Melamilik / Melametilik / Melametiye
Melamilik; Türkistan, Maveraünnehr[1] ve çevresiyle Nişabur[2]’da gelişen, Mevlevilik, Bayramilik ve Kübrevilik gibi büyük tarikatların ortaya çıkışında önemli rol oynayan tasavvufi bir düşünüştür.
Melametilik, bölgelere göre yapılan tasavvuf hareketleri tasnifinde, “Horasan erleri” tarafından oluşturulan “Horasan Mektebi” olarak da adlandırılır:
“Bağdat Tasavvuf Mektebi ( Mısır- Şam)
Horasan Melamet Mektebi ( Nişabur- İran)
Basra Zühd Mektebi” [3]
Melametiye hareketinin kaynakları arasında “fütüvvet”[4] önemli bir yer tutar; devamı olarak “kalenderilik”[5] özel bir yer kazanır. Fütüvvetin dört esası vardır:
- Nefsin arzularına aykırı hareket etmek
- Kendini beğenme duygusunu içten çıkarıp atmak
- Sır ve batını(görünmeyeni) zahir (görünen) den çok gözetmek
- Halleri gizlemek. [6]
Kalenderilikteki melami tavır oldukça açıktır. Dört vuruş ( çıhardarb) denilen saç-sakal-bıyık-kaş traşı ve çevreye aldırışsızlık, kınanmaktan korkmamak, aksine kınanmayı sağlamak gibi.
Melamilik zaman zaman bir tarikat olarak da ele alınmıştır. Araştırmacılar bu dini hareket için üç dönem üzerinde dururlar. Bu dönemler, şu şekilde sıralanmaktadır:
- Melamiye-i Kassariye ( Tarikat-ı Aliye-i Sıddikiye): Melamiliğin kurucusu olarak Hamdun Kassar ( Ö. 884) gösterilir ve bu dönem onun adıyla anılır.
- Melamiye-i Bayramiye( Tarikat-ı Aliye-i Bayramiye): Hacı Bayram Veli’nin kurduğu ve zamanla Bayramilik adını alan tarikatın kendisinden sonraki iki halefinden biri olan Dede Ömer Sikkini (Ö. 1475) tarafından, Ak Şemseddin Hazretleri ile aralarında çıkan tartışma sonrasında ve melamiliğin yeniden düzenlenerek ele alınması suretiyle oluşturulmuştur. Buna Bayramiye Melamiliği adı da verilir. Zaten, melamiliğin, Anadolu’ya Bayramilik ile birlikte geldiğini de kaynaklardan öğrenmek mümkündür.
- Melamiye-i Nûriye( Tarikat-ı Aliye-i Nakşıbendiye): Muhammed Nurü’l Arabi ( ö. 1887) tarafından düzenlenen ve adını da ondan alan son dönem melamiliğidir. Bu, daha çok Rumeli ve Balkanlarda etkili olmuş; bir sürü dergah, tekke ve zaviyelerin bu topraklarda açılmasına da öncülük etmiştir. Bu dönemde, melamiliğe belli ölçüler çerçevesinde olsa bile adab, erkan, şekil ve resmiyet girmiş ve resmi kurum görevlileri(rusûm) için aralarında yer ayrılmıştır. Bayrami melamileri, bunlara “mütelamiye” yani melamilik taslayanlar derler. [7]
Anadolu’ya Bayramilik ile giren bu dini düşünce biçimi, 16. yüzyılda melami halifesi Bosnalı Şeyh Hamza Balı’nın öldürülmesinden sonra Hamzaviyye ismini alarak faaliyet göstermiştir. Osmanlı tarihinde birçok ünlü kişiyi melamiler arasında görmekteyiz.
Aralarında Kaygusuz Alaaddin’in de bulunduğu Bayrami-melami şeyhlerinin başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Dede Ömer Sikkini, Ayaşlı Bünyamin (ö. 1510), Aksaraylı Pir Ali (ö. 1538), İsmail Ma’şûki (ö. 1539), Ahmed Sarban (Dukakinzade Ahmet Bey) (ö. 1543/1548), Vizeli Kaygusuz Alaaddin Ali(ö. 1562/ 1563) [8]Ankaralı Hüsameddin, Bosnalı Hamza Bali, İdris Muhtefi, Sütçü Beşir Ağa (ö. 1662), Seyyid Osman Haşimi(ö. 1677), alim ve ediplerden Şeyhülislam Paşmakçızade, Mustafa Efendi, Şehit Ali Paşa, Abdullah Bosnavi, La-mekani Hüseyin, Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi (ö. 1654/ 1655), Sunullah Gaybi, Neşati, Ahmet Dede, Sadrazam Halil Paşa, Sarı Abdullah Efendi, şairlerden Tıfli ile Cevri ve La’lizade Seyit Abdülbaki.
Hemen belirtelim ki bu yüzden melami edebiyatı oldukça geniştir ve ürünleri de çok fazladır. [9]
Ucu Yunus Emre’ye kadar uzanan gizemli Türk Halk Edebiyatının, tarikatlar çevresinde oluştuğu, Melami-Hamzavi halk edebiyatı ile Alevi-Bektaşi halk edebiyatı olmak üzere başlıca iki kolda geliştiği görülür. Hacı Bayram-ı Veli, Ahmet Sarban, Kaygusuz Vizeli Alaeddin, İdris-i Muhtefi, Emir Osman Haşimi, Muhyi, Oğlanlar Şeyhi İbrahim, Gaybi Sunullah bu yolda ürün veren ozanların başlıcalarıdır.
Bir din felsefesi sayabilecek olan tasavvuf akımı, divan edebiyatını olduğu gibi, halk edebiyatını da derinden etkilemiştir. Ne yazık ki akım Türk Edebiyatı tarihine ilişkin çalışmalarda yeterince değerlendirilmemiştir. Oysa ozanların tamamına yakını bir tarikata bağlıdır. Derviştir veya şeyhtir. Yazdıkları şiirleri, inançlarını ve doğru olarak bildiklerini kitlelere ulaştırma gayesiyle bir araç olarak kullandıkları da bilinmektedir. Zaten hepsinin söz birliği etmişçesine halk edebiyatını seçme nedenleri de budur. Halk edebiyatı içinde yetişmemelerine rağmen, amaçları gereği hareket ederek halk edebiyatına yerleşmeleri de yine bu sebeple bağlantılıdır. Örneğin, Yunus Emre’nin yetiştiği 13. yüzyılda Anadolu’nun durumu, oldukça karışıktır. Anadolu beyliklere bölünmüş, Moğol istilaları sonucu kargaşa içine sürüklenmiştir. Bu karmaşa içerisinde dervişlerin birleştirici bir fonksiyon üstlendikleri asla göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Genel görüş, onların başarıya, tasavvuf düşüncesini yaymak ve halkı tarikatlar çevresinde toplamak suretiyle ulaşabileceklerinin de bilincinde oldukları doğrultusundadır. Bunu gerçekleştirirken de halkın dilini, halkın edebiyatını kullanmaları yine bu yüzdendir. Biz de bu görüşe tamamen katılıyoruz.
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, gerek saz şairlerine gerekse halk hikaye ve tiyatro sanatkarlarına karşı, yüksek zümre edebiyatı mensupları kayıtsız davranmış ve yer yer küçük görmüşlerdir. Bu yüzden, yazılı kaynaklarda ve tezkirelerde kendilerine yer ayırmamışlardır. Onların bu kayıtsız tavırlarına rağmen halk şairleri, hikaye ve tiyatro sanatkarları, isimlerini yine de Türk halkının hafızasına yerleştirmiş; eserlerini halk dilinde yaşatmış ve zamanla kendilerini yüksek zümre mensuplarına kabul ettirmişlerdir. Çünkü Türk Halk Edebiyatının da yüksek zümre edebiyatı gibi kendine mahsus ve kendi ölçüsünde kışlalar, hudut kaleleri, tekkeler, Mağrib Ocakları, bozahaneler, kahvehaneler, panayırlar, mesireler (eğlenme ve dinlenmek için kullanılan açık mekanlar, deniz kıyısı, dere kenarı ve ormanlık alanlar gibi), değişik meyve bahçeleri, üzüm bağları, mısır tarlaları, çeşitli düğün yerleri vb. yetiştirici bir çevresi vardır. [10]
Bununla birlikte, konumuzu tamamlaması için dönem üzerine son olarak şu bilgiyi de verelim: 16. yüzyılın refah ortamı yüksek sosyal hayatı, o asırda halkın gururunu okşayan siyasi ve askeri zaferler ve bunların verdiği coşkunluklar, yeni edebi ürünlere daha fazla imkan tanımış ama eski ürünler de unutulmamıştır. Bunlar içinde tekkelerin çok ayrı bir yeri olduğu unutulmamalıdır. 16. yüzyılın en ünlü tekke ve tasavvuf ehli olan şairleri arasında, Şeyh İbrahim Gülşeni (Gülşeniliğin kurucusu), Ahmed-i Sarban (Bayramiyye tarikatının Melamilik kolunun mensubu), Ümmi Sinan (Halvetiyye tarikatı mensubu), Muhyiddin Üftade (Şeyh Aziz Mahmud Hüdai’nin üstadı ve Hacı Bayram-ı Veli müridi), Seyyid Seyfullah Halveti ile İdris Muhtefi’yi görmek mümkündür.
Dipnot:
[1]Maveraünnehr; eskilerin Oksus, Arapların, Ceyhun, yerlilerin, Amuderya dedikleri nehrin öbür yanı, doğu tarafında olan yerlerdir. Bu nehir, ikibinbeşyüz kilometre uzunluğundadır. Kaynadığı ve toplandığı yer, Pamir yaylasıdır. Sonunda Aral denizine karışır. Oraya dökülünceye kadar kendine daha birçok sular akar. Bedehşan, Belh, Buhara, Hive, Seberhas, Harezm havalisinden geçer. Bazı yerlerde genişliği iki kilometreyi bulur. Ceyhun Afganistan’ın sonuncu şehri olan Hocasalih’i geçtikten sonra Kerki’ye gelir.
[2]İran’a bağlı Horasan eyaletinin bir şehri.
[3] Türk Dili ve Edebiyatı ansiklopedisi; “Melâmet, Melâmetiye” Maddesi, C.: 6, Dergâh Yayınları, s.236.
[4] Fütüvvet: Tasavvuftaki karşılığıyla bir insanın herhangi bir karşılık beklemeden başkalarına yardım ve iyilik etmesi, fedakarlıkta bulunmasıdır.Toplum ile fertlerin kurtuluşu ve mutluluğu için kendini feda etmesi anlamına da gelir. Ayrıca Abbâsi halifesi Nâsır Li-dinillâh ( 566- 575) zamanında kurulmuş olan ve Selçuklular döneminde de faaliyet gösteren bir kuruluştur.
[5] Kalender: İki âlemden ilgisini kesen, dünya ve âhireti önemsemeyen. Kalenderiye: Kalenderlerin bağlı bulundukları dinî- sosyal akım.
[6] Türk Dili ve Edebiyatı ansiklopedisi; “Melâmet, Melâmetiye” Maddesi, C.: 6, Dergâh Yayınları, s.236.
[7] Daha ayrıntılı bilgi için bildirinin Kaynakça kısmında verilen eserlere bakılabilir.
[8] Kaynaklarda en fazla gösterilen ölüm tarihi budur. Fakat Abdülbaki Gölpınarlı bu tarihin doğru olmadığı görüşündedir. Bildirinin şâirin hayatından bahsedilirken daha ayrıntılı bilgi verilecektir.
[9] Daha ayrıntılı bilgi için Mehmet Zeki Pakalın’ın Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü ile Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin “Melâmilik” maddelerine bakınız.
[10]Nihat Sami Banarlı; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C.1, M.E.B. Yayınları, İstanbul 1998, s. 624-625.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder