17 Haziran 2018 Pazar
Sevmek sanattır
16 Haziran 2018 Cumartesi
Güneş ve gecenin ışığı Ay.
GALAKSİİMİZİN KARDEŞLERİ:GÜNEŞİN VE AYIN BULUŞMASI
Güneş canlılığın simgesidir.
İnsan bedeninde Pingala enerjisi kanalı güneşi temsil etmektedir.
Ay, zihinsel güç simgesidir.
İnsan bedeninde İda enerjisi kanalı Ayı temsil etmektedir.
Ay Enerjisi ile Bağlantı tekniğinin sürekli uygulanması ile İda Nadi kanalının aktivesi düzene girer.
İda Nadi kanalının düzenli çalışması ile zihinsel konsantrasyon gücünü artırır.
Ay Enerjisi İda Nadi kanalından akmaktadır. Bu enerjinin serin, gevşetici ve yaratıcı özellikleri vardır. İda, bilinci etkileyen gevşetici, içe dönük, yumuşak ve zihinsel bir güçtür.
Güneş Enerjisi ile Bağlantı üç elementten oluşmaktadır: Form, enerji ve ritim.
On iki duruş yaşam enerjisini çoğaltarak bedenin enerjisel alanını aktifleştirmektedir. Duruşların düzenli ve ritmli ardıllıkla yapılması evrenin ritimlerini, günün yirmi dört saatini, yılın on iki Güneş fazını ve bedenin biyoritimlerini yansıtmaktadır.
Bu form ve ritmin beden/zihin kompleksine uygulanması daha dolu ve daha
Güneş Enerjisi ile Bağlantı tekniği endokrin, dolaşım, solunum ve sindirim sistemleri dahil, bedenin bütün sistemlerini canlandırmakta ve dengelemektedir.
Bu uygulama epifiz bezi ve hipotalamusu etkileyerek epifiz dejenerasyonu ve kireçlenmesini önlemektedir.
Nefes alışverişlerinin bu teknikte uygulanan fiziksel hareketlerle senkronize edilmesi bireyin derin ve ritmik solumasını garantiye almaktadır.
Bu uygulama akciğerlerden aktif bir şekilde karbondioksit attırarak, onları bol miktarda oksijenle doldurmakta ve bol oksijenli kanı da beyne yönlendirerek zihinsel berraklığı arttırmaktadır.
Bütün Tao bilimi Ay merkezini tümüyle işlevsel hale getirmek içindir. Yoga, güneş enerjisini, vücudun içine sokmaya çalışır.
Yoga bir Güneş metodudur.
Tao ve Tantra ay metotlarıdır, ama yapılan iş aynıdır.
Tüm Yoga egzersizleri, Güneş enerjisini Ay’a doğru yönlendirmek içindir ve tüm Tao ve Tantra egzersizleri Ay’ı daha manyetik hale getirmek içindir ki, Güneş tarafından yaratılan tüm enerjiyi çeksin ve onu dönüştürsün.
Bir erkek gençken Güneş’e bağlıdır. Yaşlandığında Ay’a bağlı hale gelir. Kadın gençken Ay’a bağlıdır, yaşlandığında Güneş’e bağlı hale gelir.
Her iki enerji de farklı yollardan işleyiş gösterirler.
Kim olduğunu bilmediğin sürece gerçekte onun bütünlüğü içinde hangi cinsiyet olduğunu bilmezsin.
Güneş ile Ay enerjisi arasında bir denge tutturamadığın sürece ileri gidemezsin
Yoga, insanı yedi katmana, yedi adıma, yedi merkeze ayırır: İlk mooladhara, cinsellik merkezi, Güneş merkezi ve sonuncusu, yedincisi sahasrara, Tanrı merkezi olarak adlandırılır.
Yalnızca Güneş kısmı biliniyor. Ay kısmı bile henüz bilinmiyor. Psikoloji, dişil enerji için henüz yeterince gelişmemiştir.
Freud, Adler, Jung, hemen her şeyde erkeğe odaklandılar. Kadın hâlâ
keşfedilmemiş bir bölgedir. Ay merkezi bile hâlâ bilinmiyor.
Jung birkaç pırıltı yakalamıştır. Freud tamamen Güneş odaklı kalmıştır.
Jung, çok tereddüt ederek biraz Ay’a yönelmiştir. Çünkü zihni tamamen bilimsel şekilde eğitilmiştir.
Ay’a yönelmek bilimden tamamen farklıdır. Ay’a yönelmek efsane dünyasında, şiir dünyasında, hayal gücü dünyasında ilerlemektir.
Freud, güneş odaklıdır, Jung birazcık Ay’a yönelmiştir. Freud’un öğrencisi olan Jung’a bu kadar öfke duymasının nedeni budur.
Freud psikolojisi Güneş psikolojisidir. Robert Assagioli adında bir adam var. Onun psikolojisi Güneş ve Ay’ın sentezidir, ama sadece başlangıcı. Psikolojisini “psikosentez” olarak adlandırır.
Analiz, Güneş’ten gelir, sentez Ay’dan
Ay psikolojisi senteze, Güneş psikolojisi analitik incelemeye, tartışmaya, kanıtlamaya dayalıdır. Ancak daha yüksek ruhbilimleri de vardır. “Buda ruhbilimi” güneş, artı Ay artı “ötesidir”.
Sahasrara başının tepesinin hemen altındadır. Kafandaki, görünmez bir kapıdır. Cinsel organların, mooladhara’ya açılan gizli kapılar olması, bu gizli kapılardan doğaya, hayata, görünene, maddeye inmen gibi, aynı bu şekilde başının tepesinden de çalışmayan bir organ var. Başka bir gizli kapı. Oraya enerji gittiğinde kapı açılır, oradan doğaüstüyle iletişim kurabilirsin.
Güneş ve Ay’ın buluşması, enerjini başına çıkarır. Anima ya da animus’un
buluşması da içindeki dişinin ve erkeğin buluşması da içsel bir orgazm olarak nitelendirilir.
Sol burun deliği Ay merkeziyle, sağ burun deliğin Güneş merkezinle ilintilidir.
Ay’ın iyileştirebileceği hastalıklar ve Güneş’in iyileştirebileceği hastalıklar vardır. Tam olarak bilirse insan solunum yoluyla iyileştirilebilir. Fakat modern tıp henüz bu gerçeğin farkında varmadı.
Nefes alış verişin sürekli değişir. Ruh halinin bu kadar sık değişmesinin edeni budur. Elini burnuna yaklaşır ve hisset. Solunum soldan sağa değişmiş olmalı.
Unutma, tüm beden bölünmüştür. Beyin dahi iki bedene ayrılmış. Bir beyin yok, iki beyin var.
İki yarıküre. Beyninin sol tarafı Güneş’e, sağ tarafı Ay’a aittir.
Her şeyin solu Ay’da ama beynin sol tarafı vücudunun sağ tarafıyla ilintilidir. Çapraz.
Beyninin sağ tarafı hayal gücünün, şiirin, sevginin ve sezginin merkezidir. Sol yanı ise aklın, mantığın, düşüncenin, felsefenin, bilimin merkezidir.
Sahasrara’ya arı bilinç olarak ulaşması gerek – tek, bütün, tam.
Güneş akıldır, Ay sezgi. İkisini de aştığın zaman pratibha gelir. Pratibha sezgi aracılığıyla her şeyin bilgisidir. Sezgiye neden diye soramazsın sezgide, “çünkü” yoktur. Ani bir açıklık, şimşek çakmış ve bir şey görmüşsün, sonra yok olmuş ve nasıl olduğunu bilmiyorsun ama olmuş ve bir şey görmüşsün gibi.
Tüm ilkel topluluklar sezgicidir, bütün kadınlar sezgicidir. Bütün
çocuklar sezgicidir, bütün şairler sezgicidir.
Prathiba, enerjinin, aklın ve sezginin oluşturduğu ikilemin ötesine geçtiği andır. Sezgi, aklın ötesinde, prathiba ikisinin de ötesindedir.
İçinde bir sentez yapman gerek
Yoga terminolojisinde, fiziksel kalbin tam arkasında hakiki kalp vardır, gizlidir. Eşzamanlıdırlar ama birbirlerini etkilemezler. Bu kalp yalnızca zirveye ulaşıldığı zaman bilinebilir.
İçinde tüm sesler sustuğunda, daima orada olan sesi duyarsın, yaratılışa ait olan, varoluşun kendisi olan sesi –sessizliğin, dinginliğin sesini.
Kalbe, ana hata çakra denir. Daima bir sesin çıkarıldığı yer. Hiçbir zıtlık olmaksızın sonsuz bir ses.
Hindular bu sesin aumkar –aum– olarak adlandırılmıştır.
Bütün sistemi mahvediyor..Mutlaka doktora danışın test yaptırın.
DÜNYAYI TEHDİT EDEN MANTAR ; CANDİDA
.
CANDİDA MANTARININ ÇOĞALDIĞINI GÖSTEREN BELİRTİLER
1 - Kadınlarda genital bölgede kaşıntı ve akıntılar, sık mesane enfeksiyonu, erkeklerde prostatit
2 - Giderek artan nefes darlığı, astım nöbetleri (mantarın akciğere bulaştığının göstergesidir)
3 - Bağışıklık sisteminde zayıflama, buna bağlı enfeksiyon artışı
4 - Sürekli tekrarlayan düzensiz burun tıkanıklığı, alerjik rinit
5 - Mide asidinin azalmasına bağlı oluşan hazımsızlık
6 - Mantara bağlı mikotoksin zehirlenmesiyle migren, panik atak davranışlar ve sinirlilik hali
7 - Sık tekrarlayan ve değişen kabızlık veya ishal durumu
8 - Genel enerji düşüklüğüne bağlı cinsel istekte azalma
9 - Akne, sivilce artışı, saç dökülmesi ve saçlarda yağlanma
10 - Ayak-el tırnaklarında ve kasıkta mantarın varlığı
11 - Depresif bir hal ve uyuşukluk, konsantre olamama, unutkanlık
12 - Sindirim sorunları ve sık gaz oluşumu
13 - Mantarın bağırsaktaki şekeri tüketmesiyle artan şeker isteği buna bağlı karbonhidrat veya mayalanmış gıdalara aşırı istek duyma
14 - Karındaki gazın diyafram kasını akciğerlere iterek baskı sonucu oluşan nefes darlığı
15 - Dilde ve dişte yapışkan beyaz tabakalar
16 - Alkol kullanılmadığı halde ağızda alkol kokusu
17 - Alerjik astım, egzema, polen alerjileri ve yoğun kaşıntılar
18 - Eklem ve kas ağrıları fibromiyalji (yumuşak doku romatizması)
19 - Kalpte sıkışma hissi
20 - Mantarın pankreas ve safra karaciğer enzimlerini azaltmasıyla birlikte sindirimin eksik olmasına bağlı olarak gaitada yağlanma, ağır koku ve sindirilmemiş yapılar.
CANDİDA MANTARININ OLUŞUMUNA ZEMİN HAZIRLAYAN ETKENLER;
1- Güçlü bir antibiyotik veya kortizon kullanmış olmak
2- Katkı maddeli ve işlenmiş hazır gıdaların kullanılması, fast food
3- Uzun dönemli anti asit ilaç kullanımı
4- Whey protein gibi hazır sporcu içecekleri kullanımı
5- Doğum kontrol hapları, erkeklerde steroid kullanımı
6- Hepatit ve AIDS gibi hastalıkların varlığı
7- Tip 1 ve Tip 2 diyabet hastası olmak
8- Bağışıklık sistemi zayıflıkları (Aids, Ms gibi)
9- Uzun yıllar klorlu su içilmesi 1
10- Ağır metallere bağlı bağışıklık sistemi yetersizliği (örneğin civalı amalgam diş dolguları
11- Yoğun et tüketimine bağlı parazit aktivitesiyle gelişen mantar
12- Uyuşturucu kullanımıyla gelişen sindirim bozukluğuna bağlı mantar gelişimi
13 -Yoğun küf barındıran ortamlar da yaşamış olmak. Eski kitaplar, eski yatak ve eski halı ve mobilyalar yoğun küf barındırır ve bağırsak florasını bozabilir. Özellikle bazı astım türlerinim oluşmasının en büyük sebebi kapalı ve küflü ortamlarda yaşamaktır.
14- Kimyasal temizlik ürünlerine maruz kalmayla oluşan bağışıklık sistemi sorunları (örn; çamaşır suyu, sıvı sabunlar,bulaşık kremleri vs)
15- Sezaryen doğuma bağlı bebeklik çağından itibaren bağırsak florasının sağlıksız olması
16-Yoğun stres (Stresin yoğunluğu hücre içi iyon kanallarının işleyişini bozarak her türlü kronik hastalığa yol açabilir)
17- B 12 eksikliğine bağlı sindirim bozukluğu tek başına candida hastalığına yol açabilmektedir.
.
.
Nasıl oluyor da kronik sindirim sistemi hastalıklarına yol açabiliyor ?
.
Çok detaylı bir konu olmakla birlikte özetlersek mantar;ince bağırsaktaki un, karbonhidrat, şekeri etil ve metil alkol gibi çok zehirli kimyasallara dönüştürür.
.
Kana karışan bu kimyasallarla organizma içten içe zehirlenmeye başlar ve zamanla durum daha da ağırlaşır.
.
Mantar çoğaldıkça doğal faydalı bakterileri kolonisinin azalmasıyla besinler uygun şekilde yeteri kadar sindirilemez.
.
Sindirimdeki bozukluk bedenin esansiyel mineral ve vitaminlerden faydalanmasını engellemektedir.
.
Mantarın şekeri kullanmasıyla ortaya çıkan toksik yapılar endokrin hormon sistemini bozarak, astıma ,burun tıkanıklıklarına,mide ve safra salgılarının zayıflamasına, sindirim güçlüğüne,bağışıklık sistemi hastalıklarına ve alerjiye yol açar.
.
Mantarın ürettiği toksik maddeler beyin fonksiyonlarını bozarak sersemlik, baş dönmesi, unutkanlık, depresyon, uyku bozuklukları gibi farklı şikayetleri yol açabilmektedir.
.
Candida Mantarı tarafından salgılanan gliotoksin hormonu vücudun bağışıklık sistemini bozarak zamanla kısır bir döngüye yol açar.
.
Bu durum da mantar enfeksiyonu kronik bir hal alarak tüm bedene yayılır.
.
Candidanın salgıladığı Asetaldehid maddesi kırmızı kan hücrelerin işlevini bozarak dokulara oksijen taşınmasını azaltır bu durumda beyinde ve özellikle dalakta problemler oluşur.
15 Haziran 2018 Cuma
ZEHİR !!!!
YEŞİL DEVRİM DEDİLER...
DÜNYANIN EN KARANLIK ÇAĞI BAŞLAMIŞTIR!
Dünyanın en karanlık para imparatorluğu 1947’de Nelson Rockefeller’in kurduğu Uluslararası Temel Ekonomi Ortaklığı (IBEC) ve dev tarım şirketlerinden Cargill melez mısır tohum çeşitlerini üretmeye başladı. Melez tohumların kendine has kimyasallara, gübrelere ve makinelere ihtiyacı vardı. Bunların satışı da ABD’li tarım şirketlerinin kontrolündeydi. O sıralar amacı modern tarım yöntemlerini uygulayarak ürünü arttırmak ve açlığı azaltmak olan “Yeşil Devrim” Meksika’dan başlayarak, tüm Latin Amerika’ya, ardından da Hindistan ve Asya’ya yayılıyordu.
Yeşil Devrim’in en önemli sonuçlarıysa; zirai zararlılara karşı bağışıklık için kullanılan yeni tür pestisitlerin insan sağlığına olumsuz etkileri, melez türlerin toprağı bozması ve ürünün azalması idi! Ürünü azalan çiftçiler, üreme kapasitesi düşük olan melez tohumları her yıl yeniden almak zorunda kaldı. ‘Devrim’e büyük sulama projeleri eşlik etti. Dünya Bankası yeni barajlar için borçlar verdi; ülkeler borç batağına sürüklendi. İşlerini kaybeden çiftçilerse ABD şirketleri için ucuz işgücüne dönüştü.
1990’lara gelindiğinde “açlıkla mücadeleye kararlı” ABD eliti bu kez de dünyada 2,5 milyar insanın ana besin kaynağı olan pirince göz dikmişti. Filipinler merkezli Rockefeller kuruluşu Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI) Asya’daki bütün önemli pirinç türlerini depoluyordu. İşte o tohumların dörtte üçü Monsanto ve diğer dev şirketlerin laboratuvarlarında genetik olarak değiştirildi ve patentlendi!
Bu çalışmalardan birinin mahsulü “Altın Pirinç” olarak anılıyor. Vücutta A vitamini üreten beta-karoten, pirince turuncu rengini veriyordu. A vitaminli pirinç Asya’da kötü beslenen çocuklara sözde ilaç olacaktı. Hatta Bill Clinton, 1999’da “Altın Pirinç, günde 4 bin kişinin hayatını kurtarabilir” diyordu. Söylenmeyense A vitamininin “hipervitaminozu” yani A vitamini zehirlenmesine yol açabileceğiydi. Bu da beyin dâhil pek çok organa zarar veriyordu.
İsviçreli Syngenta ve ABD’li Monsanto bu pirinci patentledi. Eski bir Syngenta çalışanı Steven Smith, Haziran 2003’teki ölümünden önce şunları söylüyordu: “Size GDO’nun dünyayı besleyeceğini söyleyenlere öyle olmadığını söyleyin. Dünyayı beslemek siyasi ve ekonomik niyet ister, sadece üretim ve dağıtım değil.”
Soya cumhuriyetleri
Artık sıra genetik olarak değiştirilmiş tohumların test edilmesine gelmişti. Bunun için de “arka bahçe” kullanıldı. Önce Arjantin, ardından Meksika, Brezilya, Paraguay.
Arjantin’de 1989’da devlet başkanı olan ABD destekli Carlos Menem’in ekonomik programı Rockefeller ailesi tarafından ABD’de yazıldı ve böylece korumacı piyasanın yerini ithalat rejimi aldı. Arjantin’in borçlarını kapatması için tek çare ise GD soya fasulyesi yetiştirmekti. 1991’de 569 tarla GD mısır, ayçiçeği, pamuk, buğday ve özellikle soya ekimine ayrıldı. 1996’da Monsanto Arjantin’de Roundup Ready (RR) soya fasulyesi tohumlarının dağıtım lisansını aldı. Ve her şey böyle başladı.
GD soya daha az insan gücü gerektiriyordu. Çoğu çiftçi topraklarını terk etmek zorunda kaldı. 2004’e gelindiğinde artık 14 milyon hektar GD soya ekiliydi. Arjantin’in tarımsal çeşitliliği de yok olmuş; 10 yıldan kısa bir sürede mısır, buğday ekili alanlar soya tarlalarına dönüşmüştü. Arjantinli bilim adamı Walter Pengue “Bu yolda gidersek 50 yıl sonra hiçbir şey yetiştiremeyeceğiz” diyordu. Tohum saklama geleneği sona erdirilen çiftçiler, her yıl Monsanto’dan yeni tohum alırken satıştan da kâr payı ya da vergi ödüyorlardı.
Soya dışında kendi gıdasını yetiştiremez durumda kalan Arjantin 2002’deki ekonomik krize de savunmasız yakalandı. Açlık başladı. Ayaklanmalarından korkan hükümet, Monsanto ve soya kullanan ünlü markalar bedava yiyecek dağıtmaya başladı. Arjantinliler artık taze meyve, et, süt, yumurtadan oluşan beslenme biçimlerini soyaya teslim etmişti.
Hükümet, soyadan alınan proteinin etin yerine geçebileceği yönünde propagandaya başladı. Fakat araştırmalar soya sütüyle beslenen bebeklerin daha alerjik olduğunu saptadı. Hatta Rus Bilimler Akdemisi’nden Dr. Irina Ermakova GD soyayla beslenen dişi ve erkeklerden doğan bebek farelerin üç hafta içinde öldüğünü söylüyordu.
Arjantinliler’e söylenmeyen başka bir gerçek de tek yönlü beslenme biçimi olduğunda soyanın kansere varan zararları olduğuydu. Bölgedeki hayvanlar ölüyor, insanlarda da tiroit, solunum sistemi bozuklukları, akciğer ödemleri, deri hastalıkları gelişiyordu. Hatta hormon bozuklukları yüzünden bazı kız çocukları üç yaşında regl olmaya başladı. Soya tarlalarının yakınında yaşayanlar her gübrelemeden sonra şiddetli migren, göz yaşarması, mide bulantısı, eklem ağrıları yaşıyordu. Havadan yapılan ilaçlama yüzünden Arjantin’de Monsanto soyası dışında başka bir şey yetişmez oldu.
“Le Monde Selon Monsanto” (Monsanto’ya Göre Dünya) isimli belgeseli ve kitabı şu sıralar Fransa’da en çok okunanlar listesinde birinci sırada olan Marie-Monique Robin’in Arjantin’in Pampa bölgesiyle ilgili gözlemleri de tabloyu netleştiriyor. Mısır, buğday, hintdarısı, yağlı tohumlar, ayçiçeği, yer fıstığı, soya, sebze ve meyve yetiştirilen bu bölge, nüfusunun 10 katına yetecek kadar üretim yapıyor ve ihraç ediyordu. Taa ki GD soyayla tanışana kadar…
Arjantin’de GD soya ekili alanlar 2000’de 8,3 milyon hektardan 2001’de 9,8’e, 2002’de 11,6’ya, 2007’de 16 milyon hektara ulaştı. Ekili alanlar artarken çiftçilerin sayısı da yüzde 30 azaldı. 1991–2001 arası kapısına kilit vuran çiftçi sayısı 150 bin iken, bunun 103 bini GD soyadan sonra tarlalarını terk etti.
Kaliteli et ve sütleriyle ünlü Arjantin’de süt üretimi 1996’dan 2002’ye kadar yüzde 27 düşünce ilk kez Uruguay’dan süt ithal edildi. Pirinç üretimi yüzde 44, mısır yüzde 26, ayçiçeği yüzde 34, domuz eti üretimi yüzde 36 düşmüş, fiyatlar artmıştı. 2003’te unun fiyatı yüzde 162, mercimeğin yüzde 272, pirincinki yüzde 130 arttı.
GD soya yasadışı yollardan Brezilya, Paraguay, Bolivya ve Uruguay’a da yayıldı. 1997’de Monsanto Brezilya’nın en önemli tohum üreticisi şirket olan Agroceres’i aldı. Eylül 2003’te AB, ithal ettiği GD ürünlerin etiketlenmesi zorunluluğunu getirdi. Fakat Brezilya’da yasadışı olarak yetiştirilen soyanın GD olup olmadığını kimse bilmiyordu. Sonunda Devlet Başkanı Lula da Silva bir kararname imzalayarak GD soyanın satışını, 2005’te de ekimini yasallaştırdı. 2003’te Brezilya’da yetişen soyanın yüzde 30’u GD idi. Monsanto’ya ton başına 10 dolar kâr payı ödemek zorunda olan çiftçiler 16 milyon tonla ilk yılda Monsanto’ya 160 milyon dolar kazandırdı. GDO bariyeri her geçen gün eriyordu…