22 Mart 2021 Pazartesi

 GERÇEK ATLANTIS: BATIK KITA HINDISTAN


Başka bir Atlantis mi. 20 yıl sonra Hindistan ile Avrasya’nın kayıp yarısını bulduk: Hindistan alt kıtası 10 milyon yıl önce Asya ile çarpışarak Dünya’nın en yüksek dağı olan Everest’i de kapsayan Himalayaları doğurdu. Artık çarpışma sırasında kaybolan anakara parçasının nereye gittiğini biliyoruz: Denizin dibine battı.


BIR KITA NASIL DENIZE BATAR?

Nuh ve Platon’dan bu yana kayıp kıta öyküleri dünya efsanelerini süslüyor. Platon, Atlantis kıtasının doğal afet sonucunda sulara gömüldüğünü söylüyordu.

Belki de 3600-3500 yıl önce Ege’deki Santorini adasında gerçekleşen ve 60 kilometreküplük toprağı havaya püskürten dev yanardağ patlaması Platon’a esin kaynağı olmuştu; çünkü patlama sırasında adanın ortasının denize batıp dev bir su altı krateri oluşturduğunu biliyoruz.

 Bunun ardından batık kıta efsaneleri 19. yy’ın coğrafi keşiflerinin de etkisiyle aldı yürüdü. Tarzan’dan tutun da Türkiye’de Atlantis adıyla yayınlanan Martin Mystère çizgi romanındaki Atlantis, Mu ve Lemurya uygarlıklarına kadar birçok batık kıta söylencesi halk arasında yayıldı. 


KITALARIN ÇARPIŞMASI

Dünya gezegeninin içyapısı nedeniyle kıtalar kayıyor ve milyonlarca yıllık sürelerde yer değiştiriyor. Depremleri, iklim değişikliğini ve Evrim’in kör tetikleyicisi olan genetik mutasyonların yeni canlı türleri doğurmasını hep buna borçluyuz; fakat son kıtalar çarpışması 10 milyon yıl önce gerçekleşti.

Gondwana süper kıtası dağılınca Hindistan Antarktika’dan koptu. Antarktika güney kutbuna yerleşirken Hindistan kuzeye, Avrasya’ya doğru kayıyordu ve 71 milyon yıl önce Hint Okyanusu’nun tam ortasındaydı; ama 10 milyon yıl önce Asya ile çarpışmaya başladı.


Bu çarpışma 6 milyon yıl önce tamamlandı ve Himalayalar doğdu. Dünyanın en yüksek dağı olan Everest’i de kapsayan Himalayaların oluşmasıyla birlikte modern insanın geçmişi de başladı; çünkü Himalayalar Asya’dan Afrika’ya gelen ve yağmur bırakan nemli rüzgarları kesti.


YAĞMUR HIRSIZI VE MUSON YAĞMURLARI

6 milyon yıldır Hindistan alt kıtası Afrika’nın yağmurunu çalıyor. Muson yağmurları Hindistan’ın Ganj Vadisi’ndeki tarlaları beslerken, Doğu Afrika kurak rüzgarlarla gittikçe çölleşiyor. Ancak, Hindistan ve Asya’nın bu çarpışmanın bedelini ağır ödediğini söyleyebiliriz.

Her iki kıtanın da yarısı denizin dibine battı ve 20 yıl sonra bu gizemi nihayet çözerek kayıp yarının nereye gittiğini bulduk: Manto tabakasının içine girdi.


YERBILIM DETEKTIFLERI

Doğrusu bilim insanları Hindistan ile Asya’nın yarısının kayıp olduğunu yeni öğrendiler. Bunu ancak Himalaya Dağlarını araştırdıktan sonra fark ettiler. Ölçümlere göre bölgedeki toprağın yarısı kaybolmuştu.

Neden yeni fark ettiklerine gelince: Hindistan alt kıtası Asya ile çarpıştığı zaman iki kıtanın çarpışan kenarlarının yorgan gibi buruşup yukarı kalktığını ve Himalayaları oluşturduğunu düşündüler.


4 milyon yıl süren çarpışma sırasında toprağın bir kısmı da dev depremlerle ufalanıp okyanus tabanında tortul katmanlar halinde birikmiş olmalıydı. Ancak Himalayaların kütlesini ölçen yerbilimciler şaşırtıcı bir şey keşfettiler: Hindistan’ın yarısı ortada yoktu!


JEOLOJININ HATASI

Bilimin en büyük özelliği sık sık yanılmasıdır. Bu aynı zamanda en güçlü yanıdır; çünkü bilimden başka sadece bir disiplin hatalarını kabul edip düzeltebilir, o da kısmen olmak üzere felsefe. Bilim insanları Hindistan’ın yarısını kaybettiklerini fark edince jeoloji teorilerini güncellediler ve basit bir hata yaptıklarını anladılar:

Kıtaların çarpışması sırasında sadece Hindistan ve Asya’nın su üstünde kalan kısımlarını; yani son 4 milyon yılda gözle görülür ölçüde buruşarak Himalayaları oluşturan parçayı dikkate almışlardı. Oysaki iki kıta 60 milyon yıldır denizin altında çarpışıyordu.

İşte bu süreçte Asya ve Hindistan’ın bölgede birbirine bakan yüzünü kaplayan kara kütlesinin yarısı suya gömülmüştü.


SONARLAR VE DENIZALTILAR NEDEN GÖRMEDI?

Kıtaların kaymasındaki detaylar için Dünya’da neden deprem oluyor yazısını okuyabilirsiniz. Ancak kısaca açıklamak gerekirse Dünya’nın kabuğu enerji gibidir. Ne yok edebilirsiniz ne de yoktan yaratabilirsiniz. Yalnızca dönüştürebilirsiniz.

Dolayısıyla kıtaların çarpışması sırasında yerkabuğu sadece buruşmakla kalmıyor. Aynı zamanda önce denizin dibine batıyor, ardından da sıvı magmadan geçerek diş macunu kıvamında ağdalı; ama katı olan manto tabakasının derinliklerine dalıyor (yüzlerce km derine).


Chicago Üniversitesi’nden yüksek lisans öğrencisi Miquela Ingalls konuyla ilgili olarak Nature Geoscience’ta yayınlanan araştırmasında1 bilgisayar simülasyonları yaptı ve Hindistan alt kıtasının kütlesinin bir kısmının 60 milyon yıl boyunca yavaş yavaş mantoya battığını ortaya çıkardı.


BUNUN NESI GARIP?

10 soruda yerbilim dersleri aldıysanız kıtaların kayması neticesinde yerkabuğunun bir kısmının mantoya batması gerektiğini biliyorsunuz. Sonuçta Dünya’nın büyüklüğü ve yüzey alanı sınırlı. Kıtalar sağdan sola kayıyorsa önündeki kıtaları ve okyanus tabanını itmek zorundalar.

Özellikle de kıtaları oluşturan granitten ağır olan bazalt katmanlarından oluşan okyanus tabanı bir saatten sonra magmaya ve mantoya batmak zorunda. Ancak sorun da burada! Kıtalar deniz seviyesinden yüksekte bulunuyor; çünkü mikro gözeneklerinde su içeren granit tabakası bazalttan daha hafif ve bu nedenle magmanın üzerinde yüzüyor.

Kısacası coğrafya derslerine bakacak olursak kıtalar çarpışınca karaların değil, sadece üstünde durdukları okyanus tabanının batması gerekiyor. Oysa görüyoruz ki öyle değil: Avrasya ve Hindistan’ın kayıp yarısını bulmak için karaların da battığını kabul etmeliyiz. Miquela Ingalls’ın bilgisayar simülasyonları bunu gösteriyor.


ACI GERÇEK

Ingalls’ın danışmanlarından Profesör David Rowley konuyla ilgili açıklamasında şunu söylüyor: “Kıta rezervlerine ait büyük miktarda yerkabuğunun kaybolduğunu görüyoruz ve bu kayalar buhar olup havaya uçmayacağına göre, gidebilecekleri tek yer manto tabakası.”

“Eskiden manto ve yerkabuğunun sadece dolaylı olarak etkileşime girdiğini sanıyorduk. Ancak, bazı durumlarda böyle olmadığını ve kıtaların su altındaki kesimlerinin mantoya batabileceğini gördük.


KAYIP KITAYA NE OLDU?

Öncelikle bir yanlış anlamayı önleyelim: Hindistan ve Asya’nın ormanlarla kaplı yarısı sulara gömüldü demiyoruz. Bunun yerine, her iki kıtanın birbirine bakan yüzünde su altında kalan kısımların yarısı yavaş yavaş mantoya battı diyoruz. Bu sebeple Atlantis adası gibi bir kara parçası suya battı sanmayın.

Batan kısımların akıbetine gelince: Bu kayalar Dünya’nın derinliklerindeki yüksek ısı ve basınç nedeniyle başkalaşım geçiriyor. Yüzeyde kendilerini diğer kaya parçalarından ayıran kimliğini kaybediyor ve boş yazı tahtası gibi sıfırlanıyorlar.


BIR SIR DAHA ÇÖZÜLDÜ

Ancak, kimyasal elementlerin sırf yerin 700 km derinine battıkları için yok olduklarını söylemeyiz. Bunun yerine, ufalanan kıtaların oluşturduğu kaya tozu Dünya’nın derinliklerine ekmeğe katılan tuz gibi karışıyor.

Ardından, milyonlarca yıl sonra gerçekleşen yanardağ püskürmeleriyle yeryüzüne çıkıyor. İşte jeolojinin yeni çözülen sırrı da burada yatıyor: Bilim insanları sıcak nokta hareketlerine bağlı yanardağ patlamalarıyla yeryüzüne çıkan manto kayalarına baktıklarında, bunların uranyum gibi radyoaktif elementler bakımından zengin olduğunu gördüler.

Her ne kadar uranyum kayadan ağır olsa da diğer elementlere göre eser miktarda bulunduğu için Dünya’nın çekirdeğine batmıyor. Bunun yerine daha çok yerkabuğunda barınıyor. Öyleyse mantodan gelen kayalarda uranyum gibi radyoaktif elementler nasıl bol miktarda bulunuyor?

Ingalls’a göre bunun tek açıklaması bazen kıtaların denizin dibine batması ve radyoaktif uranyumu da beraberinde mantonun derinliklerine taşıması. Öyle ki 410 km yer alan global yeraltı okyanusunu da bu geri dönüşüm sürecine borçluyuz. Anlaşılan yaşlı dünyamız bizi daha çok şaşırtacak, hazırlıklı olalım.

Alıntıdır..

21 Mart 2021 Pazar

 Ses ve frekansın canlılar üzerindeki etkileri. Ses suda 5 kat artar ve ısı oluşturur.

Bedenimizin % 50- 65'i sudur, beden sesleri toplayan alıcıdır.

Düşük ses titreşimli Tit+ger ido 40.000 yıldır, esenlik ve sağlık sağlayan ses dizgi aracıdır.

yazı çeviridir.

Mısır Piramitlerinde çok fazla hayranlık, gizem ve akustik araştırma yapıldı. Araştırmaların çoğu, Piramitlerin gerçek amacını ve nasıl inşa edildiklerini ayırt etmek için kullanılan teorilerle sonuçlandı. Piramitlerin inşası ve amacı hakkında birçok farklı teori vardır, ancak ortak bir bağlantı faktörü, yapıların sesle rezonansa girme şeklidir. Daha derin bir anlayış, ses ve titreşimin faydalarına uyandı ve Piramitlerde çalışan araştırmacıların cezbedilmesi ile beslendi.


Bir araştırmacı, John Stuart Reid, Mısırlıların Büyük Giza Piramidi'ndeki Kral Odasını, ilahiyi de içeren sese dayalı törenleri güçlendirecek şekilde tasarladıklarını ileri süren kanıtlar buldu. Reid'in araştırması, bir CymaScope kullanarak titreşimi ve sesi görselleştirmek için enstrümantasyonun geliştirilmesine yol açtı. Reid'in King's Chamber'daki akustik araştırmasının ilginç bir yan notu, odada çalışıp zaman geçirirken, kronik bel ağrısının kaybolduğunu keşfetti.


Bir başka araştırmacı Alan Alford, odaların granit duvarlarının özelliklerini yakından inceledi ve Büyük Piramidin benzersiz bir şekilde "şarkı söylemek" için tasarlandığı sonucuna vardı. Alford, King's Chamber'daki 43 ışının, hassas düşük frekanslarla rezonansa girecek şekilde inşa edildiğini ve özel olarak düzenlendiğini belirtti. Bu infrasonik frekanslar insan sesiyle üretilemez, bu da amacın şarkı söylemekten veya ilahiden başka bir şey olduğunu düşündürür. Büyük Piramidin, Dünya'nın düşük frekanslı titreşimlerini kullanmak için tasarlanmış dev bir "ses kutusu" olarak inşa edildiğini tahmin etti.


(Bu konu hakkında daha fazla bilgi için lütfen şu makaleye bakın:  Piramit Gücü: Piramitlerin Enerjik Alanlarından Yararlanma .)


Zamanla Antik Yunanistan'a doğru ilerleyen Pisagor, şifa aracı olarak kithara'yı (bir tür lir) kullandı ve müziğiyle hem hayvanları hem de insanları rahatlatabildiği söyleniyor. Yaptığını “müzik tıbbı” olarak adlandırdı. Crotona'da ders verirken, aklı uyandırmak ve onu günün aktivitelerine odaklanmaya hazırlamak için tasarlanmış şarkılarla günü açtığı bildirildi. Akşam öğrencilerini yatıştırmak, rahatlatmak ve dinlenmeye hazırlamak için müzik kullandı. Öğrencilerinin çoğu, iyileştirme amacıyla müziği kullanmaya devam etti.


Pisagor, harmoniklerin terapötik değeri üzerine yaptığı araştırmada, farklı anahtarların duygular üzerinde çeşitli etkilere sahip olduğunu ve davranışı etkileme potansiyeline sahip olduğunu keşfetti. Bunun ünlü bir örneği, bir akşam Pisagor yıldızları seyrederken yaşandı. Yıldızlara bakarken, alkolle karıştırılmış ve çılgın bir duygu içinde olan genç bir adamın sahnesine tanık oldu. Genç adam, metresinin kapısının önünde çılgınca istifliyordu. Yakınlarda bir müzisyen, genç adamın çılgınlığını körükleyen heyecan verici bir melodi çaldı. Pisagor müzisyenden melodiyi daha yavaş, daha ritmik bir parçaya değiştirmesini istedi. Müzisyen buna uydu ve tempo ve ritmdeki değişiklikle genç adamın gerginliği yatıştı. Daha sakin bir duruma geldiğinde sessizce çubukları topladı ve kendi evine döndü.


Alman bilim adamı Erwin Schliephake, kısa ses dalgalarının kanser hastalarında iyileşmeyi hızlandırdığını keşfettiğinde, sesin kullanımı 1928'de "modern" tıbba girdi. 1938'de Raimar Pohlman adlı başka bir Alman bilim adamı, ultrasonun tedavi edici özelliklerini göstermeye devam etti.


Vibroakustik Terapinin 7 Sağlık Faydası - fb


Vibro-Dokunsal Girdinin İyileştirici Özelliklerine Saygıya Dönüş

Olav Skille ve Tony Wigram, araştırmaya dayalı bir iyileştirme tekniği olarak mevcut Vibroakustik Terapi anlayışımızın arkasındaki itici güçler olmuştur. Skille, 1968 yılında İskandinavya'daki Rett Sendromlu gençlere vibro-dokunsal girdi sağlamak için ekipman ve müzik yazılımı geliştirerek çalışmalarına ve araştırmalarına başladı. Vibroakustik Terapinin astım, otizm, kistik fibroz, serebral palsi, uykusuzluk, ağrı ve Parkinson hastalığı gibi durumlar için faydalı olduğunu keşfetti. Vibroakustik Terapinin üç ana etki alanını şöyle tanımladı:


Spazmolitik ve kas gevşetici etki

Ekstremitelere kan akışında artış

Bitkisel duruma belirgin ancak değişen etkiler


Serbest

İngiltere'de Wigram, bilişsel engelli ve davranışsal zorlukları olan yetişkinlere yardımcı olmak için Skille'in bazı tekniklerini kullanarak 1990'larda kendi araştırmasına başladı. Teknikleri kendine istismar davranışları ve kaygısı olan bireylerle kullandı. Bu iki adamın tutkusu ve adanmış araştırması, bir iyileştirme yöntemi olarak ses ve titreşimi anlamamız için paha biçilmezdir.


1997'de Butler, açık kalp ameliyatı geçiren hastaları inceledi ve ameliyat sonrası vibro-dokunsal stimülasyon kullanımının ventilatöre olan ihtiyacı ve buna bağlılığı azalttığını ve hastanede kalış süresini 9 günden 5 güne düşürdüğünü buldu.


1999'da Ulusal Sağlık Enstitüsü, anksiyete ve depresyon gibi ağrıya ve sıklıkla ağrıya eşlik eden semptomlara yönelik olarak Vibroakustik Terapinin kullanımına ilişkin bir araştırma yayınladı. Çalışmanın sonuçları 1999 yılında yayınlanmış olmasına rağmen, çalışmanın kendisi devam etmekte ve benzer olumlu sonuçlar göstermeye devam etmektedir. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri'nde cerrahi ve kemoterapi gibi geleneksel tedavilere ek olarak Vibroakustik Terapiyi kullanan bir dizi ileri görüşlü hastane bulunmaktadır.


Vibroakustik Terapi Nasıl Çalışır - Bilim

Vibroakustik Terapi, dönüştürücü adı verilen özel hoparlörler aracılığıyla sağlanan düşük frekansları ve terapötik müziği kullanır. Transdüserler, portatif minderler, şilteler ve masaj masaları, su keseli özel masalar, yataklar ve yatar koltuklar gibi bazı mobilyaların içine yerleştirilebilir. Bir kişinin vücudu gömülü hoparlörlerle temas ettiğinde, müzik kaynaktan dönüştürücülere gönderilir ve daha sonra vücut tarafından titreşim olarak hissedilir ve kulaklar tarafından ses olarak duyulur. Titreşimli-dokunsal girdi, omurga boyunca, beyin sapına ve ardından limbik sisteme kadar sinir demetlerini uyarır. Ayrıca ses, beyin sapındaki medullayı uyarır ve vücudun tüm kaslarına bağlanan işitme sinirini harekete geçirir. Bu reaksiyonlar vücudun gevşemesini ve beyni ruh halini yükselten kimyasallarla doldurmasını işaret eder. Ek olarak,


Vibroakustik Terapinin yan etkileri var mı? Yan etkilerin olumlu tepkiler olduğunu düşünüyorsanız, yanıt "evet" dir. Günümüz dünyasında, yan etkilerin olumsuz olduğunu düşünmemiz öğretiliyor. Bu, hem farmasötik hem de reçetesiz satılan ilaçlarla ilişkili çok sayıda olumsuz yan etki nedeniyle içimizde yerleşmiştir. Ancak Vibroakustik Terapinin bilinen hiçbir olumsuz yan etkisi ve çok sayıda olumlu etkisi yoktur.


Vibroakustik Terapiye verilen olumlu yanıtlardan birkaçı şunları içerebilir:


Düşük kan basıncı

Azaltılmış Ağrı

Azaltılmış Anksiyete

Daha İyi Düzenlenmiş Limbik Sistem

Artan Dolaşım

Kısaltılmış İyileşme Süreleri

Artan Uyku Kalitesi

Artan Sakinlik Duygusu

Vibroakustik Terapinin Sağlığa 7 Faydası

Vibroakustik Terapi, uçucu yağlar ve Reiki gibi diğer titreşim modaliteleriyle birlikte kullanıldığında, bu Don Estes'in "Duyusal Rezonans" dediği şeyi yaratır, burada bireyin tüm beyni ve bedeni bir barış durumuna entegre eden harmonik frekanslarda yıkanır. ve sakin. Zihin ve beden sakin bir durumda olduğunda, her türlü sağlık faydası ortaya çıkabilir.


1. Limbik Sistemin sakin bir duruma dönmesi için sinyal verilir ve zamanla vücudun kendi kendini düzenlemede daha iyi olmasına ve stres faktörlerine karşı daha dirençli olmasına yardımcı olur.


2. Bir dizi olumlu fiziksel ve duygusal sağlık faydası oluşturan Gevşeme Tepkisi etkinleştirilir.


3. Kalp atış hızı yavaşlar ve kalp atış hızı değişkenliği (HRV) artar, bu da stres direncinin bir göstergesidir.


4. Kan basıncı düşer, bu da felç ve kalp krizi riskini azaltır.


5. Kaslar gevşer, bu da gerginlik ve spazmlardan kaynaklanan ağrıyı azaltabilir.


6. Ağrı, artan gevşeme ve "mutlu" hormonların artmasıyla birlikte azalır.


7 . Hücreleri ve organları besleyen dolaşım artar.


İnsanların stres, ağrı ve hastalıkla mücadele için sağlıklı alternatifler aradıkları bir günde, titreşimli dokunsal girdinin Antik bilgeliğini yeniden gözden geçirmeliyiz. Modern teknoloji artık bu şifa yönteminin uygulamaya konulmasını ve daha geniş bir nüfus için erişilebilir olmasını mümkün kılıyor.