12 Ekim 2018 Cuma

---2

Ateş… 

Ateş sınavında, adayı yanına alan bir rahip, onu her yanından alevler fışkıran, zemini korlarla kaplı fırın gibi bir koridorun girişine götürür ve adaya buradan geçmesi gerektiğini söylerdi. Aday irkilecek olursa, ona kendisinin buradan her zaman geçtiğini, eğer kendine güveni varsa buradan yanmaksızın geçmeyi başarabileceğini söylerdi. Bu koridordaki ateş, dıştan bakınca çok korkunç olmakla birlikte aslında aldatıcıydı. Önemli olan, adayın ateşin içinden geçebilecek kadar yürekli olabilmesiydi. Yeterli yürekliliği gösterebilmesi için kendisine destek olunurdu. Fakat bunun göründüğü kadar tehlikeli olmadığı gösterilmezdi. Adayın, başka birisinin bunu başardığını görmeden deneyebilmesi gerekli görülürdü. Ateş sınavı su sınavına bağlanarak tekris (kabul) yolculuğu devam ederdi.

Su…

Ateş koridorundan çıkar çıkmaz, aday bulanık su dolu bir havuzla karşılaşırdı. Bunu aşabilmek için suya girmesi gerektiğini anlamakta gecikmezdi; girer girmez suyun buz gibi soğuk, havuzun ise bir bataklık gibi olduğunu fark ederdi. Telaşa kapılarak çırpınan bir adayın, çamura gömülerek boğulması işten bile değildi. Soğuk kanlılığını korumasını bilen bir aday ise bu sınavı da başarıyla bitirebilirdi. Bu sınavdan sonra rahipler, adayı göstermiş olduğu başarıdan ötürü kutlayıp kendisine kuru giysiler giydirirlerdi. Yatması için büyük bir odaya götürürler, oturup kendisiyle biraz sohbet ederler, onu tüm sınavların sona erdiğine inandırmak için ellerinden geleni yaparlardı. Sonra da uyuyup dinlenmesi için onu yalnız bırakırlardı.

Buyrultu…

Aday, uykusundan uyandığında, karşısında çok güzel bir genç kız bulurdu. Genç kız adaya, bundan böyle onun hizmetinde olduğunu söyler, ona ender yiyecekler sunar, onun için raks eder, kendisiyle yatması için isteklendirirdi. Eğer aday bu genç kıza kanacak ve kapılacak olursa, onunla yatabilmek için önce bir kadeh içki içmesi gerekirdi. Bu içki de, içindeki uyuşturucu nedeniyle adayın yeniden uykuya dalmasına neden olurdu. Bundan sonra aday bir mahzende uyanırdı. Adaya tüm bedensel güç ve yeteneklerine karşılık buyrultusuna egemen olmayı bilemediği için rahip olmaya hak kazanamadığı, ancak mabedin gizemlerine yaklaşmış olduğu için de ölmeden buradan çıkamayacağı anlatılırdı. Bundan sonra, yaşamının sonuna dek, gün ışığı görmeksizin bir hizmetçi olarak çalışmak zorunda kalır, mabedin asıl gizemlerine hiçbir zaman ulaşamazdı.

Toprak…

Buyrultu sınavını başarıyla geçen aday, Toprak sınavında sabaha karşı elleri ve gözleri bağlı olarak mabetten çıkarılır, kuytu bir vadiye götürülürdü. Orada, yalnızca başı dışarıda kalacak şekilde, daracık ve derin kazılmış bir çukura gömülürdü. Göz bağı çıkarılır ve yalnız bırakılırdı. Burada aday, önce kızgın güneş altında tam bir gün ve açık fakat aysız bir gece boyunca olduğu yerde bırakılırdı. Öncekilere oranla pek basit gibi görünmesine karşılık, bu sınav adayın çıldırmasına neden olabilirdi. Bundan sonra da adayın hâlâ aklının başında olup olmadığının anlaşılabilmesi için sınavdan geçirilmesi gerekirdi. Bu sınavdan sonra ise karşılama töreni yapılırdı.

Tüm bu sınavları hakkıyla vermiş olan aday, karşısında Hermetik sırlara vakıf bir rahip bulurdu. Ketumiyet, yani sır saklama yeminini ettikten sonra, rahip ona şöyle seslenirdi;

“Bu noktaya kadar gelmeyi başaran sen, büyük sırların da eşiğine dayanmış oldun Bundan önce sana verilen sırlar küçük sırlardı. Şimdi ise büyük sırları yani Hermes’in sırlarını elde edeceksin.”

Ben şans eseri, bu sırları içeren özel bir kitap buldum. Günler, haftalar boyu her satırı bir bir çevirip okudum. Gözle görülür bir aydınlanma yaşadım mı bilinmez, ancak hayat yolumun keskin bir yön değişikliğine uğradığını açık bir aydınlıkla söylemek isterim. Burada, tam da bu yazının sonunda, öğrenmiş olduklarımı en azından sizlerle de bir nebze olsun paylaşabilmeyi isterdim bittabi. Ne var ki, elimdeki kitabın son sayfasına nakşedilmiş olan notta şöyle yazıyordu;

Şimdi sen bu sırları öğrenmiş olduğuna göre,
Söz vermelisin sessiz kalacağına
Ve asla açıklamamaya…

Hermes ve elementler..-1

Mitolojiye göre, dünya onun sesinden yaratılmıştı. Çünkü Hermes, her şeyden evvel ses ve sözün etkileme gücüne sahipti. Eski Mısırlılar, onun sesinin kendi kendine yoğunlaşarak maddeye dönüştüğüne inanmışlardı; zira bütün bir kâinat, onun nefesiyle can bulmuştu.

Hermes’in öğretileri zaman içerisinde adına “Hermetizm” denilen bir felsefe hâline geldi; öyle ki, bunlar, sırrına vakıf olmanın neredeyse imkânsız olduğu gizemli ve mistik bir takım öğretiler dizisiydi. Yeryüzündeki pek çok büyü ve kehanet, temelini Hermetist öğretilerden alıyordu. Bilhassa bazı Rönesans sanatçıları Hermes’in dilbilimsel sırlarını iyi biliyor ve onları resim ya da heykelleri üzerine gizlice kodluyordu. Simge bilimciler için büyük bir muamma hâline gelen bütün bu eserlerin sırları bugün bile yeterince anlaşılabilmiş değil.

Hermes; eski Mısır metinleri üzerine çalışan araştırmacılara göre hem bir ilahtı, hem yaşamış bir bilge, hem de bir rahip. Efsaneye göre, bu eski Mısır ilahı, ölülerin ruhlarının yargılanması sırasında ölüm tanrısının katipliği görevini üstlenmişti. Hakikat karşısında günahları tartıyor ve aynı zamanda insanda vicdan ve sezgi tarzında beliren kelâmı simgeliyordu. Hatırı sayılır bir simyacıydı. Ezoterik felsefenin kurucusu, Nil Deltası’nın değişmez koruyucusuydu.

Hermes’in öğretileri zaman içerisinde adına “Hermetizm” denilen bir felsefe hâline geldi; öyle ki, bunlar, sırrına vakıf olmanın neredeyse imkânsız olduğu gizemli ve mistik bir takım öğretiler dizisiydi. Yeryüzündeki pek çok büyü ve kehanet, temelini Hermetist öğretilerden alıyordu. Bilhassa bazı Rönesans sanatçıları Hermes’in dilbilimsel sırlarını iyi biliyor ve onları resim ya da heykelleri üzerine gizlice kodluyordu. Simge bilimciler için büyük bir muamma hâline gelen bütün bu eserlerin sırları bugün bile yeterince anlaşılabilmiş değil.

Peki Hermes’in sözünü ettiği ve bütün bir kâinatı hükmü altına almış olan o üç yüce bilgi neydi? Dahası, onlara ulaşmak için ne tür bir yoldan gitmek gerekirdi?

İşte tam da bu noktada devreye Hermetik Rahipler giriyordu. Sırlara erişmek için evvela kendini bu felsefeye tümüyle adamış olmak şarttı. Devrisinde ise bir dizi sınav yer alıyordu. “Hiyerofant” adı verilen başrahip tarafından yönlendirilen bu sınavlar, bir insanın aklını kaçırması üzerine sistemlendirilmişti. Akıl sağlığını korumayı başarabilen Hermesçi rahip adayları, en nihayetinde bu üç yüce bilgiye erişebiliyordu. Ne ki, sınavda başarısız olan yahut bu işten temelli vazgeçen adaylar dehşetengiz bir biçimde öldürülüyordu. Şimdi, meraklısı için, bir dönemin en baba büyücülerinin yetiştiği o mistik ve sırrı çözülemeyen rahipler okuluna giriş sınavının kısa bir özetini sunmak isterim.

İlk sınav; Hava…

Bu sınava başlamak isteyen adayın eline bir yağ kandili verilirdi. Demir kapı açılır, aday içeri girdikten sonra ardından gürültüyle kapatılırdı. Aday kendini zifiri karanlık bir koridorda bulurdu. Elindeki kandilin verdiği cılız ışığın yardımıyla ilerlerdi. Kısa bir süre sonra koridor daralmaya ve alçalmaya başlardı ve aday ancak dizlerinin üzerinde sürünerek ilerleyebilirdi. Çok geçmeden, aday kendini derin ve dibi görünmeyen bir kuyunun ağzında bulurdu ve orada gördüğü basamaklardan aşağı doğru inmeye başlardı. Ancak birkaç basamaktan sonrasının olmadığını görürdü. Elindeki yağ kandiliyle çevresini incelediğinde kuyunun karşı duvarında bir başka oyuğun bulunduğunu fark ederdi. Ancak oraya tırmanabilmesi için elindeki yağ kandilini bırakması gerektiğini kavrardı. Yaşamını bu derin kuyuda yitirmekten kurtaran aday, bundan sonraki yolculuğunu zifiri karanlıkta sürdürürdü. Kuyunun öte yanında tırmandığı oyuktan ötesi bir labirent biçiminde düzenlenmişti. Şansı yoksa ve hangi köşeleri döndüğünü sırayla aklında tutmazsa, çıkış yerini bulabilmek için saatlerce uğraşması gerekebilirdi. Sonunda içinde ancak sürünerek ilerleyebildiği koridorların çıkış yolunu bulabilirdi. Fakat burada demir parmaklıklı bir kapıyla karşılaşırdı. Aday daha ilk deneyişinde bu kapıyı açma olanağının bulunmadığını anlardı. Labirente dönüp başka bir çıkış yolu bulmaya çalışan ya da kapıyı açmaları için nafile yere seslenen adaylar da olurdu. Kimi zaman buradan çıkmak isteyen adayın hiç sesini çıkarmadan oturup saatlerce beklemesi gerekirdi.


10 Ekim 2018 Çarşamba

Yaşam ve meridyenler..

MERİDYENLERİN İZİ DÜNYA'NIN MERİDYENLERİYLE
AYNI HİZAYA GETİRMEK
Kaliteli yaşamlarımız bulunduğumuz evrenle aynı paralel şekilde akıp gidiyor.Yaşadığımız bu dünyada ondan ayrı değiliz..Dünya'nın günlük ritimleri, zaman dilimleri ve mevsimsel değişiklikler meridyenlerinizdeki enerji akışını etkiler. Nasıl akıntılar günlük bir döngüden geçiyorsa meridyenlerinizin her biri yirmi dört saatlik döngüye sahiptir. On iki başlıca meridyenle,her biri, enerjisinin en güçlü olduğu, nabzının en keskin olduğu ve enerji emiliminin en aktif olduğu iki saatlik bir "med hali" sürecine sahiptir. On iki saat sonra, meridyen
dinlenme evresinde geçtiği iki saatlik "cezir halindedir". Her meridyen saat mekanizması gibi med haline ya da "güç saatine" gelir ve bu zamanlar Meridyen Akış Çarkı'nda gösterilmiştir (Şekil 28'e bakın). Aynca her meridyen
ile- çarkta o meridyenin karşısına denk gelen meridyenin ilişkisine dikkat ettik. Bir yang meridyeni döngüsünün zirvesinde olduğunda, ona karşılık gelen yin meridyeni
en düşük noktasındadır. Yang, Çin kozmolojisinde aktif, dışa dönük ve genişleyen ilkedir; yin, alıcı, içedönük, daralan ilkedir. Bedeninizin döngülerinin Meridyen Akış Çarkı'na nasıl karşılık verdiğini, bir hafta boyunca hislerinizde değişim fark ettiğiniz anları dikkatli bir şekilde kaydederek
görebilirsiniz. Günün belirli bir anında enerjinizi kaybediyor ve halsiz kalıyor muslfnuz? Günün baş ağrılarına meyilli olduğunuz belirli bir bölümü var mı? En çok ne zaman coşkulu hissediyorsunuz? Ne zaman huysuz oluyorsunuz? Günün hangi saatlerinde aşermeler yaşıyorsunuz? Kararlılığınızın en zayıf olduğu saatler hangileri? En ufak değişimleri dahi yazın. Bir hafta sonra kalıplara bakın. Günün belirli bir zamanında oluşan ya da artan herhangi bir durumu not edin ve o süreçte güç zamanında olan meridyenin etkili olup olmadığını düşünün.
Enerjilerinizdeki Zayıf Halkayı Güçlendirmek. Örneğin insanlar genelde saat 15.00 ila 17.00 arasında yorulurlar. Bu, mesane meridyenindeki enerjinin en güçlü olması gereken zamandır. Mesane meridyeni sinir sistemini yönetir, çünkü bu meridyen omurga üzerindeki tüm sinirlere ev sahipliği yapar. Bu saatlerde dinlenirseniz, sinir sisteminizi canlandırmak için yeterli enerjiyi sağlarsınız. Belki de doğa bu sistemi sizi akşama hazırlamak için kurmuştur. Bütün gün aktif oldunuz, yemek ve sindirmek için ciddi bir enerji sarfiyatı yaptınız (13.00-15.00 arası, incebağırsak meridyeninin en güçlü olduğu saatlerdir) ve yeryüzünün ritimlerine daha yakın olan pek çok kültürde insanların bu saatlerde siesta yapmaları tesadüf değildir. En düşük evresinde bulunan meridyene bakmak resmi tamamlayabilir. Akciğer meridyeni mesanenin polaritesidir (çarka bakın) ve bu süreçte en düşük noktasındadır. Bedeninizin en düşük miktarda oksijen aldığı zaman da bu saatlerdir ve bu da uyumak istemenize neden olur. Bu, sindirim ve sinir sistemlerinin kendilerini yenilemelerine izin vermek için doğal bir zamandır ve öğleden sonra kendinizi yorgun hissediyorsanız bu sizde bir sorun olduğu anlamına gelmez. Ama sekiz-beş mesaisinde çalıştığınız bir işte veya taleplerin yüksek ama enerjilerinizin
düşük olduğu bir başka zamanda iyi performans göstermek için ritimlerinizi yaşam tarzınızla uyumlu hale getirmeniz gerekebilir. 15.00-17.00 süreciyle ilgili olarak en sık
duyduğumuz şikayetlerden biri, "En uyanık olmak istediğim saatler bunlar, çünkü bu saatlerde çocuklarım okuldan eve dönüyor," diyen annelerden gelir. "Benim yanlarında olmamı isterler, ama ben uyuyakalıyorum. Söyledikleri şeyi dinleyecek halim bile olmuyor."

Otomatik alternatif metin yok.

9 Ekim 2018 Salı

Geleceğin besinleri böcekler olabilir mi?

Kırmızı etten fazla protein içeren hamam böcekli ekmek

Nasıl mı?

Brezilyalı gıda mühendisleri, küresel nüfus artışı karşısında hayvansal proteinin yetmeyeceği düşüncesiyle Afrika ülkelerini örnek aldı ve böceklerden yapılan bir un türü geliştirdi.

Birleşmiş Milletler (BM) 2050 yılına dek dünya nüfusunun yaklaşık 9,7 milyara ulaşacağını öngörüyor.

Küresel gıda yetersizliği riskine karşı BM'nin önerisi, insanların böcek tüketimini de rejim alışkanlıklarına katması.

Güneydoğu Asya ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde böcek, protein kaynağı görevinde. Böcekler hem doğada varlar, hem de masrafa neden olmuyorlar.

Ancak ekmeğin şehirlerde birçok insanı yerinden zıplatan hamam böcekleriyle yapıldığı örnekler pek yok. 

Brezilyalı araştırmacılar da unu yaparken, Nauphoeta Cinerea cinsi hamam böceğini (ıstakoz ya da benekli hamam böceği de deniyor) kullandılar.

Kuzey Afrika kökenli bu haşere, tarantula örümcekler ile kertenkeleler gibi egzotik ev hayvanlarına da yem olarak veriliyor. 

Bu böceklerin özelliği, kafeste tutulduklarında çok kolay ve hızlı üremeleri.

Brezilya'daki Rio Grande Üniversitesi'nden gıda mühendisleri Andressa Jantzen ve Lauren Menegon, hamam böceklerini iki sebepten seçmiş:

  • Protein zengini olmaları (kırmızı et yüzde 50, hamam böcekleri ise yüzde 70 protein oranına sahip)
  • Milyonlarca yıl, evrimsel süreçlere rağmen genetiğini koruyarak hayatta kalmış olmaları

Jantzen, "Bu canlılar evrimle beraber değişen çevreye ayak uydurmayı sağlayan çok iyi bir yapıya sahip olmalı" diyor. 

Protein bombası

İki araştırmacı, ekmekleri üretmek için kilosu 51 dolar olan kurutulmuş hamam böceklerini laboratuvarda öğütmüş.

Ekmek tarifinde yüzde 10 böceklerden geliştirilen un, yüzde 90 normal buğday ürünleri kullanılmış. Bu bile şaşırtıcı sonuçlar almaya yetmiş.

BBC Brezilya Servisi'ne konuşan Andressa Jantzen, hamamböceklerinin ekmekteki protein içeriğini yüzde 133 artırdığını söylüyor. Geleneksel ekmeğin 100 gramlık bir diliminde 9,7 gram protein varken, hamamböcekli ekmekte 22,6 gram var.

Jantzen, "Bu tarifle yağ oranını da yüzde 68 azalttık" diyor.

Brezilyalı araştırmacıya göre, bu ekmeğin tat olarak diğerlerinden çok büyük bir farkı da yok:

"Ekmeğin tadı, kokusu, dokusu ve renkleri ile ilgili duyusal analizler gerçekleştirdik. Önemli bir değişiklik gözlemlemedik ama bazıları ekmekte hafif bir yer fıstığı tadı hissedebilir. "

Arı, karınca, kelebek, akrep

Beslenme uzmanı Prof. Enio Viera, insanların böcek tüketimi üzerine çalışıyor.

Viera'ya göre, beslenme alışkanlıklarımıza daha birçok hayvanı katabiliriz: Arılar, karıncalar, kelebekler, çekirgeler ve akrepler gibi...

Böcekleri yemek olarak kabul etmenin kültürel bir zorluk yarattığına da dikkat çeken Viera, "Oysa birçok kez tozlaştırılmış böcek yiyor, farkına bile varmıyoruz" diyor.

Viera ayrıca, böceklerin çevreye etkisinin birçok geleneksel gıda türüne oranla daha hafif olduğunu söylüyor:

"1 kg kırmızı et üretmek için 250 metrekare toprak gerek. Oysa ki hamam böceklerini 30 metrekarelik alana koyup aynı oranı yakalayabiliriz. Üstelik suya da daha az ihtiyaç duyulur: 1 kg kırmızı et için 20 bin litre su gerekirken, 1 kg böcek için bin litre yeterli."

Brezilya Böcek Yetiştiricileri Kuruluşu'na göre, tropikal iklimi sayesinde Brezilya 95 tür ile en büyük yenebilir böcek çeşitliliğine sahip.

BM'ye göre dünya üzerinde böcek yiyenlerin sayısı 2 milyarın üzerinde. 

Jantzen ve Menegon, şimdi de kek, bazı yağ türleri ve tahıllı gofretler gibi böcekten geliştirdikleri yeni besleyici ürünler üzerinde çalışıyor. 

Öte yandan Brezilyalılar şimdilik süpermarket raflarında hamam böcekli ekmeğe rastlayamayacak çünkü ülkedeki sağlık yetkilileri halen haşerelerin sadece diğer hayvanları beslemek için kullanılmasına izin veriyor.

İspanya ise şimdiden böcekli gıdaları ticarileştirmeye başladı. Carrefour süpermarket zinciri, ülkede cırcırböceği ve bazı larva türleriyle yapılmış atıştırmalıklar satıyor. 

İngiltere'de de Eat Grub şirketi, fırınlanmış çekirge ve kurtçuklarla evlere sipariş hizmeti veriyor.

ABD'li araştırma şirketi Global Market Insights'a göre, küresel yenebilir böcek pazarı önümüzdeki 5 yılda 700 milyon doları aşabilir.

Peki sizin hamam böcekli ekmeği denemeye cesaretiniz var mı?

Maden suyu..

Fazla maden suyu içmenin mideye, kemiklere ve dişlere zararlı olabileceği yönündeki uyarıların doğruluk payı var mıdır?

Gazoz türü tatlı asitli içecekleri fazla tüketmemek gerektiğini artık çoğu insan biliyor. Bu içeceklerdeki aşırı şekere bir de karbonizasyon yoluyla asit eklenince daha da sağlığa zararlı hale geliyor. Bir bardak kola içine bir bozuk para atıp birkaç saat bekletince paranın nasıl temizlendiği görülür. Bunun nedeni, koladaki fosforik asitin para üzerindeki oksit kaplamayı eritmesidir.

Bu şekilde zararlı asitli içecekler yerine en sağlıklı olanı su içmektir. Ama normal su mu maden suyu mu? Bazıları maden suyunun da zararlı olduğunu iddia ediyor. Bunun doğruluk payı var mı?

Mideye zararlı mı?

Önce mideden başlayalım. Maden suyu, suya basınçlı bir şekilde karbondioksit eklenmesi yoluyla oluşur. Böylece suya hafif bir asit olan karbonik asit eklenmiş olur. Peki bu asit mide için zararlı mıdır?

Bir deneyde hazımsızlık veya kabızlık sorunu olan kişiler iki gruba ayrılarak 15 gün boyunca normal su ya da maden suyu içmeleri istenmiş. Maden suyu içenlerde her iki sorunda iyileşme belirtileri görülürken normal su içenlerde herhangi bir gelişme olmamış.

Fazla maden suyu içtiğinizde şişkinlik hissedebilirsiniz. Fakat Japon araştırmacılar bu yan etkinin avantaja dönüştürülebileceği kanısında. Gece boyu aç bırakılan bir grup kadından sabah normal su ya da maden suyu içmeleri istenmiş. 250 ml alan bir büyük bardak suyun 900 ml gaz ürettiği görülmüş. Bu kadınlar yemek yememiş olmalarına rağmen midelerinin dolu olduğu hissine kapılmış. Ayrıca bu gaz rahatsız edici de değil. Yani midede doluluk hissi yarattığı için aşırı yemeyi önlemede çözüm olarak kullanılabilir.

Kemik sorunları

Maden suyunun kusma, ishal, aşırı alkol gibi durumlarda vücudun susuz kalmasını önlemede kullanılabileceğine inananlar da var. Fakat bu içeceklerde, su kaybını giderme maksadıyla özel hazırlanmış emülsiyonlardaki tuz ve şeker oranı söz konusu olmadığı için aynı etkiyi göstermesi zordur.

Peki, maden suyu mideyi rahatsız etmediği halde kemiklere zarar vermesi mümkün mü? Bunu gösteren herhangi bir veri yok. 2006’da yapılan bir araştırmada kemik yoğunluğu ile asitli içecekler arasında herhangi bir bağ olup olmadığını inceleyen bir araştırma yapılmış. Kola türü asitli içecekleri içen kadınlarda kemik yoğunluğunun biraz daha düşük olduğu görülmüş. Ancak bunun nedeni koladaki fosforik aside ve kafeine bağlanıyor, fakat bu maddeler maden suyunda bulunmuyor. Bunların kemiklerin güçlenmesini sağlayan kalsiyumun emilimini azaltmış olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor.

Diş minesini eritir mi?

Yani mide ve kemikler açısından maden suyunun zararlı olabileceğini gösteren herhangi bir veri yok. Peki, diş minesi üzerinde etkisi var mı? Bu konuda da fazla bir araştırma bulunmuyor. Özellikle maden suyu üzerinde yapılmamış olsa da 2007’de yapılan bir çalışmada farklı asitli içeceklerin diş minesine zararı değerlendirilmiş. En fazla asit içeren içecekler bakımından kola, diyet kola ve kahvenin başı çektiği görülmüş.

Burada sadece içecekte bulunan ve asit-baz dengesini gösteren pH oranı değil, asitin ağızdaki tükürük ve diğer besinlerle birleştiğinde yarattığı etki de önemlidir. Meyve içermeyen kola türü karbonatlı içecekler bu konuda da başı çekiyor. Ardından diyet kola, meyvalı asitli içecekler, meyve suları ve kahve geliyor. Yani bazı asitli içecekler diş minesinin erimesine yol açabiliyor.

2009’da yayımlanan bir makalede 25 yaşındaki bir banka memurunun yıllar boyunca her gün şişeler dolusu kola içmesi sonucu ön dişlerinin nasıl aşındığı anlatılıyordu. Ancak içilen asitli içeceğin miktarı kadar ne şekilde içildiği, ağızda ne kadar tutulduğu da önemli. Bu içecekler ağızda uzun süre kaldığında asit oranı yükseliyor. Ama içerken pipet kullanıp içeceğin doğrudan boğaza gitmesini sağlayarak zararı asgariye indirmeniz mümkündür.

Peki maden suları? Birmingham Üniversitesi’nde yapılan bir deneyde, çekilmiş sağlam dişler meyva aromalı maden suyu dolu kaplarda yarım saat bekletilmiş. Dişlerin bir kısmına cila sürülmüş, bir kısmı ise doğal haliyle bırakılmış. Bu suyun, diş minesini yumuşattığı bilinen portakal suyu ile aynı etkiyi bıraktığı görülmüş. Limon ve greyfurt en asitli meyveler ve suyu tatlandırmak için kullanılan sitrik asit (limon tuzu) bu aşınmanın nedeni olabilir.

Aroma katılmamış maden sularıyla yapılan deneyeler daha az. Fakat aynı şekilde yapılan deneylerde bu suların normal sudan daha asidik bir ortama sahip olduğu, ancak diş minesine zarar verme bakımından diğer asitli içeceklere kıyasla 100 kat daha az etkili olduğu görülmüş.

Yani maden suyunda diş minesine zarar verecek kadar güçlü bir asit yok denebilir. Ama maden suyunuzu gönül rahatlığıyla içmek istiyorsanız yanında bir de pipet alabilirsiniz.


Biz yine de mütevazi olmaya çalışalım.Malum ego bardağın ağzı gibi:başlangıcı ve sonu yok.

Çoğu kültürde alçakgönüllülük iyi bir özellik olarak görülür. Ancak yeni araştırmalar gurur duyma ve bunu gösterme eğiliminin evrimsel nedenlere bağlı olarak geliştiğini ve bugün de önemli bir rol oynadığını gösteriyor.

Gururun ve övünmenin kötü bir şey olduğunu dinleyerek büyürüz çoğumuz. Ama övünmek yıkıcı bir etken olarak görülmeyi hak etmiyor aslında. Bu duygunun evrimsel bir fonksiyonu olduğunu ve dünya ile iletişimimizde önemli rol oynadığını gösteren yeni bulgular var. 

Gurur gösterilerine her kültürde ve her yaşta rastlanır. Ona atfedilen belli bir duruş bile vardır: dik durmak, kolları açmak, başı yukarı kaldırmak gibi. British Columbia Üniversitesi'nde psikoloji profesörü ve Pride: The Secret of Success (Gurur: Başarının Sırrı) kitabının yazarı Jessica Tracy'nin yaptığı araştırmalar, doğuştan kör insanların bile bu duruşu sergilediğini ve bunun gururun sosyal bakımdan öğrenilen bir davranıştan ziyade evrimsel yapımızın bir parçası olduğunu gösteriyor.

Başka bir yeni araştırmaya göre, gurur hissi, kişiye ve etrafındakilere bazı sosyal yararlar getirdiği için ortaya çıkıyor.

California Üniversitesi'nde evrimsel psikoloji profesörü Leda Cosmides, avcı-toplayıcı toplumlarda, kişinin esenliğinin önemi konusunda diğer üyeleri ikna etmede gururun temel rol oynadığını belirtiyor.

Cosmides'in üniversite öğrencileriyle yaptığı araştırmada, zor bir iş üstendiğimizde veya belli bir özelliğimiz nedeniyle duyduğumuz gururun, evrimsel açıdan güçlü bir motivasyon kaynağı olduğu görülüyor. "Eğer zamanınızı belli bir beceri öğrenmeye ayıracaksanız, insanların değer verdiği bir beceri olması sizin açınızdan daha iyi olur" diyor Cosmides.

Değerli bir beceriniz olduğunu göstermenin en iyi yolu, bundan duyduğunuz gururu göstermektir. 

Bu gururu gösterdiğinizde "başarınızı reklam etmiş" olursunuz, diyor Montreal Üniversitesi'nden psikoloji profesörü Daniel Sznycer. "Aksi halde başarınızın ne olduğunu, size ne kadar değer vermem gerektiğini bilememem."

2017'de yayınlanan başka bir araştırmada Sznycer, Cosmides ve başka araştırmacılar 16 ülkede yaptıkları deneylerde katılımcılara, bazı olumlu özellikleri olan insanlar tarif edilmiş ve buna göre o insanlara puan vermeleri istenmişti. Başka bir gruba ise o özelliklere sahip olmaları halinde ne kadar gurur duyacakları sorulmuştu.

Puanlama ile gurur düzeyi arasında paralellik görülüyordu. Yani bir özelliğin bize gurur vereceğini düşünüyorsak bu, o özellikle diğer insanlara iyi görünme durumudur. Bir başarıdan hissettiğimiz gururun büyüklüğü, diğer insanların o başarıya verdiği değerle belirlenir. 

"Gurur hissinin yoğunluğu, sosyal dünyanın yaptığınız şeye ne kadar değer vereceğinin ölçüsüdür" diyor Cosmides. "Bu duygular karar mekanizmanıza gönderilen sinyallerdir. Sosyal bakımdan ne kadar yarar göreceğinizi kestirirler."

Bu araştırmanın sanayileşmiş ülkelerde yapılmış olması nedeniyle, gururun evrim yoluyla insanda oluşmuş bir özellik mi olduğu yoksa medya yoluyla birbirinden öğrenilmiş bir davranış mı olduğu sorusu netlik kazanamadığından bu yıl yeni bir araştırma yapıldı. Her kıtadan küçük toplulukları da temsil edecek tarzda 567 kişiye önceki araştırmada sorulanlara benzer sorular yöneltildi. 

Burada da aynı bağlantı öne çıktı. Yani insanların belli özellikler için duyacakları gurur derecesi başkalarının o özelliklere karşı duyduğu hayranlık derecesi ile örtüşüyordu.

Sznycer, gurur ile ona verilen sosyal değer arasındaki bağlantının insan olmanın bir özelliği olarak evrildiği kanısında.

Peki gurur bu kadar önemliyse neden olumsuz görülüyor?

Uzmanlara göre sorun, bir başarıdan veya özellikten dolayı duyduğumuz gurur, ona verilen gerçek sosyal değeri aştığı zaman ortaya çıkıyor. Bu durum hayranlıktan ziyade güceniklik yaratıyor. 

Jessica Tracy'ye göre işin sırrı, özsaygının düşük olması, fazla arkadaş sahibi olmama, saldırganlık gibi özelliklerle bağlantılı görülen kibir ile hedeflerimizi başarıp kendi değerimizden şüphe duymadığımızda hissettiğimiz gerçek gurur arasında ayrım yapabilmekten geçiyor.

"Çoğu insanın aklına ilk gelen 'kötü gurur' oluyor… bu kibir, böbürlenme, kendini gözünde büyütme özelliğidir. Oysa başarıları karşısında hakiki gurur duyanlar "sosyal ilişkilerde çok başarılıdır, özsaygıları yüksektir, ilişkide oldukları partnerlerine yakından bağlıdırlar, ideal kişilik özelliklerine sahiptirler".

Önemli olan gurur duygusunun narsisizm veya gururdan değil, gerçek başarıdan kaynaklanıyor olmasıdır. Narsisizm optimal seviye olmayabilir, ama sağlıklı ve dayanakları olan bir gurura kucak açmak gerekir. Zira evrim bize bu gurur duygusunu hissettiriyor denebilir.

7 Ekim 2018 Pazar

Fıkra gibi ..

Rize'de kaza geçiren bir işçi, olayı ayrıntılarıyla anlatmak için şantiye şefine bir mektup yazmış ki, evlere şenlik. İtiraf etmek gerekirse, klasik Karadeniz fıkralarından biri sandım ama değilmiş. Bire bir gerçek bir hikaye... 
Sayın şantiye şefim, iş kazası tutanağında planlama hatası diye yazmıştım.
Bunu yeterli görmeyerek ayrıntılı bilgi istemişsiniz. 
Şu anda hastanede yatmama neden olan olaylar aynen aşağıdaki gibi olmuştur:
Bildiğiniz gibi ben duvar ustasıyım.
İnşaatın 6. katında işimi bitirdiğimde, biraz tuğla artmıştı. Yaklaşık 250 kg olduğunu sandığım bu tuğlaları aşağıya indirmem gerekiyordu. Bunun için bir varil buldum.
Ona sağlam bir ip bağladım. 6. kata çıkıp, ipi bir çıkrıktan geçirerek, ucunu aşağıya saldım. Tekrar aşağıya inip, ipi çekerek varili 6. kata çıkardım. İpin ucunu sağlam bir yere bağlayıp, tekrar yukarı çıktım. Tüm tuğlaları varile doldurup aşağı indim. Tam ipin ucunu çektim ki, kendimi havalarda buldum. Ben yaklaşık 70 kiloyum.
250 kiloluk varil aşağı düşerken, beni yukarı çekti. Heyecandan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında dolu varille çarpıştık. Sanıyorum sağ iki kaburgam bu sırada kırıldı. Tam yukarı çıkınca, iki parmağım iple birlikte çıkrığa sıkıştı.
Böylece parmaklarım da kırılmış oldu. O sırada yere çarpan varilin dibi çıktı ve tuğlalar etrafa dağıldı.
Varil hafifleyince, bu kez ben aşağı inmeye, varil yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında yine varille çarpıştık. Sol bacağımın kaval kemiği de bu sırada kırıldı.
Can havliyle ipi bırakmayı akıl ettim ve tabii yaklaşık 3 kat yükseklikten aşağıya doğru düştüm. Sol kaburgalarım, sol el bileğim de o zaman kırıldı sanırım. Başımı yukarı kaldırdığımda boş varilin hızla üzerime doğru geldiğini gördüm. Kafatasımın da böylece çatladığını düşünüyorum. Bu sırada bayılmışım.
Gözümü hastanede açtım. Allah'ın, herkesi böyle görünmez kazalardan korumasını diler, hürmetle ellerinizden öperim.