10 Şubat 2018 Cumartesi

Son samuraylar---1----

BUSHİDO: 


Bushido, Savaşçının, Rokugan’da yaşamış en büyük general olan Aslan Klanı’nın kurucusu Tek Gözlü Akodo tarafından tanımlanmış ölümsüz davranış kuralları. Bu davranış kuralları tüm samurayların bağlı oldukları ve askeri davranış biçimlerinden Zümrüt İmparatorluktaki kültür gibi hayatın her yönü için temel yapıdır. Erdem ve güvenirliğe önem verir. Tüm bu erdemler bir samurayın onurunu özetler ve davranışları ve hayatındaki seçimlerinde görülebilir. 


Bushido Felsefesinin Kuralları şu şekildedir: 


Anne babam yok; gökyüzü ve dünya anne babamdır. 

Evim yok; Tan Tien evimdir. 

İlahi gücüm yok; dürüstlüğüm ilahi gücümdür. 

Huysuzluğum yok; uysallığım huysuzluğumdur. 

Büyü gücüm yok; kişiliğim büyü gücümdür. 

Ne ölümüm ne de yasamım yok; Um ölüm ve yasamımdır. 

Bedenim yok; sabırlılık bedenimdir. 

Gözlerim yok; şimşeğin çakması gözlerimdir. 

Kulaklarım yok; duyarlılığım kulaklarımdır. 

Bacaklarım yok; çabukluğum bacaklarımdır. 

Kanunum yok; kendimi savunmam kanunumdur. 

Stratejim yok; doğru öldürmem ve yaşamımı doğru vermem stratejimdir. 

Planım yok; fırsatı değerlendirmem planımdır. 

Mucizem yok; dürüst kurallarım mucizemdir. 

Prensiplerim yok; bütün koşullara adapte olmak prensibimdir. 

Taktiklerim yok; boşluk ve doymuşluğum taktiğimdir. 

Doğal yeteneğim yok; zekâmı hazır tutmak doğal yeteneğimdir. 

Arkadaşlarım yok; aklim arkadaşımdır. 

Düşmanım yok; dikkatsizliğim düşmanımdır. 

Zırhım yok; yardımseverliğim zırhımdır. 

Kalem yok; değişmezliğim kalemdir. 

Kılıcım yok; zekâm kılıcımdır. 





HATTORİ HANZO: 


Masanari veya Masashige olarak da bilinen, Hattori Yasunaga'nın oğlu olan Hattori Hanzo (1541–1596) Japonya'nın Ninjalarıyla ünlü İga bölgesinden bir klanın başıydı. Hattorinin kendisinin Ninja eğitimi alıp almadığı hiç kesinleşmedi. Fakat birçok çizgi roman ve mangada hep bir Ninja gibi tanıtıldı. Matsudaira (adı daha sonra Tokugawa olmuştur) klanının bir samurayı olarak doğan Hanzo ki daha sonra savaşta gösterdiği öfke yüzünden Oni no Hanzo (şeytan hanzo) lakabını kazanmıştır, Tokugawa İeyasu'ya sadık ve yararlı hizmetlerde bulunmuştur. Lakabı, mızrağın Hanzosu olarak da bilinen diğer bir Tokugawa samuray'ı olan Watanabe hanzo ile karıştırılmamasını sağlamıştır. 


Ayrıca kendisi Katana Kılıç Üstatları arasındadır ve kendi adıyla bir kılıcı vardır. Öyle ki Katana’nın yerini de almıştır. Kill Bill serisi ile birlikte Japon kültürüne merak duymaya başlayan genç neslin bildiğiniz Katana'ya hitap ediş şekli olmuştur.  


Ölümü yok sayanlar ------2----

SAMURAY: 


Savaş, Japon kültüründe önemli bir yer işgal eder. Ülkenin önemli klanları birbirleriyle pek çok kez karşı karşıya gelmiştir. Japon topraklarının sadece %20’si tarıma elverişli oluşu, toprak kavgasını doğuruyordu. Toprak savaşları da hem tinsel, hem de fiziksel gelişim ve mücadele yöntemlerini doğurdu. Samuraylar da bu olgular içinde ortaya çıktı. M.Ö. 660'da Ölümsüz Savaşçı adıyla bilinen Jimmu Tenno, bir kabilenin başına geçti. Tenno ve kabilesi Yamato bölgesine yerleştiler. Yamato klanı Asya’ya çeşitli seferler düzenledi. Kore ve Çin’in kültürel zenginliklerinden, teknolojilerinden ve savaş sanatlarından etkilendiler. İmparator Keiko, tarihte "Shogun" ünvanını taşıyan ilk kişi oldu. Bir nevi generallik rütbesi gibi de anlaşılabilecek Shogun ünvanı, Keiko’nun savaş sanatlarında geldiği üst noktayı da belirliyordu. Onun oğlu Prens Yamato da savaş sanatları konusunda çok yetenekliydi. Korkusuz, güçlü, gözü pek bir genç olarak tanındı ve Samuraylık anlayışında bir örnek teşkil etti. 


Samuraylar "Bushido" anlayışını temel alıyordu. Bushido, "Savaşçının Yolu" anlamına geliyordu. Bushido felsefesinde korkunun yeri yoktur. Samuray, ölüm korkusunu yenmiş kişidir. Bu, dinginlik kazandırır ve efendiye sadakat sağlardı. 


Samurayların iki kılıcı olurdu. Uzun kılıç daito-katana, kısa kılıç shoto-wakizashi’ydi. Samuraylar çoğunlukla kılıçlarına isim (mei) verirler ve onların ruhuna inanırlardı. Çift kılıç taşıma ve kullanmaya daisho denirdi. 


Samuray geleneği,1876 yılında İmparator Meiji tarafından ortadan kaldırıldı. Kılıç taşıma kanunlarını değiştiren Meiji, Samuraylığı tarihe karıştırdı. Ancak ve ancak imparatorluk ordusunda bazı rütbeli subaylar tören amaçlı kılıçlar taşırdı. 20 yüzyılda kılıç tekrar serbestleşti ancak askeri kullanım dışında sportif gelişim için kullanılmaya başlandı. 2. Dünya savaşından da hatırlayacağınız gibi tüm rütbeliler, hatta kamikaze pilotları özellikle de kılıçlıydı. Bushi öğretisinde, hece olarak geçen shi ibaresinin aynı zamanda ölüm demek olduğunu hatırlatalım. Yani, bir nevi bushidoka ölüm korkusunu yenmiş kişidir. 


Bu dönem öncesinde efendisiz kalan samuraylar, yani roninler zamanla ya isyan ederek öldürüldü ya da kılıçlarıyla seppuku/harakiri yaparak intihar ettiler. 




KENDO: 


Kendo kelimesi Japonca’da "Kılıç Yolu" anlamına gelmektedir. Japonya'da olduğu kadar genel olarak Asya, Avrupa ve Amerika'da da en yoğun ilgi gören budo (savaş disiplinleri) dalıdır. Kökenleri samurai sınıfının esas silahı olan Japon kılıcı Katana’nın kullanımına dayanmaktadır. 


Modern Kendo, yaklaşık üç asır önce shinai (bambu kılıç)’nin ve bogu (antrenman zırhı)’un Japon savaşçılarının çalışma aracı olmaya başlaması ve geleneksel kılıçla savaş sanatının bu sayede güvenli ve serbest çalışımıyla bugünkü şeklini almıştır. 


16. Yüzyıl Feodal Japonya’sında tüm ülke çapındaki iç savaşlar sırasında kılıç teknikleri ölüm kalım pahasına öğrenilmekteydi. Samurai’lar kılıçlarını sanki kollarının doğal bir uzantısıymış gibi benimser, genelde tahta kılıçla çalışırlardı. Bu dönemin sonucunda kılıç kullanımındaki temel yollar “kata” yani kendo’nun esas formları olarak ortaya çıktı. Öğretilerinin tamamen kendine özgü olduğunu öne süren kılıç ustaları tarafından yaklaşık 600 kadar kılıç okulu kurulmuştur. Bunların birçoğu günümüze kadar gelememiştir. 


Kendo, fiziksel gücün olduğu kadar zihinsel ve ruhsal gücün de kullanımını ve gelişimini öngörür. Cesaret, hızlı ve sakin karar verme, ekip bilinci gibi yetenekleri, saygılı ve kibar olmak gibi belli davranış kalıplarıyla birlikte çalışanlarına yansıtır. Barındırdığı binlerce senelik geleneği ve kişisel gelişime dayalı olan kendine özgü amaçları, Kendo’nun spor olmak ötesinde farklı bir öğreti olduğunu kanıtlamaktadır. Bu özellikleriyle Kendo, 1911 senesinden beri Judo ile birlikte Japonya genelinde erkek öğrenciler için zorunlu ders haline getirilmiştir. Günümüzde yirmi milyona yakın çalışanıyla Kendo Japonya'nın en popüler sanatlarından biri konumundadır. Uluslararası Kendo Federasyonu’na 41 ülke üyedir; düzenledikleri Dünya Şampiyonası üç senede bir, Avrupa Şampiyonası ise iki senede bir yapılmaktadır.


Üstadlardan inciler.🤗

- Acele, her işte başarısızlığa sebep olur. 
- Hukuk herşeyin kralıdır.
- İnsanlar kulaklarına gözlerinden daha fazla inanırlar.
| Herodotus |
- İnsan zevkin kölesi değil, efendisi olmalıdır.
- Kötü olayların kaynağı kendimizdedir.
- Hayat bir tiyatro gibidir, en kötü insanlar en iyi yerde otururlar.
- Sanat, ekmek peşinde koşarsa alçalır.
| Aristophanes |
- İnsanoğlunun hiçbir icadı para kadar fesat verici değildir.
| Sophocles |
- Tek iyilik bilgi, tek kötülük cehalettir.
- Bilgelik; kendi kendimizi yenmektir, cehalet; kendi kendimize yenilmektir.
- Öğrenmek, eskiden bilinmiş bir şeyi yeniden hatırlamaktan başka birşey değildir.
- Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendisinden başlamalıdır.
| Socrates |
- Doğru düşünce bilgidir.
- Bilginin elde edilmesi, bizi iyiye ulaştıracaktır.
- Mutluluk bilgi ile kazanılır.
- Gözlemle,dinle,sus,az yargıla,çok sor!
| Plato |
Görüntünün olası içeriği: 2 kişi

9 Şubat 2018 Cuma

Varoluş.

Tanrı,zamandan ve mekandan bağımsız olduğu için,özü ile değil;beliren sıfatlarının birleşimi olan İNSAN'da var olur.

İnsan ve evren,tanrının yansıması ve görüntüsüdür.İnsan zekası denilen ilahi nurun ve basiret denilen ilahi bağışın vasıtasıyla,anlayışlı kalplere vesile olmak için soyuttan somuta geçmiştir.Bu nedenle,yaratıcı, her yaratığın benliğinde ve özellikle insanın gönlündedir.Ama bu sırrın kaynağına pirler ve fakirler (dervişler) basiret ve sezgi sahibi olarak ulaşabilir.İşte gerçek dervişlerin tüm cabası buna ulaşmaktır.Gerçeği iki kişi arar;
"Gerçek pirler ve bu yola hayatını koyan gönül fakirleridir.
Siyah ve beyaz farklı iki renk değildir.Pirler ve dervişler de öyledir.
Beyaz varolanların toplamıdır,güneş etrafında bulunan 7 rengin sentezidir.Siyah şse renk değildir;yoktur veya yok olandır.Dolayısıyla siyah ve beyaz iki zıt rengi değil, varlıkla yokluğu,olanla olmayanı simgeler.
Ancak yok denilen siyah,gözle görülmediği için gerçekten yok mudur? Siyah batındır,potansiyeldir,gizli kinetik enerjidir.
Aynanın beyaz parlak camı ve arkasındaki kara sırrı bir batın Örneğidir.Biri diğerine muhtaç,biri olmazsa diğeri yoktur.Böyle olmasaydı eğer,aynanın camın arkasındaki kara sır,yansıtılandan yansıyanı nasıl ayırırdı.
Aslında ölüm de yokluktur,potansiyeldir,gizli kinetik enerjiidr.Yaşam potansiyelini taşır,camın arkasındaki kara sır gibi yaşamın arkasında sır olarak ölüm durur.
Kimine göre siyah pir olur,beyaz derviştir.Bazılarına göre ise tersi olur,ancak değişen bir şey olmaz.

Zihin etkileşimi.

Zihin mi vücuda, vücutmu zihne hakimdir sorusu hep tartışılır..

Zihin zevk ve üzüntü,bilgelik veya cahillik illuzyonunu ruhun önüne koymaktan başka bir şey yapamaz.Vücutta sadece zihinin kontrolünden kurtulup kendi arzusunu gerçekleştirebilmek için zihne karşı anlık bir kargaşa yaratır.
Bu yüzden tüm günah,kötülük ve yanlış olarak algıladıklarımız, aslında vücudun zihne, ve zihninde ruhun üstüne yaptıkları etkilerdir;tüm erdemler,iyilik ve doğrular ise ruhtan zihne,zihinden de vücuda gelir.

Hazret İsa "yer yüzün de ve gök yüzünde senin isteğin olsun" der.Başka deyişle ruhta düşüleni zihin,zihinde düşünülenide vücut yerine getirmeli.;böylece vücut zihnin,zihninde ruhun lideri olmasın.

72 milleti tek görürüz..

Vücudun evini seyran eyledim, 
Bir köşenin 72 yolu var, 
Evelinde 60'ına uğradım, 
12'nin türlü türlü hali var, 
7 kapı açılır arşın katında, 
4'ü zahirde 3'ü batında"
-Şair Noksani-
"72 Millet "Bir"dir nazarımızda"
Peki kimdir bu 72 millet bir inceleyelim 😊
"Bir fizik kanununun belirttiği gibi, enerji, evrende hiçbir zaman kaybolmaz, sadece başka enerjilere dönüşür. Bedenin maddi görünüşü ardındaki iş yapabilme gücü, tüm işlevleri ve yetenekleriyle, bedenin onsuz var olamayacağı karmaşık bir enerji sisteminden oluşur. Bu enerji sisteminin de üç temel bileşeni vardır:
1- Sübtil bedenler ya da enerji bedenleri, 
2- Çakralar ya da enerji merkezleri,
3- Nadi'ler ya da enerji kanalları.
Bu sistemde nadi'ler bir tür gizli ve duyarlı damar ağına benzer. "Nadi" terimi Sanskritçe'dir ve boru, damar anlamına gelir. Bir nadi'nin işlevi, "prana"yı ya da yaşam enerjisini insanın sübtil enerji sisteminde iletmektir.
Bir enerji bedeninin nadi'leri, komşu enerji bedeninin nadi'leri ile çakralar yoluyla bağlıdır. Bazı eski Hint ve Tibet metinlerinde 72,000 nadi'den bahsedilir, öteki kadim yazılarda 350,000 nadi olduğu söylenir."
Nadi: damar, boru
Prana: Yaşam enerjisi
"Anadolu Aleviliği demiş ki,
"Kainat 72 üzre yaratılmıştır...!"
"Kainat 72'nci frekanstan yaratılmıştır...!"
Peki ama, bu iki söz ne demek istiyor ?
Anlatmaya çalışalım:
Evrensel sayı sistemi dünyasal olanın aksine 12'lidir...
Yani, 10, 20, 30, 40 şeklinde değil, 12, 24, 36, 48 şeklindedir...
Şimdi gelin İnsan'da var olan her çakra için 12 sayı değerini verelim ve 72 sayısına hangi çakrada ulaştığımızı görelim:
12 x 6 = 72
Evet, 72'inci frekans gerçekte İnsandaki 6'ncı çakranın frekansıdır !!!
Peki ama, 6'ncı çakra kimin mekanı idi ???
İnsanda var olan HAKK "parçasının" !!!?
Devam edelim:
72'ye 12 daha eklersek ne olur ?
84 !
İşte bu sayı, Anadolu Aleviliği ÖĞRETİSİNİ oluşturan Pirler için tüm Varlık Aleminin ilk çıkış noktasını oluşturan boyutun sayısal karşılığıdır !!!???
8 ile sonsuzluk, ardından gelen 4 ile de "çar enasır", yani "4 element" !!!
Her zaman söylediğimiz gibi, aşığıyız şu Anadolu Aleviliğinin..
Bir ÖĞRETİ bu kadar mı muhteşem olabilir ???
"HU" canlar...
Not: 
6. çakra "Üçüncü Göz Çakrası"dır. 
Alnın ortasında yer alır. Sezginin merkezidir. Mesih, eren, budha, insanı kamil bilinci... Kendinin farkında olma, içsel vizyon, mutluluk, neşe ve zihin gücü ile ilgilidir. Üçüncü gözünüz açılınca birlik bilincine, meydanına giriş yapabilirsiniz.



8 Şubat 2018 Perşembe

Evrende var olan tüm varoluşlar ona borçlu..

