12 Temmuz 2018 Perşembe

Hint inananışında tasavvuf esintileri.

Orta asya ve orta doğu birbirlerine kenetlenmiş zincirler gibi.Felsefede olsun diğer inanışlarda olsun hepsi az da olsa biri  ötekini etkileyip harmanlaştırmıştır.İşte Hint gizemciliğinin önemli kaynaklarından belki de ilk akla gelen Bhagavat Gita, içeriği açısından değerli bir kitaptır. “Rabb’in Ezgisi” manasına gelen Bhagavat Gita, Mahabharata Destanı’ndan bir kesittir ve savaş meydanındaki Arcuna ve Krişna arasındaki diyalogu konu alır. Krişna, cisimlenmiş bir Tanrı olarak Arcuna’ya önemli nasihatlerde bulunmaktadır. Bu yazımızda bu öğütlerin tasavvufla benzerlikleri üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

Tasavvufa meyleden talibe, ilk önce dünyevi istek ve arzulardan el çekmesi, asıl güzelliğin ve lezzetin maneviyat ile mümkün olduğu öğütlenmektedir. Tasavvuf, masivaya ait zevklerin geçici, ilahi sıfattaki zevklerin ise dünyevi zevklere nazaran daha tatmin edici olduğunu öne sürer.

Krişna da benzer şekilde Arcuna’ya şu telkinlerde bulunur:

“Bedenlenmiş ruh, kendini dünyasal zevklerden uzak tutmaya çalışsa da hala onlardan zevk alabilecek durumdadır. Fakat daha yüce zevklerin olduğunu anlayıp tanıyınca, dünyasal zevklere olan eğilimini terk eder.”

Başlangıçta anlaşılması güç olan bu telkini, ancak belli deneyimlerden sonra anlamak mümkün olacaktır. Alışma sürecinde tüm ibadetler yorucu ve (bedene ve nefse) ağır gelse de zaman geçtikçe istekle yapılan bu ibadetler, manevi hazzın artarak devam ettiği ritüellere dönüşecektir. Oysa bunlara hiç ilgi duymayan kişiler, en ufak dünyevi bir zorlukta bıkkınlık ve bunalım evresine girerler.

“Maddesel zevk ve zenginliğe bağlanmış olanların şuurları, bu tür şeylerle karmakarışıktır. Onlar, en yüksek tanrısal katlara uygun şekilde çalışamazlar. Özveriyle yoğunlaşarak asla kesin kararlar veremezler.”

İnsan, ne zaman ikileme düşüp bir karar vermek zorunda kalsa, diğer olasılık ile kafası bulanmaktadır. Hiçbir kararında emin ve sabit değildir. Oysa tasavvufun önerdiği “İbn’ül Vakt”ı ve “vahdet-i vücut”u idrak edebilse bu kaygılardan sıyrılacaktır.

“Tıpkı bir kaplumbağanın, başını ve ayaklarını kabuğunun içine çekmesi gibi kişi de duyularını, algılanabilecek objelerden (geri) çekiyorsa, sarsılmaz (bir ruh halinde), mükemmel bir şuur düzeyindedir demektir.” 

Krişna’nın da söylediği bu şuur düzeyi ancak tasavvuf ile mümkündür. An’ı anlamak ve yaşamak, yani “ibn’ül vakt” olmak, normal insanlardan biraz daha fazla şuura sahip olmak ile zaman sorunsalının devre dışı bırakılmasını sağlar ki, bu da yaratıcıya tam teslimiyeti şart koşar. Her şeyin en hayırlısını bilen Yaratıcı, şüphesiz kuluna da ihtiyacı doğrultusunda bir yaşantı sunacaktır. Öncesi ve sonrası düşünülmeyen bir hayat mümkündür.

“Zevk ve acının kaynağı maddesel duyularla temas halinde bulunanların başlangıcı ve sonu vardır, ey Kunti’nin oğlu! Akıllı kişiler, başlangıcı ve sonu olan şeylerle mutlu olamazlar.”

Başlangıç ve son olan bir zaman doğrusal ilerleyen bir zamandır. İbn’ül Vakt olan kimse için doğrusal bir zaman yoktur. O’nun için dairesel bir zaman vardır dolayısıyla başlangıcı ve sonu yoktur. Dairesel zaman “sonsuz an”dır. Daire, mükemmel bir geometrik şekil olması hasebiyle zaman noktasında da mükemmelliği işaret etmektedir. En ideal yaşanılabilecek zaman şekli dairesel olandır. Başlangıcı ve sonu olan zamanda yaşayan insanlar, bir başlangıcın ve sonun kaygısı ile hareket ederler. özellikle ‘son’ olarak kabul edilen ölümü bekleyenler için hayat pek de mutluluk verici olmayacaktır.

İbn’ül Vakt kadar tasavvuf için önemli olan diğer bir konu ise Vahdet-i Vücut felsefesidir. Bu felsefenin en önemli temsilcisi İbn-i Arabî’dir. Tüm kainatın, Yaratıcının bir yansıması olduğunu ele alan bu felsefe, insanın da tanrısal töze sahip olduğunu söylemektedir.

Benzer sözleri Krişna’nın da ifade ettiğini söylemek mümkün:

“Ben, tezahür etmemiş halimle (ayvakta-murtina) içine giriştiğim bütün kozmik evrendeki canlıları kapsarım; onlar beni kapsayamazlar.”

“Ene’l Hak” lafzına bir işaret olduğunu düşünmemek elde değil. Vahdet-i Vücut, tam olarak bunu söyler: Her şeyi kapsayan yaratıcıdır lakin onun üzerinde başka bir kapsayıcı yoktur.

 “Tanrısal şuurla hareket eden, gerçeği bilen (ona erişmiş) bir kişi; görürken, duyarken, dokunurken, koklarken, tadarken, hayal kurarken (görürken), nefes alırken, asla “ben yapıyorum” diye düşünmez.”

Yüksek bir şuur ile kendisini Hakk’ta eritmiş olan kimsenin kendiliğinden hareket etmesi mümkün olabilir mi? Güzeller güzeli Hz.Muhammed’in Hakk ile vahiy iletişimini sağlamasının başlıca sebebi, peygamberin daha risalet gelmeden aşk ile ibadet ediyor olmasındandır. Tüm benliği ile ona yönelmiş olması, şuur düzeyinin çok ileride olmasını mümkün kılmıştır. Ondandır ki şu ayet nazil olmuştur:“Siz öldürmediniz onları, Allah öldürdü onları. Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı. İnananları kendisinden güzel bir imtihanla denemek için yaptı bunu. Allah; işitendir, bilendir.” Enfal/17

Tasavvufi bir akım olan Hurufilik, insan bedenine çok ilgi göstermiş ve insan bedenini bir şehre benzetmiştir. On iki kapılı şehir olarak tanımlaması da yedisi başta, beşi vücutta olan yedi delikten dolayıdır. Vücuttaki üç delik faal olmadığından Krişna, kapı sayısını dokuz olarak belirtmektedir.

“Bedenlenmiş canlı, ilkel doğasına (beş duyusuna) hükmederse ve tüm faaliyetlerini şuurunda yadsırsa, dokuz kapılı şehrinde (maddesel bedenin içinde) mutlu yaşar. O, ne faaliyette bulunandır ne de faaliyetin nedenidir (başlatıcısıdır).”

Yaratıcıya ulaşmanın ve kamil insan olmanın yegane yolu, kendi vücudunu tanımaktan geçer. Sadece fiziki beden değil, ruhun ve nefsin de tanınması gerekmektedir. Kişi, tüm bedenini egosu ile değil ruhu ile yönetmeye başlarsa sonsuz mutluluğa sahip olacaktır. Kendini kontrol edebilmek demek, Hakk’ın kendisinde zuhur etmesi demektir ki bu nokta “Ene’l Hak” noktasıdır.

“Bedenlenmiş canlı, maddesel bedenine bağlı üç ifade şeklinin ötesine geçmeyi başarırsa; doğum, ölüm, yaşlılık ve onun neden olduğu çeşitli acılardan kurtularak, (daha ölmeden) ölümsüzlük öz suyundan içer.”

Tasavvufun yegane düsturlarından biri de “ölmeden evvel ölmek”tir.. Tüm dünyevi kaygılardan kurtularak, duygularını öldüren kimse, ölmeden evvel ölmüş ve bu dünyada hesabını vermiştir. Bu kişide yok olan tüm kaygılar, kaygı ve strese dayalı yaşlılık ve hastalık gibi problemleri ortadan kaldırmış olur. Vücudu etkilediğine inanılan ‘yedi çakra’nın açılması ile vücudun tüm sorunları (hastalık vs.) ortadan kalktığından vücut, performansından bir şey kaybetmeyecektir.

Son söz:
Nerede, ne zaman, hangi dilde yazılmış veya anlatılmış olursa olsun, tüm felsefe ve inançların amacı, kamil ve erdemli bir insan yaratmaya çalışmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder