üzerinde ısrarla durulması gereken konulardan biridir. Tibet kültürü, derin Türk tarihi ile ilgili gerçekleştirilecek araştırmalarda kilit rol oynama özelliğine sahip olma potansiyeline sahiptir. Bu yüzden bu konuya bilim insanlarımız derinlemesine girmeli ve çok yönlü Tibet-Türk ilişkisi hakkında daha çok bulguyu gün yüzüne çıkarmalıdır.

Kaynaklar
[1] Origins Of Tibetian People: Tibetian Origin Myths, The Canada Tibet Committe, 2001.
[2] Elliot Sperling, Tubote, Tibet, And The Power Of Naming, Tibetan Political Review, 2011.
[3] Marvin C. Whiting, Imperial Chinese Military History: 8000 BC – 1912 AD, Writers Club Press, 2002.
[4] Anna Akasoy, Charles S. F. Burnett, Ronit Yoeli-Tlalim, Islam And Tibet: Interactions Along The Musk Routes, Ashgate Publishing Company, Burlington, USA, 2011.
[5] Andre Wink, Al-Hind: The Slavic Kings And The Islamic Conquest, 11th-13th Centuries, Brill, 2002.
[6] Mirza Muhammad Haidar Dughit, A History Of Mughuls of Central Asia: The Tarikh-i Rashidi, Cosimo Inc., New York, 2008.
[7] Dughit, a.g.e.
[9] H. Volkan Acar, Tibet Tıp Kaynaklarına Göre Orta Asya Türk Tıbbı, Lokman Hekim Dergisi, 2015;5(3):115-123.
[10] Michael Walter, Buddhism And Empire: The Political And Religious Culture Of Early Tibet, Lieden, Netherlands, 2009.
[11] John Vincent Bellezza, The Dawn Of Tibet: The Ancient Civilization On The Root Of The World, 2014.
[12] Giray Fidan, Tibet ve Türk Geleneklerinde Bozkurt Sembolü, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (KANAS) konferansı dahilinde “38. KANAS Doğubilim Çalışmaları” bildiri kitapçığı, s.151-155, Ankara, 2009.
[13] Kira Van Dausen, Singing Story, Healing Drum: Shamans And Storytellers Of Turkic Siberia, University Of Washington Press, Seattle, 2004.
[14] Bellezza, a.g.e.
[15] R. Rolf Alfred Stein, Rolf Stein’s Tibetica Antiqua: With Additional Materials, Brill NV, Leiden, Netherlands, 2010.
[16] Eileen Kernaghan, The Nameless Religion: An Overview Of Bon Shamanism, 1995.
[17] Kernaghan, a.g.e.
[18] Tsepan Wangchuck Deden Shakabpa, One Hundred Thousand Moons: An Advanced Political History Of Tibet, Brill, 2010.
[19] Sperling, a.g.e.
[20] Andreas Gruschke, The Cultural Monuments Of Tibet’s Outer Provinces, Amdo, Vol:1, White Lotus Press, p.21, 2001.
[21] Tuğrul Korukek, 7. Yüzyıl Türk Halkları, 2014.
[22] Mustafa Sarıca, Ayrı Dillerde Görev ve Görüntüsü Eşdeğer Biçimbirimler. 
[23] Thomas Baynes, The Encyclopedia Britannica, p.338, 1911.


Tibet..----1

Tibete adını veren Türkler..

Beşbin metreye yakın yükseltisi nedeniyle ‘Dünyanın Çatısı‘ olarak nitelendirilen Tibet, bugün daha çok mistik ve spiritüel denilebilecek yönleriyle bilinmektedir. Tibet’ten söz açıldığında akla Asya kıtasında geniş bir inanan topluluğuna sahip olan Budizm dini veya tarihsel ilişkiler nedeniyle ortaya çıkan Çin ve Hint medeniyetleri etkisi gelmektedir. Fakat bu makalede de göreceğimiz üzere Türklerin de dönem dönem Tibet’e kültürel ve dini anlamda önemli etkileri ve derin katkıları olmuştur.

Modern antropologlar genel olarak Tibetlilerin Mongoloid tipinde insanlar olduğu fikrinde birleşmişlerdir. Tarihçiler ve antropologlara göre Tibetlilerin ataları bugünkü Tibet’e Kuzeydoğu Çin’den ve Güneydoğu Asya’dan (Assam ve Burma) göç etmişlerdir.[1] Bu da bize Tibetlilerin, içinde Türk-Moğolların da yer aldığı birkaç ulusun genlerini taşıdığı bilgisini vermektedir.

Tibet-Türk İlişkileri

Çin ve Arap kaynaklarında Türkler ve Tibetliler arasındaki ikili ilişkilere özellikle değinilmiştir. Bu kaynakların bazılarında olaya yalnızca ikili ilişkiler boyutunda bakılmamış, Tibetlilerin Türklerle akraba olma olasılığı üzerine dahi birtakım yorumlar yapılmıştır. Elliot Sperling‘den öğrendiğimize göre 734 yılında Tibetliler ‘Dronmalön‘ adlı prenseslerini Göktürk kağanı ile evlendirmişlerdir.[2] Türk kağanlarının Çin’den zaman zaman prenses alıp evlendiği sıklıkla bilinse de bir Türk kağanının Tibetli bir prensesle evlenmiş olduğu pek dile getirilmemiştir. Bu durum, kültürel ve siyasi ilişkiler açısından önemli bir veri oluşturmaktadır. Marvin C. Whiting‘ın aktardığına göre ise bir dönem Çin’e saldıran Arski Türkleri ‘Nizuk İrkin‘ adlı bir liderin komutasında birleşmişlerdir. İlginçtir ki, Whiting‘e göre bu komutan ‘Tibetli Tegin Bolu‘dur.[3] Bu ismin Türkçe olduğu açıkça belli olmaktadır. 10. yüzyılda Gazne Devleti’nin başında Böri Tegin adlı bir Türk sultan bulunmaktadır. Ayrıca Cengiz Han‘ın oğullarından birinin isminin Börü Tigin olduğu bilinmektedir. Tibetlilerin dönem dönem Türklerle birleşerek Çin’e akın yaptığı da bilinen bir durumdur. “Islam and Tibet: Interactions Along the Musk Routes” adlı eserde ise Tibetlilerin Türk olan Toghuzghuzlarla (Dokuz Oğuz olsa gerektir) iç içe yaşamış olduğu ve hatta Tibetlilerin aynı zamanda Türk olduğu ve liderlerinin de ‘Tibet Kağanı‘ ünvanına sahip olduğu bilgisi aktarılmaktadır.[4]

Andre Wink‘in aktarımından anlıyoruz ki, Orta Çağ Müslüman yazarlarına göre Tibetliler ve Türkler birbirine oldukça benzemekte ve iki kavim arasındaki farklılıkların anlaşılabilmesi onlara göre o kadar da kolay olmamaktadır. Bu yazarlara göre Türkler ve Kuzey Tibetliler Bronz Çağı’ndan itibaren aynı Orta Asya pankültürel alanına dahildirler. Bu dönemde dikilitaşlar ve arkeolojik değere sahip diğer bazı taş yapıtlar arasında benzerlikler görülmektedir [Resim 1,2]. Denilebilir ki, iki kavim arasında dönem dönem ortak kültürel ve teknolojik eşlik ve benzerlikler bulunmaktadır.[5] Minhaj-ud-Din‘e göre Tibet’te bulunan insanlar özellikle Türk ögeleri taşımaktaydı ve bu kişiler uzun yaylara sahip olan iyi birer okçuydu.[6] Idrısi‘ye göre ise Tibet toprakları Tibetli Türklerin vatanıydı. Burası otlak ve ormanlık bir bölge olup güçlü kalelerle korunan bir Türk ülkesiydi.[7] Tibetçe-İngilizce bir sözlük de hazırlayan ve Tibetoloji‘nin kurucusu sayılan Alexander Csoma de Körös, Macarların kökenini aramak üzere Orta Asya ve Tibet yollarına düşmüş ve özellikle Hunlar ve Uygurların yaşadıkları bölgeleri ziyaret etmek istemiştir. Körös, Macarların Hun Türkleri, Uygur Türkleri ve Tibetlilerle aynı ortak kökene sahip olduğunu ortaya koymuştur.[8]

Tibet Kaynaklarında Türk Tıbbı

Tibet-Türk ilişkisine yalnızca Arap ve Çin kaynaklarında rastlamamaktayız. Tibet kaynaklarında da Türklerden bahsedildiğini görebilmekteyiz. Tibet erken dönem tıp metinlerine bakıldığında o dönemde Orta Asya coğrafyasında yer alan bazı Türk devletlerindeki tıp bilgisi hakkında bazı bilgiler aktarılmış olduğunu görürüz. Volkan Acar‘a göre Türk tıbbı, Tibet’e komşu yerleşik tıp gelenekleri arasında sayılmaktadır. Acar‘a göre, Tibetliler Türklerin uyguladığı bazı tedavi yöntemlerini benimseyip, bunu kendi uygulamalarına dahil etmişlerdir. Tibet’te 728’de düzenlenen Uluslararası Tıp Konferansı’nın katılımcıları arasında Türk hekimler de bulunmaktadır. Bu hekimlerden birisi Drugu ülkesinden (Tibetliler Türkler’e Drugu veya Duruggu [Turukkuları hatırlatır], Türkistan’a Drugu-Yul derdi) Sengdo Ochen‘in “Üç Siyah Eser” adlı bir kitabı da bulunmaktadır. Ayrıca Sengdo Ochen, belirtildiğine göre ‘Cesetlerin Saçlarının Büyülü Aynası‘ adlı tıp sisteminin kurucusu olarak bilinirdi. Tibet kralı Trisong Deutson döneminde tıbbi metinleri çeviren Tibetli ve yabancı çevirmenler arasında Türk hekim Sengdo Ochen‘in de adı sayılmaktadır.[9]

Arkeolojik Eşlik ve Benzerlikler

Tibetliler ve Türkler arasında arkeolojik bulgular yönünden birtakım benzerlikler bulunduğu görülmektedir. Michael Walter‘a göre ‘Bong So‘ denilen Tibet kral mezarları İskit Türk kurganlarının Tibet’teki karşılığıdır. Walter, bu kurganlarda aynı Türklerde olduğu gibi at kurban edildiği bilgisini aktarmaktadır.[10] John Vincent Bellezza‘ya göre Güney Sibirya’daki Tashtyk Türk kültürüne ait çok sayıda dikilitaş ve ahşap iskeletli mezarın birebir benzerleri Tibet topraklarında da yer almaktadır. Özellikle ikili sıra halinde arka arkaya kuzey-güney yönlü dikilmiş sütunlar her iki coğrafyada da benzer olarak görülebilmektedir. Bellezza‘ya göre Türklere ait olan mezar yapılar, özellikleri ve tasarımları bakımından Tibet tapınak-mezarlarını andırmaktadır. Yine Türklere ait olan dört köşeli mezar yapıları Tibet’teki Zhang-Zhung tapınak-mezarlarına fazlasıyla benzemektedir.[11] Türklerde bu tür tapınak-mezarlara Ming T’ang denirdi. Ayrıca Türklere ait olan ve özellikle Saymalıtaş’ta görülen kaya resmi motifleri ile Tibet dağlarında resmedilmiş olan kaya resmi motifleri arasında da büyük paralellikler göze çarpmaktadır [Resim 3,4]. Bunun yanında, Tibet tapınaklarında [Resim 6] ve ev kapılarında nazarlık olarak kullanılan bazı sembollerin Türkler’den Tibet’e geçmiş olması büyük ihtimaldir [Resim 5]. Türklerde Kün-Ay (Güneş-Ay) olarak bilinen bu sembolü Çu Türkleri bayraklarında da kullanmıştır. Emel Esin‘e göre günümüz Türk bayrağının kökeninde bu Kün-Ay sembolü yer almaktadır. Tibet köy evlerinde Anadolu köy evlerinde olduğu gibi kapılarda nazarlık ve evin kapı-üstü veya çatı kısmında ise bereket sembolleri olan boğa ve koç boynuzları asılmış veya çakılmış halde bulunmaktadır. Ayrıca, Türklerde Şamanizm’in bir uygulaması olarak yapılan kutsal yerlerdeki kayalara çaput bağlama geleneğini Tibet’te de görmekteyiz. Üstelik Tibet’te bu Şamanist uygulamanın görüldüğü yerlerden birinin adı Tengri Nor‘dur [Resim 7]. Bu eşlik ve benzerlikler erken dönemlerde ve sonrasında Türklerin Tibet topraklarına ulaşmış olabileceği yönünde güçlü kanıtlar sunmaktadır.

Türklerin ilk din kitabı olabilir mi.?

TARiHTEKi iLK DiN KİTABI: ALTI YARIK TİGİN

ALTI YARIK TİGİN (KM) (Altı Işık Nasibi, Altın Çiçek Doktrini) (-1517 ile -512) arasında 1000 yıl süreyle kaydedilmiş. BUĞUN TUR'lar, rahipler kurulu tarafından kaydedilmiş BOLTI'ları dinsel kaideleri
dolayısıyla, felsefi seviyede düşünceleri, felsefeye ilk adımları gösterdiği gibi, yaşanmış olan tarihi olayları da nakletmektedir. Kısacası, din/felsefe/tarihi birlikte veren belgeler halindedir.

Macar Türkolog Aurel Stein, 1907'de İçki Türkistan'ın Miran kentinde 3 yaprak kağıt bulmuştur. Bu kağıtlar üzerinde “çok eski bir Türkçe”yle yazılmış metinler vardı. Bu metinlerden, ait olduğu kitabın -emin ve üstün bir ifade şekliyle – varlığımızın sırrını
açıkladığı anlaşılmaktaydı. İlk yaprak, yazının 6 maddelik ana bölümünü oluşturan YARLIK BOLTI'lara, onlar da sekiz maddelik
BIRİLER'e ayrılmıştır. 2. ve 3. yapraklar ise, Yarlık Boltı'lara göre meydana gelen BOLTI'lara ayrılmıştır. Boltı, “inanç ve onu kaideleştiren doktrin” demektir. ALTI YARIQ, “Tanrı'ya varma, onda erime, onunla özdeşleşme için gerekli 6 fazileti ifade eder. TİGİN ise “bu faziletlere sahip olabilmek için, ona nüfuz edebilme, yani içeriği, felsefesini kavrayabilmek için gerekli ilme sahip olma”yı öğretir. VAROLUŞ'u tek bir esasa, tek bir temele “determinizm”e bağlıyor. OLONI, “Evrenin, alemin kuruluş mekaniğini”, halkın
anlayacağı “sembol-söz”lerle anlatıyor.

TARİHTEKİ BU İLK DİN KİTABI NE ZAMAN YAZILMIŞTIR?

Aurel Stein, bu metinlerin “çok, pek çok eski bir Türkçe”yle yazılmış olduğunu kaydetmektedir. Moğolistan tarih yazarlarına göre, Boltı'lar, yani “dinsel inançlar ve kaideleri” -1517'den -516'ya
Daryüs'ün Ür Apa yenilgisine kadar 1000 yıl süreyle kaydedilmiştir.
Fakat, ana metin, tarihten süzülerek gelen TEK TANRI kavramına ait İNANÇLAR ve bu inançların çerçevesini oluşturan TÖRE'ler ve KURAL'lar ne zaman yazılmıştır? Aurel Stein ve henüz tarihi konusunda araştırma yapmamış olan tarih yazarları “çok eski”
fikrinde birleşmektedirler. Bu konuda Kazım Mirşan'ın kanısı şudur: Miran'da bulunmuş olan metinlerde, ancak, tarihleri 12 binleri gösteren en eski SINTAŞ'larında (heykel değerindeki yazılı taşlar) görülebilen tamgalara rastlanmaktadır. Örneğin, Öge Ke'deki “G” harfi, Üç Yarıq'daki “A” harfi için, ilk ve en eski tamgalar kullanılmaktadır. Ana metni kopya edenler, metini tam okuyamadıkları ve anlayamadıkları için, büyük güçlükler çekmişler ve yanlışlıklar yapmışlardır.

Altı Yarıq Tigin, herhalde taş üzerine yazılı bir halde, bir mabette saklanmış, bu metne göre rahipler, -1517'den -512'ye kadar Boltı'ları kaydetmişler ve -516'da mabetlerin Çin tarafından kontrol altına alınmalarıyla, mabetteki yazıların hepsi kopya edilerek Miran kentine götürülmüştür. ALTI YARIK TİGİN, BUDİZM'in kökenini verir ve bu nedenle Ön-Türklerin esas dini Budizm diyebiliriz. Ayrıca, Yunanlılara mal edilen İYİLİK ve KÖTÜLÜK felsefesini, başka felsefi disiplinlerinin kökenlerini bu belgelerde bulmak imkanı vardır.

Ön-Türkçeden Budizm'e geçen ve Sanskritçe sayılan birkaç kelime veriyoruz:

BUDA: ayrılma (buda/mak, budak)

BUDHA: bilgisizlikten ayrılan, bilgisizlik rüyasından uyanan.

Nİ-İRVAN: ilk hale dönüş; NİRVANA: kurtuluş

WAY-NİQİ: talim; VAİNEYİKA: talim vb. (KM)

Haluk Tarcan'ın “Evrensel Uygarlıkların Köken Kültürü Ön-Türk Uygarlığı” adlı kitabından alınmıştır.


26 Eylül 2018 Çarşamba

Hermes --2


Mükemmel ve kalıcı olmayanlar
kolay kavrayamazlar sonsuza kadar mükemmelleşmiş olanı. 


Atum bütündür ve süreklidir. 


O, hareketsizdir kendi içinde, yine de kendini hareket ettirendir.
O, Kusursuzdur, bozulmaz ve süreklidir.
O, yücelerin yücesi mutlak gerçektir.
O, fikirlerle doludurduyuların algılayamadığı ve herşeyi kucaklayan Bilgiyle.
Atum Asli zihindir.
O, çok büyüktür, Atum adıyla anılmayacak kadar.
O gizlidir, gene de apaçıktır heryerde
Onun varlığı bilinir düşünce yoluyla ancak,
yine de onun suretini görürüz gözlerimizin önünde.
O bedensizdir, yine de her şey de vücut bulmuştur.
Onun mevcut olmadığı bir şey yoktur.
Ona hiçbir ad verilemez, çünkü bütün adlar onun adıdır.
O her şey de ki birliktir,
bu yüzden Onu bütün adlarla bilmeliyiz ve herşeye Atum demeliyiz.
O her şeyin köküdür, kaynağıdır. 


Herşeyin bir kaynağı vardır, kendinden başka,
hiçlikten doğan bu kaynağın Atum bir sayısı gibi tamdır o,
kendisi kalır çoğalsa da bölünse de, yine de tüm sayıları üretir. 


Atum Bütün'dür; 


O her şeyi içerir.
O Bir'dir İki değil.
O bütündür çokluk değil. 


Bütün birçok parça değildir, sadece kısımlardan oluşmuş bir bütündür.
Onlara ayrı ayrı baktığınız zaman, herşeyin çok olduğunu düşünürsünüz.
Ama gördüğünüz zaman hepsinin bire ait olduğunu ve bir'den aktığını,
tüm parçaların bütünleşmiş olduğunu
ve birbirleriyle bağlantılı olduğunu anlayacaksınız.
En yücesinden en alttakine kadar
her şeybir varlık zinciriyle Atumun iradesine bağlıdır. 


Evren birdir, güneşin bir olduğu gibi, Ay birdir ve dünya birdir.
Bir çok tanrı olduğunu mu sanıyorsun? bu saçmadır tanrı birdir.
Yalnız atum yaratıcısıdır ölümlü olan herşeyin, ve değişken olan her şeyin.

Eğer inanılmaz görünüyorsa bu, bir de düşün kendini.
görüyor, konuşuyor, işitiyor, dokunuyor,tadıyor, yürüyor, düşünüyor, ve soluk alıyorsun.
Farklı bir sen değildir yapan bu çeşitli şeyleri, sadece bir varlıktır onların hepsini yapan.
Anlamak için Atumun nasıl yaptığını bütün şeyleri,
düşün tohum eken bir çiftçiyi
buraya buğday, şuraya arpa, şimdi bir asma dikiyor, sonra bir elma ağacı.
Aynı adamın bütün bu tohumları ekmesi gibi,
Atum'da ölümsüzlüğü eker gökyüzüne ve yeryüzüne değişimi,
Kozmoza baştan başahayat ve hareket saçar; iki büyük unsuru Atumu ve yaratısını kapsayan ve de var olan her şeyi. Atum'a baba derler çünkü o herşeyi vücut vermiştir.
Ve bundan dolayıdır ki bilgeler çocuk dünyaya getirmeyi
insan hayatının en kutsal işi sayarlar. 


Atum, yasaların icapları çerçevesinde işler doğayı;
tükeniş ve yeniden oluşlarla ve yaratılışı sürekli tekrarlayarak kendi bilgeliğini ortaya koyar.
Yine de gözün görebildiği şeyler fontomlar ve illüzyonlardır ancak.
Göze görünmeyen o şeyler gerçektir yalnızca.
Hepsinin üstündedir güzellik ve iyilik fikirleri.
Göz, Atumun varlığını göremediği gibi, bu büyük fikirleride göremez.
Onlar Atumun nitelikleridir sadece ve ondan ayrılmaları mümkün değildir.
Öylesine kusursuzdurlar ki onlar Atum'un kendiside çok sever.
Atumun yoksun olduğu birşey yoktur, bu yüzden arzu ettiği bir şey de.
Atumun kaybedeceği bir şey yoktur,
bu yüzden hiçbir şey ona üzüntü veremez.
Atum her şeydir. Atum her şeyi yapar ve her şey Atumun bir parçasıdır.
Demek ki Atum kendi kendini yapandır. Atumun azameti budur;
O her şeyi yaratandır ve bu yaratma onun hakiki varlığıdır.
Yaratmaya son vermek imkansızdır
onun için çünkü Atum varoluşunu sona erdiremez asla.
Atum her yerdedir. Zihin hapsolunamaz,
çünkü herşey zihnin içinde varolmaktadır.
Hiçbir şey öyle hızlı ve güçlü değildir.
Sen sadece kendi tecrübene bak.
Kendini yabancı bir ülkede hayal et ve niyetin gibi süratle orada olacaksın!
Okyanusu düşün ve işte oradasın.
Cisimlerin hareket ettiği gibi hareket etmemişsindir, ama yolculuk etmişsindir mutlaka.
öyleyse ne düşünüyorsun seni yaratan için?
Anlamaya çalış Atum'un zihin olduğunu.
Böyle kontrol eder Kozmozu.
Her ne varsa düşüncedir, yaratıcıdan doğan düşünceler.

Hermes ve astral seyehatte kendini arama..---1

Mısır'ın ve bir çok kadim öğretinin piri..
Duyularım mistik uykuda askıda kalmıştı;
yorgun, yapay bir uyuşukluk değildi bu,
uyanık ve şuurlu bir boşluktu.

Bedenimden kurtulup, düşüncelerimle birlikte uçtum
ve boşlukta süzülürken bana öyle geldi ki,
engin ve sınırsız bir varlık ismimle bana seslendi: ''Hermes, ne arıyorsun?
''Kimsin sen? diye sordum. 


Ben Yolun--Rehberiyim, Yüce Zihin,
Tek-Tanrı Atum'un düşünceleri.
Ben seninleyim; her zaman ve her yerde.
Arzularını biliyorum. Soruların şuurlu olsun ve onlar yanıtlanacaktır. 


''Bana gerçekliğin yapısını göster.
Beni Atum'un bilgisiyle kutsa,'' diye yalvardım. 


Ansızın değişti önümde her şey. Bir an da açıldı Hakikat.
Gördüm sınırsız görüntüyü. Her şey Işığın içinde eridi; Sevgiyle bütünleşti.
Ancak ışık bir gölge düşürdü, amansız ve korkunç,
bu aşağı inerken çalkantılı sulara benzedi,
duman gibi köpükler saçıyordu, karmakarışık.
ve tarifsiz bir ağıt işittim; anlaşılmaz bir veda çığlığı. 


Işık o zaman bir kelam söyledi kaotik suları yatıştıran.
Rehberim sordu: Bu vizyonun esrarını anlıyor musun?
Ben o Işık'ım; Tanrının Zihni, öncesinde de varolan olasılığın karanlık kaotik sularının.
Tanrının oğludur benim sakinleştirici kelamım;
mükemmel düzen fikri, herşeyin herşeyle uyumu. 


Asli Zihin kelamın atsıdır, tıpkı sizin yaşantınızda ki gibi,
sizin zihninizden konuşma doğar.
Onlar ayrılamaz birbirinden, Çünkü Zihin ve Kelamın birliğidir hayat.
Şimdi Işığın üstünde topla dikkatini ve onunla Bir ol.
Tamamlayarak sözlerini içime baktı benim. 


Ben bana karşı, ta ki titreyerek gördüm düşüncemde
Işık'ın içinde ki, sonsuz fakat düzenli bir dünya oluşturacak sınırsız gücü, ve hayran kaldım.
Derinliklerin karanlığında gördüm,
tanrısal kudretin süptil ve zeki nefesinin formu olmayan kaotik sulara nüfuz ettiğini. 


Atum'un Kelamı doğurgan suların üzerine düştü ve onları tüm formlara gebe bıraktı.
Sözün ahengiyle düzen kazanarak vücut buldu 4 element,
birleşerek yaratmak üzere canlı varlıklar neslini.
Ateş elementi, yörüngelerde sonsuza dek dönecek takım yıldızlarda
ve 7 gök cisminin tanrılarında ifade buldu. 


Kelam bundan sonra sıçradı doğanın elementlerinden
ve tekrar birleşti yapıcı zihinle, salt zekadan yoksun maddeyi geride bırakarak.
Rehberim dedi ki: Sınırsız asli fikri sezdin artık, başlangıçtan önce varolan.
Doğanın elementleri, Atum'un iradesiyle, olasılığın suları içinde,
bu ilksel düşüncenin yansımaları olarak doğdu. 


Bunlar ilksel şeylerdir; asli şeylerdir; evrende ki her şeyin ilk prensipleridir.
Atumun Kelamı yaratıcı fikirdir;
O kendi vasıtasıyla yaratılmış olan her şeyi besleyen ve destekleyen yüce sınırsız kudrettir.
Sana her şeyi gösterdim. Neden bekliyorsun? 


Öğrendiğin bilgeliği yaz hiyerogliflerle, taşa kazınmış olarak kutsal tapınakta.
Kendini bir ruhsal rehber kıl, bilgi nimetine değer bulduklarına;
böylece, senin vasıtanla, Atum'un insanlığı kurtarabilmesi için.
Şükranla dolup taşıyordum
Babaların Babasına bana lütfetmiş olan Yüceler yücesi bu vizyonu. 


Yakardım korku ve saygı içinde,
Ne olur beni asla uzak kılma senin varlığın hakkında ki bu bilgiden,
ben onunla aydınlatan bileyim karanlıkta olanları.
Sonra O'nun gücünü içimde bularak, konuşmaya başladım.
Uzak duranlar alay ettiler sözlerimle, ama diğerleri ayaklarıma kapandılar.
Onlara kalkmalarını ve bu öğretilerle içlerine ekeceğim
bilgelik tohumlarını kabul etmelerini söyledim. 


Haydi dinleyiniz çamurdan insanlar.
eğer çok iyi dikkat etmezseniz, sözlerim önünüzden
uçup gidecek ve kanat açıp dönecekler tekrar aynı kaynağa, geldikleri gibi.
Atum'un varlığı Bütün dikkatinizi bana veriniz ve düşüncelerinizi toplayınız,
çünkü Atum'un varlığının bilgisiderin anlayış ister,
sadece onun ihsanıyla gelen bir lütuftur. 


Engel tanımayan bir sel gibidir,
hızıyla geride bırakanonu izlemeye çalışan herkesi,
önüne geçtiği dinleyiciler değildir sadece, öğretmen bile yetişemez ona.
Atum'un kavranması zordur. Onu tanımlamak imkansız.

Hermes ve Duru görü (Kehanetleri)


Saf felsefe ruhsal çabadır,
sürekli tefekkür yoluyla,
tek-tanrı Atum'un
hakikat bilgisi'ne erişmek için.

ama şimdi kehanette bulunarak
diyorum ki, gelecek zamanlarda
hiç kimse tek bir amaç uğruna
ve kalp temizliğiyle
felsefenin peşinde olmayacak.

kıskanç ve hasis tabiatlı olanlar
engelleyeceklerdir
insanın keşfetmesini
paha biçilmez ölümsüzlük nimetini.

felsefe yolunu şaşıracaktır,
anlaşılması zorlaşacaktır.
yozlaşmış olacaktır
aldatmaca görüşlerle.

büyük güçlükler içinde kalacaktır
aritmetik, müzik ve geometri gibi;

içinden çıkılmaz bilimler karşısında,

saf felsefeyi öğrenen kişi,
araştırır bilimleri.
hayal mahsulü teoriler olarak görmez,
Atum'a adanmış bilgiyi.

çünkü o bilgidir ki ifşa eder sırlarını,
sayıların gücüyle düzenlenmiş
mükemmelen işleyen evrenin.

çünkü o bilgidir ki, belirler
denizlerin derinliğini ve ateşin güçlerini
ve fiziksel cisimlerin büyüklüğünü,
bunlar saygı dolu bir huşu verir
yaratıcı'nın ustalığı ve bilgeliği karşısında;

çünkü müziğin esrarı
tanıklık eder yüce sanatçı'nın
emsalsiz dehasına.

güzel bir ahenkle birleştirmiştir her şeyi
tek bir bütün içinde
tatlı nağmelerle dolup taşarak.

Atum'u sevmek düşüncede,
kalpten ve katışıksız biçimde,
ve onun iradesinin erdemliliğini izlemek;
felsefe budur,
gölge düşürmediği
amaçsız fikirleri destekleyen zorlayıcı arzuların.

ancak şimdiden görüyorum ki gelecek zamanlarda
zeki ve entelektüel kişiler
yanlış yola sevk edecek insan zihinlerini,
onları saf felsefeden saptırarak.

bizim kutsal adanmışlığımızın etkisiz olduğu,
kalpten hissedilen dindarlığımızın
ve biz mısırlıların Atum'u ululadığımız
özenli hizmetimizin
ödül getirmeyen boş bir çaba olduğu öğretilecek.

mısır göklerin bir suretidir
ve kozmos tümüyle burada ikamet eder,
burasıdır mabedi;

ama tanrılar yeryüzünden gidecekler
ve gökyüzüne dönecekler,
ruhsallığın eski vatanını geride bırakarak

mısır terk edilmiş ve ıssız kalacak,
tanrıların mevcudiyetinden yoksun.

yabancıların eline düşecek
bizim kutsal adetlerimizi yadsıyacak olan.

bu kutsanmış tapınaklar ve türbeler ülkesi
cesetlerle, cenazelerle dolacak.
kutsal nil kanla köpürecek
ve suları yükselecek,
dökülen kanlarla pislik içinde.

bu sizi ağlatıyor mu?
daha beteri gelecek.

bu ülke ki bir zamanlar,
insanlığın ruhsal öğretmeniydi,

bu ülke ki öyle sevmiş ve adamıştı ki kendini tanrılara
onlar bile tenezzül etmişlerdi yeryüzünde ikamete,

ama şimdi söylüyorum sizlere,
bu ülke zulümde geride bırakacak diğerlerini.

ölülerin sayısı yaşayanları kat kat aşacak,
ve hayatta kalanlar
mısırlı sayılacaklar
sadece dillerinden dolayı,

çünkü davranışlarında
başka bir ırkın insanlarına benzeyecekler.

ah mısır!
dininden hiçbir şey kalmayacak,
boş bir masaldan başka,
buna kendi çocukların bile inanmayacaklar.
geriye hiçbir şey bırakılmayacak bilgeliğini anlatacak,
eski mezar taşlarından başka.

insanlar hayattan yorulmuş olacaklar
ve vazgeçecekler görmekten
saygı dolu bir hayranlığı hak ettiğini evrenin.

ruhsallık, bütün nimetlerin en büyüğü,
sonuna gelmenin işaretlerini verecek
ve itibar görmeyen bir yük gibi algılanacak.

dünya artık sevilmeyecek
atum'un emsalsiz eseri olarak;
onun ilksel mükemmelliğinin
şahane bir anıtı,
tanrısal irade'nin bir aracı,
ululaması ve şükretmesi için
görenlerin.

mısır yoksul kalacak.
her kutsal ses susturulacak.
karanlık aydınlığa tercih edilecek.
gözler gökyüzüne çevrilmeyecek.
saf olanların aklını kaçırdığı düşünülecek
ve saf olmayanlar bilge diye saygı görecekler.

deliye cesur gözüyle bakılacak
ve kötüler iyi sayılacak.
ölümsüz ruhun bilgisine
gülünüp yadsınacak.
göklere layık saygı dolu sözler
ne duyulacak ne kabul edilecek.

işte ben, üç kere yüce Hermes,
insanların ilki,
erişmek için tüm bilgiye,
kazıdım tanrıların sırlarını
bu taş tabletler üzerine
kutsal semboller ve hiyerogliflerle.

ve onları sakladım gelecekte
bizim kutsal bilgeliğimizi arayacaklar için.

her şeyi gören zihin vasıtasıyla,
şahitlik ettim bizzat
göklerin görünmez yüzüne,
ve tefekkür yoluyla eriştim
hakikat bilgisine.

işte bu bilişle yazıyorum
tüm bu mısraları...

25 Eylül 2018 Salı

Her şey geçici

Sevdiğin her şeyi er ya da geç kaybedeceksin, ama sevgi başka bir surette geri dönecek..


Prag'da bulunan Franz Kafka heykeli


Sözler..

"Başkalarının yaptıklarını, düşündüklerini, ima ettiklerini ya da söylediklerini kişisel algılamayın. Herkes kendi inanç sistemi içinde düşünür ve kendince yargılara varır. Dolayısıyla insanların sizin hakkınızdaki düşünceleri sizin şahsınızdan çok kendileriyle ilgilidir..."

Don Miguel Ruiz

Acı

Acı çekmeyi reddediyor, kendi acına bir saat bile katlanamıyorsan; çekebileceğin bütün sıkıntıları önlemeye çalışıyorsan; acıyı, hoşnutsuzluğu nefret edilecek, kötücül, yok edilmesi gereken şeyler olarak algılıyor, bunları yaşantının kusurları gibi görüyorsan, o zaman rahatlık dinine inanıyorsun demektir. Siz rahatlık düşkünleri, insan mutluluğuyla ilgili ne kadar az şey bilirsiniz. Mutluluk mutsuzluğun kardeşi, hatta ikizidir. Bu ikisi ya bir arada büyür ya da sizin yaşantınızda olduğu gibi hiç büyümez, hep küçük kalır.
Friedrich Nietzsche