8 Aralık 2018 Cumartesi
Seversen çoğalırsın
bizi kuşatan ve bizi sarmalayan öz, sevginin o muhteşem rengiyle harelenir. Hayat, sizi sevgiyle kucaklar. Bütün bunlar, siz sevdiğiniz için olur. Durup dururken, hiçbir neden yokken, bir kelebeği seversiniz. Güneşin batışını ve doğuşunu seversiniz. Gecenin sessizliğini, derinleşen yalnızlığı seversiniz. Hırçın dalgaları, kimsesiz çocukları, gökyüzünün derinleşen maviliğini, bulutu, yağmuru, rüzgârı seversiniz. Sevdikçe genişlediğinizi, sevdikçe açıldığınızı ve sevdikçe tüm dünyayı kucakladığınızı hissedersiniz.
Eğer sevmiyorsanız, mutsuzluk üretirsiniz. Sadece mutsuzluk üretirsiniz. Kaşlarınız çatılır. Bakışlarınız öfkeyle bulutlanır. Umutsuzluk, korku, endişe, kin, rekabet, haset ve buna benzer negatif açılımlar olur. Sevmiyorsanız, kıskanırsınız. Kahrolmanızın nedeni kıskanmanızdır. Ve sizi mahveden, sizin nefretinizdir. Mutlu olmanızın nedeni ise, sevmenizdir..."
5 Aralık 2018 Çarşamba
Genetik değişim
HAYATA YÖN VEREN ADAPTASYON:
İnsan evrimi ve adaptasyonu farklı bölgelerde, farklı şekillerde mutasyona uğrayabiliyor. Bunun en ilginç örneklerinden bir tanesi de geçimini balıkçılıkla sağlayan ve sürekli dalış yapmak zorunda kalan Bajaular.
Serbest dalış rekoru, 79 metre derine inme ve 3 dk boyunca nefes tutma ile Güneydoğu Asya’dan Bajau Laut’a ait. Bajaular, bu kadar derinlere dalmıyor veya balıkçılık için bu kadar süreyi orada geçirmiyor, o zaten suyun altında yaşıyor. Çalışma saatlerinde zamanının %60’ını suyun altında geçiriyor.
Nisan ayında Cell dergisinde yayınlanan bir araştırma gösteriyor ki, bazı fiziksel ve genetik adaptasyonlar bu kadar harika dalışlar yapmasına yardım ediyor. Kendimizi doğal yaşamın en tepesinde sanıyor olsak da, evrim bazı insanlar için hala devam ediyor. Onları alışılmadık yaşam şartlarına ve çevrelerine göre değiştiriyor.
0.yy boyunca, Bajaular yaşamlarını devam ettirebilmek için sahile yerleştiler ve geleneksel meslekleri olan balıkçılığı yaptılar. O zamanlar dalış için uygun olan tek şeyleri ahşaptan yapılma gözlükleri ve bazı basit ağırlıklarıydı. Başarıları ise ne kadar derine daldıkları ve ne kadar süre orada kaldıklarıyla bağlantılıydı.
Uluslararası bir araştırma ekibi Bajaular ile çalıştı ve dalağının, komşu köyde yaşayan ve balıkçılık yerine daha çok tarımla uğraşanlara göre daha büyük olduğunu gözlemledi. Araştırmalar ayrıca aynı özelliğin Bajauların dalış yapmayan aile üyelerinde de olduğunu fark etti. Yanii bu kişisel bir özellik değil atalardan geçen genetik bir mirastı.
Dalağın boyutu ise önemli, çünkü dalak kırmızı kan hücrelerini depoluyor. Dalış sırasında kasılarak bu ekstra kırmızı kan hücrelerini oksijen seviyesini artırmak için dolaşımdaki kana pompalıyor. Bu özellik dalış yapan diğer memeli canlılarda da bulunuyor.
Dİğer Örnekler
Bu bazı insanlar üzerinde devam eden evrimsel sürecin ilk örneği değil. Örneğin, Tibet yerlileri kırmızı kan hücreleri mutasyona uğramıştır ve yerel Çinliler gibi değildir. Yüksek yerlerdeki oksijen azlığından dolayı Tibetliler daha fazla kırmızı kan hücresi üretmektedir.
Diğer örnek ise Grönland’da yaşan Inuit topluluğudur. Adaptasyonları sayesinde yüksek miktarda yağ tüketmelerine rağmen kalp krizi riskiyle rahatça başa çıkabilmektedirler.
Bajaular ile çalışan araştırmacılar, bu adaptasyonları daha iyi anlayabilmeleri halinde, oksijen yetmezliği gibi durumlarda tedavi olarak kullanılabileceğini tahmin ediyorlar.
Kör balıklar .
İsveç’teki Lund Üniversitesi’nden bir araştırma ekibine göre, mağaralarda yiyecek bir şeyler bulmak son derece zor olduğu için bu hayvanlar enerjilerini tasarruflu kullanmak durumunda kaldı. Ve gözlerden vazgeçmek oldukça büyük bir tasarruf.
Gözler Enerji İster
Araştırmayı yürüten Damian Moran, görme duyusunun “aşırı enerji tüketen ışığa duyarlı hücreler ve sinirler” sebebiyle maliyetli olduğunu söylüyor. Bundan dolayı karanlıkta güneşten faydalanmadıkları için gözlerini kaybediyorlar.
“Evrim genellikle eşzamanlı meydana gelen süreçlerin bir karışımıdır.
Siyah Dut meyvesinin gizemi..
Babil'in en güzel kızı Thisbe ile en yakışıklı genci Pyramus evlerini bölen bir duvarın olduğu komşu çoçuklarıdırlar. Duvarın bir yanında Thisbe, diğer yanında Pyramus zamanla birbirlerine aşık olur ve evlenmek isterler ancak anne ve babaları buna razı olmazlar.
Duvarda ki küçük bir delikten sabahlara kadar birbirlerine olan sevgilerini, aşklarını fısıldayıp, öpücük gönderen gençler birbirlerini görmeye engel olan bu duvar arkasından konuşmaya dayanamaz ve kaçmaya karar verip, ertesi gün gece, şehrin dışında olan mezarlığın oradaki beyaz dut ağacının altında buluşmak için sözleşirler.
Buluşacakları gün ikisininde içleri içlerine sığmaz. Güneş batıp karanlık çökünce genç kız evden usulca kaçıp mezarlığın oraya gelir ama Pyramus oralarda yoktur. Genç kız sevgilisini heyecanla beklerken ansızın bir kükreme duyar, arkasına bakınca yeni avlandığı belli olan ağzı, pençeleri kanlı bir aslanın durduğunu görünce korkup kaçar ama kaçarken de sırtına aldığı örtüsünü düşürür.
Mezarlığın kenarın da su kaynağı olduğu için su içmeye gelen aslan örtüyü farkedip onu paramparça eder ve ormana geri döner.
Bir süre sonra yakışıklı genç gelir bakar ki kimse yok. Yerde güzeller güzeli sevgilisinin örtüsü, üstelik kan içerisinde, aslanın yerdeki ayak izlerini de görünce çılgına döner zannederki aslan kızı öldürüp yedi. Acısı tarifsiz ne yapacağını bilemez bir anda çıkarıp kılıcını geç geldiği için sorumlu tutar kendini ve dut ağacının altında saplayıp göğsüne yığılı verir yere. Pyramus'dan fışkıran kanlar ağaçtaki dutları kızıla boyar.
Aslandan korkup kaçan Thisbe geri döndüğünde beyaz dut ağacı yerinde kara dut ağacı vardır. Gözleri yerde kanlar içinde yatan Pyramus'u görünce sevgilisinin kollarına atar kendini. Ağlayarak "Ben geldim, Pyramus. Bak, ben, Thisbe" der. Pyramus büyük bir güçlükle son nefesinde gözlerini açıp Thisbe'ye son kez bakar ve oracıkta ölüverir.
Thisbe anlar kendisi için öldürdüğünü sevgilisinin. "Benim için öldürdün kendini, benim de içim aşkla dolu. Ancak ölüm ayırabilir bizi; oysa şimdi o birleştirecek ikimizi" diyerek Pyramus'un göğsündeki kılıcı çekip kendi göğsüne saplar o da öldürür kendini.
Dut birleşemeyen iki sevgilinin kanı ile kıpkırmızı olur.
Anne, babaları da, Tanrılar da acırlar iki sevgilinin hazin durumuna. Aileler ölülerini yakıp küllerini bir kaba koyarlar. Tanrılar da onların anısına bütün ülkelerde kara dut ağaçları yetiştirip çoğaltırlar.