AHer şey Rahman ve Rahimden oluşmaya başlamıştır.
Besmele'nin kıymeti için iki güzel ismi iyi anlamak gerekir. Rahman, Rahiym
Evvela Rahman ismine bir bakalım. 
Şimdi İmam Gazali'nin Esma Şerhindeki anlatımının püf noktası ile giriş yapalım ardından da İbni Arabi'nin anlatımını okuyalım.
Rahman ismi Rahiym isminden daha hususilik ifade eder. Bu sebepledir ki Allah'tan gayrisine bu isim konamaz. Rahiym ismi ise Allah'tan başkasına da itlak edilebilir. Bu yönden rahman ismi Allah'ın ZAT ismi olan "Allah" ismine yakındır. Her ne kadar bu isim rahmet kökünden gelme ise de gerçek budur. Bu sebepledir ki Allah, her iki ismi şu ayette bir arada zikretmiştir.
Deki: İster Allah diye ad verin ister Rahman diye ad verin, hangi adı verirseniz nihayet en güzel isimler Onundur. (İsra 8)
Şimdi bir de İbni Arabi'den dinleyelim
"Onların duaları, ancak bilgileri oranında menfaatleri için O'na yönelmeleri ile ilgili olur.Bu da Rahman ismi ile irtiatlı bir olgudur. Bu Rahman ismi "Allah" ismi hariç bütün güzel isimleri kapsar. Çünkü güzel isimler Allah'a aittir. Rahman ise Allah isminin kapsamındaki isimlerden biridir. Allah'a seslendiğin zaman, onunla özellikle Rahman'a seslenmiş olursun. Rahman'a seslendiğinde ise seni dua etmeye yönelten hakikatin ilgili olduğu isme seslenmiş olursun. Örneğin boğulmak üzere olan kişi "Ey Gayyas/Ey Yardım eden", aç olan bir kimse "Ey Rezzak", Günah işleyen bir kimse "Ey Gaffar" diye seslenir. Aynı durum diğer bütün isimler içinde geçerli bir olgudur. Sana gösterdiğimizi bu olguları iyice anla. Çünkü übu çok büyük ve çok faydalı bir konudur."
Bi ismi Allah er Rahman er Rahiym

---2---

Acı dizinizdedir, masada değil.

Mistikler binlerce yıldır gerçeğin “iyi” olduğunu, “kötü” olamayacağını anlatmaya çalışırlar. Sorun, gerçeklikte değildir. Sorunlar sadece insanın zihnindedir, daha doğrusu uykudaki insanın zihninde.

Üçüncü adım: Kendinizi asla o duyguyla (olumsuzluk) tanımlamayın. Bunun “Ben”le bir ilgisi yoktur.

Benliğinizi o duyguyla açıklamayın. Eğer söylemek istiyorsanız, tamam, sıkıntı oradadır. Fakat “Ben sıkıntılıyım.” demeyin. Kendinizi duygunuzla açıklıyorsunuz. Bu sizin yanılsamanız; bu sizin hatanız. Geçecektir. Her şey geçer, her şey. Depresyonlarınızın ve heyecanlarınızın, mutluluğunuzla bir ilgisi yoktur. Onlar sarkacın salınımlarıdır. Sarkaç bir uçtan diğer uca salınır. Salınıma hazır olun. Hiçbir olay, negatif bir duyguyu haklı çıkarmaz. Dünyada negatif bir duyguyu haklı çıkaracak hiç bir koşul olamaz. Mistiklerin çağlar boyunca bize anlatmaya çalıştıkları şey budur. Fakat kimse dinlemiyor. Negatif duygu sizin içinizdedir. Mutluluğu elde etmek için ekstradan bir şey yapmanız gerekmez. Meister Eckhart’ın da söylediği gibi, “Tanrı’ya ruhunuzdakilere bir şeyler ekleyerek değil, ruhunuzdakilerden bir şeyler çıkararak ulaşırsınız. Özgür olmak için bir şeyleri bırakırsınız. Böylece özgür kalırsınız.

Dördüncü adım: Olan biteni nasıl değiştirirsiniz? Kendinizi nasıl değiştirirsiniz? Bu noktada anlamanız gereken birçok şey ya da birçok şekilde ifade edilen bir tek şey vardır. Doktora gidip şikayetini anlatan bir hasta düşünün. Doktor, “Çok iyi, hastalığınızın belirtilerini anladım. Şimdi ne yapacağım biliyor musunuz? Komşunuza bir ilaç yazacağım!” der. Hasta, “Çok teşekkür ederim doktor, artık kendimi daha iyi hissediyorum.” diye cevaplar. Saçma değil mi? Ama bu hepimizin yaptığı şey. Uykuda olan kişi, bir başkası değiştiğinde kendisini daha iyi hissedeceğini sanır. Acı çekiyorsunuz, çünkü uykudasınız ve şöyle düşünüyorsunuz, “Birisi değişse yaşam ne kadar harika olurdu; örneğin komşum, eşim, çocuklarım, arkadaşlarım, patronum değişse, yaşam ne kadar harika olurdu!” Sürekli başkalarının değişmesini istiyoruz ve böylece kendimizi daha iyi hissedeceğimizi düşünüyoruz. Peki eşiniz ya da arkadaşınız değişse bile bu sizi nasıl etkiler? Yine eskisi kadar çabuk inciniyorsunuz, yine eskisi kadar şaşkınsınız, yine eskisi kadar uykudasınız. Değişmesi gereken sizsiniz. “Kendimi iyi hissediyorum çünkü dünya iyi.” demekte ısrar ediyorsunuz. Yanlış! Dünya iyi çünkü ben kendimi iyi hissediyorum. Bilgelerin, mistiklerin asırlardır sözünü ettikleri işte budur.    


Gerçeğin olmadığını ve aramanın anlamsız olduğu bir an'da yaşıyoruz.Duygu sanal hislerin içinde yaşayarak kendimize anda bakmadan acı çektiriyoruz. ----1---

Aklın yolu bir ama siz, bu yola girmek için en yakın çıkışa henüz varamadınız. Size kestirme yolu göstereceğim.

Aklın yoluna ulaşmak için atmanız gereken ilk adım, farkında bile olmadığınız negatif duygularınızla ilgilenmektir. Birçok insan, farkında bile olmadığı negatif duygulara sahiptir Tarlanızdaki zararlı böceklerin ya da zararlı otların farkında değilseniz, onlardan kurtulamazsınız değil mi? İhtiyacınız olan ilk şey, negatif duygularınızın farkına varmaktır. Hangi negatif duygular? Örneğin sıkıntı. Kendinizi sıkıntılı ve kırgın hissediyorsunuz. Kendinizden nefret ediyorsunuz ya da suçluluk hissediyorsunuz. Hayatın amaçsız olduğunu ve bir anlam taşımadığını hissediyorsunuz; duygularınız incinmiş, sinirli ve gerginsiniz. Öncelikle, tüm bunlarla yüzleşin.

İkinci adım; duygunun içinizde olduğunu, ancak aslında gerçek olmadığını anlamaktır. Bu, bu kadar net ve basit bir şeydir ama sizce, insanlar bunu biliyorlar mı? İnanın ki bilmiyorlar. Okulda bana nasıl yaşanacağını öğretmediler ama bunun dışında her şeyi öğrettiler. Sizlere de öğretmediler, sizler de bu basit gerçeği bilmiyorsunuz. Negatif duygular sadece içinizdedirler, gerçek değildirler. Öyleyse gerçek olmayan şeyleri değiştirmeye çalışmayın. Tüm bu negatif duyguların kaynağı olarak gördüğünüz insanları da değiştirmeye çalışmayın. Tüm zamanımızı ve enerjimizi dışsal koşulları değiştirmeye; eşlerimizi, patronlarımızı arkadaşlarımızı, düşmanlarımızı ve diğer herkesi değiştirmeye harcıyoruz. Oysa hiç bir şeyi değiştirmemiz gerekmiyor. Negatif duygular sizin içinizde. Dünyada hiç kimsenin sizi mutsuz etmeye gücü yetmez. Dünyada hiçbir olayın sizi incitecek ya da size zarar verecek gücü yoktur. Hiç bir olay, koşul, durum ya da kişi bu güce sahip değildir. Size bunu kimse söylemedi, değil mi? Hep bunun tersini söylediler. Bu yüzden de şu an içinde bulunduğunuz karmaşayı yaşıyorsunuz. Diyelim ki, piknik yaparken yağmur yağmaya başladı. Negatif duygulara sahip olan kim? Yağmur mu? Siz mi? Negatif duyguya yol açan ne? Yağmur mu, sizin tepkiniz mi? Dizinizi masaya çarptığınızda, masanın canı yanmaz.


7 Şubat 2018 Çarşamba

Hızır baba..

Hızır Ayı: 13-14-15 Şubat 🌳

Hızır oruçları geliyor 
3 gün boyunca oruç tutup niyet edenler, 3. günün sonunda rüyasında evleneceği kişiyi görerek ondan bir bardak su alır derler. 🐳💧
3 gün boyunca iftar vaktinde hiç su içmeyen canlar, rüyasında abı hayat suyunu evleneceği kişinin elinden alır. Su görmeyenler kişinin bir akrabasını, tanışacağı yeri vb şeyler de görebilir 
Halkların bize unutturmadığı bu ananevi gelenek aslında bize şu gerçeği hatırlatıyor: 
Şubat, baharın gelişinin habercisi bir aydır. Bütün doğa uyanıp yuva kurar da biz uyanıp yuva kurmaz mıyız 😊 Eskiden insanlar mevsim döngüleriyle, doğa ruhlarıyla, hayvanlarla, ağaçlarla, bitkilerle konuşur, haberleşir ve iletişim halinde yaşardı. Ve üçüncü gözleri açık olduğundan sezgileri de kuvvetliydi. Zaten rüyaların öte dünya ile haberleşme ortamı olduğunu bilirlerdi. 

Bu doğa döngüsünü paganlar gibi atalarımız bir gelenek ve tören haline getirerek bugünlere ulaşmasını sağlamıştır. Hatta bu gelenekler modernize edilerek 14 Şubat sevgililer günü haline getirilmiştir. Aslında şubat baharın müjdecisi "doğanın evliliği" yani uyanışıdır. Ağaçlar çiçek açmaya yüz tutar hayvanlar eş bulmaya başlar. Biz de doğanın bir parçası olarak kendi yaşam pratiklerimiz gereğince bu süreci evlenme veya çocuk doğurma ile birleştiririz. 

Ab-ı Hayat Suyu 💦

Hızır'ın abı hayat suyunda canlandırdığı balık hikayesinin ezoterik yorumuna baktığımızda canlananın yaşam enerjisinden başkası olmadığını görebilirsiniz. (kundalini) 

Yaşam "su"da başlamıştır. Ve bizler şu anda düşürülmüş bilinçlerimizle aslında batıni açıklamayla ölüden bir farkımız yok. Aydınlanma, erme potansiyeliyle tekrardan özümüze ulaşabiliriz. Bunun için de yaşam pınarının tekrardan başa çıkması gerekiyor ki ölmeden önce ölelim. 

Hızır, özü sözü doğru "hak"kın yolunda olan eren adayalarına bizzat gelip el verip inisiye edebilir. 


Çakralar..

Ses frekensını ve titreşimini yükselten doğayla bir olur..
Her ses bir hayat kurtarırır.Sesinizi kontrol ettiğinizde herşeyi etkiniz altına alabilir nesneleri yerinden oynatabilirsiniz.Buna düşünce gücünüzüde eklerseniz psişik yeteneklerniz olsğanüstü gelişir..

