25 Kasım 2017 Cumartesi
Oyuncu kişileriz..
"Gerçek biz; hep bir başkasıyızdır"
"Sayısız insan yaşar içimizde / Hissetsem de düşünsem de bilemem
Kim düşünür içimde, kim hisseder?/ Düşünceler ya da hisler için yalnızca sahneyim ben.
Ruhsa, birden fazla var bende./ Ben'se benden daha fazlası.
Herkes kayıtsız oysa yaşadığım hayata:/Susturuyorum onları, kendim konuşurken"
F.PESSOA
Persona ,Latince’de ‘oyuncu maskesi’ anlamına gelir.
Egonun gerçek niteliğini toplumdan saklamak amacıyla yarattığı bir maske gibidir.
Persona kamusal yüzümüzdür, yani bir anlamda dünya sahnesine gösterdiğimiz ‘ben’. Bu yüzü hem bilinçli hem bilinçdışı olarak takınabiliriz.
Ne zaman başkalarıyla ilişki kursak, iki işlevi olan bu maskeyi takarız:
Başkalarını etkilemek ve gerçek doğamız olduğunu düşündüğümüz yönümüzü gizlemek.
Maskenin biçimi, anne babaların, öğretmenlerin, akran gruplarının toplumsal beklentilerine ve koşullanmalarına bağlıdır…
Jung böyle tanımlıyor. Persona’yı…
Hepimizin var aslında. Gerçek hayatımızda da sanal hayatımızda da. Evimizde, işimizde, belki okulumuzda, büyüklerin yanında, küçüklerin yanında, önemli kişilerin yanında, önemsiz olduğunu düşündüğümüz kişilerin yanında.
Ve sanal alemde. Facebook’ta, twitter’da… Hepimizin personaları var…
Onlar vasıtasıyla sevgiyi ve iligiyi oluşturuyoruz…
Oysa biz kimiz aslında? Bu maskeler olmadan? Hakikatte neyiz biz?
Belki de hiçbir şey. Sadece bir sonsuzluk yolcusu.
Diğerlerinden farkı olmayan bir kul.
Personasız biz gerçek ve hakiki insanız.
Personamızı kenara koyduğumuzda daha hakiki sevebiliriz.
Aksi halde personalarımızın esiriyiz.
Kimbilir belki de asıl sevdiğimiz o değil onun personası? Maskesi…
İnsanlar genellikle evde kendileri olurlar ancak çalışma ortamında bu maskeyi takarlar. Bir insanın evde, okulda, ve arkadaşlık ortamında farklı farklı maskeleri vardır.
Personanın kişiliğe zararı
Örneğin bir insan taktığı maskeyi fazla benimseyerek oynadığı role kendini fazla kaptırırsa kişiliğin diğer bölümü bir yana itilir.
Aslında her mesleğin belirli bir persona’sı vardır.
"Tehlike, insanların personasıyla özdeşleşmeleridir. Örneğin öğretmenin ders kitabıyla, tenorun sesiyle özdeşleşmesi gibi...
Biraz abartıyla personanın, insanın gerçekte olmadığı ama hem kendisinin hem de başkalarının sandığı kişi olduğunu söyleyebiliriz.
Personasının aşırı egemenliği altına girmiş biri kendine yabancılaşır ve sürekli bir gerilim yaşar. Bu bağlamda egonun persona ile özdeşleşmesine “şişme” denilir.
Böyle bir insan, rolüne kendini fazla kaptırdığından kendine aşırı önem vermeye başlar ve rolü diğer insanlarında oynamasını ister.
Bu tür insanlar geçimsiz bir patron veya sert ve otoriter bir baba olurlar.
Maskesiz günler...
Derlenmiştir.
İzin ver..
Yunus'un da anlatmaya çalıştığı nefs-ruh mücadelesi,
modern psikolojide "iç ben" -"dış ben" şeklinde ortaya konulmuştur.
İnsana dönmek, insanda başka insanlarla,
kainatla ve Tanrı ile birleşen bir iç ben keşfetmek,
ruhun yüceliğine ve ebediliğine yükseltnek fikirleri Sokrat'tan Pascal ve Bergson'a Heidegger, Jaspers, Jung, Rogers, Maslaw ve Fromm'a kadar ruhçu ve varoluşçu birçok batılı filozof ve psikologların temel düşünceleridir.
İnsanın içindeki bitmek bilmeyen arayışın
anlamı sorgulandığında,
Viyana eğitimli bir psikiyatrist H.Kohut,
insanın kişilik gelişiminin
birbirine paralel iki yönden ele alınabilineceğini savundu.
Freud "ben-ego" yönünü araştırmış
ve yapısal teorisini oluşturmuştu.
Bununla birlikte, Winnicott, Jung, Hartınann gibi araştırmacılar insanı, "benlik" (self) açısından anlamaya çalışmışlardı.
Kohut bu alanda çalışmalara devam ederek,
"benlik psikolojisi / self p.sychology''nin temellerini attı.
Kohut'a göre benlik,
temel gerçeklik duygusunu veren;
amaç, anlam, arzu, ihtiras, emel ve idealleri oluşturan
bir yapıya sahiptir.
Kohut, benliğin merkezinde
dinamik bir çekirdek alan olduğunu fark eder
ve burayı çekirdek benlik (nuclear self) diye tanımlar.
Bu çekirdek, iki kutuplu bir süreçtir.
Bir kutbunda temel arzular (basic ambüions),
diğer kutbunda ise temel idealler ve emeller yer alır.
Bu iki kutup arasında bir gerilim söz konusudur
ve insan emellerine ulaşarak bu gerilimi aşmaya çabalar
Jeffers yaşadığı doruk deneyim sonucunda
benliğinde iki boyut olduğunu
keşfetmiştir:
Bunu şöyle ifade etmektedir:
"Her birimizin içinde sevgi, koruma, sezgi, güç, değer bilme, neşe, mutluluk ve minnettarlık gibi ilahi değerlerin kaynağı olan bir yerin bulunduğunu düşünüyorum.
Pek çoğumuz benliğimizin manevi bölümü olan
üst benliğe giden yolu araştırmak
konusunda direniyoruz"
Psikolog Abraham Maslow 1960'lı yıllarda sağlıklı insanları incelemiş ve bunlardan pek çoğunun, korku ve ayrılık duygularının ortadan kaybolduğu bu tür mistik deneyimler;
korkuyla karışık hayranlık ve çok yoğun sevinç anları yaşamış olduklarını saptamıştır.
Söz konusu kişiler,
evrenle bir olma heyecanını yaşadıklarını ifade etmişlerdir.
Maslow, bu tür doruk deneyimleri,
her bireyin istese de yaşayamadığını belirtiyor.
Bu tür tecrübeler bir anda yaşanıveriyorlar..."
Prof. Dr. Öznur Özdoğan
Pirlere niyaz edelim..
yaygın olan kanaate göre, Celâleddîn Rûmî, Yunus Emre, Seyyid Muhammed bin Seyyid İbrâhim Ata gibi Anadolu ekolleriyle Anadolu Alevîliği üzerinde şiddetli tesirler meydana getirmiş , soyu Muhammed Hanefi kanalıyla Hz.Ali’ye dayanan AHMET YESEVİ (Ata Yesevi )
Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu; Arslan Baba’dan teslim aldığı emaneti, insanlara “hikmet”leri aracılığı ile damla damla özümseten; kutsal emaneti Horasan Erenleriyle dünyanın dört bucağına ulaştıran; Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan, “Pîr-i Türkistan”, Büyük Veli, öncü şair...
Manevî eğitimini Yesi’de devrin meşhur mutasavvıfı Arslan Baba’dan almıştır. Daha sonra Buhara’ya giderek Yusuf Hemedani’nin yanında manevi eğitimini tamamlamış ve onun ölümü üzerine 1160’da halife olmuştur. Bir süre sonra da Yesi’ye dönerek, hayatının kalan kısmını insanları irşatla geçirmiştir.
Altmış üç yaşına geldiğinde tekkesinin avlusuna yaptırdığı çilehaneye girmiş ve ömrünü burada tamamlamıştır. Türbesi, Türkistan şehrindedir.
Hacı Bektaşı Veli de Türk Tassavuf düşüncesinin Piri Ahmet Yesevi’nin yetiştirdiği büyük Türk düşünürüdür
(Kendisi Hanefî mezhebinden olan Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş’den daha önce doğmuş daha önce de hakka yürümüş. Ancak, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş’a oğlu Haydar Sultan’la müsaip kardeşliği yapmasını istemiştir. Haydar'ı kurtarması için rum diyarı olan Anadoluya göndermiş ancak Haydar’ın ölümü bu dileğin yerine gelmesini engellemiştir)
Yahya Kemal, Ahmet Yesevi’nin Türk tarihi bakımından önemini; “fiu Ahmet Yesevi kim, bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız.” sözleriyle ifade eder.
Ahmet Yesevi Eserlerini de anlaşılır olmak uğruna Türkçe yazmış.
İlk adı “Yesî” olan Türkistan şehri, dünya Türklüğünün ortak manevi atası olan Ahmed Yesevî’nin şehridir.
Örnekler, Yesevî’nin temsil ettiği İslam’ın, var olan inanç sisteminin tamamen terk edilmesini şart koşmadığını ortaya koymaktadır. Bu yüzden bugün yalnızca Kazakistan’da değil, eski Türkistan toprakları üzerinde yaşayan Türk topluluklarının çoğunda Şaman geleneklerinden izler görülür. Üstelik bu uygulamalar, Ahmed Yesevî’nin izinden gidenlerce Anadolu’ya ve Balkanlar’a da taşınmıştır.
Ahmed Yesevî, öğretisini “Dört Kapı” olarak bilinen şu ilkeler üzerine kurmuştur:
Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat. Dört Kapı İlkesi, Hacı Bektâş Velî’nin öğretisine de temel oluşturur.
Ahmed Yesevi" Fakr-nâmesi"nde ve Hacı Bektaş Veli" Makalat"ındai “ dört kapı-kırk makamı” belirtirler.
Hacı Bektâş Velî, her bir kapıya onar makam ekler ve “Dört Kapı, Kırk Makâm” olarak adlandırılan ilkeler bütününü ortaya koyar.
Yesevilik Tarikatı da ilk Türk tarikatı olma özelliği taşır.Daha sonraları Nakşibendilik için de bir prensip olarak kabul edilir.
Yunus Emre, bir Ahmed Yesevî öğrencisi ve Yesevî izleyicisidir. Şiirlerinin ilham
kaynağı Ahmed Yesevî’dir ve hatta bazı şiirleri Yesevî Hikmetlerinin tekrarlanmış şeklidir.
Sözgelimi Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’indeki;
“Işkıng kıldı şeyda mini
Cümle alem bildi mini
Kaygum sinsin tüni küni
Minge sinok kirek sin...”
mısraları, Yunus Emre Divanı ’nda;
“Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım tünü günü
Bana seni gerek seni”
24 Kasım 2017 Cuma
Beynin oyunu..
Pareidolia (Yunancadan, para-yanlış, eidolon-görüntü)
Hayal meyal, belli belirsiz bir stimulusun net ve kesin olarak algılanması ilüzyonu. Bulut, dağ, tepe, ağaç gibi doğal nesnelerdeki karmaşık desenleri biliçaltından alışık cisimlere hatta kutsal kişi ya da sembollere benzetmeye "pareidolia" deniliyor.
Bir çeşit algıda seçicilik. Tam olarak yanılsama değildir. Ama görülen şekli, duyulan sesi kendine göre yorumlamaktır.
Mars yüzeyindeki surat, Dumanların içindeki yüz imajı çok güzel örnekler. Bulutlardan şekiller çıkarmak, nesnelerden insan yüzüne benzetilen görüntüleri fotoğraflamak gibi günlük telaşların yanı sıra; dini inanç kaynaklı, üzerinde Arapça Allah yazısı olduğu, İsa Mesih’in yahut Meryem Ana‘nın resmedildiği düşünülen nesneleri aramak; hatta işi abartıp, tersten dinlendiğinde belli mesajlar içerdiğine inanılan müzik yapıtlarını bir kriptolog edasıyla incelemek, çıkarımlarda bulunmak da hep bu Pareidolia hadisesinin belirtileridir.
Kaset tersten çalındığında bir şeyler anlamak ta buna başka bir örnek; anlıyoruz ki sadece görüntüler değil, sesler de pareidolia nın konusu olabiliyor.
İnsan beyninin işleyişi hakkında önemli bir ipucu,klinik durumlarda, kişinin iç dünyasını (!) anlayabilmek için bu durum psikiyatri tarafından kullanılır, hepimizin bildiği Rorschach mürekkep lekesi testi gibi.
Carl Sagan bu hadiseyi, yani bildiğimiz objelere benzetme hadisesini, beynin garip sistematiğine bağlamıştır. Amerikan kozmolog ve yazar Sagan,pareidolianın bir hayatta kalma aracı olduğunu belirtmiştir.Zira insanlar, bildikleri objeleri görsel olarak tanımak için belli noktaları referans alırlar ve gerisine dikkat etmezler..
Bazıları bu tür durumları ikon olarak tanımlayıp, oluşumlara da “mucize” demekten çekinmez. Hatta duş perdesindeki şekle bakıp Lenin’i gördüğünü iddia edenler de olmuştur.
Salvador Dali, bu olayı bir adım ileri götürmüş, adına paranoyak kritik metod dediği bir yöntemle sanatını icra etmiştir. Dediğine bakılırsa; “kişi gerçek dünyada algıladığı gerçeklikten farklı bir gerçeklik yaratabilir ve bunu sanata yansıtmak da mümkündür”
Dua..
İnsanların dua ederken neden el açtığını biliyor musunuz?
Çünkü her parmağımızda bir elementin enerjisi mevcut.
"Bir galaksinin doğumundan bir bebeğin doğumuna kadar bilinen tüm olaylardan dört temel kuvvet sorumludur"
Joseph Silk / Evrenin Kısa Tarihi
Yani insan makrokozmosta, mikrokozmostur.
Örneğin ışığın madde boyutundaki hali ateştir..Enerjinin frekansı yükseldikçe madde formundan uzaklaşır ve ışık haline geçer. Bu sebeple dua edip dilek dilerken mum yaktığımızda ışıkla çalışmış oluruz
Işık, insanın özüdür.
Anadolu halkı da geçmişte kendisine "ışıklar" veya "ışık taifesi" diyerek bir gerçeği aydınlatmıştır.
Bugün modern bilim de maddenin enerji ve ışıktan oluştuğunu söylemektedir.
Ve şu anda içimizdeki ışığı ortaya çıkardığımız bir çağdayız. Hepimizin şifaya ve şifalanmaya özümüzü ortaya çıkarmaya ihtiyacı var.
Bedenimizdeki çakralar açılınca evrensel enerji vücudumuzdan akmaya başlar. Çünkü doğada, içimizde, kainatta hep aynı enerjiler mevcut.
İçindeki ışığı ortaya çıkarmak isteyen ama nereden başlayacağını bilemeyenler, çok kolay bir yöntem olan Reiki şifa tekniğine bakabilir.
Reiki Japonların biyoenerjisi, tanrısal enerji, evrensel enerji, beyaz ışık, kaynak, hakkın nuru, sevgi enerjisi olarak da geçiyor.
Reiki'ye uyumlandığımızda çakralarımız açılır ve ellerimizden enerji akmaya başlar.
Reiki ile Fiziksel ve Ruhsal şifa çalışması yapılır.
Vücudumuzdaki fiziksel ağrılara enerji verip şifalandırabiliriz. Gelecekteki önemli işlerimize ve geçmişteki travmalarımıza şifa gönderebiliriz.
Veya uzaktaki bir yakınımıza enerji gönderebiliriz. Zayıflama, sigarayı bırakma gibi bilinçaltı mesaj çalışmaları da yapılabilir.
Doğaya, hayvanlara, kendisine ve çevresine sevgiyle şifa vermek isteyen herkes Reiki şifa tekniklerini öğrenebilir.
Yeryüzünün ve insanlığın şifalanması dileğiyle
23 Kasım 2017 Perşembe
Sanatcı olmaktır yaşamak..
Epiktetos yirmi asır önce demiştir ki:
“Kader önünde sonunda şöyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar
Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder,
Ektiğini biçer ”
“Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz,
kimseyi itham etmez,
kimseden nefret etmez,
kimseye kin tutmaz
Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz
Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından
başka bir şey olmadığını bilir”
Düşmanlarınızı düşünmek için ayıracağınız bir dakika bile düşmanlarınızdan daha değerlidir Nefret ve intikam hissi size büyük zararlar verir
Aristo şöyle diyor:
“İdeal insan iyilik yapmaktan zevk alır Kendisine iyilik yapılırsa mahcubiyet duyar Çünkü iyilik yapmak üstünlük işareti, bir iyiliğe muhtaç duruma düşmek zaaf işaretidir”
Karşılaşacağımız nankörlükten dolayı üzülmemek için hazırlıklı olalım Karşılık beklemeden iyilik yapalım
Mutluluk minnet beklemekte değil, minnet gösterilmesinden rahatsızlık duyulacak olgunluğa erişmektir
1) Dinleme Ama gerçekten dinleyin Kesmeden, hayal kurmadan, vereceğiniz cevabı düşünmeden Can kulağıyla dinleyin
2) Sevgi Kucaklamalar, öpücükler, sırt sıvazlamalar ve el tutmalar konusunda cömert olun Bu ufak hareketler, aileniz ve dostlarınıza olan sevginizi daha açık göstermenizi sağlayabilir
3) Kahkaha Fıkra anlatın, neşeli hikâyeleri paylaşın Bu armağanınız “seninle birlikte gülmeyi seviyorum” anlamına gelir
4) Yazılı bir not Basit bir “Yardımın için teşekkürler” notu, ya da belki bir şiir Kısa, elle yazılmış bir not bazen ömür boyu hatırlanır
5) İltifat Basit, içtenlikle söylenen bir söz (“Bu renk sana ne çok yakışmış”, “Harika bir iş çıkardın”, “Yemek nefis olmuş” gibi) karşınızdakinin içini aydınlatır
6) İyilik Her gün, rutininizi kırıp birisine hoş, nazik bir şey yapın
7) Yalnızlık Bazen tek istediğimiz yalnız kalmaktır Bu anlara duyarlı olun ve ihtiyacı olana yalnız kalma armağanını verin
8) Neşeli bir yapı Birine tatlı bir söz söylemek gibisi yoktur Selâm vermek veya teşekkür etmek o kadar zor mu?
Üzüntüsüz Yaşama Sanatı - Dale Carnegie
Görsel sanat : Larisa Milina | Whitepages
www.whitepages.com/name/
Babadan öğütler..
İzafiyet kuramını açıkladığım zaman çok az kişi beni anladı, şimdi insanlığa ulaşması için yazacaklarım da bu dünyada yanlış anlaşılma ve önyargıyla çarpışmaya mahkum.
Mektupları gerektiği sürece korumanı istiyorum, ta ki toplum şimdi açıklayacaklarımı kabul edecek düzeye gelene kadar.
Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var. Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor , evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var ve henüz bizim tarafımızdan tanımlanamadı.
Bu evrensel güç SEVGİDİR.
Bilim insanları, evren için birleşik bir kuram ararken, görülemeyen en kuvvetli evrensel gücü unuttular.
