17 Haziran 2019 Pazartesi

mevlana

Mevlana’nın konuşması ağaçların hafif bir rüzgar karşısında kıpırdanması kadar yumuşak, sözleri gösterişten uzak ve zarif, kalabalığa kaçmadan sade olmalarına karşın Şems’e bir devenin homurdanması gibi geliyordu.
Kulaklarını kapamayı denediyse de o güzel ağzın açılıp kapanışı onu iyice çileden çıkardı. Sonunda artık dayanamadı.
Ayağa kalkıp Mevlana’nın önünde dizili duran kitapları işaret ederek “bunlar nedir” diye kullanılmamaktan çatlamış sesiyle sordu.
Mevlana bakışlarını çinili kubbeden bu küstah yabancıya doğru indirdi. İki müridi kalkıp bu dilenciyi dışarı atmak için hareketlendiler ama Mevlana onları durdurdu.
– Sen anlayamazsın, dedi Şems.
Yarı acıyla, yarı iğrenmeyle söylendi.
Mevlana’ya yaklaştığında endişelenenlerin sesleri yükseldi. Bir an durdu, sonra kitapları masanın üzerinden alıp koltuğunun altına yerleştirdi ve dönüp Mevlana’nın önündeki havuza doğru ilerledi.
Şems havuza girip de paha biçilemez kitapları birer birer suya bırakınca, Mevlana “Bu ne!” diye bağırdı.
– Sen anlayamazsın, diye cevap verdi Şems.
-Dikkat et yabancı! Elinde paha biçilemez hazineler tutuyorsun. Altın, varak ve parşömen onların en değersiz yanlarıdır.
Ancak Şems onu dikkate almadı. Kitapları suya bıraktı. Topluluktan gelen bir gürleme sesiyle beraber 3 kişi suya atlayıp kitapları Şems’in elinden almak için itişmeye başladılar.
Ama Mevlana’nın haykırışı onları durdurdu.
– Bu adamın bir deli olduğunu düşünmüştüm ama şimdi görüyorum ki esas çıldırmış olan sizsiniz. Burası kutsal bir mekan, kavga edip tartışabileceğiniz bir pazar yeri değil.
Müritleri havuzdan çıkıp Şems’i yalnız bıraktılar.
– Güzel konuştun Mevlana, dedi derviş.
Havuz kitaplardan akan mürekkeple maviye boyanmıştı. Şimdiden sayfalardan bazıları ciltlerinden ayrılmış suda yüzüyorlardı.
Mevlana harap olmuş kitaplara bakıp kendisi için ne kadar değerli olduğunu düşününce gözlerinden yaşlar boşandı. Allah’a ulaşan merdivenin özenle, yıllarca acı çekişle, çabayla şekillenmiş basamaklarıydılar.
Mevlana’nın akan yaşları Şems’i kendine getirdi ve kalbi yumuşadı.
– Bunlardan hangisi senin için en değerlisi?
Cevap vermekte aciz kalan Mevlana başını salladı.
Şems durup kitaplardan birini sudan aldı.
– Attar’ın kendi elleriyle sana vermiş olduğu Esrarname’mi? deyip kitabı ona uzattı.
Mevlana yutkundu. Kitap kupkuruydu, üzerindeki tozlar bile duruyordu sanki raftan yeni alınmış gibi.
– Belki de üzerinde o kadar uzun zaman incelikle çalıştığın Maarif’tir.
Mevlana kitabı eline aldı. O da kuruydu.
– Mucize! diye bağırdı biri.
Mevlana gözleri yabancıya dikili öylece kalakaldı.
– Ermişliğe giden iki yol vardır., dedi Şems.
Kitapları işaret ederek “biri uzun yol” deyip ardından da “ biri de kısa yol” diye ekledi.
– Neymiş o kısa yolun adı? diye sordu Mevlana.
– Sevginin yolu, dedi Şems.
Mevlana sordu;
– Peki ben nasıl öğrenebilirim o yolda yürümeyi?
– Sevgi ders alınarak öğrenilmez, dedi Şems.
– Sen yakılmayı bekleyen bir lambasın, ben de alevim. Artık kitapları bırakıp benimle gelme zamanıdır.
İşte her şey böyle başladı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder