Düşünceyi tasarlayıp hissettiğiniz zaman düşünce ışık frekansına dönüşür. Işığın hareketini yavaşlatıp yoğunlaştırırsanız elektrumu, yani elektrik dediğiniz pozitif- negatif kutupları olan elektromanyetik alanı yaratırsınız ve elektrum şekilsiz maddeye dönüşür, şekilsiz madde ise frekansı daha da düşürülerek moleküler ve hücresel yapıya dönüşür. Ortaya çıkan şekil almış maddeyi bir arada tutan kaynaklandığı düşüncedir. İşte her şey hızı olmayan düşüncenin hızı olan ışığa çevrilmesi ve bu ışığın da frekansı düşürüle düşürüle maddeye dönüştürülmesiyle yaratıldı, yani madde en düşük frekanslı düşüncedir. Bu demektir ki, madde de Tanrının bir boyutudur! Maddenin yaratılışının başlangıcında, ışık tanrılar kendilerini maddeye çevirerek güneşleri oluşturdular, sonsuz sayıda güneş yarattılar. Tüm güneşler, ışığın elektriğe dönüşümü sırasında ortaya çıkan gaz maddenin füzyonundan yaratıldı. Hayatın merkezi yaşam kıvılcımı olan güneşlerden, onların çevresinde dönen gezegenler yaratıldı. Bu gezegenlerin üzerinde tanrılar biçimler yarattılar, biçim vermeyi öğrenmeniz milyarlarca yıl aldı. Tanrı evrenleri yaratmadı, kendisi evrenlerdir! Çoğunuz, milyarlarca yıl önce bu gezegene gelen tanrılar arasındaydınız. Burada tüm hayatı yaratıp geliştirdiniz. Sizin zaman ölçünüzle bu gelişim milyonlarca yıl sürdü. Sudaki gaz maddenin reaksiyonuyla ilk canlı organizma olan kil bakterisini yarattınız, bu kilden de tüm canlı organizmaları oluşturdunuz. Başlangıçta yarattıklarınız şekilsiz şeylerdi, yaratıcılığınız çok basitti, çünkü madde realitesini ve nasıl yaratacağınızı yeni anlamaya başlamıştınız. Bitkileri, hayvanları ve tüm canlı varlıkları yaratmanız milyarlarca yıl sürdü. Çiçek sizden bir grup tarafından yaratıldı, renk ve koku ilave edildi, daha sonra değişik desende çiçekler ortaya çıktı. Şunu bilmelisiniz ki, bunları yaratmak için emek harcamadınız, çünkü ışık varlıklar olarak emek harcayacak bir bedene sahip değildiniz. Bu yüzden, ne yaratmayı arzu ettiyseniz o şey oldunuz. Maddeye kişilik, zeka ve şekil verebilmek için yarattığınız her şeyin bir parçası oldunuz, her yaratılan zekanızın canlı bir parçası olduğunda, kendinizi yarattığınız o şeyden çektiniz. Sürekli daha büyük kreasyonların peşindeydiniz. Kreasyonlarınıza zeka, yani genetik bellek kalıpları verdiniz ki, buna içgüdü diyorsunuz. İşte bu, yarattığınız şeylere var olma amacı, üreme süreci ve genlerin paylaşılmasıyla yeni türlerin oluşması olanağını sağladı. Bu yolla yeni canlılara içgüdüsel zeka aktarıldı. Tanrılar yarattıkları şeyleri deneyimleyebilmek ve yaratıcılıklarını ifade etmeyi sürdürebilmek için yarattıkları şeyler için değil, bizzat kendileri için bir madde taşıtı yaratmaya karar verdiler ve insan denen bedeni yarattılar. Tanrılar ışık şeklinde düşünceler oldukları için, örneğin çiçek olabilirler, ama o çiçeği koklayamazlardı. Taşın içinden geçebilirler, ama onu hissedemezlerdi. Düşünce, düşük frekanslı maddenin özünü hissetme yeteneğine sahip değildi. İnsan bedeni, tanrıların içinde dolaşabilmesi için kusursuz bir taşıttı, çünkü ruhu içinde tutabiliyor ve çevresi öz tarafından kuşatılabiliyordu. Bu taşıtla tanrılar çiçeğe dokunabiliyor, kokusunu hissedebiliyorlardı, edindikleri deneyimler de ruhlarında sonsuza dek duygu olarak kaydedilebiliyordu. Böylece tanrı-insan, insan-tanrı oldular!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder