16 Haziran 2018 Cumartesi

Güneş ve gecenin ışığı Ay.

GALAKSİİMİZİN KARDEŞLERİ:GÜNEŞİN VE AYIN BULUŞMASI

Güneş canlılığın simgesidir.

İnsan bedeninde Pingala enerjisi kanalı güneşi temsil etmektedir.

Ay, zihinsel güç simgesidir.

İnsan bedeninde İda enerjisi kanalı Ayı temsil etmektedir.

Ay Enerjisi ile Bağlantı tekniğinin sürekli uygulanması ile İda Nadi kanalının aktivesi düzene girer.

İda Nadi kanalının düzenli çalışması ile zihinsel konsantrasyon gücünü artırır.

Ay Enerjisi İda Nadi kanalından akmaktadır. Bu enerjinin serin, gevşetici ve yaratıcı özellikleri vardır. İda, bilinci etkileyen gevşetici, içe dönük, yumuşak ve zihinsel bir güçtür.

Güneş Enerjisi ile Bağlantı üç elementten oluşmaktadır: Form, enerji ve ritim.

On iki duruş yaşam enerjisini çoğaltarak bedenin enerjisel alanını aktifleştirmektedir. Duruşların düzenli ve ritmli ardıllıkla yapılması evrenin ritimlerini, günün yirmi dört saatini, yılın on iki Güneş fazını ve bedenin biyoritimlerini yansıtmaktadır.

Bu form ve ritmin beden/zihin kompleksine uygulanması daha dolu ve daha 
Güneş Enerjisi ile Bağlantı tekniği endokrin, dolaşım, solunum ve sindirim sistemleri dahil, bedenin bütün sistemlerini canlandırmakta ve dengelemektedir.

Bu uygulama epifiz bezi ve hipotalamusu etkileyerek epifiz dejenerasyonu ve kireçlenmesini önlemektedir.

Nefes alışverişlerinin bu teknikte uygulanan fiziksel hareketlerle senkronize edilmesi bireyin derin ve ritmik solumasını garantiye almaktadır.

Bu uygulama akciğerlerden aktif bir şekilde karbondioksit attırarak, onları bol miktarda oksijenle doldurmakta ve bol oksijenli kanı da beyne yönlendirerek zihinsel berraklığı arttırmaktadır.

Bütün Tao bilimi Ay merkezini tümüyle işlevsel hale getirmek içindir. Yoga, güneş enerjisini, vücudun içine sokmaya çalışır.

Yoga bir Güneş metodudur.

Tao ve Tantra ay metotlarıdır, ama yapılan iş aynıdır.

Tüm Yoga egzersizleri, Güneş enerjisini Ay’a doğru yönlendirmek içindir ve tüm Tao ve Tantra egzersizleri Ay’ı daha manyetik hale getirmek içindir ki, Güneş tarafından yaratılan tüm enerjiyi çeksin ve onu dönüştürsün.

Bir erkek gençken Güneş’e bağlıdır. Yaşlandığında Ay’a bağlı hale gelir. Kadın gençken Ay’a bağlıdır, yaşlandığında Güneş’e bağlı hale gelir.

Her iki enerji de farklı yollardan işleyiş gösterirler.

Kim olduğunu bilmediğin sürece gerçekte onun bütünlüğü içinde hangi cinsiyet olduğunu bilmezsin.

Güneş ile Ay enerjisi arasında bir denge tutturamadığın sürece ileri gidemezsin

Yoga, insanı yedi katmana, yedi adıma, yedi merkeze ayırır: İlk mooladhara, cinsellik merkezi, Güneş merkezi ve sonuncusu, yedincisi sahasrara, Tanrı merkezi olarak adlandırılır.

Yalnızca Güneş kısmı biliniyor. Ay kısmı bile henüz bilinmiyor. Psikoloji, dişil enerji için henüz yeterince gelişmemiştir.

Freud, Adler, Jung, hemen her şeyde erkeğe odaklandılar. Kadın hâlâ 
keşfedilmemiş bir bölgedir. Ay merkezi bile hâlâ bilinmiyor.

Jung birkaç pırıltı yakalamıştır. Freud tamamen Güneş odaklı kalmıştır.

Jung, çok tereddüt ederek biraz Ay’a yönelmiştir. Çünkü zihni tamamen bilimsel şekilde eğitilmiştir.

Ay’a yönelmek bilimden tamamen farklıdır. Ay’a yönelmek efsane dünyasında, şiir dünyasında, hayal gücü dünyasında ilerlemektir.

Freud, güneş odaklıdır, Jung birazcık Ay’a yönelmiştir. Freud’un öğrencisi olan Jung’a bu kadar öfke duymasının nedeni budur.

Freud psikolojisi Güneş psikolojisidir. Robert Assagioli adında bir adam var. Onun psikolojisi Güneş ve Ay’ın sentezidir, ama sadece başlangıcı. Psikolojisini “psikosentez” olarak adlandırır.

Analiz, Güneş’ten gelir, sentez Ay’dan

Ay psikolojisi senteze, Güneş psikolojisi analitik incelemeye, tartışmaya, kanıtlamaya dayalıdır. Ancak daha yüksek ruhbilimleri de vardır. “Buda ruhbilimi” güneş, artı Ay artı “ötesidir”.

Sahasrara başının tepesinin hemen altındadır. Kafandaki, görünmez bir kapıdır. Cinsel organların, mooladhara’ya açılan gizli kapılar olması, bu gizli kapılardan doğaya, hayata, görünene, maddeye inmen gibi, aynı bu şekilde başının tepesinden de çalışmayan bir organ var. Başka bir gizli kapı. Oraya enerji gittiğinde kapı açılır, oradan doğaüstüyle iletişim kurabilirsin.

Güneş ve Ay’ın buluşması, enerjini başına çıkarır. Anima ya da animus’un 
buluşması da içindeki dişinin ve erkeğin buluşması da içsel bir orgazm olarak nitelendirilir.

Sol burun deliği Ay merkeziyle, sağ burun deliğin Güneş merkezinle ilintilidir.

Ay’ın iyileştirebileceği hastalıklar ve Güneş’in iyileştirebileceği hastalıklar vardır. Tam olarak bilirse insan solunum yoluyla iyileştirilebilir. Fakat modern tıp henüz bu gerçeğin farkında varmadı.

Nefes alış verişin sürekli değişir. Ruh halinin bu kadar sık değişmesinin edeni budur. Elini burnuna yaklaşır ve hisset. Solunum soldan sağa değişmiş olmalı.

Unutma, tüm beden bölünmüştür. Beyin dahi iki bedene ayrılmış. Bir beyin yok, iki beyin var.

İki yarıküre. Beyninin sol tarafı Güneş’e, sağ tarafı Ay’a aittir.

Her şeyin solu Ay’da ama beynin sol tarafı vücudunun sağ tarafıyla ilintilidir. Çapraz.

Beyninin sağ tarafı hayal gücünün, şiirin, sevginin ve sezginin merkezidir. Sol yanı ise aklın, mantığın, düşüncenin, felsefenin, bilimin merkezidir.

Sahasrara’ya arı bilinç olarak ulaşması gerek – tek, bütün, tam.

Güneş akıldır, Ay sezgi. İkisini de aştığın zaman pratibha gelir. Pratibha sezgi aracılığıyla her şeyin bilgisidir. Sezgiye neden diye soramazsın sezgide, “çünkü” yoktur. Ani bir açıklık, şimşek çakmış ve bir şey görmüşsün, sonra yok olmuş ve nasıl olduğunu bilmiyorsun ama olmuş ve bir şey görmüşsün gibi.

Tüm ilkel topluluklar sezgicidir, bütün kadınlar sezgicidir. Bütün 
çocuklar sezgicidir, bütün şairler sezgicidir.

Prathiba, enerjinin, aklın ve sezginin oluşturduğu ikilemin ötesine geçtiği andır. Sezgi, aklın ötesinde, prathiba ikisinin de ötesindedir.

İçinde bir sentez yapman gerek

Yoga terminolojisinde, fiziksel kalbin tam arkasında hakiki kalp vardır, gizlidir. Eşzamanlıdırlar ama birbirlerini etkilemezler. Bu kalp yalnızca zirveye ulaşıldığı zaman bilinebilir.

İçinde tüm sesler sustuğunda, daima orada olan sesi duyarsın, yaratılışa ait olan, varoluşun kendisi olan sesi –sessizliğin, dinginliğin sesini.

Kalbe, ana hata çakra denir. Daima bir sesin çıkarıldığı yer. Hiçbir zıtlık olmaksızın sonsuz bir ses.

Hindular bu sesin aumkar –aum– olarak adlandırılmıştır.


Bütün sistemi mahvediyor..Mutlaka doktora danışın test yaptırın.

DÜNYAYI TEHDİT EDEN MANTAR ; CANDİDA
.
CANDİDA MANTARININ ÇOĞALDIĞINI GÖSTEREN BELİRTİLER

1 - Kadınlarda genital bölgede kaşıntı ve akıntılar, sık mesane enfeksiyonu, erkeklerde prostatit
2 - Giderek artan nefes darlığı, astım nöbetleri (mantarın akciğere bulaştığının göstergesidir)
3 - Bağışıklık sisteminde zayıflama, buna bağlı enfeksiyon artışı 
4 - Sürekli tekrarlayan düzensiz burun tıkanıklığı, alerjik rinit
5 - Mide asidinin azalmasına bağlı oluşan hazımsızlık
6 - Mantara bağlı mikotoksin zehirlenmesiyle migren, panik atak davranışlar ve sinirlilik hali
7 - Sık tekrarlayan ve değişen kabızlık veya ishal durumu
8 - Genel enerji düşüklüğüne bağlı cinsel istekte azalma
9 - Akne, sivilce artışı, saç dökülmesi ve saçlarda yağlanma
10 - Ayak-el tırnaklarında ve kasıkta mantarın varlığı
11 - Depresif bir hal ve uyuşukluk, konsantre olamama, unutkanlık
12 - Sindirim sorunları ve sık gaz oluşumu
13 - Mantarın bağırsaktaki şekeri tüketmesiyle artan şeker isteği buna bağlı karbonhidrat veya mayalanmış gıdalara aşırı istek duyma
14 - Karındaki gazın diyafram kasını akciğerlere iterek baskı sonucu oluşan nefes darlığı
15 - Dilde ve dişte yapışkan beyaz tabakalar
16 - Alkol kullanılmadığı halde ağızda alkol kokusu
17 - Alerjik astım, egzema, polen alerjileri ve yoğun kaşıntılar
18 - Eklem ve kas ağrıları fibromiyalji (yumuşak doku romatizması) 
19 - Kalpte sıkışma hissi
20 - Mantarın pankreas ve safra karaciğer enzimlerini azaltmasıyla birlikte sindirimin eksik olmasına bağlı olarak gaitada yağlanma, ağır koku ve sindirilmemiş yapılar.

CANDİDA MANTARININ OLUŞUMUNA ZEMİN HAZIRLAYAN ETKENLER;

1- Güçlü bir antibiyotik veya kortizon kullanmış olmak
2- Katkı maddeli ve işlenmiş hazır gıdaların kullanılması, fast food 
3- Uzun dönemli anti asit ilaç kullanımı
4- Whey protein gibi hazır sporcu içecekleri kullanımı
5- Doğum kontrol hapları, erkeklerde steroid kullanımı
6- Hepatit ve AIDS gibi hastalıkların varlığı
7- Tip 1 ve Tip 2 diyabet hastası olmak
8- Bağışıklık sistemi zayıflıkları (Aids, Ms gibi)
9- Uzun yıllar klorlu su içilmesi 1
10- Ağır metallere bağlı bağışıklık sistemi yetersizliği (örneğin civalı amalgam diş dolguları
11- Yoğun et tüketimine bağlı parazit aktivitesiyle gelişen mantar
12- Uyuşturucu kullanımıyla gelişen sindirim bozukluğuna bağlı mantar gelişimi
13 -Yoğun küf barındıran ortamlar da yaşamış olmak. Eski kitaplar, eski yatak ve eski halı ve mobilyalar yoğun küf barındırır ve bağırsak florasını bozabilir. Özellikle bazı astım türlerinim oluşmasının en büyük sebebi kapalı ve küflü ortamlarda yaşamaktır.
14- Kimyasal temizlik ürünlerine maruz kalmayla oluşan bağışıklık sistemi sorunları (örn; çamaşır suyu, sıvı sabunlar,bulaşık kremleri vs)
15- Sezaryen doğuma bağlı bebeklik çağından itibaren bağırsak florasının sağlıksız olması
16-Yoğun stres (Stresin yoğunluğu hücre içi iyon kanallarının işleyişini bozarak her türlü kronik hastalığa yol açabilir)
17- B 12 eksikliğine bağlı sindirim bozukluğu tek başına candida hastalığına yol açabilmektedir.
.

.
Nasıl oluyor da kronik sindirim sistemi hastalıklarına yol açabiliyor ?
.
Çok detaylı bir konu olmakla birlikte özetlersek mantar;ince bağırsaktaki un, karbonhidrat, şekeri etil ve metil alkol gibi çok zehirli kimyasallara dönüştürür. 
.

Kana karışan bu kimyasallarla organizma içten içe zehirlenmeye başlar ve zamanla durum daha da ağırlaşır. 
.

Mantar çoğaldıkça doğal faydalı bakterileri kolonisinin azalmasıyla besinler uygun şekilde yeteri kadar sindirilemez. 
.

Sindirimdeki bozukluk bedenin esansiyel mineral ve vitaminlerden faydalanmasını engellemektedir.
.
Mantarın şekeri kullanmasıyla ortaya çıkan toksik yapılar endokrin hormon sistemini bozarak, astıma ,burun tıkanıklıklarına,mide ve safra salgılarının zayıflamasına, sindirim güçlüğüne,bağışıklık sistemi hastalıklarına ve alerjiye yol açar. 
.

Mantarın ürettiği toksik maddeler beyin fonksiyonlarını bozarak sersemlik, baş dönmesi, unutkanlık, depresyon, uyku bozuklukları gibi farklı şikayetleri yol açabilmektedir.
.
Candida Mantarı tarafından salgılanan gliotoksin hormonu vücudun bağışıklık sistemini bozarak zamanla kısır bir döngüye yol açar.
.

Bu durum da mantar enfeksiyonu kronik bir hal alarak tüm bedene yayılır. 
.

Candidanın salgıladığı Asetaldehid maddesi kırmızı kan hücrelerin işlevini bozarak dokulara oksijen taşınmasını azaltır bu durumda beyinde ve özellikle dalakta problemler oluşur.

15 Haziran 2018 Cuma

ZEHİR !!!!

HER ŞEYİ ZEHİRLEMİŞLER..AŞIMIZA EKMEĞİMİZE GÖZ KOYDULAR!
YEŞİL DEVRİM DEDİLER...
DÜNYANIN EN KARANLIK ÇAĞI BAŞLAMIŞTIR!
Dünyanın en karanlık para imparatorluğu 1947’de Nelson Rockefeller’in kurduğu Uluslararası Temel Ekonomi Ortaklığı (IBEC) ve dev tarım şirketlerinden Cargill melez mısır tohum çeşitlerini üretmeye başladı. Melez tohumların kendine has kimyasallara, gübrelere ve makinelere ihtiyacı vardı. Bunların satışı da ABD’li tarım şirketlerinin kontrolündeydi. O sıralar amacı modern tarım yöntemlerini uygulayarak ürünü arttırmak ve açlığı azaltmak olan “Yeşil Devrim” Meksika’dan başlayarak, tüm Latin Amerika’ya, ardından da Hindistan ve Asya’ya yayılıyordu.
Yeşil Devrim’in en önemli sonuçlarıysa; zirai zararlılara karşı bağışıklık için kullanılan yeni tür pestisitlerin insan sağlığına olumsuz etkileri, melez türlerin toprağı bozması ve ürünün azalması idi! Ürünü azalan çiftçiler, üreme kapasitesi düşük olan melez tohumları her yıl yeniden almak zorunda kaldı. ‘Devrim’e büyük sulama projeleri eşlik etti. Dünya Bankası yeni barajlar için borçlar verdi; ülkeler borç batağına sürüklendi. İşlerini kaybeden çiftçilerse ABD şirketleri için ucuz işgücüne dönüştü.
1990’lara gelindiğinde “açlıkla mücadeleye kararlı” ABD eliti bu kez de dünyada 2,5 milyar insanın ana besin kaynağı olan pirince göz dikmişti. Filipinler merkezli Rockefeller kuruluşu Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI) Asya’daki bütün önemli pirinç türlerini depoluyordu. İşte o tohumların dörtte üçü Monsanto ve diğer dev şirketlerin laboratuvarlarında genetik olarak değiştirildi ve patentlendi!
Bu çalışmalardan birinin mahsulü “Altın Pirinç” olarak anılıyor. Vücutta A vitamini üreten beta-karoten, pirince turuncu rengini veriyordu. A vitaminli pirinç Asya’da kötü beslenen çocuklara sözde ilaç olacaktı. Hatta Bill Clinton, 1999’da “Altın Pirinç, günde 4 bin kişinin hayatını kurtarabilir” diyordu. Söylenmeyense A vitamininin “hipervitaminozu” yani A vitamini zehirlenmesine yol açabileceğiydi. Bu da beyin dâhil pek çok organa zarar veriyordu.
İsviçreli Syngenta ve ABD’li Monsanto bu pirinci patentledi. Eski bir Syngenta çalışanı Steven Smith, Haziran 2003’teki ölümünden önce şunları söylüyordu: “Size GDO’nun dünyayı besleyeceğini söyleyenlere öyle olmadığını söyleyin. Dünyayı beslemek siyasi ve ekonomik niyet ister, sadece üretim ve dağıtım değil.”
Soya cumhuriyetleri
Artık sıra genetik olarak değiştirilmiş tohumların test edilmesine gelmişti. Bunun için de “arka bahçe” kullanıldı. Önce Arjantin, ardından Meksika, Brezilya, Paraguay.
Arjantin’de 1989’da devlet başkanı olan ABD destekli Carlos Menem’in ekonomik programı Rockefeller ailesi tarafından ABD’de yazıldı ve böylece korumacı piyasanın yerini ithalat rejimi aldı. Arjantin’in borçlarını kapatması için tek çare ise GD soya fasulyesi yetiştirmekti. 1991’de 569 tarla GD mısır, ayçiçeği, pamuk, buğday ve özellikle soya ekimine ayrıldı. 1996’da Monsanto Arjantin’de Roundup Ready (RR) soya fasulyesi tohumlarının dağıtım lisansını aldı. Ve her şey böyle başladı.
GD soya daha az insan gücü gerektiriyordu. Çoğu çiftçi topraklarını terk etmek zorunda kaldı. 2004’e gelindiğinde artık 14 milyon hektar GD soya ekiliydi. Arjantin’in tarımsal çeşitliliği de yok olmuş; 10 yıldan kısa bir sürede mısır, buğday ekili alanlar soya tarlalarına dönüşmüştü. Arjantinli bilim adamı Walter Pengue “Bu yolda gidersek 50 yıl sonra hiçbir şey yetiştiremeyeceğiz” diyordu. Tohum saklama geleneği sona erdirilen çiftçiler, her yıl Monsanto’dan yeni tohum alırken satıştan da kâr payı ya da vergi ödüyorlardı.
Soya dışında kendi gıdasını yetiştiremez durumda kalan Arjantin 2002’deki ekonomik krize de savunmasız yakalandı. Açlık başladı. Ayaklanmalarından korkan hükümet, Monsanto ve soya kullanan ünlü markalar bedava yiyecek dağıtmaya başladı. Arjantinliler artık taze meyve, et, süt, yumurtadan oluşan beslenme biçimlerini soyaya teslim etmişti.
Hükümet, soyadan alınan proteinin etin yerine geçebileceği yönünde propagandaya başladı. Fakat araştırmalar soya sütüyle beslenen bebeklerin daha alerjik olduğunu saptadı. Hatta Rus Bilimler Akdemisi’nden Dr. Irina Ermakova GD soyayla beslenen dişi ve erkeklerden doğan bebek farelerin üç hafta içinde öldüğünü söylüyordu.
Arjantinliler’e söylenmeyen başka bir gerçek de tek yönlü beslenme biçimi olduğunda soyanın kansere varan zararları olduğuydu. Bölgedeki hayvanlar ölüyor, insanlarda da tiroit, solunum sistemi bozuklukları, akciğer ödemleri, deri hastalıkları gelişiyordu. Hatta hormon bozuklukları yüzünden bazı kız çocukları üç yaşında regl olmaya başladı. Soya tarlalarının yakınında yaşayanlar her gübrelemeden sonra şiddetli migren, göz yaşarması, mide bulantısı, eklem ağrıları yaşıyordu. Havadan yapılan ilaçlama yüzünden Arjantin’de Monsanto soyası dışında başka bir şey yetişmez oldu.
“Le Monde Selon Monsanto” (Monsanto’ya Göre Dünya) isimli belgeseli ve kitabı şu sıralar Fransa’da en çok okunanlar listesinde birinci sırada olan Marie-Monique Robin’in Arjantin’in Pampa bölgesiyle ilgili gözlemleri de tabloyu netleştiriyor. Mısır, buğday, hintdarısı, yağlı tohumlar, ayçiçeği, yer fıstığı, soya, sebze ve meyve yetiştirilen bu bölge, nüfusunun 10 katına yetecek kadar üretim yapıyor ve ihraç ediyordu. Taa ki GD soyayla tanışana kadar…
Arjantin’de GD soya ekili alanlar 2000’de 8,3 milyon hektardan 2001’de 9,8’e, 2002’de 11,6’ya, 2007’de 16 milyon hektara ulaştı. Ekili alanlar artarken çiftçilerin sayısı da yüzde 30 azaldı. 1991–2001 arası kapısına kilit vuran çiftçi sayısı 150 bin iken, bunun 103 bini GD soyadan sonra tarlalarını terk etti.
Kaliteli et ve sütleriyle ünlü Arjantin’de süt üretimi 1996’dan 2002’ye kadar yüzde 27 düşünce ilk kez Uruguay’dan süt ithal edildi. Pirinç üretimi yüzde 44, mısır yüzde 26, ayçiçeği yüzde 34, domuz eti üretimi yüzde 36 düşmüş, fiyatlar artmıştı. 2003’te unun fiyatı yüzde 162, mercimeğin yüzde 272, pirincinki yüzde 130 arttı.
GD soya yasadışı yollardan Brezilya, Paraguay, Bolivya ve Uruguay’a da yayıldı. 1997’de Monsanto Brezilya’nın en önemli tohum üreticisi şirket olan Agroceres’i aldı. Eylül 2003’te AB, ithal ettiği GD ürünlerin etiketlenmesi zorunluluğunu getirdi. Fakat Brezilya’da yasadışı olarak yetiştirilen soyanın GD olup olmadığını kimse bilmiyordu. Sonunda Devlet Başkanı Lula da Silva bir kararname imzalayarak GD soyanın satışını, 2005’te de ekimini yasallaştırdı. 2003’te Brezilya’da yetişen soyanın yüzde 30’u GD idi. Monsanto’ya ton başına 10 dolar kâr payı ödemek zorunda olan çiftçiler 16 milyon tonla ilk yılda Monsanto’ya 160 milyon dolar kazandırdı. GDO bariyeri her geçen gün eriyordu…

İNSANLIK YOK EDİLİYOR.

ÜNLÜ TOHUM ŞİRKETİ MONSANTO
BASKI ve TEHDİTLE ÜLKELERE ÜRÜN PAZARLIYOR YASA ÇIKARIYOR ! 

** Afrika’ya zorla “acil açlık yardımı”
Monsanto’nun GD “teknolojisini” yaymak için başvurduğu yöntemlerin arasında baskı ve rüşvet de vardı. Örneğin; Endonezya Hükümeti’nden üst düzey bir yetkiliye GDO’lu ürünlerin taranmadan satışa sunulması için 50 bin dolar rüşvet ödemişlerdi. 6 Ocak 2005’te Monsanto’ya iki dava daha açıldı. Yine Endonezya’daki 140 yöneticiye 1997-2002 arasında GD pamuğun ekimi için 700 bin dolar verilmişti. Ayrıca tarım bakanlığından üst düzey bir yöneticiye de 374 bin dolarla lüks bir ev önerilmişti. Bu ödemeler sahte pestisit faturalarıyla belgelenmişti.

2001’de IMF ve Dünya Bankası Malawi hükümetinden dış borçlarını ödemesi için acil durum gıda rezervini elden çıkarmasını istedi. Oysa ülkenin insanlarını besleyecek gıdası dahi yoktu. Böylece ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) 250 bin ton fazla GD mısırını Malawi’ye hibe etti. İngiltere Başbakanı’nın bilim danışmanı Prof. David King ABD hükümetinin GDO teknolojisini Afrika’ya yayma çabasını “kitlesel insan deneyi” şeklinde tanımlayarak kınadı. Ekim 2002’de Guardian’da çıkan bir makalede, ABD’nin acil açlık yardımı adı altında, Güney Afrika’nın altı ülkesine stok fazlası GD mısır göndereceğini açıkladı. Mısır, Zambiya, Malawi ve Zimbabwe’nin ana gıdasıydı. Riski göze almayıp reddettiler. Ama reddedemeyenler de vardı.

** Bush’un “katil” tohumları Irak’ta
Başkan Bush “Irak’ta yeşerdiğinde bütün bölgeye yayılacak demokrasi tohumlarını ekmek için bulunuyoruz” derken mecazi bir ifade kullanmıyordu. Nasıl mı?

İşgalin ardından oluşturulan Geçici Koalisyon Otoritesi’nin (CPA) başına atanan Paul Bremer’in ilk eylemi ülke sınırlarını gümrük, tarife, kontrol ve vergi olmadan ithalata açmak oldu. 81 no’lu kanunsa çiftçilere tohum saklamayı yasaklarken; genetik müdahaleye uğramış, kısırlaştırılmış tohumların her yıl alınması mecburi kılındı.

Iraklılar yıllardır doğal tohumlarını Bağdat’taki ulusal tohum bankasında saklıyordu, fakat burası ABD bombalarıyla yok edildi. Eski tarım bakanı yedek bir bankayı Suriye’ye taşımıştı, tohumlar oradan sağlanabilirdi ama Bremer’in başka planları vardı.
USAID, Irak Tarım Bakanlığı aracılığıyla binlerce ton ABD merkezli “yüksek kaliteli, sertifikalı buğday tohumu”nu çok ucuza dağıtırken, bağımsız bilim adamlarının bunların GD olup olmadığını araştırmasına izin verilmedi.

ABD Tarım Bakanlığı ve Texas A&M Üniversitesi Tarım Birimi’nin ortak programıyla Iraklı çiftçilere “yüksek verimli” buğday, nohut, mercimek gibi tohum çeşitlerinin nasıl yetiştirileceği öğretildi. Ne tesadüftür ki aynı üniversite kendini dünyanın “biyoteknolojik lideri” olarak tanımlıyordu.

** Monsanto’ya Göre Dünya
Ünlü Fransız çevreci Nicolas Hulot, Marie-Monique Robin’in kitabına yazdığı önsözde şöyle diyor: “Marie-Monique Robin sayesinde biz de artık Monsanto’nun bildiklerini biliyoruz! Evet şirket, ürünlerinin zehirli sonuçlarından haberdardı!”

Monsanto 20. yüzyılın en önemli kimya şirketlerinden biri. 1901’de sakarin üretimiyle başlayan ticari hayatına 1. Dünya Savaşı’nda patlayıcı gazı üretmek için kimyasal ürünler satarak devam etti. 1942’de 2 milyar dolar bütçeli “Manhattan Projesi” başladığında, atom bombası üretmeyi hedefleyen bilim adamları arasında Monsanto’nun da kimyagerleri vardı.
Ürettikleri kimyasallarla büyük çevre kirliliği yaratan şirket, Vietnam ormanlarına serpilen herbisitin bileşenlerini de üretti. Bundan 1 milyonun üzerinde Vietnamlı, 100 bin de ABD askeri etkilendi. Daha sonra tarım birimi kurularak biyoteknolojik çalışmalara hız verildi. 2007’de 17 bin 500 çalışanı, 7,5 milyar dolarlık cirosuyla GDO’lu ürünlerin hemen hepsinde patent hakkına sahip olan şirketin ürettiği GD tohumlar 100 milyon hektara yayıldı. Yarısından fazlası ABD’de olmak üzere, Arjantin’de 18, Brezilya’da 11,5, Kanada’da 6,1, Hindistan’da 3,8, Çin’de 3,5, Paraguay’da 2, Güney Afrika’da 1,4 milyon hektar GDO ekili. Tabii bunlar bilinenler.


14 Haziran 2018 Perşembe

Bir garip gelenek.

Gelenekler kültürlerin bir parçası. Her ülkenin, her coğrafyanın kendi kültürü olduğu gibi kültürler içinde de yöresel gelenekler bulunuyor. El öpme, kız isteme gibi bize özgü gelenekler diğer ülkelerde de mevcut ama Samoa’da öyle bir gelenek var ki insan hayrete düşüyor.

1-) Samoa kültürüne göre, kız çocuk sayısının yetersiz olduğu aileler erkek çocukları arasından birini seçerek ev işlerine yardım etmesi için kız gibi yetiştiriyor. Bu kişilere de Fa’afafine deniyor.

2-) Samoa’da diğer ülkelerden farklı olarak Fa’afafine denilen üçüncü bir cinsiyet mevcut

3-) Burada cinsel organlar dahil her yere dövme yaptırılıyor ve dövmesiz erkeğe kesinlikle kız verilmiyor

4-) Fa’afafine Samoa dilinde Fa’a: gibi fafine: kadın yani ”kadın gibi” anlamına geliyor

5-) Kız çocuk sayısının yetersiz olduğu ailelerde erkek çocuklardan birisi kadın gibi yetiştiriliyor.

6-) Fa’afafine, biyolojik açıdan erkek vücuduna sahip olsalar da kadınsı davranışlar sergileyen insanlara söylenilen bir tabir

7-) Maalesef ailelerin baskılarıyla bu hale geliyorlar

8- Fa’afafine’ler erkeklerle birlikte olup, gerçek bir kadın gibi davranıyor, hatta bazıları estetik operasyonlar ile sonradan gerçek bir kadın bedenine sahip oluyor.

9-) Ergenlik dönemlerinde kadın ve erkek olmak arasında kalan bu bireylere toplumları oldukça saygı gösteriyor.

9-) Ergenlik dönemlerinde kadın ve erkek olmak arasında kalan bu bireylere toplumları oldukça saygı gösteriyor.

11-) Bu tür gelişmeler neticesinde hükümet Fa’afafine’lere yönelik ciddi kararlar aldı ve batılıların bu ilgisini sonladırmak için iki erkek arasındaki ilişkiyi yasaklayarak bu duruma bir son vermeye karar verdi.

12-) Ekonomik yetersizliklerden ötürü Avusturalya ve Yeni Zelanda’ya göç eden Fa’afafine’ler bu ülkelerde fuhuşla geçim sağlıyorlar

13-) Aile baskısının ne denli sonuçlar doğurabileceğini yine görmüş oluyoruz

14-) Oldukları gibi, erkekçe yetiştirilseler bu yola hiç düşmeyecekler belki de

15-) Toplum kuralları belli başlı konularda rehber olabilir ama yanlış olduğu bariz kuralları da kör kütük uygulamak bir insanın hayatına mâl olabiliyor…





DEĞİŞİK TENLERE SAHİP İNSANLAR.

BİLİM SONUN DA AÇIKLAMA GTİRDİ.."MAVİ" TENLERİYLE ADETA ŞİRİNLERİ ANDIRAN DÜNYANIN EN GİZEMLİ AİLESİ"
ABD'nin mavi tenli insanları.ABD’nin Kentucky eyaletinde yaşayan bir ailenin üyeleri, yaklaşık 200 yıldır mavi renginde bir tene sahip. Eşi benzeri görülmeyen bu genetik gizemin perde arkası sizi şaşkına çevirecek.
Benjamin Stacy adında bir bebek 1975 yılında dünyaya geldiğinde hemşire ve doktorları şaşkına çevirdi. Çünkü bebeğin ten rengi tıpkı Avatar filmindeki Na’vi halkında olduğu gibi masmaviydi. Doktorlar bu sıra dışı durum yüzünden o kadar endişeliydi ki, bebeği kasabadan çok uzakta bulunan Kentucky şehir merkezindeki bir hastaneye sevk ettiler.
Benjy'nin büyükannesi durumdan haberdar edildi ve bebeğin babası olan Alva Stacy ile beraber doktorlara ailede daha önceleri de mavi tenli insanların yaşadığını bildirdiler. Olaydan tam 197 yıl önce Kentucky’nin Appalachian dağlarında doğan ilk bebeğin aynı renkteki son torunuydu.
1820'de Martin Fugate adında bir Fransız, Elizabeth Smith adında bir kadın ile evlendi ve Martin’ın kayıtlara göre buz gibi soğuk bir ten rengi vardı. Hem Elizabeth hem de Martin’in genlerinde kaynağı bilinmeyen belirli kodlar vardı ve 7 çocuklarından 4’ü mavi ten rengi ile dünyaya gelmişlerdi. O zamanlar ulaşım zorluklarından dolayı dağ köyünden şehir merkezine inmek çileydi ve 1910’un başlarına kadar Fugata ailesi kentten uzak yaşadılar.
Artık sonuç olarak gittikçe kalabalıklaşan ailenin çoğu bireyi evlenmeye ve çocuk sahibi olamaya başladılar. Mavi cilt sendromları haliyle devam etti ve farklı zamanlarda yaşan mavi tenli insanlar dünyaya geldi.
Ailenin üyelerinden 2013'te yaşamını yitiren ve "Şirin Baba" lakabıyla tanınan Paul Karason:
İki asır boyunca bu aile, şehir hayatından izole bir şekilde yaşadı ve kasaba halkı, artık bu duruma alışmıştı. 1960’ların başında kalabalık ailenin ilk üyesi, şehir üniversitesinin tıp fakültesinde çalışan hematolog Madison Cawein ile bağlantı kurdu.
Cawein o günleri "Mavi olma konusunda gerçekten çok utangaçlardı.” sözleriyle anıyor. Kendisi, Alaska’da yaşamış ve modern dünyadan izole Eskimo halkının popülasyonlarıyla ilgili araştırmaları inceleyerek süreci aydınlattığını söylüyor. Cawein, Fugate ailesinin kanlarında aşırı miktarda “methemoglobin” denilen bir çeşit hemoglobine rastlıyor ve tıpkı Eskimo’larda olduğu gibi nadir bir kalıtsal kan bozukluğunu tespit ediyor.
Methemoglobin, oksijen taşıyan sağlıklı kırmızı hemoglobin proteininin işlevsiz mavi bir versiyonu olarak biliniyor. Kafkasyalıların çoğunda kanlarındaki kırmızı hemoglobin, cildi soğuk havalarda pespembe yapıyor. Fugate ailesinin yaşadığı durumsa rengin kırmızı yerine mavi olmasından başka bir şey değil.
Bu kan hastalığı, resesif bir genin sonucudur ve bu nedenle, Fugate ailesindeki bir çocuğun her iki ebeveyni de bozukluğun yavrularında görünmesi için resesif geni taşımak zorundadır. Fugate ailesi ise uzun süre şehir hayatından uzak kalıp aile genlerini çeşitlendirecek genlere sahip olmadığından, mavi birey sayısında sıklık ve bolluk yaşanmıştır.
Tedavisi var: Daha fazla mavilik!
Cawein ise bu bozukluk için bir tedavi geliştiren ilk araştırmacılar arasında. Vücudun methemoglobini normal hemoglobine çevirme sürecini harekete geçirmek için en iyi kimyasalın rengi metilen mavisi olan bir boya olduğu tespit ediliyor. Tedaviyi gören Fugate bireyleri, boyayı aldıktan birkaç dakika sonra olması gereken pembe renge kavuşuyorlar.
Bugün ailenin hala mavi olarak dünyaya gelen bireyleri ilgili tedaviyi haplarla alıyorlar ve hayatlarını normal bir şekilde sürdürebiliyorlar.
Fakat, eğer sinirlenirlerse kanlarındaki boya etkisini kaybediyor ve renkleri tekrar maviye dönüşüyor.

İsveç ve kız çocukları..

İsveç,avrupanın en sade ülkelerinden bşr tanesi.Ama gel gör ki,çocuk evlilikler burdada geçerli..İsveç’te kız çocuklarına çağrı: “Risk altındaysanız iç çamaşırınıza kaşık koyun” “Güvenlik kontrolünden geçen kız çocuklarının iç çamaşırlarına koyduğu kaşık metal detektörlerini çalıştıracak ve tehdit altındaki kız çocukları ile özel eğitim almış görevlilerin refakatinde, özel bir alanda görüşme yapılacak. Görevlilerin harekete geçmesini sağlayan bu alarm yöntemi, kız çocukları için son şans.” İsveç’in Göteborg şehrinden seyahat eden, kadın sünneti ve/veya zorla evlendirme tehdidi ile karşı karşıya kalan kız çocuklarına, İsveç’te yetkilileri harekete geçirmek üzere sinyal vermeleri için tavsiyelerde bulunan bir kampanya başlatıldı. İsveç’in en büyük ikinci şehrinde, kampanya, yasal olmayan ve zorla evlendirilmek gibi amaçlarla yurt dışına götürülen kız çocuklarının yardım istemesini teşvik etmek için çalışan Karma Nirvana adlı bir kurum tarafından başlatıldı. Kampanya kapsamında, kadın sünneti, zorla evlendirilme gibi tehdit altında olan kız çocuklarının iç çamaşırlarına “kaşık” koymaları ve yardım istemeleri teşvik ediliyor. Böylece, kız çocukları hava alanında dedektörden geçerken, alarmın çalması ile konuya ilişkin özel eğitim almış havalimanı görevlilerinin durumun farkına vararak müdahale etmesi sağlanacak. Göteborg’da kampanya hakkında konuşan Katarina Idegard’a göre: “Güvenlik kontrolünden geçen kız çocuklarının iç çamaşırlarına koyduğu kaşık metal detektörlerini çalıştıracak ve tehdit altındaki kız çocukları ile özel eğitim almış görevlilerin refakatinde, özel bir alanda görüşme yapılacak. Görevlilerin harekete geçmesini sağlayan bu alarm yöntemi, kız çocukları için son şans.” Katarina Idegard, kampanyanın özellikle okulların tatil olduğu dönemlerdeki önemine değinerek, “Kız çocuklarına karşı kadın sünneti ve zorla evlendirilme risklerinin özellikle okulların tatil olduğu dönemlerde arttığını” ifade ediyor. Karma Nirvana’nın verilerine göre bu yöntem Britanya’da, iç çamaşırlarına kaşık koyarak güvenli bir şekilde yetkilileri harekete geçiren, zorla evlendirilme tehdidi ile karşı karşıya olan birçok kız çocuğun hayatını kurtardı. Bu yöntem özellikle, sürekli ailelerinin refakatinde olan kız çocuklarının yetkililere ulaşabilmesi için güvenli ve etkili. Katarina Idegard, 2015 yılında yapılan bir çalışmaya göre İsveç’te yaşayan otuz sekiz bin kız çocuğu ve kadının kadın sünnetine maruz kalmasının, buna karşı eyleme geçmek için delil oluşturduğunu ifade ediyor. Kadın sünneti ile zorla evlendirmenin, İsveç sınırlarının dışında geçekleşmiş olsa bile hapis cezasını gerektiren bir suç olduğunu, buna rağmen güncel olarak kaç kız çocuğunun zorla evlendirme amacıyla İsveç sınırları dışına götürüldüğünün bilinmediğini ekliyor. Göteborg’da kampanyanın yaygınlaşması için, okullarda çalışanların ve sosyal çalışmacıların, kız çocuklarına karşı tehditlerle ilgili olarak uyanık ve tedbirli olmaları isteniyor

13 Haziran 2018 Çarşamba

Hz.Ademin de işi zormuş.🙂

Hz.ADEM’İN HAVVA’DAN ÖNCEKİ EŞİ: LİLİTH

Havva ve Lilth..İnsanın insanla olan anlaşmazlıklarının kamplaştığı alanlardan en popüler olanlarından biri de kadın ve erkek arasında olan kamplaşmadır. Birçok benzerliğimizin yanı sıra daha çok farklı yanlarımızla hayatımızı dünyaya ayak attığımız günden bu yana yakından ilgilendiren bu durumun nedenini bulmak amacıyla öncelikle Adem ile Havva’nın evli olup olmadığından dem vurmuştuk. Şimdi ise daha da öteye giderek Musevilik ve Hristiyanlıkta önemli bir yeri olan ve efsanelere konu olmuş bir kadından size bahsetmek istiyorum. Adem’in ilk eşi olarak tanrı tarafından, Adem ile aynı anda çamurdan yaratılan Lilith (İslam inancında olmamasına rağmen birçok Müslüman, Hırsitiyan ve Musevi Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığına inanır) eşitlik iddiasında bulunan ilk insan olarak tarihte yerini almıştır. Tevrat’ta adından bahesedilen Lilith’in hikayesini okuduğunuzda ve sonrasında Havva ile karşılaştırdığınızda eşinizin, annenizin, kız arkadaşınızın veya kız kardeşinizin Lilith mi yoksa Havva mı olduğuna siz karar verin.

Yaratılan ilk kadın LİLİTH 
Tanrı insanı başlangıçta Adem ve Lilith olarak çift yaratır. Tanrının bir lütfu olarak Lilith ve Adem cennet bahçesinde birlikte yaşamaya başlarlar. Ancak bu birliktelik mutlu bir beraberlik değildir. Anlaşmazlık sebepleri ise boşanma davalarında ileri sürülen gerekçelerden pek farklı değildir: Adem, Lilith’in olaylara neden kendisinden farklı yaklaştığını anlayamaz (ruhen ve fikren anlaşmazlık); onu kendisine hizmet etme, bahçeyi bakımlı ve düzenli tutma konusunda tembel ve isteksiz olmakla suçlar (ev işlerini ve ailesini ihmal etme). En önemli ve üzerinde en çok durulan sorun ise Adem’in, cinsel ilişki sırasında kadının sürekli altta olmasını istemesidir ve bunu da kadına üstünlüğünün gereği olarak görür, Lilith ise bu pozisyonu aşağılayıcı bularak karşı çıkar (cinsel uyuşmazlık). Kısacası anlaşmazlık sebebi Adem’in sürekli olarak kadına üstünlük taslaması, ona hükmetmeye çalışmasıdır. Lilith ise ikisi de aynı topraktan yaratıldığına göre eşit olmaları gerektiğini savunur ve erkeğin kendisinden üstün olmak istemesine bir anlam veremez. Sonunda birlikte yaşamalarının imkansız hale geldiğine karar verir ve Tanrı’nın söylenmemesi gereken adını anarak (ki bu isim cennetten çıkış için tek paroladır) uçup gider ve yeryüzünde Kızıl Deniz yakınlarındaki bir mağaraya sığınır.

Lilith’in sürgün günleri;
Kendisine sunulan sıcak yuvayı kapıyı çarparak terkettiği için artık yeri de cennetten dışlanmışlar arasında olacaktır. Çevresindeki cinlerle ve cinlerin kralı (ya da şeytanın ta kendisi) Samael ile ilişkiye girer ve onlardan cin çocuklar doğurur, hem de günde yüz çocuk gibi yüksek bir oranda. İnanışa göre dünyada kötülüklerin bu kadar yaygınlaşmasının sebebi budur.

