6 Ocak 2018 Cumartesi

Açılan biliş..

Açılmış "Üçüncü Göz" 

resim ve heykellerde de sık sık vurgulan "Şiva'nın Orta Gözü", 
Mısır geleneğinin "Horus'un Gözü" 
ya da "Tek Boynuzlu -Atın Boynuz" olarak biliniyor.
Sezgi yeteneğimiz ve psişik güçlerimizin merkezi 
'Üçüncü Göz' de denilen Ajna Çakra, 
içsel yolculuğu ilk olarak başlatır 
ve daha sonra diğer duyular açılmaya başlar.

Fakat üçüncü gözü etkin hale gelmemiş insanlar ,
irade gücüne sahip olmayacaklarından birçok yönden esir olarak kalacak 
ve özgürleşemeyeceklerdir denilir.

Aydınlanmanın sembolü Epifiz bezi, 
beynin iki lobunun ortasındadır ve ışığı algılar 
fakat gözlerde olduğu gibi 
ışığın varlığına değil, yokluğuna, karanlığa duyarlıdır 
Karanlıkta melatonin hormonu salgılar.

Manly P. Hall, Tüm Çağların Gizli Öğretilerinde, 
tek boynuzlu ilişkin olarak ;

"J. P. Lundy tekboynuzun boynuzunun Aziz Lukas'ın bahsettiği 
insanın kalbine işleyen ve onları Mesih yoluyla 
kurtuluşu tefekkür etmeye iten 
kurtuluş sözcüğünü sembolize ettiğine inanır.

Ortaçağ Hıristiyan mistikleri tekboynuzu 
Mesih'in bir amblemi 
olarak kullanmışlardır.

Hz. Musa da genelde 
başında iki küçük boynuzla resmedilir.

Yine Geyik boynuzları 
Şamanların önemli sembollerindendir

Dolayısıyla bu hayvan 
insandaki ruhani hayatı sembolize ediyor olmalıdır.

Tekboynuzun boynuzu 
beyindeki spiritüel tanıma yeri olan kozalaksı bezi temsil ediyor olabilir.

Gizem okulları tek boynuzu, 
inisiyenin aydınlanmış spiritüel doğasının 
bir sembolü olarak kullanılıyordu,

kendini savunmasına yarayan boynuz ise 
karşısında hiçbir şeyin dayanamadığı spiritüel öğretinin alevden kılıcıydı "

ifadelerini kullanır.

Tekboynuzlu at , 
psişenin fallusu 
ve manevi doğurganlık sembolü olarak da bilinir.

Oysa, aynı zamanda, 
tek boynuzlu at, 
fiziksel bekaret sembolüdür.

Simyacılar ise 
hermafrodit bir imaj olarak kabul ederler.

Saf eril enerjinin sembolü olarak 
Boynuz sembolizmi 
insanlık tarihi kadar eskidir.


tek boynuzlu atın muska olduğunu belirtir.
"Doğurganlık ve cinselliğin geleneksel sembolü,... 
cinsel manyetizma artırmak isteyenler tarafından kullanılır" der.

Düşün ki değişebilesin..

Aklıma "Bahçelerimizi ekilebilir hale getirmeliyiz " diyen 
Voltaire 'in sözünü getiren resim  
Yani zihinlerimizi ekilebilir hale getirmek...
Yeni tohumlar ekerek yeni ürünler almak...
Türlü düşüncelere yer verip en verimlisini sulayarak gelişmesini sağlamak... 
Ve F. David Peat'in sözündeki gibi “Düşünce, düşüneni değiştirir.” 

Kahramanı içinde aramak..

" Her insan kendi kahramanını içinde taşır. 
Ve herkesin küçük dünyasında bir kahraman vardır. 
İşte aşk diye peşine düştüğümüz komedi de 
bu kahramanların varlığını kendimize gerçek dünyada ispatlama isteğidir."


5 Ocak 2018 Cuma

Ben benim sırrı..

Hz Ali'den; 
"İlim ne gökte ne de yerdedir fakat o göğüslerdedir. Böylece Allah’tan dile, O seni idrak sahibi yapacaktır"

Mevlana meşhur Naat-ı Ali'de ; 
"Ebedi ilim, Ali'nin göğsünde parlayıp göründü" der.

"Sadrul ahrar kuburül esrar" yani 
"Özgürlerin göğsü sırlar mezarlığıdır" denmiştir.

Göğsün ortasındaki ANAHATA CHAKRA, Kozmik İdrak merkezidir.
Kollarımızı yukarı kaldırdığımızda B harfi ve altındaki nokta'nın Göğüsün ortasındaki Nokta olduğunu anlarız.

Hz Ali bir hutbe irad ettiği esnada 
İbni Suveyreme ayağa kalkıp şöyle sordu: 
“Sen sen misin, ya Emirel Müminin?”
Hz Ali şöyle cevapladı:
“Ben, benim”
Mücem-ul Ehadis-i İmam Mehdi (a.s) c.3 s.27

Yani ehye asher ehye.
Bir beyin var beyinden içeri.

Bu dinelmeyi başarmış kellesiz vücut, Vahdeti Vücuddur.


Sonsuzluk alemi..

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yasamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatin bitmeye başladığı an olduğunu;
Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla…
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.


Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu. ..
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini…
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
Bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…


Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi…
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…


Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün…
Ve gerçeğin acı olduğunu…
Sonra dozunda acının,
yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya…
Kalp durur…
Akıl unutur…
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur…

MEVLANA

Şiir.

“Bir SIR daha var, çözdüklerinden başka
Bir IŞIK daha var, bu Işıklardan başka.
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye!
Bir şey daha var, bütün yaptıklarından başka.”

~Ömer Hayyam~

4 Ocak 2018 Perşembe

Kosmoz da varolan herşey iletişim halindedir.

Hayvan ve bitkiler bilgilerini doğrudan Dünyadan alırlar. Dünyayla uyumludurlar ve size yardım edip öğütte bulunabileceklerini anlamanızı sabırla beklerler. Size bütün şifa sırlarını söyleyebilir, enerji yerlerinin nerede olduğunu gösterebilirler. Size her şeyi gösterebilirler. Bilirler. Neden bildiklerini biliyor musunuz? 
Çünkü doğa ve dünyayı sömürmezler. Siz insanlar tür olarak sömürdüğünüz için şeyler sizden gizlenir.

Atlar ve kültür..

At Tanrısı

PURA HAN Türk ve Altay mitolojisinde At Tanrısı. 
Bura Han olarak da bilinir. Şamanların göğe çıkmak için kullandıkları atlara Pura (Bura) adı verilir. Azerbaycan Türkçesinde Bura'dır. Sonraları İslamdaki Burak adlı binek ile özdeşleşmiştir. Bu hayvanlar kurt başlı olarak betimlenirler. Bu atları kendilerine Pura Han getirir. Pura Han ve Puralar şamanı kötü ruhlardan korurlar. Ülgen Han’ın oğludur. Şamanların gökyüzüne çıkmak için kullandıkları, kurt başlı atların adı Puradır. Bu atlar şamanları kötü ruhlardan korurdu. Bur/Pur kökünden türemiştir. Bu kök, at, geyik, deve gibi anlamlar içerir. Bura / burçın (geyik), burcu (parfüm) sözleriyle kökteştir. Buğra sözcüğüyle aynı kökten gelir. Buğra, erkek deve demektir. Porhan (şaman) sözcüğü ile de bağlantılıdır. Altay Türklerinin Tengricilik inancında şamanların Köktengri'ye yükselmek için bindikleri kanatlı atın ismide Puura'dır. 

Kaynak: Türk Söylence Sözlüğü

"Her şamanın bir ruhu vardır. Bunlardan biri de “bura” , “bur” , “pur” gibi çeşitli sözcüklerle ifade edilen ve kutlu kabul edilen PURADIR. Geyik anlamında da kullanılır. Geyik boynuzları Şamanların önemli sembollerindendir. Türk mit ve efsanelerinin bir çoğunda, geyiğin peşinden giden ve kutlu bakır, altın veya demir dağdaki mağaradan içeri giren yiğitler orada güzel bir kadınla karşılaşır. Çoğunlukla mit ve masallarda kahraman; dişi bir geyik tarafından maden dağa (demir-bakır-altın dağ) çekilir ve evleneceği güzel kadını burada bulur."

Kaynak: Alparslan Salt

"Şaman adayı, bitkilere ve hayvanlara can veren çok güçlü doğaüstü "anaları" insan kılığında görür."

Kaynak: Michel Perrin - Şamanizm

"Bu tasvirlerin tanrısal içyüzü ise dişil tanrısal gücün tecelli ettirilmesine işaret eder."
"Tanrısal dişil enerji uyanma eğilimine girdiğinde bilin ki kişiye ait ruhsal değişim de başlamıştır."
"Bu ruhsal güçlerin-enerjilerin birleşmesi gerçekleştiğinde, bunu başaran kişinin Kutsal kitaplarda geçen Tanrı elçilerinden hiçbir farkı olmayacaktır! Zira o zatlar bu öğretiyi kendileri gibi olunması için insanlığa sunan kadim ruhsal bilgeler veya erenlerdir"

Malik İlyas Tanrınağı


3 Ocak 2018 Çarşamba

Doğal afetler

Depremler olacak ülkemizde.Uzak bir ülkede patlama.Avrupa dikkatli olmalı.Yanardağlar faliyette olacak.Tren kazaları ve ilaçla ilgili bir sıkıntı.Toprak kayması ve seller yüzünden insanlar kacıyor.İki ülke savaşacak.Bu savaş ortadoğu da olmayacak başka bir ülkede.(Kuzey kore veya başka ülke ile değil).Tren kazası .Canada dikkatli ol.

http://m.aksam.com.tr/guncel/ege-denizinde-38-buyuklugunde-deprem-meydana-geldi/haber-695035

BİR DEPREM DAHA!
Öte yandan Yunanistan açıklarında da saat 01.15'te bir deprem daha meydana geldi. Kandilli Rasathanesi tarafından yapılan bilgilendirmeye göre 10 kilometre derinliğinde meydana gelen depremin büyüklüğü 4.4 olarak açıklandı.


Yunanistan'da Eğitim Uçuşu Yapan Helikopter Düştü 

14 saat önce 

– Yunanistan Hava Kuvvetlerine ait T-2 Buckeye tipi helikopter Çarşamba günü saat 12.02'de eğitim uçuşu sırasında Kalamata Havaalanı'na iniş yapmak üzereyken kontrolünü kaybederek düştü.


Gelde geliriz..

Sevilen bir dervişi,halktan biri,evine,iftara davet eder.
Davete icabet sünnet..
“Olur..”der derviş.
Akşama yakın buluşurlar ve eve doğru yola çıkarlar.
Yolda ev sahibi:”Yahu hacı baba…” diye seslenir.
-Buyur evladım,der derviş…
-Ben seni iftara çağırmıştım ya…
-Evet..
-Şimdi vazgeçtim..
Derviş hiç bozulmaz.
-Peki evladım,der ve döner geriye..
Çok geçmeden,adam seslenir:”Heeyy!..Derviş baba!..
Mütebessim bir çehreyle döner derviş:”Buyur evladım..”
-Şaka yaptım derviş,şaka yaptım..Haydi gel..
Yeniden takılır adamın peşine derviş..
Yol boyu defalarca tekrarlanır bu hadise..
“Gel derviş..” “git derviş..”
Nihayet eve varırlar.
Kapıda ev sahibi dervişin yüzüne bakarak:”Yahu derviş baba,sen ne biçim adamsın?..
“Gel!..”diyorum,geliyorsun.”Git!..”diyorum,gidiyorsun!..”
Köpek gibisin vesselam!...” der.
Derviş gülümseyerek ve müthiş bir tevazu ile:”Doğru söylüyorsun evladım…Biz Hakk’ın köpekleriyiz.”Gel”derse,gelir,”Git”derse gideriz.
Adam yaptığı terbiyesizlikten utanır ve mahcup olur..
Gönülsüz olabilmek pek zordur ama,hakiki gönül erleri için,Mevla’dan gelen bal kadar tatlıdır acı da…
Olgun adam,iyi söz ile kötü sözü aynı gönül ile karşılayabilen adamdır.



Madde.

Maddenin hiçliği..

Kaliforniya Üniversitesi'nden parçacık fizikçisi Fred Alan Wolf, atomla ilgili olarak bu gerçeği şu şekilde açıklamıştır:

“... bizim yaşadığımız gezegendeki hayatın, evrenin ne kadar boş olduğunu düşündüğümüzde, bir sürpriz olduğunu anlayabiliriz. Aslında, evrenin %99'dan fazlası hiçbir şeydir! Evrenin endişe verici bir hızla genişlemekte olduğunu dikkate alırsak, daha önce hiç olmadığı kadar çok hiçlik meydana gelecektir! Buna bu şekilde bakmak bizde hayranlık uyandırıcı bir saygı oluştururken, atom altı parçacıkların mikrodünyasını dikkate aldığımızda, durum daha da fenalaşır. Deyim yerindeyse, hiçbir şey yoktur.

Osiris ve böcek.

Eski Mısırlılar, bilimsel adı Scarabaeus sacer olan, bok böceğinin, Güneş tanrısının belirtisi olduğuna inanıyorlardı.güneş diskini sırtında taşıyan bok böceği simgesi, güneşin gökyüzünde yaptığı dönüşü temsil ediyordu. “Mısır’ın Eski Mirası” adlı kitabın yazarı Rodman Clayson, şunu yazıyordu:
“Genellikle yanında kanat bulunan kalp bok böcekleri denen nesneler, cenaze töreni ile ilgili kullanılan muskalardı. Taştan yapılmış kalp bok böceği, mumyanın göğsüne yerleştirilirdi ve bu, suçlu ruhun mahşerde Osiris’in huzurunda durması gerektiğini göstermektedir. Bu şekilde kullanılmış olan bok böceği, muhtemelen kötü bir hayat geçirmekten kurtulmayı güvence altına almak içindi”Eski Gizemli Rosae Crucis (AMORC), merkezi San Jose, California’da bulunan bir Gül-Haç topluluğudur. Pek çok gizemli ve gizli Mısır öğretilerine dayanan bir topluluk olarak, AMORC, kendi edebiyatının ve ayin faaliyetinin çoğunda, bok böceği sembolünü kullanmaktadır. Mısır büyü dünyası, Gül-Haç tarikatları, Teosofi ve Altın Şafak dahil gizli esrarengiz topluluklar tarafından uzun süredir benimsenmektedir.

2 Ocak 2018 Salı

Ateş.

Nasıl Seveceğini Bilmeden Sevmek, Sevdiğimiz Kişiyi Yaralar
Anlamak, sevginin diğer adıdır
Bir başkasının acısını anlamak, o kişiye verebileceğiniz en büyük hediyedir. Anlamazsanız, sevemezsiniz.
Birinin bizi anladığını, olduğu gibi gördüğünü hissetmek hepimizin ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Ama bunu teorik olarak kavrasak bile, kendi düşüncelerimizin, duygularımızın ve sıkıntılarımızın içinde o kadar kayboluruz ki, çoğu zaman karşımızdakine bu anlayışı gösteremeyiz. 
Çoğunlukla başkalarını anladığımız veya sevdiğimiz için değil, kendimizi hissettiğimiz acılardan uzaklaştırmak için birilerine “çarpılırız”. Ancak gerçekten kendimizi anlayıp sevdiğimizde, başkalarına da gerçek sevgi duyabiliriz.
Bazen boş hissederiz, bir şeylerin büyük eksikliğini duyarız. Sebebini anlayamayız, çok belirsizdir. Ama yine de bu boşluk çok güçlüdür. Sürekli olarak iyi bir şeyler olmasını bekleriz, daha az yalnız hissetmemizi sağlayacak şeyler, daha az boş hissetmemizi sağlayacak şeyler. Kendimizi ve hayatı anlama arzusu çok kuvvetlidir. Sevme ve sevilme arzusu da çok kuvvetlidir. Sevmeye ve sevilmeye hazırızdır ve bu çok doğaldır. Ama boş hissettiğimiz için, sevgimizi yansıtacak bir obje ararız. Bazen kendimizi anlayacak fırsatımız olmamıştır, ama objeyi bulmuşuzdur. Tüm istek ve arzularımızın o kişi tarafından gerçekleştirilemeyeceğini fark edince de, yine boş hissetmeye başlarız. Bir şey bulmak isteriz, ama ne aradığımızı bilemeyiz. Hepimizde sürekli bir istek ve beklenti vardır, hep daha iyi bir şeylerin olmasını bekleriz. Bu yüzden email hesabımızı veya sosyal medyayı defalarca kontrol ederiz
Eğer bir bardak suya, bir avuç dolusu tuz atarsanız, o su içilmez olur. Ama bir avuç tuzu bir nehre atarsanız, insanlar hala o sudan içip, yemek pişirebilirler. Nehir kocamandır, kabullenme ve dönüştürme yetisi vardır. Kalbimiz küçükse, anlayışımız ve merhametimiz limitlidir, ve acı çekeriz. Diğer insanları ve hatalarını kabullenemeyiz ve değişmelerini bekleriz. Ancak kalbimiz büyüdüğünde, böyle şeyler bize acı çektirmez. Çok fazla anlayış gösterebiliriz ve diğer insanları kabulleniriz. Onları oldukları gibi kabullendiğimizde, değişim şansları da olur.
Bu durumda, asıl soru kendi kalbimizi nasıl büyütebileceğimiz. Bunun yolu da kendimizi anlamak, kendi acılarımızı fark edip kendimize şefkat göstermeye başlamaktan geçiyor. Kendimizi mutlu etmeyi öğrendiğimizde, sevme yeteneğimizi de geliştirmiş oluruz.
Sevgi öğrenilen dinamik bir etkileşim olduğu için, çoğumuz anlayış (ve yanlış anlayış) sistemimizi küçük yaşta başkalarından kopyalayarak öğreniriz. Eğer ebeveynlerimiz birbirini sevmediyse, sevginin neye benzediğini nerden bilebiliriz ki? Ebeveynlerin çocuklarını bırakabilecekleri en değerli miras para, ev, arsa değil kendi mutluluklarıdır. Eğer mutlu ebeveynlere sahipsek, en büyük zenginliğe sahibizdir.
Gerçek sevgi, dört elementten oluşur: iyilik, merhamet, neşe, ve sakinlik.
Sevgi dolu iyilik, diğerlerine mutluluk verebilmektir. Ancak, siz mutluysanız başkalarına mutluluk verebilirsiniz. Kendinizi kabullenip sevdiğinizde başkalarına da mutluluk vermeniz mümkün olur.
Eğer yeterince anlayış ve sevginiz varsa, yaşadığınız her an – kahvaltı da hazırlasanız, araba da sürseniz, bahçeyi de sulasanız – mutlu bir an olabilir.
Derin bir ilişkide, partnerinizle aranızda bir sınır yoktur. Siz o’sunuzdur, o da siz. Sizin acınız onun acısıdır. Mutluluk ve acı artık kişisel meseleler değildir. Artık “Bu senin problemin.” gibi bir şey hissedemezsiniz.
Dört ana elemente yardım eden iki element de saygı ve güvendir. Birini sevdiğinizde, ilişkide saygı ve güven vardır. Güven olmayan sevgi, henüz sevgi değildir. Öncelikle kendinize güvenmeli ve saygı duymalısınız. İyi ve merhametli bir doğanız olduğuna güvenin. Gerçek sevgi, hem kendinize hem karşınızdakine güvenip saygı duymadan var olamaz.
Bu saygı ve güveni yaratacak şey ise karşınızdakini dinlemektir. Bu hepimize milyon kez büyüklerimiz, öğretmenlerimiz, psikologlar, terapistler tarafından söylenmiştir, bu yüzden bağışıklık kazanmış olabiliriz. Ama yine de zarif ve şiirsel dille söylendiğinde belki ruhunuza ulaşabilir:
Birini nasıl seveceğimizi anlamak için, onu anlamamız gerekir. Anlamak için de, dinlememiz gerekir.
Birini sevdiğinizde, o kişiyi rahatlatabilmeli ve acısını dindirebilmelisiniz. Bu bir sanattır. Eğer o kişinin acılarının kökünü anlayamazsanız, yardımcı olamazsınız, tıpkı bir doktorun sebebini bilmeden hastalığınızı iyileştiremeyeceği gibi.
Daha çok anladıkça, daha çok seversiniz, daha çok sevdikçe, daha çok anlarsınız. Bu, bir gerçekliğin iki yüzüdür.
Bir ilişkide, partnerinizle beraber var olduğunuzu görebilirseniz, onun acısının sizin acınız, onun mutluluğunun sizin mutluluğunuz olduğunu fark edeceksiniz. Bu bakış açısıyla, farklı konuşup, farklı davranacaksınız. Sırf bu bile, çok fazla acıyı dindirebilir.
Efsanevi Zen hocası D.T Suzuki’nin akıllara kazınmış “içinde yaşadığımız ego kabuğu, büyüyüp aşması en zor şeydir.” aforizmasını destekleyen “Ben” anlayışının, karşılıklı anlaşılmanın nasıl önüne geçtiğini açıklıyor:
Çoğunlukla, “Seni seviyorum” dediğimizde, sevme işini yapan “Ben” kişisine odaklanırız. Bunun sebebi benlik algısına takıldığımız içindir. Bir benliğimiz olduğuna inanırız. Aslında bireysel bir benliğimiz yoktur. Bir çiçeği çiçek yapan şeyler çiçek olmayan şeylerdir, klorofil, su ve güneş ışığı gibi. Çiçekten çiçek olmayan her şeyi çıkarırsak, geriye çiçek kalmaz. Bir çiçek tek başına var olamaz. Sadece bizimle beraber var olabilir. İnsanlar da böyledir. Kendi başımıza var olamayız.

Ses frekansı..

Sesin sırrını bilen, evrenin sırrını da bilir.
__"Tarih boyunca dinî öğretiler ve gizli dinî ilimlerin çoğu zaman ses, söz,harf ve sayı sembolizmi üzerinde kurulması dikkati çekmektedir
Sesin evren ve insanın yaratılışında yaratıcı güç olarak varoluşu Hermetik metinlerde, Hintlilerin kutsal kitaplarında, antik felsefede, semavî kitaplarda göze çarpmaktadır. İslamî tasavvuf şiirinde de ses nefes ve ruh ilişkisi çok yaygın bir motiftir.
Mistisizmde ses, söz, harf ve sayıların kökeninin adeta gayb âlemiyle ilişkilendirilmesi gözlemlenmektedir 
ve her şeyin – evren ve insanın yaratılışının
ses veya sözün aracılığıyla ortaya çıkması belirtilir.
Semavî kitaplardan İncil’de de 
söz mistisizminin açık ifadesine 
ve sözün Tanrısal menşeli olmasına ilişkin fikre rastlıyoruz:
“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı.
Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. 
Her şey O’nun aracılığıyla var oldu,
var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı. 
Yaşam O’ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı.
Işık karanlıkta parlar ve karanlık onu alt edememiştir… 
Söz insan olup aramızda yaşadı.”
Yuhanna’nın İncil’inin kelamın ali makamının tasviriyle başlayan 
bu ilk cümleleri ilmî edebiyatta 
Hurufiliğin düşünce kaynaklarından sayılmaktadır.
“Bil ki kelamın bütün esrarı kelimede, 
kelimenin bütün esrarı harflerdedir.
Harfler, Elif’te yer alır. “Elif” ise noktadır. 
O halda nokta bütün bunların esasıdır”
Sözün yalnız ilkin sebep değil, mistik kaynaklı olmasıyla ilgili konulara üstü kapalı şekilde Kur’an’da da işaretler vardır:
“O, arzusuna göre de konuşmaz.” (Necm, 53/3)
Hadislerden birinde denilir: 
“Gerçekten de söz söyleyişte büyü vardır”.
Mistisizm tarihiyle ilgili kaynak ve araştırmalardan mistisizmde sesin adeta söz değerinde olması belli olmaktadır.
Eski Yunanlarda söz (“logos”) 
aynı zamanda “fikir”, “akıl” vs. idi.
Söz ve tefekkür birliğini sofistler ve stoikler de savunurlardı.
Mitopoetik düşüncede
söz sahibi Tanrısal âlemle bu âlem arasında bir aracı, köprüdür.
Çünkü söz
yükü taşımaktadır.
Söz sıkı surette hem insan düşüncesiyle bağlıdır, 
hem de gayri insani bir düzen ve orantını yansıtıyor.
 yaradılış sürecinin beyanında tarihin bütün dönemlerinde bütün mistikler, bütün peygamberler ve dünyanın bütün düşünürleri birinci yeri sese vermişlerdir.
sesin sadece boş, hiç bir anlam ifade etmeyen ses değil, 
somut bir bilgiyi belirten,
manaya malik bir ses-söz olmasıdır.
Genellikle mistisizmde çoğu zaman
söz mahiyet olarak, 
ses ise tezahür olarak gözükür.
Ses her hangi bir varlığın tezahür şeklidir 
ve varoluşunun göstergesidir.
Söz konusu mistisizmde
sesin tüm şekilleri – aktif ve pasif varyantları da 
dikkate alınmaktadır.
Böyle ki, bu mistisizm insana özgü ses, söz, konuşma ve konuşmama (dilsizlik dili), net ifade ve karışık nutuk, evrende mevcut olan duyulan ve duyulmayan sesler
, renk, ışık ve müziği çevrelemektedir.
Matematik, müzik ve ses mistisizmini 
mantık ve gizemli ilimler aracılığıyla sentez eden 
Pisagor’un öğretisi bunun belirgin örneğidir.
Pisagor “Kutsal söz”adlı kitabında 
bu kutsal ilmin teorik esasını belirtti.
Bu da çok ilginçtir ki, ilk mistik, 
Tanrısal ve insansal özelliklerin sentezi olarak algılanan Hermes’e
değişik geleneklerde çeşit çeşit ad ve fonksiyonlar verilse de, 
onun birkaç özelliği değişmez olarak kalmaktadır. 
Bunlardan biri de onun söz ve müzikle ilişkisidir...


Yaratıcı..

"Sevilen aslında daima Tanrı’dır, aşk ise tapınağındır. Neye aşk duyarsan duy, kime sevdalanırsan sevdalan, aslen aradığın Tanrı’dır. Gerçek sevgili’nin O olduğunu bilmeden arayışının yönü hep O’nadır. İçindeki aşktan dolayı, aşk için gözünden yaşlar dökülürse pek âlâdır.. O göz yaşları bil ki duadır! Göz yaşların, ettiğin bütün dualardan daha gerçek duadır. Çünkü gerçek dua;, arzuların, taleplerin değil; içindeki coşkunun frekansıdır. Dua, gerçek yaşamdır, OLMAK’tır."


1 Ocak 2018 Pazartesi

Tengri.


Çokça bilindiği gibi , Ezoterizmde 10 Makrokozmosun sayısı iken 
Mikrokozmozu ifade eden 5 sayısıdır 
ve bu 5 teki dişi 2 sayısı yerin, eril 3 de göğün simgesidir.
Ruhsal olarak gökyüzüne, maddesel (bedensel) olarak yeryüzüne ait olan yani bu iki unsuru bir arada bulunduran İnsan da  
rakamsal olarak hep 5 ile ilişkilendirilmiştir. 
Beş Merkezilik sembolü olarak yer ile göğün evliliğini temsil etmiş
ve Tanrı'nın insan aracığıyla kendini maddede tezahür ettirmesi 
olarak da yorumlanmış. 

Gök ifadesi üç sayısı, ‚Bir‛in simgesi Kozmik Tanrı/Gök’tür. 

İki ise Yer-Toprak şeklinde vuku bulmuş 

ve bu iki unsurun birleşmesiyle Yer ve Gök birliği sağlanmıştır. 

Bu özellik,Taoizm’de de açıkça dile getirilmiştir. 
Taoizmde de insan yere , yer göğe, gök de Tao'ya aittir.

Arşetipik tezahür olarak Kosmosun simgesi olan 
Ağaç gibi...

Zira Yer ile göğün 
ağacın gövdesinde de birleşimi söz konusu olduğundan 
kökleri yerde, dalları gökte olan ağaç 
yer ile gök arasında kurulan ilişkinin de simgesi.. 

Yedi dallı olan bu ağaçta 
yine yedi motifinin, 
bütünlüğün, gök ile yerin uyumunun ve düzenin sembolü olması gibi...


4 elementin temeli..

"Her şey birbiriyle ilişkilidir. Gök ve yer, hava ve su
Her şey ancak bir şeydir; ne iki ne üç, ancak bir. 
Birlikte olmadıkları yerde, yalnızca tamamlanmamış bir eser vardır"

Paracelsus

Paracelsus bütün varlıkların ortak bir temeli olduğunu ileri sürmüştür; 

bu temel daha önce ileri sürülen 4 elementin yanı sıra onun materia prima (ilk maddeler) adını verdiği tuz civa ve kükürtten ibaretti. 

Bunlardan cıva ve kükürt İslâm Dünyası'nda transformasyon teorisi kapsamı içinde temel iki element olarak sunulmuştu. 

Bu yedi temel element canlı veya cansız bütün varlığın temel maddesini teşkil ediyordu. Dolayısıyla aslında canlılar ve cansızlar özde farklılık göstermezler; temel yapı olarak aynıdırlar. 

Öyleyse onların fonksiyonları arasında da bir paralellik olmalıdır. 

İşte bu ilkeden hareket eden Paracelsus kimyada kabul ettiğimiz yasa ve ilkelerin aslında canlılar için de geçerli olduğunu savunmuştur. 

Eğer bir canlı belli bir kimyasal yapıya sahipse o taktirdebuna bağlı olarak o yapıda meydana gelecek olan bozukluklar aslında kimyasal kökenli olacaktır ve kimyasal ilkelerle açıklanabilecektir; 

bu durumda yapının düzeltilebilmesi de ancak kimyasal maddelerle mümkündür. İşte bu anlayışa iatrokimya denmiştir. 

Paracelsus modern farmakolojinin de (ilaç bilimi) kurucusu olarak nitelendirilmektedir. Çeşitli kimyasal maddeler üzerinde araştırmalar yapmıştır. Bunların sonucu olmak üzere antimonu bulmuştur ki daha sonra 17. ve 18. yüzyıllarda antimon sık sık iatrokimya görüşlerini destekleyenler tarafından ilaç olarak veya ilaç terkipleri içinde kullanılmıştır; 

bu tip ilaçlara arkana tipi ilaçlar denir. 

Paracelsus'un bazı terimleri Arapça'dan aldığı söylenir ve buna örnek olarak da alkol terimi gösterilir.

Ruh ve sevgi..

"Ruhun bölünerek bir insan kanalıyla ifade edilmesinin dışında, bir hayvan kanalıyla ifade edildiğini kim belirleyecek? Bu bakımdan hiçbir sorun görmüyorum. 

Bağlantı birleştirici ruhtur, tüm yaşam birdir. 
Sadece hayvanlarla değil yaşam bulunan her şeyle bağınız var.

Sizinle ilişkisi olan tüm hayvanlar, alemimize geldiğinizde sizi karşılayacak ve gerektiği kadar yanınızda kalacaklar, çünkü birey niteliğini kazanmaları için vaktiyle onlara yardım etmiştiniz. Bu nitelik artık kalıcı hale gelecektir. 

İnsan düşünce ve davranışıyla hayvanlara karşı sevgi saçtığı zaman hayvanlar da sevgi saçmaya başlayacaktır. Kutsal Kitabınızda sözü edilen kurtla kuzunun yan yana yatmasının anlamı budur"

31 Aralık 2017 Pazar

Hz. Ali aşk.

“Aşk kıskançlığıyla utanmaz, yüzü pek bir hale geldim;
horlandım, usanca düştüm; huyum kötüleşti…
Hayır hayır; aşktandım, aşka aşığım ben;
Arslanıma şaşılacak bir ceylan oldum gitti.”
İşin ihlasını Hazreti Ali’den öğren! Bil ki, Tanrı arslanı hileden hasetten tamamıyla temizdir.
Hazreti Ali, gazada bir pehlivana galip geldi. Hemen kılıcını çekerek hasmına hücum etti.
Hasmı ise bütün Peygamberlerin, bütün Velilerin iftiharı Cenab-ı Ali’nin yüzüne tükürdü.
O, öyle bir yüze tükürdü ki, ayın yüzü, secde yerine baş koyacağı zaman, o yüzün önünde secde eder.
Onun tükürmesiyle Cenab-ı Ali, derhal elindeki kılıcı yere attı ve başladığı gazadan vazgeçti.
Hasmı, Cenab-ı Ali’nin bu hareketine ve yersiz gösterdiği af ve merhametine hayran oldu.
O mübariz (savaşan) dedi ki:
“Ey kanadı Allah’ın nuru ile parıldayan! Ey Şaha ve Şahın bileğine alışkın olan, Doğan! Bu sırrı açık söyle. Ey Şah-ı Hakiki’nin Anka tutan Doğan’ı! Ey orduları, ordusuz tek başına ezip geçen kahraman! Sen kendin, yüz binlerce ümmetsin. Bu naçiz kul, senin yüksek himmet Doğan’ına avlanmıştır. Açık söyle. Kahır yerinde gösterdiğin bu rahmet nedir? Ejderhaya fırsat elini vermek kimin yoludur? Hangi yiğidin işidir?”
Hakk Kur’an’da: “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah, muhakkak ki, bütün günahları mağfiret eder.” Ayetiyle mademki ümitsizliğin boynunu vurmuştur. Şu halde günah taat gibidir.
Şeytan uğraşır ki, insan bir günah işlesin de, o günah yüzünden kuyuya düşsün.
Şeytan, insanın işlediği günahın taate çevrildiğini görünce; bu an, Şeytan için üzüntülü, mübarek olmaz bir an olur.
Cenab-ı Ali dedi ki: “Ey pehlivan. Beri gel! Ben sana kapı açtım. İçeri gel, ilim şehrine gir. Sen benim yüzüme tükürdün, ben sana hediye verdim. Bana eza edene, ben böyle hediyeler verirsem, bana sol ayağıyla gelenin, muhalefet edenin, önüne nasıl baş korum? Onu hilmimle nasıl karşılarım? Bana karşı vefakar olanlara ise ne vereceğimi, artık sen bundan kıyas et de anla. Bil ki, onlara, ebedi hazineler, zevalsiz mülkler ihsan ederim.” (*)
Senden eyler intişar afaka feyz-i Ahmedi,
Senden almış nur-ı irfanı Efendim, her Velî!
Merhamet et Şahsın, ey rahmeten lil alemin.
Nur-ı Hakk, Sakı-i Kevser, Dinim, İmanım Ali! 
 Zumer Suresi,39.Sure/53.Ayet
Hasan Çıkar Dede – 

Bilincin devinimi..

Gözünüz herşeye hayat verendir . Varoluştaki her molekülün ardında farkındalık (awareness) olmalıdır . Aksi takdirde evren , hareketsiz gazların ve sönmüş yıldızların tesadüfi bir dönüşü ; yaradılışın ilk tohumu için çırpınan bir boşluk olurdu. 
Zeka olmadan hayat olmaz, sadece hareket olur. 
Pencereden dışarıya her bakışınızla, hayatın tohumunu yaradılışa bırakırsınız. 

Rüya görürken hatta rüyasız uykuda bile , tanık uyumaz . İşte bu yüzden tanığın görmek için gözlere ihtiyacı yoktur. 
Bu çok sihirli birşey gibi görünür . Göz , görmenin temel organı değil midir ? Göreli dünyada görebildiğimiz , duyabildiğimiz , dokunabildiğimiz herşeyin temeli ENERJİ VE BİLGİYE dayanır . Her atom bu iki öğeye ayrılabilir . Hayatın bu muhteşem düzenini sağlamak için başka bir güce ihtiyaç vardır , ZEKA . Zeka evreni bir arada tutan zamktır. Kişi kendi iç gözüyle " bu zekanın ta kendisi " olduğunu bilir . En derin anlamıyla görme , uykudayken , rüya görüyorken de gerçekleşebilir .Çünkü görmek demek evrensel zekanın farkında olmak demektir. Tam bir tanık olduğumuzda herşey anlaşılır.

Eğer dünyayı görünür kılan görme olayı ise , Görmeyi yaratan kim veya nedir ?
Göz birşeyi görmeden önce gözü kim gördü ?
Cevap ; Farkındalıktır.
Gözün ardındaki gören Bilen , bilincin kendisidir. Algılarımızı yaratır ki onlarda çevremizdeki herşeyi yaratabilsin.
Deepah Chopra- Büyücünün Yolu kitabından alıntıdır.