Sevgi Işıktır, onu alıp verenleri aydınlatan.
Sevgi yer çekimidir, çünkü insanların birbirine çekim hissettmelerini sağlar.
Sevgi kuvvettir, çünkü bizdeki en iyiyi çoğaltır, ve insanlığın kör bencilliklerinde tükenmemesine izin verir.
Sevgi için yaşarız ve ölürüz.
Sevgi Tanrıdır ve Tanrı sevgidir.
Bu güç herşeyi açıklar ve yaşama anlam katar. Bu bizim çok uzun süredir göz ardı ettiğimiz bir çelişkidir, çünkü belki insanın evrende kendi özgür iradesiyle kullanamayacağı tek enerji olduğu için sevgiden korkuyoruz.
Sevgiye görünürlük verebilmek için, en ünlü denklemimde basit bir yer değiştirme yaptım.
Eğer E=mc2 yerine, dünyayı iyileştirecek olan enerjinin ışık hızının karesiyle çarpılacak sevgiyle sağlanabileceğini kabul edersek, şu sonuca varıyoruz: sevgi en kuvvetli güçtür, çünkü sınırı yoktur.
İnsanlığın evrendeki bizim düşmanımız haline gelen diğer güçleri kullanmakta ve kontrol etmekte ki başarısızlığından sonra kendimizi başka çeşit bir enerjiyle beslememiz zorunludur.
Eğer türümüzün hayatta kalmasını istiyorsak, eğer hayatta bir anlam bulmamız gerekiyorsa, eğer dünyayı ve içinde yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi tek ve biricik cevaptır.
Belki bir sevgi bombası, gezegenimizi harap eden açgözlülük, nefret ve bencilliği tamamen yok edebilecek kadar güçlü bir cihaz, yapmaya hazır değiliz.
Buna rağmen her bireyin enerjisini açığa çıkartmayı bekleyen küçük ama kuvvetli bir jenaratör var.
Bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman sevgili Lieserl, sevginin hepsini yendiğini, herşeyin ötesine geçtiğini doğrulayabileceğiz, çünkü sevgi hayatın en özlü kısmıdır.
Bütün hayatım boyunca kalbimin içinde sana dair sessizce atanları ifade edemediğim için çok derin bir pişmanlık duyuyorum. Belki artık özür dilemek için çok geç, ama zaman göreceli olduğu için sana söylemem gerekiyor : seni seviyorum ve nihai cevabı bulduğum için sana teşekkür ederim.
Baban Albert Einstein
22 Kasım 2017 Çarşamba
Adamak..
Goethe
Sema..
Hopi Gökkusagi savascilari kehaneti
Tin.
Rüzgarlarla kimin sesini işitiyorum ve kim tüm dünyaya yaşam soluğunu veriyor? Beni işit.. Ben, küçük ve zayıfım, senin gücüne bilgeliğine ihtiyacım var.
İzin ver güzelliklerde yürüyeyim; gözlerim kızıl ve mor gün batımını görsün.
Bana el ver ki, senin yarattıklarını tutup saygı duyayım, kulaklarımı keskin kıl ki, sesini işiteyim.
Beni bilge kıl ki, halkım için ne düşündüğünü anlayabileyim.
Her yaprak ve kayada saklı olanı öğrenmem için gerekli dersleri öğret.
Güce ihtiyacım var ama bir kardeşimden fazla değil; güç bana en büyük düşmanım olan kendimle savaşmak için gerekli.
Sana temiz ellerle ve dürüst gözlerle gelmem için beni daima hazır kıl.
Yaşam bir gün batımı gibi solarken, ruhum sana utançsız gelsin.
Şef Yellow Lark, Lakota Kabilesi
21 Kasım 2017 Salı
Öz ölümsüzdür..
Katha Upanişad (s. 17)
Onu buldum..
Rumi
Görsel sanat : Doors Of Perception Rene Magritte/ ALGI KAPILARI
Sonsuzluk..
20 Kasım 2017 Pazartesi
Sonsuz..
BİOSENTRİZM ve EKOSENTRİZM
Homosantrizm:İnsanın kendisini dünyanın merkezine koyma yaklaşımı. "her şey bizim için, her şey bize hizmet eder"cilik ki bu, doğadan yararlanan insanın başta hayvanlar olmak üzere diğer tüm canlıları ötekileştirmesini de beraberinde getirir.
sosyal antropolojide; insanoğlunun yalnız kendi toplumunu ve onun tarihsel mirasını değil, genel olarak insanı ve insanlık adını verdiği kavramı, onunla ilgili her türlü varlık alanını en yüksek mertebeye koyma eğilimine verilen isimdir.
Homosantrizm'e göre, insanoğlu yalnız kendi toplumunu ve onun tarihsel mirasını değil, genel olarak insanı ve "insanlık" adını verdiği bir kavramı da en yüksek yere koyar; bu kavrama içerdiği tüm varlık alanı ile birlikte en yüksek değerlen verir.
İnsan yeryüzündeki varlıkların en değerlisi, ruh ve aklı ile en seçkinidir. Bu bakımdan onun bir varlık olarak diğer canlılardan eksik ya da onlarla benzeşen yönlerinden söz etmek kolay değildir(!)
Doğanın tahrip edilmesi, diğer canlı türlerinin öldürülüp yok edilmesi, ancak insan için zararlı olduğunda önem kazanır. Sürek avında yüzlerce, binlerce hayvanın öldürülmesi spor; bir insanın öldürülmesi vahşet sayılır.
Yunan coğrafyacısı Batlamyus, üzerinde yaşadığımız yeryüzünü evrenin merkezine koyduğu zaman bilimsel bir gerçeği değilse bile toplumsal bir değer yargısını dile getirmiş oluyordu.
Üzerinde insanoğlunun yaşadığı dünya, kuşku yok ki, evrenin merkezinde olmalıydı.
Aslında,merkezinde yeryüzü bulunan ( geosantrik ) dünya görüşü, merkezinde insan bulunan ( homosantrik ) dünya görüşünün bir parçasıydı.
Kopernikos, gözlem araçları ile, genel kurala tam uymayan ( dünya çevresinde dönüşleri düzgün olmayan ) gezegenleri izlerken, evrenin geosantrik değil, heliosantrik ( güneş merkezli ) olduğunu bulmuştur. Bu bulgu da doğru değildi. Kısa zamanda, güneşinde sadece orta boyda bir yıldız olduğu anlaşıldı.
Ekolojik.
Kar tanelerini toplayarak eksi 170 santigrad derecede donduran Amerikalı hidrologlar, eko-sistemle ilgili yeni bulgulara ulaşmayı hedefliyor.
İnsan yapımı kar tanelerinin şekilleri daha çok pıhtılaşmış kana ve yuvarlak bir yapıya sahipken 450 kez büyütülmüş doğal kar taneleri birbirinden muhteşem görünüme sahip olmasıyla dikati çekiyor.
Kar tanelerini yakından inceleyen hidrologların amacı ;
kar kristallerinin ihtiva ettiği su moleküllerinden su rezervlerinin hacmini doğru tahmin edebilmeyi ve bu sayede su taşmalarını önceden öngörebilmeyi umuyor.
Henüz araştırmalarının başında olduklarını belirten araştırmacılar, sonuca ulaşma konusunda ise oldukça iyimser.
Çıplak gözle görülemeyen kar taneleri arasında aynı büyüklükte, aynı şekilde, aynı sayıda su molekülü ihtiva eden iki kristala rastlamak imkansız. Çok sayıda kar kristali olmasına rağmen yapı olarak hiçbiri birbirine benzemiyor. biliminsanları bu farklılığın nedenini de araştırıyor.
19 Kasım 2017 Pazar
Haberin var mı?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğrunda ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim.
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin..
Çocuklar..
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler..
Kalıp..
"Lift the veil that obscures the heart, and there you will find what you are looking for."
Kabir