İlk ıssız adam Adem!
Cennette yalnız kalan Adem ise Lilith’i geri getirmesi için Tanrı’ya yalvarır. (Ayrılıklarda araya adam koyma taktiği J) Tanrı da Senoy, Sansenoy ve Semangelof isimli üç meleği elçi olarak gönderip “evine dön” çağrısı yaptırır Lilith’e. O da kesinlikle dönmeyeceğini bildirir. Melekler kendisini, geri dönmemesi halinde her gün yüz çocuğunu öldüreceklerini söyleyerek tehdit ederler. Tehdit yerine getirilir. (Şiddet hiçbir zaman çözüm değildir, şiddetin çocuğu hep intikamdır.) Lilith, duyduğu acıyla bundan sonra Adem soyundan gelen bütün insan yavrularının, hamile ve doğum yapmakta olan kadınlarla bebeklerin baş düşmanı olmaya yemin eder. Erkek çocuklarının doğduktan sonra ilk sekiz gün içinde, kız çocuklarının ise ilk yirmi gün içinde canını alacaktır. Sadece yakınında üç meleğin ismi veya sureti bulunan çocuklara dokunmayacaktır.

Adem’e yeni eş: Havva
Lilith’in dönmesinden ümidi kesen Tanrı (Bu efsanede anlatılan tanrı da oldukça insani özellikleri var), Adem uyurken bilinen kaburga kemiği yöntemiyle Havva’yı yaratır. Bu yeni kadının, vücudunun bir parçası olduğu erkeğe karşı çıkamayacağını düşünmektedir. Havva Lilith’e o kadar benzemektedir ki Adem uyanınca yanında bulduğu kadının başka biri olduğunu anlamaz. Onun kendisine Lilith gibi karşı çıkmayıp boyun eğmesini ise “nihayet hidayete erip yola geldi” diye yorumlar.

Kötülüklerin kraliçesi: Lilith
Hikâyenin sonu ise herkesin malumu, Lilith artık kesinlikle kötülerin safındadır. Bütün insanoğullarının ve kızlarının başına gelen nice felaketin sebebidir. İnsanlara yaptığı kötülükler saymakla bitmez: Beşikteki bebeklerin bugünün tıbbınca bile sebebi açıklanamayan ani ölümlerinin baş sorumlusu olduğuna inanılır. Hamile ve doğum yapmakta olan kadınlara musallat olarak düşüklere, ölü doğumlara ve annelerin ölümüne sebep olur; yalnız yatan erkekleri uykularında baştan çıkararak gördürdüğü erotik düşlerin verimiyle hamile kalır ve cin nüfusunun artmasına katkıda bulunur. Aynaları yurt edinip özellikle aynaya fazla bakan kadınları kendi safına çeker.

İlk katil Kabil’in anası ve Adem’i cennetten kovduran yılan Lilith

Ola ki ilk katil Kabil’in de anasıdır; insanın cennetten kovuluşunda da parmağı vardır, Havva’nın baştan çıkarılışı ile ilgili tasvirlerde kadına yasak elmayı sunarken görülen yarı kadın yarı yılan yaratığın Lilith olması kuvvetle muhtemeldir. Belden yukarısı uzun siyah saçlı güzel bir kadındır, belden aşağısı ise insana benzemez. Bu konuda da rivayet muhtelif; kimi kaynaklara göre ateştendir, kimilerine göre yılan kuyrukludur, kimi yerde de keçi gibi kıllı ve çirkin olduğu belirtilir. Saba Melikesi kılığına girerek Süleyman Peygamberi baştan çıkarmaya bile çalışır, ama eteklerini kaldırdığında kıllı bacakları (yoksa keçi ayakları mı?) görününce foyası meydana çıkar.

Feministlerin ikonu Lilith
Adem ile aralarındaki ilişkinin niteliği nedeniyle feministlerin ikonu olarak nam salan Lilith’in efsanelere göre hikayesi böyle. Lilith’in hikâyesi birçok insan tarafından bilinmemektedir. Doğruluğu veya yanlışlığı bir tarafa acaba sizin kadınınız hangisi, Lilith mi yoksa Havva mı? Ya da siz Adem olsaydınız hangisine aşık olurdunuz?


Ayzıt Doğum tanrıçası.

Ulu Tanrica Ayzit 
Binlerce yıldır Ana Türk topluluğundan milattan çok eski dönemlerde kopup ayrılmış olan Saha (Yakut) Türklerinde Umay benzeri bir rûh vardır ve Ayzıt ya da Ayısıt olarak adlandırılmaktadır.

Ayzıt, eski Türklerde güzellik, iffet ve doğum tanrıçasıdır. Aşkın ve güzelliğin simgesidir. "Ay gibi parlak" demektir. Ay güzelliği ve ışığı, nuru simgeler. Ayrıca genel olarak iyi ruhları tanımlamak için kullanılan “Aya” kavramıyla de anlam açısından ilgilidir.

Ayzıt adı, "Yayuçi" adıyla aynı köktendir. Ayzıt yazın ve kışın güneşin doğduğu ve battığı yerdedir ve 3. kat gökte oturur. Bu tanımlamalar, göksel küre Venüs’ü anımsatır.

Ayzıt güzelliğin sembolü olduğu için Sümer ve Yunan mitlerindeki İştar ve Afrodit’e (Venüs) benzer.

Bu tanrıça, kadınlar doğuracağı zaman imdatlarına yetişir. Onların kolayca doğurmasına yardım eder. 3 gün loğusanın başında bekledikten sonra, beraberindeki dere, tarla, ağaç ve çiçek perileriyle gökyüzünün 3. katındaki sarayına döner. Bununla birlikte Ayzıt’ın hiç hoşgörü kabul etmeyen bir şartı vardır: Namusunu korumamış kadınların yardımına ne kadar yalvarırsa yalvarsınlar ve ne kadar değerli kurbanlarla hediyeler sunarlarsa sunsunlar, bir türlü gelmez.

Ongunu kuğudur. Kuğular bu nedenle kutsal sayılır ve dokunulmaz. Beyaz Turna kuşu da diğer simgelerinden biridir. Ayzıt, gümüş tüylü bir kısrak biçimine bürünebilir ve gökten yeryüzüne bu şekilde iner. Kısrak kılığındayken kuyruk ve yelelerini kanat gibi kullanır. Ormanlarda dolaşmayı sever. Ak bir kalpağı (başlığı), çıplak omuzlarında ak bir atkısı vardır. Çocukları ve hayvan yavrularını korur. İnsanlara sevgiyi ve aşkı ilham eder.

Yakutlar, onu Kotun (katun, hatun, kraliçe) olarak anarlar. Ayzıt, kimi Yakut rivayetlerinde Gök Tanrı’nın karısı olarak geçer. Ayzıt, güzelliği simgeler. Eski Yunanlılar’ın Afrodit’ine benzer fakat onun gibi fuhşu değil namusu temsil eder.


Ayzıt’ın sarayının kapısında ellerinde gümüş bakraçlar olan yasakçıları vardır. Yazın şamanlar ak elbise, kışın siyah elbise giyerek Ayzıt bayramını kutlarlar. Eliade’ye göre yasakçıların ellerinde gümüş kamçıları vardır ve kötü insanları içeri almazlar.

Bu bayramın sabahında evlerin her tarafı son derece temiz ve süslü bir hale konulur. Herkes, en güzel elbiselerini giyer, en çok sevdikleri yemekler neyse onları yer. Herkesin yüzü mutlaka neşeli, şen ve tebessümlüdür. Bu sırada Ak Şaman, elinde sazı olduğu halde gelir, 9 genç kızla 9 delikanlı seçerek bunları ikişer ikişer el ele tutturarak asker gibi dizer. Kendisi de sazını çalar. Onları gökyüzüne çıkarıyormuş gibi ileri doğru yürütür. Sazını çalarken Ayzıt hakkındaki ilahileri söyler.

Abdulkadir İnan, Şamanizm adlı eserinde Ayzıt hakkında şu bilgileri verir:

" Ayzıt, yaratıcı, bereket ve bolluk sağlayıcı dişi ruhların zümresine denir. Bunlardan kimileri kadınları ve çocukları, kimileri de dişi hayvanları ve hayvan yavrularını korurlar. Ayzıtlar, dağınık halde bulunan hayat unsurlarını birleştirir ve kut yaparlar. Bu kut denilen nesneyi ana karnındaki çocuğa üfleyip ona can verirler. Gebe kadınlar daima bu ruhların himayesinde bulunurlar." 

Ayzıt’ın kızları vardır. Onlar da kuğu kılığına bürünebilirler. Kuğular, pek çok söylencede biçim değiştirmiş kutsal kızlar olarak kabul edilir. Ayzıt’ın kızları büyülü beyaz bir tülü giyindiklerinde kuğuya dönüşürler.

Sümerlerde ay tanrıçası olan Aya’da ışık saçmaktadır ve adı da bu anlamla bağlantılıdır. Aşk, her zaman ışıkla ve parlaklıkla simgelenmektedir. “Aşk ateşi gözlerimi kör etti, ” ifâdesi, bunun en belirgin anlatımıdır.

Yakut Türklerinde tanrıça Ayzıt’ın yeni doğan bebeğin ağzına “süt gölü”nden getirdiği sütünü damlatarak can verdiğine inanılırdı. Böylece daha fazla süt isteyen çocuk, ana karnından çıkmak isterdi. Bu süt, aslında çocuğa verilen ruhtu.

Yine Yakut Türklerine göre Ayzıt’ın elinde "Altın Kitap" bulunur. Tüm insanların yaşamları ve kaderleri bu kitapta kaydedilir.

Ayzıt, gökten gümüş tüylü bir kısrak suretinde iner. Yele ve kuyruklarını kanat gibi kullanır. Ayzıt, Şaman dualarında şöyle tarif edilir.

“Başında ak gökten ak bir kalpak, çıplak omuzlarında ak gökten bir atkı, baldırına kadar siyah bir çizme. Bu şekilde bir kayaya yaslanarak uyumuştur ya da ormanda dolaşmaktadır”.

12 Haziran 2018 Salı

😊😊😊


Ya Rahman..

HALÎFE-İ RAHMAN BENİM

“Kün” emriyle ola geldim, âlemlere sultan benim,
Eşref-i mahlûkat oldum, varlıklara mihman benim.

Kevn ü mekâna gelmişim, mülk-ü fenâyı bulmuşum.
Sefer-i ezel kılmışım, şol seyyah-ı devran benim.

Kâlû Belâ'dandır yolum, aşk şarabı tattı dilim,
İnci mercan saçtı elim, hazîne-i umman benim.

Aslım türap neslim âdem, aşk nehrinden doldu bâdem,
Nasıl biter bilmem vâdem, Hak Cemâl'e hayran benim.

Aşkın niyaz sümbülüyüm, muhabbetin bülbülüyüm,
Ebed bağının gülüyüm, âhirete revan benim.

Her bir ânım, her bir hâlim, Rabbim bilir, O’na mâlum,
Başım üzre gelsin ölüm, her dem Hakk’a kurban benim.

Sermâyem yok pazar edem, nakdim kesat kim kâr edem. 
Ol dil-dâra nazar edem, nâr-ı aşka pervan benim.

Tuttum yüzüm Dost'tan yana, her inâyet O’ndan bana,
Hamd ü senâ olsun O’na, şükür, ehl-i îman benim.

Hak Rasûl’e nurlu hitap, “İkra” ile indi Kitap, 
Müşrikleri kıldı bîtap, muhâtabı-ı Kur’an benim.

Aşk kitabın okumuşum, bülbül misal şakımışım,
Söz kumaşı dokumuşum, hikmet saçan lisan benim.

İlim, irfan benim harcım, meleklerden öte burcum,
Îman, taat Hakk’a borcum, Halîfe-i Rahman benim.

İbrahim Sağır

Sütsüz. (!)

SÜTÜMÜZÜ KATLEDEN ADAM
''DE LAVAL''
....
UHT SÜT... ....................UHT İNSANLAR................ 
İNSAN SOYKIRIMIN KARTON KUTUDAKİ HALİ...
...
İnsanların en çok tükettiği bir besin maddesi olan süt doğal bir üründür.
Sütün doğallığı ;sütün deforme edilmediği, başkalaşmadığı ve özünün yok olmadığı ; halidir.
Doğal olan süt , kendisine yabancı bir maddeye nasıl dönüşüyor?
UHT teknolojisi ile ..
Nedir UHT teknolojisi ?
Yüksek sıcaklıklarda pastörizasyon 
Yüksek basınçlarda homojenizasyon
..
Bu teknolojiyi üreten Carl Gustaf Patrik De Laval 8 Mayıs 1845 te İsveç'te doğmuştur.
Fransa'dan İsveç'e göç etmiş ailesi .
De Laval mühendislik okur ve sıvıların merkez kaç kuvvetiyle bileşenlerine ayrılmasını sağlayan bir yöntem geliştirir. 
Öncelikle bütün mühendislik bilgilerini süt üzerinde denemeye başlar.

İLK MAKİNESİ SEPERATÖR
Sütü kremasından yani yağından ayıracak bir makine geliştirir.
Ayrıştırıcı görevi gören bu makine ile 1 saatte 150 Lt. sütün yağı çekilmiş olmaktadır.

AMERİKALILAR BAYILIYOR.
Amerikalılar unu beyazlatmayı başarmış olmakla birlikte, sütün kremasını ayırabilen bu makineye hayran kalırlar. 
Çünkü Amerika’da krema sütten yeterince ayrıştırılmadığı için yılda 35 milyon dolar kayıp olduğu hesaplanmaktadır .
De Laval’in buluşu bu kaybın ortadan kalkmasını sağladığından onlar açısından olağanüstüdür.
Artık Amerikalı kapitalistlerin ağzını suyu akmış,şaha kalkmak için büyük bir olanak bulmuşlardır.
Hız kapitalizmin en sihirli büyüme stratejisidir

YÜKSEK HIZ ADAMI
Amerikalılar ona “Yüksek Hız Adamı” (“The Man of High Speed”) vermişlerdir.
Kapitalizme takla attıran bu adam insanlığın temel besini olan sütü artık teknolojik oyuncak haline getirmiştir.
1883’te Oscar Lamm ile ortak kurduğu AB Seperator Amerika’da The De Laval Cream Separator Co.’ya dönüşür, adı daha sonra Alfa Laval olarak anılacaktır.
.
SÜT ÜRÜNLERİNDE GÖRÜLMEYEN TEHLİKE
Çoğu kez süt ürünlerinde içeriğindeki kimyasal katkı maddelerine, aromolara, renklendiricilere ,su tutuculara ve koruyuculara dikkat çekilir.
Oysaki bütün bu olup bitenlerin yanında sütün doğal halinin bilinçli olarak bozulmasını sağlayan endüstriyel teknolojik işlemler göz ardı edilir.
En tehlikeli olan bu endüstriyel teknolojidir
..
Ve bunun ilk başlatıcısı LA LAVAL' dir
1913’te öldüğünde, aldığı 92 İsveç patenti ve kurduğu 37 şirketi vardır.
.
La lavalin teknolojisi ; sadece sütü değil meyve sularından yağlara kadar bir çok doğal ürünü farklılaştırarak endüstriyel ürün haline getirmiştir.

1993 YILI ; LA LAVAL MEZARINDA DÖRT KÖŞE OLUR.
Alfa Laval, Rausing Ailesi’ne ait kutu üreticisi TETRA PAK ile birleşir,
Tetra Laval Group kurulur.
Süt ve Meyve suyu kutuya girer.
İddia ;çok hijyenik ve çok uzun ömürlü olmalarıdır
Büyük bir endüstri kurulur ve dünyaya yayılır.
İçme sütü kampanyalar ile teşvik edilir.
Meyve suyu içilmesi desteklenir.
Ne meyve suyunun içinde doğal vitaminler ve lifler vardır
Nede sütün için doğal proteinler ,yağlar ve bakteriler kalmıştır.

KUTU !...
Alfa Laval bir çok ülkede değişik firmalar ile ortaklıklar kurar.
Yeni teknolojiler gerçekleştirilir.
Dünyaya egemen olurlar.
.
2010’da Şangay Dünya Fuarı’nda Alfa Laval “Beter City, Beter Life” sloganıyla boy gösterir (“daha iyi şehir, daha iyi yaşam”; kutu da zaten “iyi olanı saklar”).
.
Kutu algısı o kadar mutlak hijyen kavramı ile iç içe anlatılırki ,kutuda ise '' hiç düşünme temizdir '' kavramı beyinlere çakılır.
.
Hiç kimse kutunun ardındaki endüstriyel teknolojik işlemleri düşünmez.
.
Teknoloji hayranlığı uyandıracak derecede bilimsellik göklere çıkarılır.
..
UHT NEDİR ?
Nedir UHT teknolojisi ?
Yüksek sıcaklıklarda pastörizasyon 
Yüksek basınçlarda homojenizasyon
..
PASTÖRİZASYON....................
Tencerede sütün kaynatılmasının çok uzağında ;
çok kısa sürede saniyeler içinde sütün ''basınç'' ile 
''mikro deliklerin'' içinden sıcak plakalar arasından geçirilme işlemidir.
Bu sıcaklık tenceredeki gibi 80-90 derece değil 150 -160 derecelere yaklaşan öldürücü bir sıcaklıktır.
.
HOMOJENİZASYON........................
Sütün içindeki zaten seperatörden çekildiği için çok az kalan süt yağının sütün her yanına dağıtılması amacıdır.
Bunun için çok yüksek basınçlarla bir mekanik işlem uygulanır
Bu basınç düzeyi 100 bar ile başlayan 300-600 ve 1000 bara çıkan basınç düzeyleridir.
Bu işlem bir kere değil bir kaç kez tekrar tekrar yapılarak her şey garanti altına alınır.
..
SAĞLIK VE HASTALIK 
Sağlık açısından hiç bir yararı olmadığı gibi zararlı olabilecek konuma gelen doğal maddelerin yabancılaşma hikayesidir bu .
Hastalıkların kaynakları araştırıldığında doğal ürünlerin özünün endüstriyel teknolojik işlemlerle bozulduğu artık daha iyi anlaşılacaktır..


11 Haziran 2018 Pazartesi

-------1

Her düşünce atom molekülüdür .

Atomla çevrili bir yapımız var.Yani güç.Demek ki her düşünce bir atomdur güçtür.Zihin, dünyamızı şekillendiren milyonlarca düşünce ve fikri yaratır, anlar. Bu nedenle zihin, gücün bir formudur. Düşünce gücünüzü geliştirmek tek temel beceriye bağlıdır; BİLİNÇLİ OLMAK. Bu bölüm boyunca, konsantrasyon ve imgeleme güçlerinizi geliştireceksiniz. Bu beceriler zihin gücü kontrolünün temelidir.

Yaşamınızdaki olaylar ve etrafınızdaki deneyimler yaşamınıza sokmayı seçtiğiniz şeylerin sonucudur. Çoğu insan buna inanmak istemiyor çünkü bu, başlarına gelen olumsuz şeyi kendilerinin istemesi anlamına geliyor. Birçok insanın “istediğinizi alırsınız” düşüncesini kabullenmemelerinin sebebi vardır: farkında olmadan hayatlarındaki olayların düşüncelerden kaynaklandığını keşfetmek çok zordur. Örnek: Buzdolabında olmayan 1 elmayı düşünmeyi seçip sonra kalkıp buzdolabına baktığınızda bir elma elde edemezsiniz. Yine de kesinlikle zihniniz istediğiniz şeyi size getirecektir. Ama bunu daha çok olaylar ve çevrenizdeki enerjiler vasıtasıyla yapacaktır. Bir arkadaşınızın elinde bir elma ile çıkıp gelebilir. Ya da bir arkadaşınıza ziyarete gittiğinizde fazladan bir elmalarının olduğunu görebilirsiniz. Hedefleriniz GERÇEKLEŞECEKTİR. Ama neyi istediğinizi bilmeli ve sabırlı olmalısınız. Dilemek, ummak, arzu etmek ve zihninizin amaçlarını gerçekleştirmesi arasında bir fark vardır: Zihniniz korkunç derecede itaatkardır. Ondan ne isterseniz yerine getirecektir doğru bir şekilde istediğiniz takdirde tabii…!

Zihninizin yüksek boyut seviyelerinde daha etkili olmasının sebebi beyin dalgalarınızın ya da düşünce dalgalarınızın o seviyeyle çok daha eşit ya da uyumlu boyutta olmasındandır. Düşünceler ve yüksek boyutlar el ele giderler. Bu düşünce çok önemli ve bilinmelidir. Etrafınızdaki dünyada uygulanabilir teknikler bulabilirsiniz ama daha yüksek boyutları ya da farkındalığın daha yüksek seviyelerini içeren tekniklerin 3ncü boyut tekniklerinden daha hızlı ve daha güçlü etkisi vardır.

Hayatınızı ve yaşamınızdaki olayları lehinize çevirmek için düşüncelerinizi kullanmanın anahtarlarından biri İÇE BAKIŞINIZI KULLANARAK İÇİNİZDE ARAMAKTIR. Bu imgeleme kavramına girer. Hedefinizin gerçekten olduğunu zihninizde canlandırdığınızda bilinçaltınızı ya da farkında olmayan zihninizi kandırarak etkilemiş olursunuz. Zihninizin gözü kalıp tahtasına benzer. Her şey orada başlar. Zihninizin gözüyle görmeye devam edin. Aklınızda bir imge tutmak istek ve arzularınızı gerçekleştirmek için gerekli bir adımdır.

Etrafınızdaki her şey önce birinin düşüncesinde başlamıştır. Bir eve bakın, tüm gerçekçiliği ile önünüzde ona dokunabilir koklayabilir hatta ön kapının tadına bile bakabilirsiniz. Evi 3 boyutlu gerçek fiziksel bir nesne olarak algılarsınız. Orada gerçekleşmiştir. O evin yapıldığı anın en başına giderseniz, neticede evin var oluşunun birinin düşüncesine dayandığını görürsünüz. BUNU KAVRAMANIZ ÇOK ÖNEMLİ. Mutlaka birileri evin planının nasıl olması gerektiğini önce zihninde tasarlamıştır. Düşünceler kağıda dökülerek 3 boyutlu dünyanın temel taşları gerçekleştirilmiştir. Bundan sonraki aşama üretim ve inşaat aşamasıdır. Her aşama birinin düşüncesiyle oluşur. Etrafınızdaki her şey böyle oluşmuştur. Sadece hayatınızda yarattığınız şeylere bakın. Düşüncenin somutlaşmasının mistik bir kavram olduğunu düşünüyorsanız o zaman dünya tümüyle mistik bir yerdir. Evren her şeyi kopyalar, detaylandırır, üretir ve sonuç olarak hayaliniz gerçekleşir.