Bu harfi seslendirmek için bazı duruş hareketlerini yapman gerekir....

Sakral (Cinsel) çakra 2
Hı Harfi için İbni Arabi Şunları yazmış
"Hı harfi ne zaman ki yönelir veya geri döner
Sana sırlarından verir ve gecikir
Onun yüksekliği varlıkları ister;
aşağısı ise Yaratan'ı izhar (açığa vurma) edilmiş bir hikmet gereği ister
Kendi hakikatini izhar eder, Zatının çizicisi olarak
Bir vakit kirlenir, sonra temizlenir
Yaklaştırılmış cennetten onun adına şaşılır
Aşağı yönünde ise kızgın ateş ve alevden şaşılır"
Futuhat-ı Mekkiyye
------------------
DNA'yı, Özünüzü hatırlayınız. His işlevi ise tat almaktır. Artık bu çakranız açıldığında ağzınızın tadı değişecek, yanında gıybet yapılan suyun tadını da alacaksınız, öfke ile yapılan yemeğinde ve zaman zaman cennet meyvelerinin tadı birden ağzınıza dolacak.
Fatiha suresi 6. Ayette ifade edilen çakradır. 
Bizi sırat-ı müstakime (Hakikate erdiren yola) hidâyet et.
Allah Resulu 1. Kat Semada Hazreti Adem'i görmüştü hatırladınız mı?
Çok insanların burada ayakları kayar çünkü burası "Nefsi Levvame'dir"
Unutma! Hz. Ademi'in burada ayağı kaydı. Nasılda yanılttı nefsi onu ve ibadet olarak görmesini engelledi. Onu Rahman suretinden beşerliğe itti. 
Simdi şu ayetlere bakin
Eğer kullarım, beni senden sorarlarsa bilsinler ki; ben yakınım. Bana dua ettiği zaman, her dua edene cevap veririm. Onlar da benim emrime cevap versinler, bana inansınlar ki doğru yola, doğru kararlara varsınlar.
Bakara, 186
Allah’a yakınlıktan, yakın olmaktan bahsediyor değil mi bu ayet? Hemen akabinde gelen ayete dikkat edin:
Oruç gecesi kadınlarınızla cinsel münasebet kurmanız size helal kılındı, onlar size elbiselerdir, siz de onlara elbisesiniz. Allah sizin nefsinize zulmettiğinizi biliyordu. Tövbenizi kabul etti, sizi affetti. Artık onlarla temas edin.
Bakara, 187 
Ayetlerin öncesine ve sonrasına bakıldığında Allah’a yakın olmakla ilgili ayetin hemen akabinde cinsel buluşmayla ilgili ayetin gelmesi, günahların affedilmesi, bu ibadette önemli sırlar olduğunu bize bildiriyor.
Şimdi can kardeşim bak Esmalara
Habir, Hallak,Halik, Musavvir, Bari
Habir ile en gizlide olanı haber veriyor, Hallak ile yaratıyor,Musavvir ile tasvir edip en güzel haliyle şekillendiriyor (ahsen-i takvim) , Bari ile tam ve azalarını uyumlu bir şekilde yaratıyor. 
Bunları zikret ki ibadetin tam, hastalıklar senden uzak olsun. Dikkat et düşme, düşme ki daha üst noktalara gidebilesin, düşme ki düşeceğin yer ateş olacak.
(Not: Çakralarla ilgili paylaşımlarımızda zaman zaman güvendiğimiz yazarların yazılarını yazmaya erindiğimizden derleyip kendimizinkilerle birleştiriyoruz)

Anatomi..

Kökleri geniş ve sağlam temellere dayalı bir dağ gibi gökyüzüne kadar uzanabilmek, kararlı bir insan gibi ,“Dağ gibi sapasağlam...
Bu itibarla Omurga aynı zamanda bir dağa benzetiliyor. 
" Jung ve Yoga: Zihin-Beden Bağlantısı " kitabının yazarı ve bir Jung analisti olan "Judith Harris, vücudumuzun semptomlarını iç durumumuz için metafor olarak gören bir yoga öğretmeni ve Hatha yoga'da omurgayı ,kutsal anatominin merkezi olarak gördüğünü hatırlatıyor , Dünyayı destekleyen sütun olan Eksen Mundi'nin mikrokozmosu olarak ...
Hindu metinlerinde de Lord Shiva, 
dağın tepesinde, 
evrene göre saf birlik içinde meditasyon yaparak oturur.
Omurga rahim içinde oluşan ilk yapıdır. 
Buradan, her şey, vücut, kollar vb. Kök salınır.
Omurga yoga'nın fiziksel ve metaforik eksenidir.
Bu sütun, Cennet ve Dünya arasındaki eksene benzetiliyor 
ve merkezde hareketsiz iken 
paradoksal olarak sürekli hareket halinde olması sebebi ile de 
Harris şöyle yazıyor:
"Bu, yoganın en önemli hedeflerinden birini ifade eder; 
iç dünyayı deneyimlemek için 
beden ve zihni dingin haline getirmek "
Ve Harris 
bel ağrısını, 
omurgamıza ve omurgamızın temsil ettiği her şeye karşı 
bilinçdışı kopuşumuzun 
semptomatik etkisi olarak görür.
Yoga'da, fiziksel beden, 
anatomik yapıların ötesine geçen, 
onları bilgilendiren enerjiye ulaşmak için 
bir sıçrama tahtasıdır.
Ayrıca, ince veya ezoterik olarak da adlandırılan bu anatomi, 
insan gözü için görünmezdir;
uzunca bir süre önce 
Hindistan'ın Rişileri (gözlemciler) 
Meditatif deneyimler sırasında hissettikleri 
iç gözlem yoluyla ortaya çıkarmışlardır.
Rishiler bu bilgiyi sözlü olarak paylaşarak, 
öğretmenden öğrenciye aktardılar 
ve daha sonra Puranalar olarak bilinen 
Sanskritçe metinlerde kaydedildi.
(Okuma-yazma bilmeyen toplumlarda ise, 
önemli bilgiler
çoğunlukla hatırlanması kolay 
sözler, semboller veya hikayeler aracılığıyla iletilir)
Tadasana, yoga'daki temel duruş pozunun adı
Tadasana 
/ Mountain Pose =Dağ duruşu (Sanskritçe : 
tada = dağ , asana = duruş, poz /aasana - ) ile
zihin odaklanır, sakinleşir 
ve sanki vücut dünyayla iç içe geçmiş 
hareketsiz sağlam bir dağı tecrübe eder
ve
omurganın güçlenmesine yardımcı olur.
Sırt, omurga, boyun veya genel duruşunuzda 
herhangi bir yapısal sorununuz varsa,
sinirlerin organlarınıza ve sindirim sisteminize kısıtlanacaktır;
bunun sonucu da, 
bağırsaklarınızdaki gıda maddelerinin toksik birikmesine 
yol açabilecek 
zayıf sindirimdir. 
Buradan, sağlıklı gıda 
toksik hale geldiğinde besin hassasiyetleri geliştirebilirsiniz.

