2 Haziran 2018 Cumartesi

--------3

MELAMILIK VE MANZUME

Yahya Kemal’in Orta Asya’dan gelen Horasan erenlerine aşağıda yer alan iki manzumesiyle dikkat çekişi hayli önemlidir. Şiirin ilk mısrasında Orta Asya’dan başlayan gelişin önderliğini Sarı Saltık’ın yaptığı da açık şekilde vurgulanmaktadır. Sakarya’dan ‘Diyar-ı Rum’a dağılış hareketine de dikkat çekilmiştir. Şiirde diğer adı geçen Horasan erenleri ise Atmeydanı’nda ölmüş olan “Enelhak Şehidi” İsmail Maşuki, İdris-i Muhtefi, Sunullah Gaybi ve Edirneli Mevlevi Şeyhi Neşati Dede’dir. (Melamilik)

Şimdi şiirin metnini verelim:

MAVERADA SÖYLENİŞ

Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la[1]Asya’dan,
Bir bir Diyar-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan.

Seyrindeyiz atıldığı sahilsiz enginin,
Atmeydanı’nda ölmüş “enelhak” şehidinin[2].


Merhûm Edirne Şeyhi Neşati diyor ki: “Biz
Saf aynalarda sırroluruz öyle gaaibiz. ” [3]

Zahid hayal eder bizi meyhane zındığı,
Bilmez ki sen ve ben hepimizdir tapındığı.

Gaaibde bir muhavere geçmiş de pek hafi,
Gaybi’ye[4] söylemiş bunu İdris-i Muhtefi. [5]

                                     Yahya Kemal BEYATLI

Yahya Kemal’in Anadolu’ya teşrifleri sonrası melamet çağını altın harflerle yaşatan horasan erenlerine duyduğu hayranlık ve dinmez özlemin abideleştiği bir başka şaheser manzumesi de ‘İthaf’ adını taşır.

Şiirde nur inen semalardan ve fer alınan kibriyadan eser bulamadığı için hayli üzgündür de. “Hû! ” deyüp dergah dergah dolaşan şair, bir “pir-i dil-agah” bulmayı ümit eder; “mihrab-ı hafadan” kendisine “Destûr” vermesini diler. Ama aradığını bulamayarak hüsrana kapılır. İlerleyen mısralarda ortada aba ve post olmasına rağmen, Rumeli’ye gelmiş olan evliyadan ve Horasan erlerinden bir iz bulamaz.

İTHAF
Fer almışken tulû-ı kibriyadan
Bu gün bi-vaye kalmış her ziyadan
Bu mülkün farkı yok bir tengnadan
Niçin nûr inmiyor artık semadan?

Bu şek bağrımda her gün gah ü bi-gah
Dolaştım “Hû! ” deyüp dergah dergah
Ümid ettim ki bir pir-i dil-agah
Desün “Destûr! ” mihrab-ı hafadan

Aba var post var meydanda er yok
Horasan erlerinden bir haber yok
Uzun yollarda durdum hiç eser yok
Diyar-ı Rûm’a gelmiş evliyadan

Tecelligah iken binlerce rinde
Melamet söndü Şark’ın her yerinde
Bu devrin gerçi son sohbetlerinde
Nefes’ler dinledik saz-ı Rıza’dan

O yerler işte Bağdat işte Amid
Bugün her şûleden mahrûm
camid
O yerlerden gelen son yolcu Hamid
Haberdar olmaz olmuş maveradan

Bu manzûmenle ey üstad-ı hoşkam
Ali’den doldurup iksir-i ilham
Leb-i uşşaka sundun öyle bir cam
Ki yoğrulmuş türab-ı Kerbela’dan .

                           Yahya Kemal BEYATLI

Şiirin dördüncü kıtasında, binlerce rinde bir tecelligah ortamı olan şarkın artık eski halinin kalmamasına üzülür. Bir başka üzüntü kaynağı da, “melamet”in ışığının şarkta sönmüş olmasıdır. Şiirdeki Melamiler ve Horasan erenleriyle ilgili belirgin noktalara bu şekilde değindikten sonra, son manzumeye geçelim. (Melamilik)

Melametiye, Melamilik ve melamet hırkası gibi ifadeleri içerisinde barındıran ve Kul Nesimi’ye ait olan meşhur manzumenin sözleri şöyledir:

 Ben Melamet Hırkasını (Haydar Haydar) 

Ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime (eynime)
Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne

Gah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi
Gah inerim yeryüzüne seyreder alem beni
[6]

Gah giderim medreseye ders okurum Hak için
Gah giderim meyhaneye dem çekerim aşk için

Sofular haram demişler aşkımın şarabına [7]
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne

Sofular secde ederler meclisin mihrabına
Benim ol dost eşiğidir secdegahım kime ne

Nesimi’ye sordular kim yarin ile hoş musun
Hoş olam ya olmayayım ol yar benim kime ne
[8]

                                                               Kul Nesimi[9]

Dipnot:

[1] Sarı Saltuk aynı zamanda Anadolu ve Balkanların manevi inşasının da öncü isimlerinden birisidir. Balkan yarımadası ve Rumeli coğrafyası türklüğünün de kilit isimlerindendir. İslamiyeti sevdirebilmek için her türlü yolu denemiş, sonunda da oldukça başarılı olmuştur.

[2] At Meydanı’nda şehit edilen İsmail Maşukî’dir.. Çoğu kere Aksaray’da dergâhı olan Gaybî’nin mürşidi Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendiyle karıştırılmaktadır.

[3]Etdik o kadar ref-i teayün ki Neşati / Ayine-i pür-tâb-ı mücellâda nihanız”

[4]Sun’ullâh-ı Gaybi, 17. Yüzyılda yaşamış sufi şairler arasında temayüz eder. Döneminde İbnü’l-Arabî’nin varlık anlayışını şiir diliyle yeniden güneme getirmiştir. Bu dilin imkânıyla tasavvuf düşüncesinin temel kavramlarını ve telakkilerini dönemndeki insanların idrakine sunmuştur. Bu sunuş, günümüze değin etkisini sürdürmüştür.

Yahya Kemâl’in tasavvuf ilgisini ortaya koyan şiirlerden birisi olan Mâverâda Söyleniş, Gaybî’yi ve içinde bulunduğu irfan ocağı olan BayramîMelâmiliğini konu edinir. Burada şair, “biz” zamiriyle Sarı Saltuk’la Asya’dan kopup gelen ve Sakaraya’danDiyâr-ı Rûm’a dağılan ariflerin izinde inşa edilen muhteşem bir tarihten söz eder. İnşa edilen bu muhteşem tarih, Türk milletinin milli tarihidir. Bu tarihin ve dolayısyla milli kimliğin aslı kurucu unsurları, “abdal”, “baba”, “derviş”,“eren”, “sufi” gibi sıfatlarla anılan, bugün bizim “bilge” olarak nitelendirdiğimiz âlim ve âriflerdir.

Milli tarihimizin ve karakterimizin kurucu şahsiyetleri, şairin Asya diye işaret ettiği, Horasan’da, Türkistan’da ve Fergana Vadisi’nde tesis edilen ilim ve irfan havzasından feyz alarak Anadolu’da ve Rûmeli’de hizmete memur edilmiş bilgelerdir. Fakat bu bilgeler bazen yöneticiler tarafından yanlış anlaşılmış, Yahya Kemal’in “Atmeydanı’nda ölmüş “enelhak” şehîdi” dediği gibi, Oğlan Şeyh İsmail Maşukî gibi Atmeydanı’nda şehit edilmişlerdir.

[5]Ünlü Bayrami-Melami şeyhlerindendir. Kırkyedi yıl terzilik yapmış ve şeyh olduğunu gizlemiştir. Sırrı ölümünden sonra ortaya çıkmıştır.

[6] Burada, tasavvuftaki “tayy-ı mekan, seyr-i zaman” hadisesi dile getirilmiştir.

[7](Sofular haram demişler bu aşkın bâdesine) şeklinde de geçmektedir.

[8] Son beyit aşağıdaki gibi de söylenmektedir:

“Nesimî’ye sormuşlar yarin ile hoş musun /Hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne”

[9] Bir ulu halk ozanıdır. “Mahlasım Nesimi, adım Ali’dir” demesinden anlarız ki; alevi- bektaşi kimliğinde vücut bulmuştur. Edebiyat tarihimiz, tasavvuf şairi olarak yalnız bir Nesimi’yi tanır. O da Bağdatlı Nesimi’dir. Oysa, cönklerden toplanan ve yüze yakın şiiri bulunan başka bir Nesimi daha vardır. O da Kul Nesimi’dir. Bugüne kadar Kul Nesimi’nin şiirlerinden çok azı ele geçmiştir. Ele geçenler de Bağdatlı Nesimi’nin sanılmıştır. Hece ile yazılanları bile, araştırmacıları onun yeni şiirleri olabileceği  düşüncesine sevketmiştir. İlk olarak Sadettin Nüzhet Ergun, “Bektaşi Şiirleri” adlı eserinde yeni bir şair karşısında olduğumuza işaret etmiştir. Dolayısıyla Seyyid Nesimi’den, Bağdatlı Nesimi’den başka bir de Kul Nesimi olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, Cahit Öztelli’nin hakkında yazmış olduğu kitap kendisi hakkında önemli ve tespit edilebilen tek kaynak olarak gözükmektedir.

 

Melamilikle ilgili binlerce şiir yazılmıştır. Horasan erenleriyle de ilgili. Fakat, biz bunlardan sadece bir kaç tanesinin vesilesiyle bütün Horasan erenlerini, baciyan-ı rum, abdalan-ı rum ve ahiyan-ı rum adlarıyla da anılan Melamileri ve özellikle de ikinci devre Melamileri olarak adlandırılan Bayrami Melamileri ile Melamiliğini hatırlatmak istedik burada.

Orta Asya’dan esen tasavvuf rüzgarları, cümle Horasan erenlerinin ve Türk mutasavvıflarının kabirleri üzerinde essin ve ruhlarını serinletsin...Amin..

Ben ise Melami meşrepli Hz.Hızır baba öğretisiyle yetiştirilen biriyim.Bütün dinlere ve öğretilere secde ederim..Yazmaman gerekli ama nasıl olsa beni tanımıyorsunuz görmedniz ve görmeyeceksiniz.Kim neye  inanıp nasıl yaşıyorsa ben bunlara saygı duyarım.Kimin neye inandığı veya inançsızlığı beni zerre kadar ilgilendirmiyor.


Not: Dün akşam astral seyehat yaptım.Güzeller güzeli Sirius'a gittim.Aslında davet edildim.Çok naif ve bir o kadarda güzel varlıklar var.

Geceleri gökyüzünde en parlak yıldız olan "Sirius", Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49. ayetinde "Şi'ra" olarak geçmektedir:

Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)

Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının sadece 49. ayette geçmesi, son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Sirius B yıldızının özelliği teleskopsuz görülememesidir.

Sirius takım yıldızları birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversitelerinin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir.87 Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde, bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır.

Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)

Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9)

Necm Suresi'nin 9. ayetinde "(ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı" olarak çevrilen "kane kabe kavseyni ev edna" ifadesi, bizlere bu iki yıldızın çizdikleri yörüngede birbirlerine yaklaştıklarını ifade ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır.

Sirius yıldızı Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nde geçmektedir. Sirius takım yıldızı, yay şeklindeki eksenleri ile birbirlerine 49,9 yılda bir yaklaşmaktadır. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri bu astronomik olaya işaret etmektedir.

Ve tabi ki Allah'a hamd olsun.Ben görmedim bana gösterildi.Hiç bir eylem ve söylem benim değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder