2 Haziran 2018 Cumartesi

--------3

MELAMILIK VE MANZUME

Yahya Kemal’in Orta Asya’dan gelen Horasan erenlerine aşağıda yer alan iki manzumesiyle dikkat çekişi hayli önemlidir. Şiirin ilk mısrasında Orta Asya’dan başlayan gelişin önderliğini Sarı Saltık’ın yaptığı da açık şekilde vurgulanmaktadır. Sakarya’dan ‘Diyar-ı Rum’a dağılış hareketine de dikkat çekilmiştir. Şiirde diğer adı geçen Horasan erenleri ise Atmeydanı’nda ölmüş olan “Enelhak Şehidi” İsmail Maşuki, İdris-i Muhtefi, Sunullah Gaybi ve Edirneli Mevlevi Şeyhi Neşati Dede’dir. (Melamilik)

Şimdi şiirin metnini verelim:

MAVERADA SÖYLENİŞ

Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la[1]Asya’dan,
Bir bir Diyar-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan.

Seyrindeyiz atıldığı sahilsiz enginin,
Atmeydanı’nda ölmüş “enelhak” şehidinin[2].


Merhûm Edirne Şeyhi Neşati diyor ki: “Biz
Saf aynalarda sırroluruz öyle gaaibiz. ” [3]

Zahid hayal eder bizi meyhane zındığı,
Bilmez ki sen ve ben hepimizdir tapındığı.

Gaaibde bir muhavere geçmiş de pek hafi,
Gaybi’ye[4] söylemiş bunu İdris-i Muhtefi. [5]

                                     Yahya Kemal BEYATLI

Yahya Kemal’in Anadolu’ya teşrifleri sonrası melamet çağını altın harflerle yaşatan horasan erenlerine duyduğu hayranlık ve dinmez özlemin abideleştiği bir başka şaheser manzumesi de ‘İthaf’ adını taşır.

Şiirde nur inen semalardan ve fer alınan kibriyadan eser bulamadığı için hayli üzgündür de. “Hû! ” deyüp dergah dergah dolaşan şair, bir “pir-i dil-agah” bulmayı ümit eder; “mihrab-ı hafadan” kendisine “Destûr” vermesini diler. Ama aradığını bulamayarak hüsrana kapılır. İlerleyen mısralarda ortada aba ve post olmasına rağmen, Rumeli’ye gelmiş olan evliyadan ve Horasan erlerinden bir iz bulamaz.

İTHAF
Fer almışken tulû-ı kibriyadan
Bu gün bi-vaye kalmış her ziyadan
Bu mülkün farkı yok bir tengnadan
Niçin nûr inmiyor artık semadan?

Bu şek bağrımda her gün gah ü bi-gah
Dolaştım “Hû! ” deyüp dergah dergah
Ümid ettim ki bir pir-i dil-agah
Desün “Destûr! ” mihrab-ı hafadan

Aba var post var meydanda er yok
Horasan erlerinden bir haber yok
Uzun yollarda durdum hiç eser yok
Diyar-ı Rûm’a gelmiş evliyadan

Tecelligah iken binlerce rinde
Melamet söndü Şark’ın her yerinde
Bu devrin gerçi son sohbetlerinde
Nefes’ler dinledik saz-ı Rıza’dan

O yerler işte Bağdat işte Amid
Bugün her şûleden mahrûm
camid
O yerlerden gelen son yolcu Hamid
Haberdar olmaz olmuş maveradan

Bu manzûmenle ey üstad-ı hoşkam
Ali’den doldurup iksir-i ilham
Leb-i uşşaka sundun öyle bir cam
Ki yoğrulmuş türab-ı Kerbela’dan .

                           Yahya Kemal BEYATLI

Şiirin dördüncü kıtasında, binlerce rinde bir tecelligah ortamı olan şarkın artık eski halinin kalmamasına üzülür. Bir başka üzüntü kaynağı da, “melamet”in ışığının şarkta sönmüş olmasıdır. Şiirdeki Melamiler ve Horasan erenleriyle ilgili belirgin noktalara bu şekilde değindikten sonra, son manzumeye geçelim. (Melamilik)

Melametiye, Melamilik ve melamet hırkası gibi ifadeleri içerisinde barındıran ve Kul Nesimi’ye ait olan meşhur manzumenin sözleri şöyledir:

 Ben Melamet Hırkasını (Haydar Haydar) 

Ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime (eynime)
Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne

Gah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi
Gah inerim yeryüzüne seyreder alem beni
[6]

Gah giderim medreseye ders okurum Hak için
Gah giderim meyhaneye dem çekerim aşk için

Sofular haram demişler aşkımın şarabına [7]
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne

Sofular secde ederler meclisin mihrabına
Benim ol dost eşiğidir secdegahım kime ne

Nesimi’ye sordular kim yarin ile hoş musun
Hoş olam ya olmayayım ol yar benim kime ne
[8]

                                                               Kul Nesimi[9]

Dipnot:

[1] Sarı Saltuk aynı zamanda Anadolu ve Balkanların manevi inşasının da öncü isimlerinden birisidir. Balkan yarımadası ve Rumeli coğrafyası türklüğünün de kilit isimlerindendir. İslamiyeti sevdirebilmek için her türlü yolu denemiş, sonunda da oldukça başarılı olmuştur.

[2] At Meydanı’nda şehit edilen İsmail Maşukî’dir.. Çoğu kere Aksaray’da dergâhı olan Gaybî’nin mürşidi Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendiyle karıştırılmaktadır.

[3]Etdik o kadar ref-i teayün ki Neşati / Ayine-i pür-tâb-ı mücellâda nihanız”

[4]Sun’ullâh-ı Gaybi, 17. Yüzyılda yaşamış sufi şairler arasında temayüz eder. Döneminde İbnü’l-Arabî’nin varlık anlayışını şiir diliyle yeniden güneme getirmiştir. Bu dilin imkânıyla tasavvuf düşüncesinin temel kavramlarını ve telakkilerini dönemndeki insanların idrakine sunmuştur. Bu sunuş, günümüze değin etkisini sürdürmüştür.

Yahya Kemâl’in tasavvuf ilgisini ortaya koyan şiirlerden birisi olan Mâverâda Söyleniş, Gaybî’yi ve içinde bulunduğu irfan ocağı olan BayramîMelâmiliğini konu edinir. Burada şair, “biz” zamiriyle Sarı Saltuk’la Asya’dan kopup gelen ve Sakaraya’danDiyâr-ı Rûm’a dağılan ariflerin izinde inşa edilen muhteşem bir tarihten söz eder. İnşa edilen bu muhteşem tarih, Türk milletinin milli tarihidir. Bu tarihin ve dolayısyla milli kimliğin aslı kurucu unsurları, “abdal”, “baba”, “derviş”,“eren”, “sufi” gibi sıfatlarla anılan, bugün bizim “bilge” olarak nitelendirdiğimiz âlim ve âriflerdir.

Milli tarihimizin ve karakterimizin kurucu şahsiyetleri, şairin Asya diye işaret ettiği, Horasan’da, Türkistan’da ve Fergana Vadisi’nde tesis edilen ilim ve irfan havzasından feyz alarak Anadolu’da ve Rûmeli’de hizmete memur edilmiş bilgelerdir. Fakat bu bilgeler bazen yöneticiler tarafından yanlış anlaşılmış, Yahya Kemal’in “Atmeydanı’nda ölmüş “enelhak” şehîdi” dediği gibi, Oğlan Şeyh İsmail Maşukî gibi Atmeydanı’nda şehit edilmişlerdir.

[5]Ünlü Bayrami-Melami şeyhlerindendir. Kırkyedi yıl terzilik yapmış ve şeyh olduğunu gizlemiştir. Sırrı ölümünden sonra ortaya çıkmıştır.

[6] Burada, tasavvuftaki “tayy-ı mekan, seyr-i zaman” hadisesi dile getirilmiştir.

[7](Sofular haram demişler bu aşkın bâdesine) şeklinde de geçmektedir.

[8] Son beyit aşağıdaki gibi de söylenmektedir:

“Nesimî’ye sormuşlar yarin ile hoş musun /Hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne”

[9] Bir ulu halk ozanıdır. “Mahlasım Nesimi, adım Ali’dir” demesinden anlarız ki; alevi- bektaşi kimliğinde vücut bulmuştur. Edebiyat tarihimiz, tasavvuf şairi olarak yalnız bir Nesimi’yi tanır. O da Bağdatlı Nesimi’dir. Oysa, cönklerden toplanan ve yüze yakın şiiri bulunan başka bir Nesimi daha vardır. O da Kul Nesimi’dir. Bugüne kadar Kul Nesimi’nin şiirlerinden çok azı ele geçmiştir. Ele geçenler de Bağdatlı Nesimi’nin sanılmıştır. Hece ile yazılanları bile, araştırmacıları onun yeni şiirleri olabileceği  düşüncesine sevketmiştir. İlk olarak Sadettin Nüzhet Ergun, “Bektaşi Şiirleri” adlı eserinde yeni bir şair karşısında olduğumuza işaret etmiştir. Dolayısıyla Seyyid Nesimi’den, Bağdatlı Nesimi’den başka bir de Kul Nesimi olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, Cahit Öztelli’nin hakkında yazmış olduğu kitap kendisi hakkında önemli ve tespit edilebilen tek kaynak olarak gözükmektedir.

 

Melamilikle ilgili binlerce şiir yazılmıştır. Horasan erenleriyle de ilgili. Fakat, biz bunlardan sadece bir kaç tanesinin vesilesiyle bütün Horasan erenlerini, baciyan-ı rum, abdalan-ı rum ve ahiyan-ı rum adlarıyla da anılan Melamileri ve özellikle de ikinci devre Melamileri olarak adlandırılan Bayrami Melamileri ile Melamiliğini hatırlatmak istedik burada.

Orta Asya’dan esen tasavvuf rüzgarları, cümle Horasan erenlerinin ve Türk mutasavvıflarının kabirleri üzerinde essin ve ruhlarını serinletsin...Amin..

Ben ise Melami meşrepli Hz.Hızır baba öğretisiyle yetiştirilen biriyim.Bütün dinlere ve öğretilere secde ederim..Yazmaman gerekli ama nasıl olsa beni tanımıyorsunuz görmedniz ve görmeyeceksiniz.Kim neye  inanıp nasıl yaşıyorsa ben bunlara saygı duyarım.Kimin neye inandığı veya inançsızlığı beni zerre kadar ilgilendirmiyor.


Not: Dün akşam astral seyehat yaptım.Güzeller güzeli Sirius'a gittim.Aslında davet edildim.Çok naif ve bir o kadarda güzel varlıklar var.

Geceleri gökyüzünde en parlak yıldız olan "Sirius", Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49. ayetinde "Şi'ra" olarak geçmektedir:

Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)

Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının sadece 49. ayette geçmesi, son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Sirius B yıldızının özelliği teleskopsuz görülememesidir.

Sirius takım yıldızları birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversitelerinin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir.87 Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde, bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır.

Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)

Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9)

Necm Suresi'nin 9. ayetinde "(ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı" olarak çevrilen "kane kabe kavseyni ev edna" ifadesi, bizlere bu iki yıldızın çizdikleri yörüngede birbirlerine yaklaştıklarını ifade ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır.

Sirius yıldızı Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nde geçmektedir. Sirius takım yıldızı, yay şeklindeki eksenleri ile birbirlerine 49,9 yılda bir yaklaşmaktadır. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri bu astronomik olaya işaret etmektedir.

Ve tabi ki Allah'a hamd olsun.Ben görmedim bana gösterildi.Hiç bir eylem ve söylem benim değildir.

------2

Melamilik / Melametilik / Melametiye

Melamilik; Türkistan, Maveraünnehr[1] ve çevresiyle Nişabur[2]’da gelişen, Mevlevilik, Bayramilik ve Kübrevilik gibi büyük tarikatların ortaya çıkışında önemli rol oynayan tasavvufi bir düşünüştür.

Melametilik, bölgelere göre yapılan tasavvuf hareketleri tasnifinde, “Horasan erleri” tarafından oluşturulan “Horasan Mektebi” olarak da adlandırılır:

Bağdat Tasavvuf Mektebi ( Mısır- Şam)

Horasan Melamet Mektebi ( Nişabur- İran)

Basra Zühd Mektebi” [3]

Melametiye hareketinin kaynakları arasında “fütüvvet[4] önemli bir yer tutar; devamı olarak “kalenderilik[5] özel bir yer kazanır. Fütüvvetin dört esası vardır:

  1. Nefsin arzularına aykırı hareket etmek
  2. Kendini beğenme duygusunu içten çıkarıp atmak
  3. Sır ve batını(görünmeyeni) zahir (görünen) den çok gözetmek 
  4. Halleri gizlemek. [6]

Kalenderilikteki melami tavır oldukça açıktır. Dört vuruş ( çıhardarb) denilen saç-sakal-bıyık-kaş traşı ve çevreye aldırışsızlık, kınanmaktan korkmamak, aksine kınanmayı sağlamak gibi.

Melamilik zaman zaman bir tarikat olarak da ele alınmıştır. Araştırmacılar bu dini hareket için üç dönem üzerinde dururlar. Bu dönemler, şu şekilde sıralanmaktadır:

  • Melamiye-i Kassariye ( Tarikat-ı Aliye-i Sıddikiye): Melamiliğin kurucusu olarak Hamdun Kassar ( Ö. 884) gösterilir ve bu dönem onun adıyla anılır.
  • Melamiye-i Bayramiye( Tarikat-ı Aliye-i Bayramiye): Hacı Bayram Veli’nin kurduğu ve zamanla Bayramilik adını alan tarikatın kendisinden sonraki iki halefinden biri olan Dede Ömer Sikkini (Ö. 1475) tarafından, Ak Şemseddin Hazretleri ile aralarında çıkan tartışma sonrasında ve melamiliğin yeniden düzenlenerek ele alınması suretiyle oluşturulmuştur. Buna Bayramiye Melamiliği adı da verilir. Zaten, melamiliğin, Anadolu’ya Bayramilik ile birlikte geldiğini de kaynaklardan öğrenmek mümkündür.
  • Melamiye-i Nûriye( Tarikat-ı Aliye-i Nakşıbendiye): Muhammed Nurü’l Arabi ( ö. 1887) tarafından düzenlenen ve adını da ondan alan son dönem melamiliğidir. Bu, daha çok Rumeli ve Balkanlarda etkili olmuş; bir sürü dergah, tekke ve zaviyelerin bu topraklarda açılmasına da öncülük etmiştir. Bu dönemde, melamiliğe belli ölçüler çerçevesinde olsa bile adab, erkan, şekil ve resmiyet girmiş ve resmi kurum görevlileri(rusûm) için aralarında yer ayrılmıştır. Bayrami melamileri, bunlara “mütelamiye” yani melamilik taslayanlar derler. [7]

Anadolu’ya Bayramilik ile giren bu dini düşünce biçimi, 16. yüzyılda melami halifesi Bosnalı Şeyh Hamza Balı’nın öldürülmesinden sonra Hamzaviyye ismini alarak faaliyet göstermiştir. Osmanlı tarihinde birçok ünlü kişiyi melamiler arasında görmekteyiz.

Aralarında Kaygusuz Alaaddin’in de bulunduğu Bayrami-melami şeyhlerinin başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz:

Dede Ömer Sikkini, Ayaşlı Bünyamin (ö. 1510), Aksaraylı Pir Ali (ö. 1538), İsmail Ma’şûki (ö. 1539), Ahmed Sarban (Dukakinzade Ahmet Bey) (ö. 1543/1548), Vizeli Kaygusuz Alaaddin Ali(ö. 1562/ 1563) [8]Ankaralı Hüsameddin, Bosnalı Hamza Bali, İdris Muhtefi, Sütçü Beşir Ağa (ö. 1662), Seyyid Osman Haşimi(ö. 1677), alim ve ediplerden Şeyhülislam Paşmakçızade, Mustafa Efendi, Şehit Ali Paşa, Abdullah Bosnavi, La-mekani Hüseyin, Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi (ö. 1654/ 1655), Sunullah Gaybi, Neşati, Ahmet Dede, Sadrazam Halil Paşa, Sarı Abdullah Efendi, şairlerden Tıfli ile Cevri ve La’lizade Seyit Abdülbaki.

Hemen belirtelim ki bu yüzden melami edebiyatı oldukça geniştir ve ürünleri de çok fazladır. [9]

Ucu Yunus Emre’ye kadar uzanan gizemli Türk Halk Edebiyatının, tarikatlar çevresinde oluştuğu, Melami-Hamzavi halk edebiyatı ile Alevi-Bektaşi halk edebiyatı olmak üzere başlıca iki kolda geliştiği görülür. Hacı Bayram-ı Veli, Ahmet Sarban, Kaygusuz Vizeli Alaeddin, İdris-i Muhtefi, Emir Osman Haşimi, Muhyi, Oğlanlar Şeyhi İbrahim, Gaybi Sunullah bu yolda ürün veren ozanların başlıcalarıdır.

Bir din felsefesi sayabilecek olan tasavvuf akımı, divan edebiyatını olduğu gibi, halk edebiyatını da derinden etkilemiştir. Ne yazık ki akım Türk Edebiyatı tarihine ilişkin çalışmalarda yeterince değerlendirilmemiştir.  Oysa ozanların tamamına yakını bir tarikata bağlıdır. Derviştir veya şeyhtir. Yazdıkları şiirleri, inançlarını ve doğru olarak bildiklerini kitlelere ulaştırma gayesiyle bir araç olarak kullandıkları da bilinmektedir. Zaten hepsinin söz birliği etmişçesine halk edebiyatını seçme nedenleri de budur. Halk edebiyatı içinde yetişmemelerine rağmen, amaçları gereği hareket ederek halk edebiyatına yerleşmeleri de yine bu sebeple bağlantılıdır. Örneğin, Yunus Emre’nin yetiştiği 13. yüzyılda Anadolu’nun durumu, oldukça karışıktır. Anadolu beyliklere bölünmüş, Moğol istilaları sonucu kargaşa içine sürüklenmiştir. Bu karmaşa içerisinde dervişlerin birleştirici bir fonksiyon üstlendikleri asla göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Genel görüş, onların başarıya, tasavvuf düşüncesini yaymak ve halkı tarikatlar çevresinde toplamak suretiyle ulaşabileceklerinin de bilincinde oldukları doğrultusundadır. Bunu gerçekleştirirken de halkın dilini, halkın edebiyatını kullanmaları yine bu yüzdendir. Biz de bu görüşe tamamen katılıyoruz.



Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, gerek saz şairlerine gerekse halk hikaye ve tiyatro sanatkarlarına karşı, yüksek zümre edebiyatı mensupları kayıtsız davranmış ve yer yer küçük görmüşlerdir. Bu yüzden, yazılı kaynaklarda ve tezkirelerde kendilerine yer ayırmamışlardır. Onların bu kayıtsız tavırlarına rağmen halk şairleri, hikaye ve tiyatro sanatkarları, isimlerini yine de Türk halkının hafızasına yerleştirmiş; eserlerini halk dilinde yaşatmış ve zamanla kendilerini yüksek zümre mensuplarına kabul ettirmişlerdir. Çünkü Türk Halk Edebiyatının da yüksek zümre edebiyatı gibi kendine mahsus ve kendi ölçüsünde kışlalar, hudut kaleleri, tekkeler, Mağrib Ocakları, bozahaneler, kahvehaneler, panayırlar, mesireler (eğlenme ve dinlenmek için kullanılan açık mekanlar, deniz kıyısı, dere kenarı ve ormanlık alanlar gibi), değişik meyve bahçeleri, üzüm bağları, mısır tarlaları, çeşitli düğün yerleri vb. yetiştirici bir çevresi vardır. [10]

Bununla birlikte, konumuzu tamamlaması için dönem üzerine son olarak şu bilgiyi de verelim: 16. yüzyılın refah ortamı yüksek sosyal hayatı, o asırda halkın gururunu okşayan siyasi ve askeri zaferler ve bunların verdiği coşkunluklar, yeni edebi ürünlere daha fazla imkan tanımış ama eski ürünler de unutulmamıştır. Bunlar içinde tekkelerin çok ayrı bir yeri olduğu unutulmamalıdır. 16. yüzyılın en ünlü tekke ve tasavvuf ehli olan şairleri arasında, Şeyh İbrahim Gülşeni (Gülşeniliğin kurucusu), Ahmed-i Sarban (Bayramiyye tarikatının Melamilik kolunun mensubu), Ümmi Sinan (Halvetiyye tarikatı mensubu), Muhyiddin Üftade (Şeyh Aziz Mahmud Hüdai’nin üstadı ve Hacı Bayram-ı Veli müridi), Seyyid Seyfullah Halveti ile İdris Muhtefi’yi görmek mümkündür.

 

Dipnot:

[1]Maveraünnehr; eskilerin Oksus, Arapların, Ceyhun, yerlilerin, Amuderya dedikleri nehrin öbür yanı, doğu tarafında olan yerlerdir. Bu nehir, ikibinbeşyüz kilometre uzunluğundadır. Kaynadığı ve toplandığı yer, Pamir yaylasıdır. Sonunda Aral denizine karışır. Oraya dökülünceye kadar kendine daha birçok sular akar. Bedehşan, Belh, Buhara, Hive, Seberhas, Harezm havalisinden geçer. Bazı yerlerde genişliği iki kilometreyi bulur. Ceyhun Afganistan’ın sonuncu şehri olan Hocasalih’i geçtikten sonra Kerki’ye gelir.

[2]İran’a bağlı Horasan eyaletinin bir şehri.

[3] Türk Dili ve Edebiyatı ansiklopedisi; “Melâmet, Melâmetiye” Maddesi, C.: 6, Dergâh Yayınları, s.236.

[4] Fütüvvet: Tasavvuftaki karşılığıyla bir insanın herhangi bir karşılık beklemeden başkalarına yardım ve iyilik etmesi, fedakarlıkta bulunmasıdır.Toplum ile fertlerin kurtuluşu ve  mutluluğu için kendini feda etmesi anlamına da gelir. Ayrıca Abbâsi halifesi Nâsır Li-dinillâh ( 566- 575) zamanında kurulmuş olan ve Selçuklular döneminde de faaliyet gösteren bir kuruluştur.

[5] Kalender: İki âlemden ilgisini kesen, dünya ve âhireti önemsemeyen. Kalenderiye: Kalenderlerin bağlı bulundukları dinî- sosyal akım.

[6] Türk Dili ve Edebiyatı ansiklopedisi; “Melâmet, Melâmetiye” Maddesi, C.: 6, Dergâh Yayınları, s.236.

[7] Daha ayrıntılı bilgi için bildirinin Kaynakça kısmında verilen eserlere bakılabilir.

[8] Kaynaklarda en fazla gösterilen ölüm tarihi budur. Fakat Abdülbaki Gölpınarlı bu tarihin doğru olmadığı görüşündedir. Bildirinin şâirin hayatından bahsedilirken daha ayrıntılı bilgi verilecektir.

[9] Daha ayrıntılı bilgi için Mehmet Zeki Pakalın’ın Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü ile Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin “Melâmilik” maddelerine bakınız.

[10]Nihat Sami Banarlı; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C.1, M.E.B. Yayınları, İstanbul 1998, s. 624-625.

Melamilik ----1

Melamilik melamet, tarikatlerdeki şekilci anlayışa karşı çıkmış, ahilikte şekillenmiş bir yaşam tarzıdır. melamiliğin amacı kendi öz emeği, kendi üretimi ile yaşamak ve paylaşmaktır. 13. yüzyılda Anadolu’da Moğol saldırılarından bezmiş bir halkla karşılaşırız. 15. yüzyıl başlarında ise Anadolu’nun hali daha da karmaşık bir durum arz eder. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid ile Timur arasında, Ankara’nın Çubuk Ovası’nda yapılan ve Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanan Ankara Savaşı, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına ve Fetret Devri (1402-1413) olarak bilinen bir iktidar boşluğu döneminin yaşanmasına yol açar. İstilalar, beylik kavgaları ve iktidar mücadeleleri arasında bezgin, bocalayan, dağınık bir Anadolu Türklüğü ile karşılaşırız. (Melamilik)

O dönemlerde, Türklerin birlik ve beraberliğinin temelleri atılırken; özellikle de Anadolu Aleviliğinin oluşumu sağlanırken çeşitli kaynaklardan yararlanılmıştır. Bu kaynaklar; Batınilik, Yesevilik, Melamilik, Kalenderilik, Haydarilik, Hurûfilik, Bektaşilik, Şamanlık, Yunan Felsefesi ve İslam tasavvufudur.

Anadolu’daki Türklerin beraberliğine katkıda bulunan mutasavvıfların en önde gelenlerinin büyük bir kısmı, Ahmet Yesevi dergahındaki manevi İslam ateşini beraberlerinde getirenler olarak karşımıza çıkar. Yesevilik, başlangıçta Seyhun havalisinde, daha sonra bütün Türkistan’da hızla yayılıp yerleşir. Zamanla da Seyhun’un ötesindeki bozkırlara kadar genişler. Moğol istilasından sonra Horasan, İran ve Azerbaycan Türkleri arasında rağbet görür ve XIII. asırda Yesevi dervişleri vasıtasıyla Anadolu’ya geçer. (Melamilik)

Ahmet Yesevi’nin halifelerinden bazıları; Şeyh Lokman Parende, Hacı Bektaş-ı Veli, Geyikli Baba, Abdal Musa, Horoz Dede; Anadolu erenlerinin anası Fatma Bacı, Seyyid Mahmud-ı Hayrani, Karaca Ahmet, Kolu Açık Hacı Sultan, Resul Baba ve Cemal Seydi’dir. Anadolu’da bulunan en önemli Yesevi dervişleri Hacı Bektaş-ı Veli ve Sarı Saltuk’tur. (Melamilik)

Hacı Bektaş-ı Veli, Hıristiyanlığın çok yaygın olduğu bir bölge olan Sulucakarahöyük bölgesinde insanları irşat etmiş ve gayrimüslimleri de sevgi ile İslam dinine davet etmiştir. Kurduğu dedelik teşkilatı sayesinde Anadolu’nun birlik ve beraberliği sağlanırken, asli birleştiricilik görevini de üstlenmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli, böylece Anadolu’nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına da katkıda bulunmuş; bugün için bile hayranlıkla baktığımız muazzam bir dayanışma ve sosyal kontrol mekanizması geliştirmiştir. Ayrıca, Bektaşilik tarikatını kurarak soydan Alevi olmayan insanların manevi eğitimlerini üzerine almıştır. Kendisinden feyz alan bütün insanları ahlak bozukluklarından kurtararak topluma ve insanlığa faydalı olgun birer insan olarak yetiştirmeye çalışmıştır. (Melamilik)

Yunan felsefesinin, özellikle Platon[1] (Eflatun) (İ. Ö. 428-348) ve Plotinos’un[2] (İ. S. 204-270) düşüncelerinin Anadolu Aleviliğinin oluşumunda ve Türk tasavvufunun gelişiminde etkileri olduğunu da hemen söylemek gerekir. Platon ile Plotinos’un düşünceleri tasavvufla ve dolayısıyla Alevilikle bağdaşmaktadır. Çünkü sevgi unsuru ve bu unsurun büyük ölçüde Tanrı’ya dayanması düşüncesi, her iki felsefede de ortak olan noktalardır. Platon ve Plotinos’un düşünceleri, mukayeseli bir şekilde gözden geçirildiğinde, Türk-İslam tasavvuf anlayışıyla uyuşan noktalar olduğunu kolayca görmek mümkündür. Bunun için Platon’un ideler teorisi ile Plotinos’un varlık teorisini hatırlamak yeterlidir:

Platon’un ideler teorisine göre, bu dünyada gördüğümüz bütün varlıkların (insan, hayvan, bitki veya cansız bir eşya olsun) ideler dünyasında bir idesi, yani aslı, özü ve esası vardır. Bu dünyadakiler onların gölgesi veya görüntüsüdürler. Bir cismin varlığa gelebilmesi ancak idesinden alabildiği pay oranındadır. İnsan ruhu da dünyaya gelmeden önce ideler dünyasında bulunmaktadır. Dünyada bulunan bütün varlıklar öz(ide)’lerini de orada seyretmiştir. Bu dünyaya geldikten sonra o idelerin gölgesini görünce onların idelerini hatırlar. İnsan öldükten sonra bedeni parçalanır ve ruhu daha önce bulunduğu ideler dünyasına geri döner. İnsan bu dünyaya geldikten sonra bedenin tutkuları yüzünden sıkıntı içine düşmüştür. İnsan, ancak doğuş çarkını kırarak gerçek mutluluğa erişebilir. [3]

Yine Platon’a göre, Tanrı’nın iyi ve adil olduğuna inanmalı ve O’nun en üstün varlık, iyiliğin, adaletin, doğruluğun ve mükemmelliğin kaynağı olduğu kabul edilmelidir. Tanrı iyiliğin kendisidir ve yeryüzündeki iyi şeylerin sebebini meydana getirir. Mükemmelliğin kendisi olan Tanrı, ideler sisteminin en tepesinde yer alan İyilik İdesidir. Ona göre Tanrı, tıpkı bir ressam gibi dünyadaki cisimleri onların ideler dünyasındaki idelerine bakarak çizer, şekillendirir ve onları varlığa getirir. 

Plotinus da, ruhun kurtuluşuna uygun bir varlık anlayışını tasarlamayı başarmış bir filozoftur. Onun varlık teorisi Bir, Nus ve Ruh olarak üç hipoztazda toplanmıştır. Bu hipoztas birbirine içten içe bağlıdır. Ona göre ruh, temizlenmek için bu üç hipoztası iner, gerisin geriye çıkar. Ruh kurtuluşa ermek için çırpınır durur, felsefe yapar. 

Plotinos’un felsefesinin hareket noktasını, her türlü maddi olana karşı bir aleyhtarlık oluşturur. Plotinos, Platon’un idealist felsefesine geri döner. İlgisini ruh ve beden ilişkilerine çevirir. Ona göre ruh, görülmesi ve algılanması mümkün olmayan bir cevherdir. Beden ve ruh birbirinden tamamen ayrı olan iki cevherdir. Yalnız ruh bedene hakimdir ve ona şekil verir ve onu ayakta tutar. Beden ruhu terk edince beden, çürüyüp dağılır. Ruh aynı zamanda bedeni güzel yapan cevherdir. Güzel olan yalnızca ruhtur. Bedenin güzelliği ancak ruhun güzelliğinin bir yansımasıdır. Ruh bizatihi güzeldir, halbuki beden, ruhun bir aynası olmak bakımından güzeldir, çünkü bedene şekil veren ruhtur. Ruh ölümsüz, beden ise ölümlüdür. 

Onun için Allah, kendisinden her şeyin oluştuğu bir kaynaktır. Her türlü varlığın kaynağı olduğu için bir şeyin var olması Allah sayesinde mümkün olur. Ona göre asıl varlık, gerçek varlık, bütün varlık hipoztazlarının en tepesinde olan Bir’dir. O hiç belirleme almaz, her belirleme onun birliğini bozar. O öylesine varlıklarla doludur ki, ondan dolayı varlık ondan taşar yayılır. Bir iyiliğinden dolayı varlığını taşırır, yayar, geçirir, verir, akıtır. Her şey Bir ile varlık kazanır. Birliğini kaybeden, varlığını kaybetmiş olur. Birden taşan bu dünya, zorunlu olarak, O’nun güzelliklerine sahip olmalıdır. Bu demektir ki, Bir güzel olduğuna göre, O’nun eseri olan evrendeki bütün varlıklar da mutlaka güzeldir. Bu yüzden, güzel olan Tanrı, güzel eserler yaratacaktır. Bir öyle mükemmel bir varlıktır ki, onun bolluğundan ve mükemmelliğinden taşar. Taşan her varlık ötekiyle ilgilidir. Taşan ilk taşkın kendi üzerine kıvrılır, kendine döner, kendine bakar, bu bakışta Nus olduğunu anlar. Taşkın, Nus’tan öteye akıp gider, Ruh olduğunu anlar. Ruh kendi üzerine döndüğünde Nus olduğunu, Nus da kendi üzerine döndüğünde Bir olduğunu anlar. Demek ki, Bir taşarak Nusa, Nus taşarak ruha varlığını vermektedir. Ruh, Nusun sonu, duyuların başıdır. Ruh vecd halinde iken kendisinin Nus ve Bir olduğunu bilir. Ruhun yukarı tarafı, Bir ile birleşebilen tarafıdır. Ruh için beden bir kirlilik, bir kötülüktür. Ruhun aşağı tarafında beden, ruh için bir iyilik, bir zarurettir. Düşmüş ruhu aşağı seviyesinden yukarı seviyeye çıkarmak gerekir. Bunun yolu extase (vecd)’dir. Extase ile ruh, yukarı seviyesine çıkar ve Bir ile birleşir, Bir olduğunu bilir. İnsan ruhları evren ruhunun kısımlarıdır, hepsi aynı şeyi (Nus’u) görürler. Yine ona göre insanın ulaşabileceği en üstün bilgi derecesini extase(cezbe) anı meydana getirir. Cezbeye ulaşan insan ruhu Tanrı’ya açılır ve O’nunla birleşir. İnsanın Tanrı’yı doğrudan doğruya bilip kavradığı anlar, ruhun vücuttan ayrılıp Tanrı’ya yöneldiği ve yükseldiği mutlu anlardır. [4]

Platon ve Plotinos’un düşünceleri, mukayeseli bir şekilde gözden geçirildiğinde, Türk-İslam tasavvuf anlayışının yanı sıra Anadolu Aleviliği ile de uyuşan noktalar olduğunu kolayca görmek mümkündür: Allah’ın birliği (vahdet, vahdet-i vücût), Tanrı’nın güzelliği ve iyiliği, güzel ve iyi şeyler yaratması, ruh, ruhtaki coşkunluk hali, yani duygu taşkınlığı (cezbe) ile bu cezbe sayesinde Hakk’a olan yakınlık vb. gibi.

Anadolu’nun birlik ve bütünlüğüne hizmet edenlerden birisi de, İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethedeceğini müjdeleyen Hacı Bayram-ı Veli’dir. Kendisi aynı zamanda Bayramiye tarikatının kurucusudur.


Dipnotlar:

[1] Mısır doğumludur ve Ammonios Sakkas’ın öğrencisidir. Sakkas’tan sonra okulun başına o geçmiştir.

[2] Mısır doğumludur ve AmmoniosSakkas’ın öğrencisidir. Sakkas’tan sonra okulun başına o geçmiştir. 244 yılında Roma’ya gitmiş ve ömrünün kalanını burada geçirmiştir. . Daha ayrıntılı bilgi için adı geçen esere bakınız: Güler Çelgin; Eski Yunan Edebiyatı, Remzi Kitabevi, İstanbul 1990 s.197.

[3]  Ruh göçüne inanan vahdet-i vücutçular da mevcuttur. Platon’un bu düşünceleri Pisagorculardan gelmektedir. Pisagorcular ruhun ölümsüzlüğüne ve ruh göçüne (tenasuh) inanıyorlardı.

[4] Platon ve Plotinos’un Alevilik’le ayrılan ve uyuşan noktaları için Doç. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU’nun “Alevilik Nedir?” başlıklı yazısına bakılabilir.

 

Bir sonraki Melamilik / Melametilik / Melametiye başlıklı yazımızda Melamiliği tanımlamaya, hangi bölgelerde yayıldığına dair bilgileri sizlerle paylaşacağım.

1 Haziran 2018 Cuma

Daha önce yazmıştım.Zikirin titreşimi .

Hz. ResulAllah(sav) buyurdular 
Allah'in ismi azami su iki ayettedir
1. Ilahiniz tek olan ilahtir ondan baska ilah yoktur. O Rahman ve Rahim'dir
Bakara 163
2. Elif Lam Mim. O Allah ki O'ndan baska ilah yoktur. O Hayy ve Kayyumdur

Simdi iyi dinle
Sana daha evvel Ali virdini ve tepe cakrasini anlatmistim
Virdini hatirlatayim
Ferdun HAYYUN KAYYUMUN Hakemun Adlun Kuddusun (19 Harf)
Ya da Fatiha suresinde besmeleye bakar demistik hani
Bi ismi ALLAH er RAHMAN er RAHIYM (19 harf)
Yasam ciceginin 19 yapragi

Sesin insan uzerindeki etkisini de artik biliyorsun
Frekanslarida anladin
Elif Lam Mim ve RA 
Ra dairesini hatirladin mi?
Kadim misir Idris ve Musa As ogretilerinde RA 'ya ulasmak derlerdi
Simdi RA'd suresini bir incele
Gokgurultusu ve simsek O muhtesem isima ile acilan beyninin kullanilmayan her yerini hipofiz sad denizi epifizi animsadin mi?
Gelelim Oruc'un bununla olan ilgisine
Bagirsak yani ikinci beyin dedigimiz nefs bolgeni (hani karin cakrani anlatmistim) bos birakirsan bedenin artik yalnizca beyin ve omirilik yani kundalini yani Asayi Musa'ya yonelir ve artik orasi calismaya baslar sindirimle ugrasmak zorunda kalmaz
Ayrica susuzluk ki zikirden sonrada pek susarsin dikkat et buna o suyu icme
Susuzluk basladiginda beyin suyunda bundan etkilenir ve hararet baslar 
Yuksek isi simsekleri daha cok caktirir 
Yagmuru hatirla
Yagmur yagarken edilen dualar kabul olur demisti hani Hazret ResulAllah iste bu batin kismi anlamaya calis o yagmur bu yagmur
O suyu icmeden o susuzlugunla zikirden sonra dua et
Tam beynin yagmur sulari ile yikanmakta ve temizlenmekte iken
Zikir olarak besmele sec 
Ferdun Hayyun ... sec
Yada isaret ettigimiz ayetleri
Elif lam mim sesi seni ismi azama gotursun
Bekle Elif Lam Mim Ra sesini daha anlatacaklarim var