9 Aralık 2017 Cumartesi

Her şey örtü.

Monoliteyi (Bir ve Birliği) gizleyen, 
‘Varlığın’ sır örtüsü olan DUALİTE, ‘Varlığın’ hakikatini örten perdedir.

İnsan bu perdeye muhtaçtır.

Denir ki ;Muhtaç olunan bu perde insan zihninin mevcut bilinç noktasının yanmaması içindir.

Yani Güneşe gözlüksüz bakılmadığı gibi bazı gerçeklere de bilinçte -henüz olgunlaşamamış varlıklar -perdesiz bakamaz.

Çokluk ve zıtlık İbnü'l-Arabî’ye göre 
Yaratıcın sıfat ve esmâsındaki ikili yapıdan kaynaklanmaktadır.

Varlıkta ihtilaf ve kesretin ortaya çıkışını bir kişinin söylediği sözlere
benzeten İbnü'l-Arabî’nin tüm âlemi Allah’ın kelimeleri olarak gördüğünü
hatırlayacak olursak bu teşbih, daha bir önem kazanmaktadır.

Buna göre konuşan ve dinleyen aynı kişi olmasına rağmen 
birbirinden farklı birçok söz vücûda gelebilir. 
Ancak sözlerin ihtilaf ve çokluğu, konuşanın çokluğunu gerektirmez.

Aşk ilahi bir aynadır. (Divân-ı Kebir c. IV, 1196)

---------------------------

Resim: Pascal Roy 



Şifalandıran mimari eserler.

Bio - Mimarlık 

Roger Green'in Uluslararası Kutsal Geometri ve Ekoloji konferansları tarafından desteklenen bir kavram

Geleceğin şifa mimarisi de diyorlar.

Bio-Mimarlık, binalarda yaşam gücünün yeni bir bilimidir 

Bilime dayalı binalarla gerekli FRAKTAL alanlar oluşturulur.

Evrenin kutsal geometrisinin kumaşının bize dayalı olduğu gerçeği üzerine Mandalalar dahil geometrik şekiller, müzik, sanat, insan vücudu, peyzaj mimari gibi doğa desenli dil örnekleri görmek mümkün

Mekanlarda ve binaların şekli için Mimari ve alan tasarımı açısından doğanın şekil ve oranlarını kullanıyorlar. 

Chi nefesi ile evrenle daha çok bağlantılı elde edebilir, fraktal dağıtılan rezonans ile sakinlerinin titreşimi yükseltilebilir.

Fraktalite ,yaşam gücü ,öz yineleme ,sürdürülebilirlik ,simetri içeren tasarımlarda kullanılan Arı kovanı ve çam kozalağı kutsal mimarinin mükemmel örnekleridir ve her zaman Altın oranda uygulanır

Ruhsal geometri evrensel bir gerçeğin dili , uyum, güzellik , oran ve ritimdir.

Geometri sayıların fiziksel dünyadaki uzantısıdır. Sayılar evrenin bir parçasıdır. Sayılarla ilgili ilkeler evrende her yerde karşımıza çıkar. 

Smyrnalı Theon’a göre sayılar her şeyin köküdür, ilkesidir. Sayılar fiziksel dünya ile kavramsal dünya arasındaki bir köprü gibidir.Pisagor'a göre sayılar bütün varlığın ilkeleridir (Arkhe)

Michael Rice gibi bio-mimarlar Holistik Ev Planları ile kutsal geometri ve feng shui doğal harmonik ilkelerine dayalı binalar tasarlıyorlar

Senaryolaşmış itibar..

Kiralık itibar..

Nasrettin Hocanın “Ye kürküm ye” hikayesini bilmeyen yoktur ama bu hikayenin alt metninin farkında olan kaç kişi vardır acaba? Kaçımız itibarın sahip olduğumuz donanım ya da ekonomik düzeyle orantılı olmadığını düşünüyor varlıklarımızdan çok vasıflarımıza yatırım yapmayı tercih ediyoruz?

Ne okulda öğretilen ne tecrübeyle elde edilen ne de para ile satın alınan karakterle eş değer oluşan dahası bir bütün olunca kalıcılığı ve sahiciliği ortaya çıkan güven temelli saygınlıktan bahsetmek istiyorum.

Ekonomik düzeyi iyi olan insanların ya da belirli bir şöhrete sahip kişilere uygulanan muameleden bahsetmiyorum. Bunların hiçbiri olmadan olağan şekilde oluşan yani kişinin doğası ile süre gelen itibardan bahsediyorum. Sözlük anlamı aynen şöyle; Değerli bulunma, saygı görme, güvenilir olma. En kıymetlisi de son tanım. Yani güvenilir olma durumu.

Bazı insanlar var ki istediği eğitimi almış olsun ya da istediği maddi imkanlara sahip olsun saygınlıkları olmayabiliyor. Zorlamayla olmuyor. Zorlamamak da lazım (!)

Ne yaparsan yap olmuyor bazen.

Çalıştığı kurumun logosuna arkasına almış görkemli makam odası, şoförlü arabalar, korumalar gittikleri restoranlarda kapıda karşılanmalar ya da VIP salonlarında ağırlanmalar kiralık itibar değil de nedir?

Ruh kalitesi diye bir şey var, aile terbiyesi diye bir şey var. Hiçbir okulda öğretilmeyen, diploması olmayan, soyadı mirası ile oluşmamış ekonomik düzeyi ile elde edilmemiş ya da statü sonucu beraberinde gelmemiş olan itibarlık diye bir şey var. Saygınlık elde etmek çok kolay mühim olan bunların hiçbiri olmadığında öz kimliği ile itibarı olan kaç kişi tanıyoruz etrafımızda?

Nice insanlar tanıyorum. Eğitim düzeyi belki ilkokul seviyesinde maddi durumu deseniz asgari ücretle zar zor geçinen ama itibari yüksek, dürüstlüğüne ve mertliğine kefil olunan insanlar yok mu sizin de etrafınızda?

Bir örnek vereyim hepimizin eminim ki etrafında böyle insanlar vardır; Çalıştığım bir şirkette dört yıl boyunca çay servisi yapan bir hizmetlimiz vardı. Hiç kimse ona sen diye hitap etmez ve aynı zamanda isminin arkasına hanım sıfatını eklemeden diyalog kurmazdı. İşini büyük bir titizlikle, özveri ve saygı ile yapıyordu. İşinin dışında hiç kimseyle farklı bir şey konuşmaz hatta mümkün olduğunca kısa cevaplar verir, güler yüzünü hiç eksiltmezdi. Hatta içerde bir toplantı varsa bir an önce odadan çıkmak için acele ettiğine biz gizliden şahit olurduk.

Onun başta işine sonra da etrafına gösterdiği değere karşılık herkes de ona aynı özeni gösteriyordu.

Yani birçok şeyde olduğu gibi “Karşılılık İlkesi” burada işliyordu.

İtibar zor bir nitelik olmakla birlikte elde edildikten sonra çok da çabuk hatta bir anda yok olabilecek yeri asla eskisi gibi olmayacak tehlikeli bir fotoğraftır.

Günümüzde itibarı yerle bir eden ya da hak ettiği gibi gösterebilme imkanı tanıyan yani dijital dünya en önemli bir o kadar da kritik bir platformdur. Sosyal medya hesapları bireyin aynasıdır. Bu aynadan nelerin yansıdığı çok önemlidir. Günümüzde iş dünyasında bir iş anlaşması yapılamadan önce veya bir işe alımda en önemli referans kaynağı artık kişinin sosyal medya hesapları oluyor. Bu sebeple dikkatle ve özenle yönetilmesi çok önemlidir. Gerçeği yansıtması gerektiği gibi itibara da hizmet edebilen bir strateji de olmalıdır.

İtibarlı kişi menfaati olmadan gücün tesirinde kalmadan, karakter bütünlüğü ile başkalarının ya da şartlarının dayatması ile değil doğruyu kendi erdem pusulası ile bulanlar sosyal statüleri ne olursa olsun itibarlı kişilerdir.

Karakter bir ağaç ise itibar dallarıdır. Dallarında hangi çiçeklerin açıp nasıl bir görüntü vereceği köklerinin yani karakterinin sağlamlığı ile ilişkilidir.

8 Aralık 2017 Cuma

Duyu organlarımız tek merkezde toplanmış..

Kulak ceninin ana rahmindeki duruşunun şematik olarak aynısıdır. Ve tüm akupunktur noktaları kulak üzerinde bu esasa göre yer almıştır. Şimdii… başınız, boynununz, beliniz, sırtınız, bacaklarınız, kalçanız, ayaklarınız, omzunuz ağrıdığında yapacağınız tek şey kulaklarınıza masaj yapmak. Kulağınızı baş ve işaret parmaklarınızın arsına alarak kulak kepçesinden başlayarak, dayanabildiğiniz kadar güçlü ve sıkarak masaj yapın.

İlk anda bazı noktalar acıyacaktır (bunlar bedendeki ağrıyan bölgelerin kulaktaki refleks noktalarıdır). Kısa bir süre sonra bu ağrılar kaybolacaktır. 2 -3 dakika bu masajı yapmanız yeterli olur. İsterseniz uzatabilirsiniz de. Zaten masajın sonuna doğru bedeninize bir sıcaklıklığın yayıldığını hissedeceksiniz. Bunun ardından ağrılarınızın azaldığını ve kaybolduğunu da…

Hiç bir yan etkisi olmayan bu uygulamayı herzaman her yerde kendinize ve ağrısı olan yakınlarınıza uygulayabilirsiniz. Yorulduğunuzda, uzun otobüs yada araba yolculuklarında oturmaktan ağrılara maruz kaldığınızda, çok üşüdüğünüzde ve bedeninizi dengeye kavuşturmak için mucize benzeri bu uygulamayı kullanabilirsiniz.
Önemli olan kulağın her noktasına dokunun. Kulağınız size hemen yanıt verecektir. Kulaklar bedeni hisseder, görür ve duyar. Siz de şefkatli ellerinizi esirgemeyin.
Ellerinizdeki enerjinin farkına varın…


Asalak-3

"‘Uçucular enerjimize karşılık bize zihnimizi, bağlılıklarımızı ve egomuzu vermişlerdir. Onlar açısından bizler birer köle değiliz, ama bir tür ücretli işçiyiz. Bu ayrıcalıkları ilkel bir türe uyumlu kılmış ve ona düşünme yeteneği vermişlerdir, bizi bununla evrilttiler, aslında uygarlaştırdılar. Bunlarsız, ya hâlâ mağaralarda saklanıyor ya da ağaçların tepesinde yuva yapıyor olacaktık."

'Uçucular’ bizi gelenek ve âdetlerimiz içinde kontrol ederler. Dinin efendileri, tarihin yaratıcıları onlardır. Onların sesini radyodan dinliyor ve fikirlerini gazetelerden okuyoruz. Onlar bütün ortalama bilgi ve inanç sistemlerimizi yönetiyorlar. Onların stratejisi muhteşemdir. Örneğin, bir gün aşktan ve özgürlükten konuşan namuslu bir adam vardır; onu kendi kendine acıyan ve köle ruhlu bir adama dönüştürürler. Onlar bunu herkese yaparlar, hatta naguallara bile. (lider şaman) 
Bundan dolayı bir büyücünün çalışması münzevidir. 

'Uçucular’ bin yıllar boyunca bizi toplumsallaştırmak için planlar tasarladılar. Bir dönem öyle yüzsüzleştiler ki, halka bile gözüktüler ve insanlar onları taşlara resmetti. Karanlık zamanlardı, her yer onlardan kaynıyordu. Ama günümüzde onların stratejisi öylesine kurnaz bir hâl aldı ki, artık onların varlıklarından bile bihaberiz. 
Geçmişte, saflığımızdan faydalanarak bizi ellerinde tutuyorlardı, bugün ise maddecilikle bunu başarıyorlar. Artık kendisine dair düşünmeyen modern insanın ihtirasının sorumlusu onlardır; 
bir kişinin sessizliğe ne kadar tahammül edebileceğini gözlemle yeter!” 

"Bu antiteleri geri püskürtmeyi başarsaydık ne olurdu?” 

“Bütün hayatiyetimizi bir haftada tekrar ele geçirir ve yeniden parlıyor olurduk! Ama sıradan insanlar olarak, bu olanağı tahayyül edemiyoruz, çünkü bu bizim toplumsal kabul gören her şeyin aksine hareket etmemiz anlamına geliyor. Neyse ki gerçekten, büyücüler baş edilmez bir silaha sahipler: Disiplin."

"İnorganik varlıklarla karşılaşma tedricîdir. Başlangıçta dikkatimizi çekmezler. Fakat bir çömez onları önce rüyalarında görmeye başlar, sonra uyanık durumda. Eğer bir savaşçı gibi yaşamayı öğrenmediyse, bu onu delirtebilecek bir şeydir. Bunu anladıktan sonra, onları cesaretle karşılayabilir. Büyücüler enerji avcıları olarak yabancı tinleri yönlendirirler. Bu amaçla topluluğumdakilerle, bizi ‘uçucular’ın tininden kurtarma marifeti olan tensegriti alıştırmalarını düzenledik." (Bir tür savunma sanatı)

"Bundan dolayı, büyücüler fırsatçıdır. Bu asalakların kendilerine verdikleri dürtüden faydalanırlar ve onlara: ‘Her şey için teşekkürler, elveda! Yaptığınız anlaşma atalarımızlaydı, benimle değildi’ derler. Hayatlarını özetleyerek, kelimenin tam anlamıyla ekmeği asalağın ağzından alırlar. Bu, ürün iadesinde paranızın size iade edileceği söylenmiş bir mağazada aldığınız ürünü iade etmeye gitmek gibidir! İnorganik varlıklar bunu sevmezler, fakat yapabilecekleri bir şey yoktur. 

"Bu durumda bizi huzur içinde bırakıp çekip giderler."

Nagual İle Karşılaşma - Armando Torres
Carlos Castena'da ile görüşme notlarından...

Önemli Not:

Bütün şifa ve enerji çalışmaları (reiki, yoga, meditasyon vb) negatif enerjiyi ışığa göndermenizi söyler. 
Çünkü negatif enerjinin tek istediği şey enerjidir.
Onları ışığa/kaynağa göndererek istedikleri enerjiyi almalarını sağlarsınız. Ve sizi rahatsız etmelerini önlersiniz.
Negatif enerji en çok öfkeli, sinirli, kızgın ego patlamalarından sonra oluşur. Bunu siz de yapabilirsiniz karşınızdaki kişi de... Bu yüzden mistikler egodan arınmayı ve sakin, yansız olmayı öğütler. Herkes bu enerji denizinde tutsaktır nihayetinde. Kurtuluş özünü bilmekte yatıyor. Auranıza düzenli olarak ışıkla, güneşle koruma kalkanı oluşturabilirsiniz. ☀️
Unutmayın insanın düşünce gücü ve niyeti çok güçlüdür.


Asalak-2

"Ne demek istiyorsunuz?” 

"Bazen gereğinden fazlasını alırlar ve insan ağır hasta olur ve hatta bundan ölebilir.” 

Duyduklarıma bir türlü inanamıyordum. 

"Canlı birer lokma olduğumuzu mu söylemek istiyorsunuz”

Carlos gülümsedi. 

'“Peki tamam, harfiyen bizi yemiyorlar yaptıkları bir titreşim transferidir. Bilinç enerjidir ve onlar bizimle düzenlenebilirler. Doğaları gereği onlar durmadan açlık çekerler ve buna karşın biz ışık sızdırırız. Bu düzenlenmenin sonucu, bir enerji asalaklığı gibi tanımlanabilir. 

"Ama, bunu niçin yapıyorlar?” 

Çünkü kozmik planda, enerji çok güçlü bir dövizdir, onu her şeyle değiştiririz ve insanlar besin değeri açısından zengin, hayati öneme sahip bir türdür. Yaşayan her şey besinini bir başkasını yiyerek alır ve her zaman en güçlü olan kazanır. Kim demiş ki, insan besin zincirinin tepesindedir diye? Bu görüş tabii ki ancak insanoğlundan gelebilirdi. İnorganik varlıklar için bizler birer avız.” 

Bizden daha bilinçli olsalar bile, asalaklığın böyle bir derecesine ulaşmış antiteleri kabul etmenin, bana akıl almaz geldiğini belirttim. 

"Ama sen bir marul ya da bir biftek yediğinde ne yaptığını zannediyorsun? Hayat yiyorsun! 
Senin duyarlılığın ikiyüzlü. 
Kozmik asalaklar bizden ne daha az zalimdirler ne de daha fazla. 
Daha güçlü bir tür bir başka alt türü tüketirken, enerjisinin dönüşümüne yardım eder. Daha önce sana evrende sadece savaş olduğunu 
söylemiştim. 
İnsanoğulları arasındaki çarpışmalar sadece bunun, dışarıda yaşananın bir yansımasıdır. Bir türün tüketecek bir başka türü araması normaldir. Bir savaşçı bu meseleye gereksiz yere ağlayıp sızlamaz, hayatta kalmaya çabalar.” 

“Peki ama, onlar bizi nasıl tüketiyorlar?” 

“İçsel söyleşimizin hiç durmadan neden olduğu heyecanlarımız sırasında. Onlar sosyal bir ortam düzenlemişlerdir, öyle ki biteviye derhal emilen coşku dalgaları yaymaktayız. Bilhassa ego ataklarını severler; onlar için lezzetli bir lokmadır bunlar. Bu tür heyecanlar, onların bulunduğu ve bu heyecandan hazmetmeyi öğrendikleri evrenin herhangi bir köşesindekilerle benzerdir. 
Bazıları bizi şehvet düşkünlüğümüz, korkumuz ya da öfkemiz ile tüketir; bir başkası daha zarif duyguları tercih eder, aşk ve şefkat gibi. Ama hepsi aynı şeyle ilgilidir. Onların normal saldırı güzergahı enerjimizin en büyük bölümünü sakladığımız yerlerde kafa, kalp ya da karın"

"Bununla beraber varlıkları acı vericidir ve farklı biçimlerde ölçülebilirler. Örneğin, ussallık ya da güvensizlik saldırılarıyla karşılaştığımızda ya da kendi kararlarımızın tecavüzüne tutulduğumuzda. Deliler onları çok kolay biçimde ortaya çıkarabilirler, aslında gereğinden kolay bulurlar, çünkü paranoya yaratan bu varlıkların, kendi omuzlarına nasıl konduklarını fiziksel olarak hissederler. İntihar ‘uçucuların’ damgasıdır, zira onların tini potansiyel katildir.” 

"Bir değiş tokuşun söz konusu olduğunu söylediniz, ama böylesi bir yağmadan biz ne kazanıyoruz ki?”

Asalak -1

Bilinç Asalakları - Uçucular - Negatif Enerji Ve Korunma Yöntemleri
" 'Uçucular’ bizi gelenek ve âdetlerimiz içinde kontrol ederler. Dinin efendileri, tarihin yaratıcıları onlardır. Onların sesini radyodan dinliyor ve fikirlerini gazetelerden okuyoruz. Onlar bütün ortalama bilgi ve inanç sistemlerimizi yönetiyorlar."
...
" 'İnsan' dedi, 'büyülü bir varlıktır.'
O evrende var olan milyonlarca başka bilinçle aynı biçimde uçma kapasitesine sahip. Bununla beraber tarihinin belirli bir anında, özgürlüğünü kaybetti.
Bugün tini artık kendisininki değil, bir implantasyondur.
Carlos insanoğlunun büyücülerin ’’uçucular” dediği, kendini asalaklığa vermiş kozmik bir antite grubuna rehin düştüğünü ifade etti. Bu konunun eski görücüler tarafından gizli tutulmuş olduğunu, ama bir yoradan dolayı, onu ifşa etmenin zamanının geldiğini anladığını söyledi."
"Evrenin erişebildiğimiz bölümü, kökten farklı iki bilinç biçiminin kullanım alanıdır. Bitkiler, hayvanlar ve de insanoğlundan müteşekkil olanı, beyazımsı, genç ve enerji üretici bir bilinçtir.
Diğeri ise son derece daha eski ve parazit, koca bir bilgi niceliğine sahip bir bilinç.
İnsanlardan ve bu yeryüzünde yaşayan diğer varlıklardan başka, evrende uçsuz bucaksız bir inorganik antiteler gamı var. Onlar aramızdalar ve belirli zamanlarda görünüyorlar. Onlara hayalet ya da görüntü diyoruz.
Görücülerin siyah renkli, dev büyüklükte uçan siluetler olarak betimlediği bu türlerden biri, bir gün kozmosun derinliğinden gelir ve gezegenimiz üzerindeki bir bilinç vahasıyla karşılaşır.
İnsanoğlunu 'sağmak’ta uzmanlaşırlar.
"Bu korkunç!” diye bağırdım. 
"Biliyorum, ama gerçek daha katıksız ve daha ürkütücü! İnsanların enerjisel yayılımlarının yükseklikleri ve düşüklükleri üzerine kendi kendine hiç soru sormadın mı? Bunlar kendi bilinç kotalarını toplamak için düzenli aralıklarla gelen asalaklar. Sadece hayatta kalmayı sürdürebilmemize yetecek kadarını bırakırlar bize ve bazen da bunu bile bırakmazlar,”

7 Aralık 2017 Perşembe

Sözlerini değiştirirsen, pikolojinde değişir..

"Can çekişen bir balık alışılagelmişten daha uzağa ve daha yükseğe sıçrayabilir"diyordu Gabriel Garcia Marquez ' Bir Kayıp Denizci ' de... Marquez haksız mı "İnsanlık, bir bedel ödemeden ilerlemiyor"...
Kitleleri ancak psişik yapısını bilmekle anlayabiliriz , tıpkı bireyin psikolojik yapısı gibi...Yine Kitle psikolojisinin birey psikolojisi ile olan bu korelasyonunu tarihsel anektodlar ve çarpıcı tespitler eşliğinde bizlere sunan Gustave Le Bon gibi , toplumsal krizler ve bunların bireysel insan ruhuyla ilişkisini gözlemleyen Jung da kitleler için söz konusu olan bu duruma bireyler için bakmış ve ""Bir kompleksin gerçekten üstesinden gelinebilmesi, o kompleksin sonuna kadar yaşanmasıyla olur. " demişti...Hülasa "Bu kompleks yaşanacak... "

Fakat sorun şu ki grubun deneyiminin bireyinkinden çok daha düşük bir bilinç düzeyinde gerçekleşmesi söz konusu 

Jung da "Çok sayıda insanın bir araya gelmesiyle ve ortak bir ruh halinde birleşmesiyle oluşan ortak ruhun, tek tek bireylerin düzeyinin altında olduğu bir gerçektir. Eğer grup çok büyükse, ortak ruh bir tür hayvan ruhu gibidir.Kalabalık içindeki birey telkine açıklığının kurbanı olur... Simgeciliği aracılığıyla bilinçdışını ifade eden bir merkezle bağlantı yoksa, kitle ruhunun hipnotizma etkisi yapması ve kişileri etki altına alması kaçınılmazdır. Bu nedenle, psişik epidemilerin kuluçka yeri kitlelerdir, bunun klasik örneği Almanya'da yaşanan olaylardır." der.  

Örgütsüz ve geleneksiz toplumlarda yaşanan bu durumu 
Erich Fromm da -revize edilmiş psikanalizin bakış açısıyla- kitle ile bütünleşen küçük burjuvazinin yaşadığı rahatlamayı da işaret ederek : 
“Kendi kişiliğinden vazgeçerek, çevresindeki milyonlarca atoma benzer bir atom haline gelen kişi, artık kendisini yalnız hissetmez ve korku duymaz. 
Ancak, ödemek zorunda kaldığı bedel çok ağırdır; 
bu bedel de kişiliğini kaybetmektir.” 

sözleri ile anlatır. 

Yine ;
"Yaşananlara bakınca aslında, deneyimlediğimiz şeyler birer turnusol kâğıdı görevi gördüler. 

Toplumun gerçek karakteri, bilinç seviyesi ve genel görünümü kendini açıkça göstermeye devam ediyor. 

Gösteri toplumunun bir kısmı sadece izliyor, bir kısmı ise gösterideki şovun sahnesinde rol almanın sırası kendisine geldiğinden sahnede sahtelik kusuyor.  

Gerçek değerler kaosta belli olur. Kalıcı olan değerler, zorluk aşamalarında da varlıklarını sürdürürler. 

Görünen o ki insanlık adına kalıcı olan hiçbir değerimiz ya yokmuş ya da kalmamış galiba. Bu basiretsiz halimiz sözün hükmünü de bir kenara itti. 

Anlatmanın ve konuşmanın da tesiri tükendi. O halde geriye tek bir yol kaldı; kaderin hükmünü beklemek gerek. 

Toplumsal görüngüyü tasvir edecek daha net ifadeler kullanmak istiyorum aslında ama bir önemi yok, olan olmuş zaten. 

Şu idrak ettiğimiz aşama tamamıyle çok uzun yılların bir sonucu. Her şey ve insanlığın durumu, bu psikoz durumu, bir anda vuku bulmadı tabii ki. Bunların hepsi birer sürecin sonucu. 

Ve bizde şu aşamada bu sürecin sonucundaki görünümle karşı karşıyayız artık. 

Toplum bilincindeki çöküş, hangi çöküşlere zamanla sebebiyet verecek, bu hükmü kader verecek… 

Hipnoz olmayanlar, ve bi şekilde kalbinde insan kalabilenler, sadece hayret etmekle yetiniyorlardır muhtemelen. 

Çünkü dünya hali her daim kaostur aslında.

İç içe kaosları hep bağrında taşır. 

Kaos ise onların olgun ruhlarının tekâmülü için bir vesiledir, bunu bilirler" 

sözleri ile asıl tehlikenin kitle ruhundan geldiğini belirten Jung'a göre 

"Yaşanan psikolojik krizler, aile, sosyal yapı, din, kültür gibi değişkenler arketiplerin canlanmasına neden olabilir ve
kişi bireyleşme yolunda hızla ilerleyebilir. 

Din/Tanrı ise bu sürecin hem en önemli aracı hem hedefidir"

İnsanı 
''toplumu kendi ölçeğinde yansıtan sosyal bir mikrokosmos'' olarak gören bu bilim insanının 

tüm bunların aşılmasında sunduğu çözüm de;

“Bireyselliğin ve öz çıkarların bilincine varılması” dır.

"Örgütlü kitleye direnebilmek, ancak ve ancak, 
insanın bireyliğini, o örgütün organizasyonu kadar iyi organize etmesi ile mümkündür." 


tek başına değişmedikçe, hiç bir şey değişmez.

Düşünceler kiraya verilmez..

Düşünme yetisini yitirmiş , yığın hale gelmiş topluluklardan 
büyük beklenti içine girilmesi daha büyük hayal kırıklığı yaratır. 

Bu topluluklar düşünmemenin sorunların olmadığı anlamına geldigine inandığı, sürü psikolojisinin etkilerini gösterdiği oluşumlardir. 

Bu oluşumu olumlu bir duruma evirmek 
sadece bilinçlendirme ile mümkündür. 

Bize düşen daha fazla bilgi ile aydınlanmaya yol olmaya çabalamaktır.

Brusk

Foto: İsfahan'da Siose Pol köprüsü


Yoluna değil düşüncelerine yön ver..

Davranış, o davranışı yapan kişiye doğru gelir.
Size göre onların aradığı ve istediği şey yanlıştır. Onlara göre ise doğrudur. Onların ahlaki ve etik değerleri, teolojik inançları, kararları, seçimleri, davranışları ve hayata bakış açıları size doğru gelmeyebilir... Ama onlar bu değerleri doğru buluyor.
Onların değerlerine ''yanlış'' diyorsunuz. Sizin değerlerinizin ''doğru'' olduğunu kim söylüyor? Sadece siz. ''Doğru'' larınızda tutarlı olsanız bu bile anlamlı olabilir. Ama ''doğru'' ve ''yanlış'' la ilgili düşüncelerinizi o kadar sık değiştiriyorsunuz ki. Bunu birey olarak yapıyorsunuz, bunu toplumlar olarak yapıyorsunuz.
Toplumunuzun yirmi-otuz yıl önce ''doğru'' bulduğu bir şeyi bugün ''yanlış'' buluyorsunuz. Yakın geçmişte ''yanlış'' dediğiniz şeylere, bugün ''doğru'' diyorsunuz. Kim neyin ne olduğunu söyleyebilir?
''Doğru'' ve ''Yanlış'' hakkında düşüncelerinizi değiştirmeniz problem değil. Tabii ki düşüncelerinizi değiştirmelisiniz. Yoksa asla gelişemezsiniz. Değişim evrimleşmenin aracıdır. Problem şu: Çoğunuz şu anda sahip olduğunuz değerlerin tek ve mükemmel doğru olduğunda ısrar ediyorsunuz. Ve herkesin bu doğrulara göre davranmasını istiyorsunuz. Bazılarınız her şeyde haklı olduğuna inanıyor ve kendi haklılığından başka bir şeyi gözü görmüyor. Size yararı varsa inançlarınızdan vazgeçmeyin. Taviz vermeyin. Çünkü ''doğru'' ve ''yanlış'' la ilgili düşünceleriniz kim olduğunuzu tanımlıyor. Ama başkalarını da sizin gibi düşünmeye zorlamayın. Ve şimdiki inançlarınızda da ''takılı'' kalmayın. Çünkü, bu da gelişmenizi engeller.
AÇIK olun. Eskileriyle rahat olduğunuz için kapınızı yeni gerçeklere kapamayın. Hayat, rahatlık alanlarınızın sınırında başlar. Başkalarını yargılamak için acele etmeyin. Yargılamaktan kaçının. Diğer kişinin ''yanlış'' ı dün sizin ''doğru'' nuzdu; diğer kişinin hatalarını geçmişte siz de yapmıştınız, bugün düzeltiniz. Kendi seçimlerinizin ve kararlarınızın da başkalarının seçimleri ve kararları kadar ''acı verici'' , ''zararlı'' , ''bencil'' ve ''affedilmez'' olduğunu görün. Başka birisinin ''bunu nasıl yapabildiğine inanamadığınızda'' nereden geldiğinizi unutmuş olursunuz. Sizin ve onun nereye gittiğini de... ~alıntı

6 Aralık 2017 Çarşamba

İçimizdeki ışık..

Bizler çevremizle ve Evrenle sürekli bir iletişim içindeyiz. Bu alışveriş manyetik ve enerjetik olarak gerçekleşiyor. 

Son zamanlarda gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar, bedeni terkederek aniden başka bir yerde ortaya çıkan fotonları ölçmeyi başardı. 

Fotonların ortaya çıkış yerleri düşüncelerin nasıl ve nereye projekte edildiğine göre değişiyordu. 

Çalışmalar, sözkonusu fotonlara niyet yüklendiğini dahi gösterecek kadar ileriye götürülebildi. Örneğin insanlar anksiyete halindeki bir süjeye sakinleştirici düşünceler projekte ettiğinde, testin süjesinin kalbi ve solunum oranları ve diğer belirtiler ani bir şekilde düştü. 

Yani bilim karartılmış bir odayı terkeden fotonları ölçtü ve gördü, ve aynı zamanda niyet yüklenmiş enerjinin sonuçlarını da gördü; ki bu da düşüncenin ve niyetin enerjisini, gücünü ispatlıyordu. 

Fotonlar ışıktır. Yani minik ışık parçacıkları bizler farkında bile olmadan düşünce ve duygularımızı sürekli olarak Evrene taşıyor. 

Bu yayınladığımız enerji birşeyleri etkileyebilir ve etkiliyor. Bu bilgi içinde bir sorumluluğu da taşıyor; 

Yayınladığımız düşünce ve enerjilerin farkında olma sorumluluğunu. 

Düşüncelerimizi pozitif tutmak ve huzurlu bir farkındalık halinde yaşamak bütün gezegeni etkileyebilir ve etkiliyor da. 

Yıldızların geceyi aydınlattığı gibi, sevgimiz de karanlığı aydınlatabilir.



İçsel süreç..