6 Şubat 2018 Salı

Çocuk ve çoşkunluk..

Tanrıyı görmek istiyorsan çocuklara bakın der üstadlar.Çocuklar gelecekten ve geldikleri yerden haber verirler okumasını bilsen..


Bir gün olgunluk üzerinde duruyorsunuz,


başka bir günse “Bir çocuk gibi ol” diyorsunuz.


Şayet olgun bir tavır takınırsam, içimdeki çocuğumun baskılandığını

ve kendini ifade etmek için çırpındığını hissediyorum.


Şayet çocuğumu dans etmek, şarkı söylemek için bırakırsam,

o zaman da çocukça tavırlar ortaya çıkıyor.


Ne yapmalı?


Olgun olmak, olgun bir tavrı benimsemek anlamına gelmez.

Aslında, olgun bir tavır takınmak olgunlaşmak için en büyük engellerden birisi olacaktır.


Tavır takınmak bir şeyin dayatılması anlamına gelir,


tavır takınmak bir şeyin yapay biçimde yetiştirilmesidir, uygulama yapmaktır.

Senin içinden gelmez.


O bir maskedir, 


boyanmış bir yüzdür; o senin hakiki varlığın değildir.


Herkesin yaptığı budur.


Bu yüzden yeryüzünde insanlar olgunmuş gibi gözükür —değillerdir,

hiç olgunlaşmamışlardır— tavırlar takınmışlardır


ve derinde çocuk gibi kalırlar.


Onların olgunluğu sadece yüzeydedir ya da o kadar bile değildir.


Bir adamı birazcık kazı ve onun içinden çocukluğun çıktığını göreceksin.

Ve yalnızca, sözde sıradan insanlar değil;

azizlerini kazı ve olgunlaşmamışlığın ortaya çıktığını göreceksin

ya da politikacılarını ve liderlerini kazı.


Dünyadaki herhangi bir meclise git ve izle.

Ve hiçbir zaman bu kadar olgunlaşmamış ve çocukça insan topluluğunu bir arada görmeyeceksin.


İnsan kendisini ve başkalarını kandırmaktadır.


Tavır takınırsan sahte, yapay olacaksın.


Hiçbir şeyi üzerine takın demiyorum ben. Ol!

Tavır takınmak olmanın önündeki engeldir.


Ve olmanın tek yolu, ta en başından başlamaktır.


Çocukluğunda anne-baban sana izin vermediği için bir yerlerde takılıp kaldın.

Sözde normal insanların zekâ yaşı on ila on üç yaş arasından fazla değildir, on dört bile değil!


Ve sen yetmiş ya da seksen olabilirsin

ama zekâ yaşın sen cinsel olarak olgunlaşmadan önceki bir yerlerde takılıp kalmıştır.

Bir kişi cinsel olarak olgunlaştığında, on üç ya da on dörtte, sonsuza kadar mühürlenmiştir.


Sonra giderek sahteleşir ve daha çok sahteleşir.


Bir sahtelik başka sahteliklerle korunmalıdır,

bir yalan başka yalanlarla savunulmalıdır

ve sonrasında da bunun bir sonu yoktur.


Sadece bir çöp yığınına dönüşürsün; kişilik denen şey budur.


Kişilik bırakılmalıdır, sadece o zaman bireylik ortaya çıkar.

Onlar aynı anlama gelmez.


Kişilik sadece bir vitrindir; göstermeliktir, gerçek değil.


Birey olmak senin gerçekliğindir, vitrinde gösterilen bir şey değil.


Çocuk gibiysen, o halde çocuk gibisin; ne olmuş? Çocuksu ol.


Kabul et, ona katıl.


Varlığında bir bölünme yaratma, aksi taktirde çok köklü bir delilik yaratıyor olacaksın.


Sen sadece kendin ol.


Çocuksu olmakta yanlış bir şey yok.

Sana çocuksu olmanın yanlış bir şey olduğu söylendiği için tavırlar takınmaya başladın.


Ta çocukluğundan beridir olgun olmaya çalışıyorsun ve bir çocuk nasıl olgun olabilir ki?

Bir çocuk bir çocuktur; çocuksu olmak zorunda.

Ama buna izin verilmez, o yüzden küçük çocuklar diplomatlara dönüşür;


rol yapmaya başlarlar, sahte şekillerde davranmaya başlarlar,


Senin tarafından ihtiyaç duyulan her şeyi taşıyorsun, bu Tanrıdan sana bir armağandır.


Herkes içinde hakikatle doğar; hayat hakikattir.


Ama sen yalan söylemeye başladın.

Tüm yalanları bırak.


Cesur ol ve elbette içinde çok büyük bir korku yükselecek


çünkü ne zaman kişiliğini bırakacak olursan hiçbir zaman izin verilmemiş olan çocukluğun yüzeye çıkacak.

Ve korkmuş hissedeceksin:


“Ne? Bu saatten sonra tekrar çocuk gibi mi olacağım?


Herkes beni çok büyük bir profesör —ya da bir doktor veya bir mühendis— olarak bilirken


ve benim doktora derecem var ve tekrardan çocuk gibi olacağım?”


Korku yükselir; herkesin ne düşüneceği, insanların aklından ne geçeceği.

Bu korkunun aynısı seni en başından beri mahvetti.

Bu korkunun aynısı zehirdi:


“Annem ne düşünecek? Babam ne düşünecek?


İnsanlar, öğretmenler, toplum ne düşünecek?”


Ve küçük çocuk kurnaz olmaya başlar; kalbini göstermez.

Bunun başkaları tarafından kabul edilmeyeceğini bilir,


o yüzden bir surat, bir kamuflaj yaratır.


İnsanların görmek isteyeceklerini gösterecektir.


Bu diplomasidir, bu politik olmaktır; bu zehirdir!


Herkes politiktir.


Gülüyorsun çünkü bunun getirisi vardır, ağlıyorsun çünkü ağlaman isteniyor.

Belli bir şey söylüyorsun çünkü bu işleri kolaylaştırıyor.

Karına, “Seni seviyorum” diyorsun çünkü bu onun sessiz kalmasını sağlıyor.

Kocana, “Sensiz ölürüm, benim dünyamdaki tek kişi sensin, sen benim hayatımsın” dersin

çünkü o senden bunu söylemeni bekliyor, bunu hissettiğin için değil.


Eğer hissediyorsan, o zaman onda güzellik vardır, o zaman o gerçek bir güldür.


Eğer sadece rol kesiyorsan, onun erkek egosuna masaj yapıyorsan,

ona destek çıkıyorsan,


onun aracılığıyla bir şeyler elde edeceğin içindir,


o zaman o yapay bir güldür, plastik bir çiçektir.

Ve çok fazla plastiğin ağırlığı altında eziliyorsun; sorun bu.


Sorun dünyada değil.


Sözde dindar insanlar sürekli, “Dünyadan vazgeçin” deyip duruyorlar.


Ben sana diyorum ki sorun dünya falan değil. Sahtelikten vazgeç; sorun budur.


Yapay olanı bırak; sorun budur.


Aileni terk etmene gerek yok ama orada yarattığın tüm sahte aileleri terk et.

Hakiki, özgün ol.

Bazen hakiki olmak ve özgün olmak çok sancılı olacak, o ucuz değildir.


Hakiki olmamak ve özgün/olmamak ucuzdur, rahattır, pratiktir.


Bu bir üç kağıttır, kendini korumak için bir taktiktir; bir zırhtır.

Ama o zaman ruhunda taşımakta olduğun hakikati kaçırırsın.


O zaman hiçbir şekilde Tanrı nedir bilemeyeceksin çünkü Tanrı sadece senin içinde bilinebilir.


Önce içeride sonra da dışarıda;

önce içerisi, sonra dışarısı çünkü sana en yakın olan şey budur, senin kendi varlığın.


Şayet Tanrıyı orada ıskalarsan, Tanrıyı nasıl Krishna’da, İsa’da, Buda’da görebilirsin ki?

Tamamen saçmalık.


Tanrıyı kendinde göremezsen, İsa’da da Tanrıyı göremezsin.


Ve şayet kendi etrafında yalanlar yaratırsan nasıl olur da kendinde Tanrıyı görebilirsin?


Yalanlar o kadar çoktur ki neredeyse varlığına giden yolu unutmuş durumdasın.

Disiplin sözcüğü temelde öğrenme kapasitesi anlamına gelir,


bilinmeyenin karanlık gecesinin içine dalmaya her zaman hazır olan,

bilinene yapışmayan ve her zaman hata yapmaya hazır olan,

her zaman bir hendeğe düşmeye razı olan ve başkaları tarafından gülünmeye her zaman hazır olan bir kişi disiplinli bir insandır.


Yalnızca aptal olarak adlandırılma cesaretine sahip olan insanların


yaşama ve sevme ve bilme ve olma kapasiteleri vardır.


Olgunluk daha çok ve daha çok, daha derin ve daha derin yaşam tecrübeleri aracılığıyla gelir,

hayattan kaçınarak değil.


Hayattan kaçınarak çocukça kalırsın.


Bir şey daha: Ben bir çocuk gibi ol derken çocukça ol demiyorum.


Bir çocuk çocukça davranmak zorundadır;

yoksa çocukluk denen bu muhteşem deneyimi ıskalar.


Ama genç ya da yaşlı da olsan, çocukça davranmak basitçe senin büyümemiş olduğun anlamına gelir.


Bir çocuk gibi olmak tamamıyla farklı bir olgudur.


Ne anlama gelir?


Bir, çocuk her zaman bütündür; ne yaparsa yapsın çocuk onun içinde kaybolur,

o hiçbir zaman kısmi değildir.

Sahilde deniz kabukları topluyorsa, o zaman diğer tüm şeyler bilincinden silinip gider,

o zaman onun tek ilgilendiği sahildeki deniz kabuklarıdır.


İçinde kaybolur, tamamen içinde yitip gider.


Bu bütün olma niteliği bir çocuk gibi olmanın temellerinden birisidir. 


Bu yoğunluktur, bu konsantrasyondur, 


bu bütünlüktür.