İnsanda telepatik yeteneklerin ortaya çıktığı 3 mod vardır: Bir tanesine İçgüdüsel telepati denir. Birinin eterik bedeninin çarpışması sonucunda ortaya ortaya çıkan telepati türüdür. Telepatik “mesaj” bu eterik özle taşınır ve kişiye en iyi şekilde bedenin güneş sinir ağı (solar pleksus) alanından ulaşır. Bu nokta, bir başka görünmez bedene giden doğrudan bir bağlantıdır. Genelde astral beden olarak adlandırılır. Tanımı ise duygusal ya da hisseden bedendir. Prana, yaşam gücü veren ve her yerde olan enerjidir. Bir çok ismi vardır: Orgone enerjisi, Ki, Yaşam Gücü, Light Spiral ve daha bir sürü.

Dalağınız güneş sinir ağı merkezinin yakınındadır. Prana normalde buraya girer ve buradan yayılır. Sonrasında kişinin bilincine ulaşmaktadır. Telepatik düşünceler diyafram vasıtasıyla ortaya konulur. Günümüzde bu büyük ölçüde yok olmuştur.

Telepatinin bir sonraki modu zihinsel telepatidir. Zihinsel telepati genellikle boğaz bölgesinden ve biraz kalpten, çok az da polar pleksustan doğar. Zihinsel güç çalışmalarında daha yetenekli hale geldiğinizde doğrudan kişiyi boğazdan vuracaktır. Teknikleri kullanırken düşüncelerin nereden vuracağını bilmek pek işe yaramasa da bu küçük bilgiyi kullanmak isterseniz harika olur. Ama yine de çok gerekli değildir çünkü otomatikman gerçekleşir. Zihin gücü tekniklerinin nasıl işlediğini anladığınızda kendinize daha çok güvenecek, realiteniz artacak en önemlisi bir temel oluşturacak ve böylelikle bu kitabı aşabilme ihtimaliniz artacak.

Çok ileri seviyeye ulaştığınızda telepatik modunuz sezgisel telepatiye dönüşecektir. Bu da alıcı olmanız ve daha yüksektekilerle ve daha yüksek amaçlar için iletişim kurabileceğiniz anlamına gelir. Bu tür zihin işlevi kaşlarınızın arasından fiziksel olmayan iletişimleri alıp boğaz bölgenizden geri vermenize neden olur.

Telepatik yeteneklerinizi engellemenin en güçlü iki yolu aşırı derecede başarılı olma isteği ve başarısızlık korkusudur. İleri derecede zihin gücünüzü kullanırken UMURUMDA DEĞİL tavrını takınmalı ve saplantılı olmamalısınız. Kendinizden % 100 emin ve güvenli tavrınızla teknikleri uygulayın ve sonra dikkatinizi başka bir şeye çevirin. BIRAKIN UÇUP GİTSİN çünkü tekniklerinizin ve becerilerinizin DAİMA işe yaradığını bilirsiniz ve er ya da geç istediğinizi elde edersiniz. Bilgiye sahipseniz başarılı OLACAKSINIZ.

SAKLI FREKANSLAR

Etrafınızda fark ettiğinizden çok daha fazlasının olduğunu anlamanız önemlidir.

Örnek: Televizyonun önüne geçtiğinizde anteninize gelen radyo dalgalarını göremezsiniz. Hoparlörlerden gelen müzik sesini duyabilir ama ses titreşimlerini göremezsiniz. Ama bilinciniz bu gibi şeylerin farkındadır. Bu etrafınızı saran görünmez dünya zihin gücü tekniklerini çalışırken sizin gerçekliğiniz olacaktır. Disiplinle, kullanılmayan güçlerin üzerinde egemenlik kurabilir ve sonuçlarına odaklanabilirsiniz.

Bu kitabın amacı tek kelime söylemeden ya da tek bir harekette bulunmadan başkalarını nasıl etkileyebileceğinizi keşfetmenizi sağlamaktır. Başkalarıyla telepati kurarak iletişim kurma gücüne her zaman sahip olduğunuzu bilin. Unutulmamalıdır ki tüm bunlar ÇALIŞMANIZA bağlıdır.

Bir süre, zihinsel ayartma tekniklerini keşfediyor olacaksınız. Başkalarının kendi düşünceleriymiş gibi size çekilmelerini sağlayacak güçlü düşünceleri onların zihnine nasıl sokacağınızı öğreneceksiniz. Etkili mi?…Güçlü mü? Kesinlikle. Elinizde güçlü bir silah var, güçlerinizi bilgece kullanın.

HER YANIMIZI ÇEVRELEYEN ENERJİ

Yaşam enerjisi düşüncelerimizle şekillenir ve gerçekliğimizi bununla şekillendirir. Yaşamınızdaki olaylar kendi seçimlerinizin sonucudur. Düşüncelerinizle yaşamınızı bilinçli bir şekilde öğrendiğinizde, bunun nasıl olduğunu göreceksiniz. Garajınıza kırmızı bir ferrari’nin park edildiğini hayal edip dışarı bakarsanız arabayı göremezsiniz. Zihniniz daima size istediğiniz şeyi verecektir ama olaylar ve etrafınızdaki gizli enerjiler vasıtasıyla. Hedefleniz gerçekleşir ama sabırlı ve neyi istediğinizi bilmek zorundasınız. Enerji bir sonuç için şekillendirilir. Düşüncelerimizle realiteler yaratırız çünkü düşüncelerimiz saklı enerjiler arasında dolaşır ve düşünceler somut formlara dönüşür. Olumlu düşünme olumlu enerjileri ve çoğu zaman olumlu sonuçları kontrol altına alır. Bu, enerjinin en kolay kullanımıdır. Ama çaba gerektirir, olumlu düşünme gerçek psişik ya da zihinsel kontrol kadar etkili ve yoğun değildir. Dayanılmaz güce sahip olan için saklı enerji dalgalarının kontrolünü ele almanın üstün bir tekniği vardır.

İMGELEME

Düşüncelerinizin yaşamınızı ve çevrenizi ustalıkla idare etmesi için iç görünüzü kullanarak bunun içinizde olduğunu görmelisiniz. Bu kavrama imgelem denir. Ve zihin gücünüzü geliştirme çalışmanızın temelidir. Zihin gözüyle görmeyi öğrenmek zorundasınız. Daha ileride ne imgelerseniz onu hissedebilmeli, dokunabilmeli ve koklayabilmelisiniz. Zihninizde bir hedefinizin gerçekten oluyormuş gibi gördüğünüzde, etkili bir şekilde zihninizi kandırırsınız. Zihin gözünüz zincirleme etki oluşturur. her şeyin başladığı nokta burasıdır. İmgelemeniz işi başlatır ve sonra zihninizin bir parçası olayları etkiler.

Holografik bakış ve titreşim.-------2

Beynimizi ne kadar titreştirirsek o kadar yüksek bir frekansa girmiş oluruz..Holografik bakış açımızı değiştirirsek ,frekansımızı da o kadar genişletmiş oluruz..Beynimiz bir radyo gibidir… Elektrik dalgalarını alır ve yayar. Frekanslar, elektrik faaliyetlerinin ölçüldüğü ve grafiğinin çıkarıldığı aralıklardır. Her şey bir ölçüde frekans yaydığı için frekanslar etrafınızı sarar ve bedeninize bile nüfuz eder. Yeryüzünün ise kendine özgü frekansları vardır.


Bedeniniz hareket ettiğinde, bu hareketler etrafınıza iletilir. İyonosfer katmanı (buna iyonosferik kovuk da denir) yaklaşık 9.5 cps’lik(saniyedeki devirler, 7.5 civarındaydı ama şimdi çok hızlı şekilde artıyor) frekansa sahiptir. Bedeniniz 6.8 ve 9.5 Hz arasında titreşiyor. İskeletiniz ve iç organlarınızın birbiriyle uyumlu hareketleri yaklaşık 8 ile 9 cps hızındadır. Bu da şu anlama gelir: bedeniniz ve iyonosferik kovuk toplamda eş zamanlı hareket eder.

Gezegenle birlikte yankılanırsınız ve birbirinizle enerji alışverişinde bulunursunuz. Ne kadar uzaklıktan enerjinizi yeryüzünün elektromanyetik kovuğuyla paylaşabilir ve enerjinizi yayabilirsiniz? Yaklaşık 40.000 km. ya da gezegenin yaklaşık tüm çevre uzunluğu kadar. Başka bir deyişle, zihninizden ve bedeninizden gelen sinyaller bu iyonosfer kovuğu vasıtasıyla tüm gezegene yaklaşık saniyenin yetmişte biri kadar hızda yayılır.İnsan bedenleri ve çevre arasındaki frekans bağı nedeniyle güneş/ay/fırtına/gökgürültüsü ve insan davranışlarındaki değişiklikler (mesela: dolunay deliliği) arasında bir ilişki vardır. Hatta benzer ilişki güneş ışınları ile hisse senedi fiyatları arasında da buna benzer bir ilişki vardır. Sadece biz çevremizi etkilemiyoruz, çevremiz de bizi etkiliyor. Çünkü her ikimiz de aynı frekansta (7-9.5 cps) titreşiyoruz. Ya da daha iyi bir ifadeyle biz ve gezegen aynı şekilde frekans değiştiriyoruz.

Zihin gücü tekniklerini uygulamaya başladığınızda düşünceleriniz “bulanık geçici arzular” peşinde olmadığında isteğiniz somut ve gerçek olur. Zihnin frekanslarını anladığınızda başkalarının düşünce dalgalarının da kolaylıkla sizinkiyle uyumlu olduğunu göreceksiniz. Gezegensel frekans arttıkça sizin kişisel frekansınız da artacak. Bu nedenle, gerçekleştirme gücünüzü daha kolay ve daha hızlı kullanabileceksiniz. Bu noktadaki şunu bilmelisiniz ki içinde bulunduğumuz gezegenin modern zamanı zihin gücünüzü geliştirmek için en iyi zamandır.

İnsan beyninin yaptığı zihinsel aktiviteye göre belli frekansları vardır.

BETA: 14-30 cps – zihin fiziksel bir aktivite ile meşgulse ya da tetikteyse

ALFA: 7-13 cps – hayal kurduğunuzda ya da düşüncelere daldığınızda

TETA: 3.5-7 cps – uyuya kaldığınız an

DELTA: 0.5-3.5 cps – en derin uykuya daldığınız an

Frekansları Teta’dan Alfa’ya be Beta’ya değişmesine dikkat edin. Nasıl arttığını fark ettiniz mi? Gezegenin frekansı artıyor…bu gezegeninde uyandığı anlamına gelir mi?…içinde bulunduğumuz zamanlara bakarsak ilginç bir düşünce! Tüm bu farklı durumlara 24 saatlik zaman diliminde girebilirsiniz (uykusuzluk hastalığınız yoksa). Yüksek ölçüde gelişmiş bir zihniniz varsa, bu frekanslara istediğiniz an bilinçli olarak girebilirsiniz. Bu kitabı uygulamaya soktuğunuz an sizin de bunu başarabileceğini umuyorum. Böylelikle her türlü beyin durumuna göre yükseltilebilir ya da alçalabilirsiniz. Beyin dalgalarınız 7 cps ise, bu düşük alfa ya da çok yüksek teta olarak düşünülebilir. Beyniniz bu farklı durumlara girdiğinde olayları farklı bir şekilde deneyimlersiniz. Düşüncelerinizin sizin ve çevreniz üzerinde farklı etkileri olur.

Alfa ve Teta durumu özellikle en yararlı olanlarıdır ve bu iki beyin durumuna daha çok başvurulur. Beyin durumu ne kadar düşerse kafanız o kadar rahattır.

Bu beyin durumlarına ulaşmak;

1. Beyin dalgalarınız iyonosferin doğal frekansına daha yakın olacaktır…yani çevrenizi lehinize kullanmak ve etkilemek daha kolay olacaktır. Çevre derken bulutlardan, yerden, ağaçlardan bahsetmiyoruz…yaşadığınız alanı kapsayan mekanı, enerjiyi, zamanı kastetiyoruz.

2. Zihninizi kullanmak için farkındalığınız ve yeteneğiniz daha kolay ve daha güçlü hale gelecektir. Bu tüm zihin gücü çalışmanızı etkileyecektir. Farkındalığın çeşitli hallerine ve bilincin çeşitli aşamalarına ulaşabileceksiniz.

3. Kalp atışınız yavaşlayacak ve bedensel fonksiyonlarınız rahat konuma gelecektir. Unutmayın giriş bölümünde içsel bedensel fonksiyonlarınızla bilinçaltınız nasıl ilgileniyordu? Zihninizin uğraşacağı bir sürü işi var, hücre bölünmesinden tutun, kan pompalamaya, sinir uyaranlarını analiz etmekten anı depolamaya kadar bir sürü şey. Zihniniz kesinlikle meşguldür ve tüm bunlar olurken sizde başka şeylerle uğraşıyorsunuzdur. Bunları düşünmenize bile gerek yoktur. Temel olarak, beyin dalgalarınız yavaşladıkça ve zihniniz daha da rahatladıkça bedeninizde rahatlar. O zaman zihniniz bedeninizle daha az uğraşır. Farkında olmayan zihniniz teknikleriniz üzerinde daha çok vakte sahip olur. Beden rahatladığında beyninize daha fazla kan pompalanır ve beyin daha fazla beslenir. Bunun tam tersi beden rahatlamayıncaya kadar bu teknikleri uygulayamayacağınız anlamına gelmez. Enerji seviyeniz açısından bazı şeyleri kolaylaştırmak için teknikleri boş mideyle deneyin (aç değil, boş) farkı hissedeceksiniz.

4. Beyin dalgalarınız yavaşladıkça daha iyi odaklanırsınız.

5. Siz beyninizin farklı bölümlerine ve fonksiyonlarına ulaşırken bu konuda eğitimsiz olanlara fark atarsınız.

Bazılarınız bu beyin durumlarına ulaşmanın oldukça zor olduğunu düşünebilir. “Beyin dalgası senkronizasyon sağlayıcılar” ses bantlarıdır, hipnozdan, bilinçaltı çalışmalarına ve yeni çağ müziğine kadar çeşitlenirler. Hiçbiri gerekli değildir ama kendinizi rahat hissediyorsanız kullanabilirsiniz. Meditasyon yapmanın binlerce yolu olduğu gibi “aşağıya inmenin” de binlerce yolu vardı sır şudur: kendi yolunuzu bulmaktır…kendi yolunuz doğru yol olacaktır. Zihin güzünüzü kullanma biçiminiz parmak izleriniz kadar eşsiz olacaktır! Bu kitap size harika teknikler verecektir ama siz kendi varyasyonunuzu bulacaksınız. Ben kesinlikle size bunu tavsiye ediyorum, kendi tarzınızı bulamazsanız yaratıcılığınızı kısıtlıyorsunuz demektir.

Yalnızken beyin dalgalarını yavaşlatma sanatını geliştirmek için daha fazla vaktiniz olur. Kalabalıkta iken, kolaylıkla derin durumlara geçemezsiniz çünkü çok fazla uyaran vardır. Bu engeli aşmak için beyninizi önceden programlayabileceğiniz bir teknik vardır. Bu teknikle kalabalıkta bile derinlere inebilirsiniz. Buna “çapalama” veya “anahtar” denir. Böyle bir şeyi yıllardır duymadığınız bir şarkıyı duyduğunuzda yaşamışsınızdır…bu şarkı geçmişteki bir anı tamamen hissetmenize ya da hatırlamanıza sebep olur. Müzik o zamana sizi çapalamıştır. Zihin gücü tekniklerini uygularken belli bir beyin hali için bir çapa kullanabilirsiniz. Böylelikle o beyin haline şarkı örneğindeki gibi çabucak ve kolayca girebilirsiniz.

Zihin gücü tekniklerini kullanacağınız en önemli beyin hali alfa mesafesi ve teta mesafesidir. Becerinizi önce alfa mesafesinde geliştireceksiniz. Beyniniz bu mesafeye geldiğinde rahatlamış olacaksınız, hayal kuruyormuş gibi. Bu ilk anahtardır. Bu halde iken düşünceleriniz zaman ve mekan engelini aşar. Düşüncelerinizi evrene gönderebilirsiniz. Düşünceleriniz vardığı yerde engelleri rahatlıkla aşabilir. Yani düşünceleriniz bir başkasının düşüncelerine rahatlıkla karışabilecek yeteneğe sahiptir. Bu halde kişiyi programlayabilirsiniz. Beyninizi alfa durumuna getirmek zihninizi lehinize kullanmanın ve etkilemenin ilk anahtarıdır.

10 Haziran 2018 Pazar

Astral seyehat.

Dün akşam astral seyehatte ilginç bir olay yaşadım.Yatağa uzandım ve bir süre sonra yukarı süzülmeye başladım.Bazı şehirler çok güzel bir enerjiye sahipken bazıların da katran gibi karanlık bir enerjiye sahip.Ülkelerde öyle.Sık sık ziyaret ettiğim ülkelerden bir tanesi Orta Asya , Yeni Zelanda ve Tibet..Çok farklı yerler.Bu arada  bazı inorganik varlıkların beni takip ettiklerini gözlemledim.İnorganik varlıklar sizin korkunuzla besleniyor.Onlar sizi istediğiniz yere götürebilir.Hatta sizi astral seyehat ettiğinize bile inandırır o kadar kuvvetli varlıklar.Onları tanımak için isim sorunuz.İsimlerini söylemezler.ise bilin ki bunlar 
sizin enerjilerinizden faydalanmak isteyen kötü demeyelim de başka varlıklar.Fakat size yardım etmeye can atarlar sizde olan enerjiden yararlanmak için.Gelecekten haber verir.Ama yalan söylerler.Sizi kendi yaşam alanlarına çekip sizin enerjilerinizden yararlanmak için orda tutmaya çalışırlar.
Organik varlıklar ise daima sizi anlama çalışırlar ama sizi çıkardığınız enerjiden dolayı çok iyi tanırlar.Eğer şanslıysanız üstadlarla tanışır size yardım ederler.
Neyse konumuza dönersek,en sevdiğim yer olan Sirius yıldızına bir kez daha davet edildim.Çok güzel varlıklar.Telepatiyle anlaşıyorsunuz.Bir çok şey öğrettiler.Bende onlara bazı bilgiler verdim ama onlar zaten biliyorlardı.Daha yüksek varlıklarla iletişim içinde olmak çok daha güzel.Burda çok ciddi ve samimi olmanız gerekiyor.Eğer sizi benimserlerse daha da içlerine alıyorlar.
Daha sonra Uzlantas yani Su altı uygarlığı olan ve deniz insanları denen güzel varlıkları ziyaret ettim.İnanılmaz güzel varlıklar boyları çok uzun ama bir o kadar da narinler.Onların da bir şefi (başkan,yönetici) var.Her şey sevgi ve kural çerçevesinde.Görmediğim bilmediğim veya türleri yok olan canlıları gördüm orda.Orda daha farklı bir anlayış var.Her canlı istediği zaman frekansını yükseltip veya düşürerek anlaşıyorlar.
Kesin kuralları var ve sana bunu çok güzel net bir şekilde ifade ediyorlar.Bunlardan bazıları hiç bir canlı form denen varlığa asla zarar vermeyeceksin.Yemekleri konusunda beni bilgilendirmediler umarım bir başka seferde bana söylerlerse bunları anlatırım.
Denize girilen her yerdeler.Siz onları görmüyorsunuz ama onlar bizi görüyorlar.Hiç bir şeye karışmama(gemi kazası veya batması gibi ) her şey olması gereken yerde oluyor prensibine sahipler.
Başka varlıklarla görüşüyorlar..Burda yapılması geteken tek şey sanırım süptil bir bedene sahip olmak değil sadece.Frekansını yükseltip devamlı değişik titreşimler göstermek.Bana bir kaç şey öğrettiler biraz zorlandım ama daha sonra uygulamada birazda olsa başardım.
Her yer başka uygarlıklarla dolu.Parelel evrenler o kadar çok ki anlatamam.Tabi hepsine gidemiyorsunuz.Hem hazır olma meselesi hemde her gezegenin farklı yaşam formları bazıları çok iyi bazıları çok görmediğimiz yüzlere sahipler.Psişik yeteneklerniz de artıyor bunları yaparken.
Bunları bazen bazı yerler de kullanıyorum.Mesela;daha önce biraz değinmiştim.Denizde yüzerken dalgalara hükmetmek.Çok hoş oluyor.Ama burda 2 -3 metrelik veya daha büyük dalgalardan bahsetmiyorum.Daha farklı dalga çalkantı diyelim.Durdurma veya olması gibi.Tatilde aileleriyle birlikte denize giren bebek veya çocuk varsa onlara yakın oluyorum.Ani bir şey olmasın diye.Bütün bu varlıklar da kötü veya iyi niyetli olsun kesin birliğe inanıyorlar.Neden paylaştım bunları.Beni tanımıyorsunuz.Bir kaç arkadaşım takip ediyor onlarada anlatıyorum,ama siz hiç birniz beni tanımıyor ve görmediniz.Görmeyeceksiniz de.O yüzden bir sakınca görmedim.Tekrar ediyorum sizlede yapabilirsiniz.Sadece hazır olmanız getekiyor.Bitkilerle veya suyla konuşun.Bilimsel olarak kanıtlandı bu maddelerin canlı oldukları.Sadece başka formdalar o kadar.Bunları anlarsanız asla  misafir (hasta) olmazsınız.Her an yaşamınız kutlu olsun.