Ateş sembolü inisiyatik süreçlerde “içsel ateş” olarak da adlandırılmakta ve bu ifade Şamanizmde, Tibet ve Maya geleneklerinde, Sufizmde, Hinduizmde ve Budizmde de kullanılmaktadır.

İnisiyatik süreçte öze ulaşılması için kabuğun kırılması ya da bir başka ifadeyle “içsel ateşle yakılması” gerekmektedir. 

Burada içsel ateş sembolü, 
varlığın kendisine çekebileceği 
yüksek seviyeli ruhsal tesiri ifade etmektedir.

Ateş, ruha ait olan bilginin 
açığa çıkmasına neden olmaktadır. 

Söz konusu bilgi 
ateşte yanmak, ateşle imtihan olmak; yani ıstırap çekerek, arınarak ve pişerek açığa çıkmaktadır. 

Açığa çıktığında ise ateş, ışığı ile aydınlatan olup o ışıktan birçok insanın yararlanmasına da olanak sağlamaktadır. 
Işığın yayılması ise birleştiren, toplayan bilgiyi ifade etmektedir.

Baykuş ise zaten bilgeliği simgelemektedir.



Beyin durması..

Günümüz insanı; hepimizin reddettiği ama bir o kadar da -çoğumuzun- içinde olan rehavet insanı... Garfield'ın sözleri ile ;"İstersem aşık olabilirim ama çok üşeniyorum "....Hayat hareket ettikçe, kabuğuna çekilen, piramitin en altındaki insanın yaşam biçimi... Bizi mahveden Oblomovluk... Toplumun büyük bir bölümünü esir alan 'Oblomovluk Hastalığı' / "Oblomovluk ,bilinçli/ rıza gösterilmiş bir tembellik, seçilmiş bir atalet, aslında bir çok şeyin de farkında olunduğu halde hiç harekete geçmeme , ölüme benzeyen uyuşukluğa gömülme özellikleri ile adını İvan Gonçarov’un Oblomov adlı romanının baş kahramanından almış. Lenin'in "sarsmak, dövmek lazım" dediği Oblomov; tembel, sorgulamak istemeyen, hiçbir şey üretmeyen , "yapacak bir şey yok, düzen böyle" diyerek her şeyi boş veren, hazırcı, ukala, yerinden kıpırdanmaktan bile kaçan, bezgin, halsiz, kötümser karakter... Fiziki tembellik yanında zihinsel tembellikte de ön planda ( Ne kadar da tanıdık...) Sürekli kararlar alıp; kararlarının hiç birini uygulamak için kılını bile kıpırdatmadan yaşama, hayata ve her şeye karşı tam bir aymazlık ve kayıtsızlık, var olana, sürene, devam edene tam bir itaat ve kabullenme iradesizliği ,her şeye karşı tam bir biat, boyun eğiş durumu ama esasen uyuşukluk değil, aksine fazla uyanıklık (!?) insanın sonunu gördüğü yolda ilerlemek istememesinin getirdiği bir tükenmişlik ve -kendini gerçekleştirememe- hali...

5 Aralık 2017 Salı

Kaya gibi..


Her element kendince konuşur.

"Çiçeklerin dili her millet tarafından lisandan sayılır 

ve bunun esasının Türklerden alındığı söylenir." 

(Beşir Ayvazoğlu'nun Türk çiçek kültürünü anlattığı Güller Kitabı'nda 
Sa'id adlı bir yazarın cümlesi )

-------------------------------------------------------------------------

Antik çağlardan bu yana, çiçek sembolizmi dünya kültürlerinin önemli bir parçası olmuştur. 

Çiçekler hayatta her önemli olayda bize eşlik eder ;doğum, evlilik, mezuniyet, hastalık ve ölüm.

Çiçek sembolizmi çok eski dinler ile başladı. 

Tüm spirituel öğretilerin temel ve ortak noktası var olan herşeyin fiziksel halinin sadece ruhun tezahürü olmasıdır. 

Dışarısı her zaman içtekinin yansımasıdır. 

Doğanın narin güzelliğinin ve ahengin ifadesi olarak çiçek ise sembollerin gizemli dilinde ruhu ifade eder. 

Lotus Çiçeği de Mu'nun çiçek sembolüydü. Gelenek Lotusun dünya üzerinde görülen ilk çiçek olduğunu söyler. Bundan dolayı ana yurdu temsil eden bir simge olarak benimsenmiştir.

Birçok çiçek başlangıçta Venüs, Diana, Jüpiter ve Apollo gibi eski tanrılar ile bağlanmıştı.

Rönesans döneminde, doğa ilahi bir yansıması olarak görülürdü.

Çiçek özleri ölümsüzlük içeceği ile birleştirilir; esans olarak güzel kokularını üstümüzde taşırız; sularını içeriz, cildimizi iyileştiririz. Esansın kelime anlamı 'öz' ve 'sır' anlamına gelir.

Ruhsal ve fiziksel şifa gücü güneşe dolaysız bakabilen çiçeklere bahşedilmiştir. 

Güzellik en yüksek bilincin ifadesidir. İyileştiren, güzelleştiren, tüm duyularımıza dokunan çiçeklerde narin bedenlerine, kısacık hayatlarına rağmen en yüksek ruhsal bilincin temsilidir. 

Güneşin ışığını en az aldığımız soğuk ve soluk kışların ardından ışığa uyanan doğanın mucizesini sergiler çiçekler. 

Açılmış ve güzellik veren tüm çiçekler spirituel aydınlanmayı temsil eder. 

Sembol olarak kullanılan bir çiçeğin anlamı onun türüne, güneş gibi bir dairesel yayılım gösterip göstermemesine, rengine, taç yapraklarının sayısına göre değişir. 

Örneğin saflığı ve spiritüel gelişimi simgeleyen lotus çiçeğinin taç yaprakları bedendeki çakralarla birleştirilir. 

İslam sembolizminin en kutsal çiçeklerinden yedi taç yapraklı gülde cennetin ve yeryüzünün 7 katı ile tamamlanmayı ve ebedi aşk'ın merkezine ulaşmış olmayı temsil eder. 

Simyada altın, kırmızı çiçekle, gümüş ise beyaz çiçekle ilişkilendirilir.

Sevincin ve huzurun sembolü bahçeler zamanın başından beri korunmayı ve ruhumuzun tüm güzelliklerini hayata geçirebilmeyi ifade etmiştir. 

Ancak korkulardan arınmış bir halde iken en yüce potansiyelimizi hayata geçirebiliriz. Bu anlamda dualitenin olmadığı cennet ebedi huzuru, güzelliği temsil eder. Maddi arzuların olmadığı cennet bahçesi ve dünyadaki güzel bahçeler güzellikleri ile ruhumuzun manevi arzularını doyurur. Yeryüzünün tüm bahçeleri ilahi güçlerle olan ideal bir ilişkiyi dile getirir.

İngilizce cennet anlamına gelen Paradise Farsça bahçe anlamına gelen 'pardasa'dan türemiştir. 

----------------------------------------------------------------------

Çiçekler tüm dünyada ortak dili konuşur ve bütün çiçeklerin kendine has bir karakteri vardır. Her çiçek türüne , rengine göre farklı anlamlar taşır

Çiçeklerin dili ( floriography), ilk kez 1600'lü yıllarda İstanbul'da oluşturulmaya başlanmıştır. 1716 yılında eşiyle birlikte İstanbul'da yaşayan İngiliz Lady Mary Wortley Montagu tarafından bir araya getirilen bu çiçeklerin anlamları İngiltere'ye götürülmüştür. 

Montagu, 1716 yılında Türkiye'de yaşadığı sırada yazdığı bir mektupta, 

"Parmaklarınızı oynatmadan, çiçeklerle tartışabilir, azarlayabilir, dostluk, aşk, nezaket mektupları ve hatta haber bile gönderebilirsiniz." demiştir. 

Çiçeklerin taşıdıkları anlamlara ilişkin Fransa'ya da sıçrayan merak, kısa sürede 800 çiçeğin anlamının belirlenmesine ve tüm dünyada ortak bir çiçek dili oluşmasına yol açmıştır.

İnsan hayatının bilimsel, dinsel, ezoterik, mistik çalışmaları hayatı cennete çevirmeye üzerine kurulu iken dünya bahçesinde ne sonuçları aldığımızı yaşarken tam olarak neleri ektiğimize, ve bahçemize ne kadar ihtimam gösterdiğimize bakmak gerek. 

Güneşin gözüne direk bakarak güzellik, narinlik, takdir ve şifa ifade eden tüm çiçekler kalbimizi sevginin, şefkatin ışığına açmayı sembolize eder.

Yeterli ..

Kuantum fiziği, fiziksel dünyamızın katı olmadığını öğretir ,
yiyecek de bir titreşim şeklidir. Dr. George W. Crile'in ifade ettiği gibi:
Yediğimiz şey radyasyondur; 
besinimiz büyük ölçüde enerji kuantasıdır” (*) Dr. George W. Crile 

SLAC Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı’nda radyasyon güvenliği uzmanı olarak çalışan Sayed Rokni de :
İnsan türü ve çevremizdeki her şey, çağlar boyunca doğal kaynaklardan radyasyon alarak evrildi. Radyasyon bizi dönüştürdü" demekte...

"Yogananda, hiçbir şey yemeden yaşayan ve “oruç tutan azize” olarak tanınan GİRİ BALA’yı ziyaret eder.

Aralarında geçen konuşmalardan bazıları şöyledir:

Paramahansa Yogananda:

“Lutfen bana kendi ağzınla söyle Anne, 
hiç besin almadan mı yaşıyorsun?”

Giri Bala: 

Bu doğrudur. Bugün 68 yaşındayım; 12 yaşımdan dört ay sonra başlayarak bugüne kadar- ellibeş yılı aşkın bir süredir- hiçbir şey yemedim ve hiçbir sıvı almadım.

P.Y. : 

Fakat aslında sen bir şekilde besleniyorsun.

G.B. 

Kuşkusuz

P.Y. 

Senin gıdan, 

havadaki ve güneş ışığındaki daha ince yapılı enerjilerden (*) 

ve medulla oblongatadan girerek bedenini şarj eden 
kozmik güçten geliyor.

----------------

(*) Cleveland’lı Dr. Geo Crile, 1933’de Memphis’deki bir tıp adamları toplantısında 

“Yediğimiz şey radyasyondur; 
besinimiz büyük ölçüde enerji kuantasıdır” 

demiş. Onun konuşmasının bir kısmı 
basında şöyle yayınlanmış: 

Bedenin elektrik devresi olan sinir sistemi için elektriksel akım sağlayan bu tümüyle önemli radyasyon, yiyeceği güneşin ışınları tarafından kazandırılmaktadır. 

Atomlar, güneş sistemleridir. Atomlar, birçok kıvrılmış yay gibi, güneş ışımasıyla dolu olan araçlardır. Bu sayısız atom dolusu enerji paketçikleri, besin olarak bedene alınır.

İnsan vücudunun içine giren bu gergin araçlar, yani atomlar, bedenin protoplazmasında yüklerini boşaltırlar ve bu ışıma yeni kimyasal enerjiler, yeni elektriksel akımlar sağlar. Bedenimiz bu tür atomlardan yapılmıştır.

Bilim adamları bir gün, 
insanların nasıl doğrudan güneş enerjisiyle yaşayabileceklerini keşfedecekler. 

Doğada “güneş ışığı kapanı” şeklinde 
davranma gücüne sahip olmasıyla bilinen tek madde KLOROFİLdir 
ve bunun nasıl olduğu da anlaşılamamaktadır. 

Klorofil, 
güneş ışığının enerjisini yakalar 
ve onu bitki içinde depolar. 

Bu olmadan, hiçbir hayat var olamazdı.

Yaşamımızı sürdürmemiz için ihtiyacımız olan enerjiyi,
yediğimiz bitkisel gıdalarda 
veya bitkileri yiyen hayvanların etlerinde depolanmış 
güneş enerjisinden elde ediyoruz. 

Kömürden ve petrolden elde ettiğimiz enerji, 

klorofil tarafından milyonlarca yıl önce 
bitkisel dünyaya hapsedilmiş olan 

Güneş enerjisidir. 

Klorofilin aracılık etmesiyle, 

Güneş sayesinde yaşıyoruz."

Ego esiri olmak..

Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.

Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:

-Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak,

-Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10-20 kat büyük evlere sahip olmak,

-Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak, -Okumadığımız kitaplara sahip olmak,

-Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak,

-Bize günde 3-5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,

-Sağlığımıza, düzenimize, beynimize korkunç zararlar verse bile envai çeşit
içkilerin bulunduğu gösterişli, dekoratif bir mini bara sahip olmak,

-Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak,

-Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takımı taraftarlığına sahip olmak,

-Faizi, getirisi zarara ugramasın diye kıyıp harcanamasa bile bol sıfirlı bir banka defterine sahip olmak,

-Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak…

Ya da sahip olduğumuzu sanmak…

-Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar!

O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz?

Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?

Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Ah bunu bir anlayabilsek…

4 Aralık 2017 Pazartesi

Ne düşünüyorsan o'sun..

"Evreni anlamak istiyorsan; enerji, frekans ve titreşim üzerine düşün." Nikola TESLA

- Evrende var olan herşey enerjidir.
- Her şeyin frekansı vardır.
- Yaşadığımız, gördüğümüz herşey farklı frekansta titreşen enerjilerin eseridir.
- İnsan bedenindeki her hücrenin ve aynı zamanda hastalık, bakteri ve virüslerin kendine göre bir doğal frekansı bulunur.
- Duyguların, düşüncelerin, ilişkilerin, bireysel bilincimizin ve toplumun kendisinin de frekansı vardır.
- Bedenin frekansıyla çatışan, onu bloke eden dalga boyları ise hastalığa hatta ölüme neden olabilir. Her hücreyi kendi doğal frekansına döndürmek, bedeni sağlığa kavuşturur.
- Yüksek frekanslı duygu ve düşünceler, düşük frekanslı olanlardan daha güçlü ve etkilidir.
- Yüksek frekansa ulaşan bilinçler, düşük frekanslıları dengeler.


Not.Hastalık yoktur bize gelen herşey misafirdir.Hastalık senin düşüncendir.Hemen maddi bedene yerleşmezler bir çok süptil bedenindeki açıklıklardan yararlanarak ( düşünce frekansının zayıflığı) senin bedenine yerleşir.Eğer frekansını titreşimini yükseltirsen misafir (hastalık) mutlaka gider.Sadece düşüncelerini yönet o kadar.
Vücudumuzda her uzvun frekansı titreşimi ayrıdır.Mesela böbreğin,bağırsağın,karaciğerin veya beynin vs.gibi.

Telcikler..

Enerji alanları olarak görüldüklerinde insanoğulları, ışık telcikleri gibi, beyaz örümcek ağları gibi, tepeden tırnağa dolanan çok ince iplikler olarak görünürler. 

Bu yüzden, bir görücünün gözüne bir insan, dolanmış lifçiklerden oluşan bir yumurta gibi görünür. 
Ve kolları ile bacakları, her yöne doğru fışkıran ışıltılı kılları andırır. 

Görücü, insanın her şeyle temas halinde olduğunu görür; insan bunu elleriyle değil, karın bölgesinin merkezinden her yöne doğru fışkıran uzun bir telcikler demeti ile yapmaktadır. Bu telcikler insanı çevresine bağlar, onu dengede tutar, sağlam durmasını sağlar. 

Bir savaşçı görmeyi öğrendiği zaman, bir insanın ışıltılı bir yumurta olduğunu görür, dilenci de olsa, kral da, ve bunu değiştirmenin yolu yoktur; daha doğrusu o ışıltılı yumurtada ne değiştirilebilir ki? Ne? 

Bir savaşçı asla korkusu yüzünden kaygılanmaz. Onun yerine, enerji akışını görme mucizesine kafa yorar! 
Gerisi boştur, önemsiz kıvır zıvır. 

İnsanın gözleri iki işlevi gerçekleştirebilir: biri, enerjiyi bir bütün olarak evrendeki akışı içinde görmek, ve öbürü de "bu dünyadaki nesnelere bakmak"tır. Bu iki işlevin hiçbiri ötekinden daha üstün değildir; ancak gözleri yalnızca bakmak üzere eğitmek, utanç verici ve istenmeyen bir kayıptır.

Carlos Castenada - Zamanın Çarkı 🌀

Öz bilinç

Lotusunuz açılsın, başınız göğe ersin

"Tepe çakrası önemli bir sırra işaret eder, öz denilen güzel, göklerin kraliçesi, Tanrı'nın gelini, ilahi mücevher, ezeli ana, 'Matrona' yani "Sekine", 'Şakti' olarak burada müşahade edilir. 

'Om! Ma-ni pad me hum', 'Lotus'un Mücevherine Selam' şeklindeki mistik Tibet mantrası, Lamalar'a göre, 'İnsanın tanrısal özüne selam' anlamına gelir. 
Burada işaret edilen mücevher ve öz, "Sekine"dir."

Malik İlyas Tanrıbağı 

Batıni Tanrıbilim Felsefesi ve Kundalini

3 Aralık 2017 Pazar

Candan..

Ciddi ama samimi olmalı insan..peşini bırakmamalı sıkmadan,içindeki duyguları gösterirse başarılı olur o insan..

Sessiz sevgi..

Tohum düşüncedir ahenktir nota gibidir kiraya verilmez,sahibinindir sadece aracılık ettirir sana..Yaymak gerekir külli akıldan aldğın muhteşem o frekansları  o bakışları çürütmeden temiz topraklara..

Bakmak gerekiyor İçine sesizce kırmadan o latif yüreğe.Nadir olan et parçası değil senin düşüncelerin.Tohumlarını titreşimlerini sonsuzluğun sonuna götür ve iyi sakla,onlar gelecekte seni kurtaracak olan düşüncelerdir...Öyle titreşki senden yayılan kokular  (sevgi) en güzel duyguların evrenle bütünleşsin.Ahengin ritmiyle alemlerle bir olup o kata çıkabilirsin ancak.

Tek bir zerresi bile tüm görünen âlemleri yok edecek kudrette olan sevgi, gönülde insanladır. Ancak insan ne gönülledir ne de sevgiyle. Hatırlamadığı için ulaşamaz, sessizliği duymak kolay değildir. O’nun avazını işitmek için nefsi öldürmek gerek. Eğer hesaptaysan, ayrıntıdaysan, şüphedeysen aşk ve sevgi içinde değilsindir. Emanettir her şey... düşünce, mal, eşya, tüm hayatında sahip olduğunu sandığın her şey ve en önemlisi de bedenin. Beden de bir emanettir. İnsan kendine ait olanları kaybeder. Kayıpların yoktur çünkü hiçbiri sana ait değildir. Sevgin, aşkın, bilgeliğin, aklın, güvenin, sabrın bunlar kendi "öz" olan değerlerin. Kendinden kendine yolculukta ulaşılacak nihai yer, "öz" yani yaratımda üflenen tanrısal ruhtur.

Döngü

Kabuk içten dışarı açılınca yaşam  başlar.Dıştan içeri kırılırsa ölüm..

O nedenle:

Bir döngüdür yaşam
Yerinde saymak yerine
Aşkın adımlara ihtiyaç duyan
Ahengin sesini de duyan
Dışına değil içine bakan
İçindekini dışında bulan
Dışındakini içine taşıyan
Ahengin resmini 
Kalbinde taşıyan
Hediyesini
Hem içinde
Hem dışında
Bulan
Bilir
Süprizlerle doludur
Yaşam