20 Şubat 2019 Çarşamba
Depremler..
21 Ocak 2019 Pazartesi
İnsan..
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi.
Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı.
Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi.
Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı.
Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı.
Hem de güçlükle..
Adam ona bir kez daha göz attı.
Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu.
Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.
Bir müddet öyle durdu.
Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi.
-Ayakkabı almayı düşündün mü?
Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti.
Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam.
Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!.
Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı.
Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu.
Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı.
Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi.
Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam.
Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz.
Ama ayaklar yoksa, problem değil.
Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak.
Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti.
O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi.
Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi.
Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi.
Almam mümkün değil ki!.
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam.
Bu durumda 20 liraya düşer.
Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi.
Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam.
Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı.
Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk.
Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam.
5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira.
O da zaten pazarlık payı olur.
Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi.
İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu.
Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı.
Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi.
Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi.
Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk.
Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde.
Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar.
Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmişdeğildi.
Mutlaka bir rüyada olmalıydı.
Hem de hayatındaki en güzel rüya.
Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi.
İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı.
Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu.
Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı.
Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu.
Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu.
Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.
14 Ocak 2019 Pazartesi
Küllerinden doğan kuş..
PERS MİTOLOJİ: SİMURG : (ZÜMRÜDÜ ANKA)
“Bir efsaneden rivayet odur ki: Kuşlar hükümdarı ‘Simurg’, ‘Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. En kıymetli özelliği ise gözyaşları ve tüylerinin şifalı oluşuymuş. Tüm dertlere çare bulabilir, bütün hastalıkları iyileştirebilirmiş. Ve ömrünün sonuna her geldiğinde; kendini yakarak öldürür, sonra da küllerinden, tekrar dirilirmiş! Kuşların hepsi Simurg’a inanır ve bir sıkıntıları olduğunda onun, kendilerini kurtaracağını düşünürmüş… Kuşlar dünyasında bir şeyler ters gittiğinde Simurg’u beklerlermiş. Ne var ki Simurg, ortalarda hiç görünmediğinden kuşkulanmaya başlamışlar ve sonunda da ondan ümidi kesmişler. Derken bir gün, çok uzak ülkelerden birinde bir kuş sürüsü, Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Onun varlığını anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna giderek, yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan, Kafdağı’nın tepesindeymiş! Oraya ulaşmak için, yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekiyormuş. Hepsi birbirinden çetin yedi vadi… Birincisi; İstek, ikincisi; Aşk, üçüncüsü; Marifet, dördüncüsü; Kanaatkârlık, beşincisi; Yalnızlık, altıncısı; Şaşkınlık ve yedincisi; Yokluk vadileri. Kuşlar, beraberce göğe doğru uçmaya başlamış. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar, yolda teker teker dökülmüş… Yorulanlar, düşenler olmuş. Önce ‘Aşk Denizi’nden geçmişler, sonra ‘Ayrılık Vadisi’nden uçmuşlar… ‘Hırs Ovası’nı aşıp, ‘Kıskançlık Gölü’ne sapmışlar. Kuşların kimi ‘Aşk Denizi’ne dalmış, kimi ‘Ayrılık Vadisi’nde kopmuş sürüden… Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimisi kıskanıp batmış göle. İlk evvel bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan, o güzelim tüylerini bahane etmiş, oysa tüyleri yüzünden kafeslere kapatılırmış; kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış; baykuş yıkıntılarını; balıkçıl bataklığını özlemiş… Nihayet beş vadiden geçip, altıncı vadi ‘Şaşkınlık’ ve yedincisi; ‘Yokluk’ vadisine gelince, bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kafdağı’na vardıklarında, geriye sadece otuz kuş kalmış. Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: ‘Si’; ‘otuz’ demekmiş, ‘murg’ ise ‘kuş!’ Onun yuvasını bulunca öğrenmişler ki Simurg’un manası; ‘otuz kuş’ demek. Onların her biri, birer Simurg’muş. O otuz cesur kuş, anlamışlar ki aradıkları hükümdar kendileri ve en zorlu yolculuk, kendine yapılan yolculuktur! Bir Simurg olmayı göze almadıkça; kafesinde, bataklıkta ya da yıkıntılarda yaşamaktan kurtulamazsın… İçinde, seni, sana esir eden yanlarını fark edip, eksikliklerinin üzerine gitmedikçe, kuvvetlenmeyi başaramazsın. Tıpkı o kartal gibi yeniden doğuş uçuşunu, yalnız kendi azim ve cesaretinle yaparsın!” Kara Kurt, çoktan yenildiğini düşünerek uykuya, uzanıp baktı başucundaki günahsıza… Hâlen, dinlenmeden dövüşüyordu dinleyen! O güçlü pençesini, masumiyetin alnına koyup; “İlki, benim hikâyemdi, bu da seninki… Seni hükümdar edecek yolu kendin bulacaksın küçük Simurg.” dedi. (Alıntı)
Sümerlerde cinsellik..
Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi).
Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi. Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirttiğim gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi, onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı).
Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu örtü, artık o kadının evlenebileceği anlamına geliyordu. Bunların haricinde kızların, cariyelerin ve fahişelerin örtünmesi yasaktı.
M.Ö. 1500 yıllarında Asur kralı, sadece evlenilebilir kadınların değil; evlenen ve dul kalan kadınlarında örtünmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, üç büyük kutsal kitapta da geçen baş örtüsü adetinin kaynağının Sümer olduğu öğreniyoruz.
KAYNAKÇA :Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni, Kaynak Yayınları, 2013
Samuel N Kramer, Sümer Mitolojisi 1999
1 Ocak 2019 Salı
---2
Güneşi simgeleyen, bilimsel ve aynı zamanda dinsel bir eser olarak dini törenlerde de kullanıldığı düşünülen Hitit Güneş Kursu, baş tanrı olan Fırtına Tanrısının heykeli, testiler, vazolar ve belki de en önemlisi Bitik Vazosu... Kutsal evlenme tasvirinin dünya tarihindeki en eski örneği olan vazo,1937'de Ankara'nın Bitik Höyügünde bulunmuş ve tam da M.Ö 1600 e yani Hitit İmparatorluğu'nun tarih sahnesine ilk adımını attığı yıllara tarihlenmiştir. Kabartmalarla bezeli vazo çok renkli astar üzerine bezenmekle birlikte süslü şeritlerle 3 kısım içerisinde sinematografik bir özellikle bir imparatorluğun doğuşunu müjdelemektedir.
Vazonun en alt bölümünde insan başları, ortasında yiyecek ve içecek ikramında bulunan erkek figürleri vardır ki bunun devamı olan sahne kayıptır. Kayıp olan bölümün ziyafet sahnesinin devamı olduğu sinemafografik özelliği sayesinde tahmin edilebilmektedir. Vazonun en üst
kısmında ise baş sahne ve başrol oyuncuları bulunmaktadır. Hititli erkek Baş Tanrısı ve Hattili Ana Tanrıça bu evliliğin baş aktörlerini oluşturur.
Alçak tabureler üzerine karşılıklı oturan bir erkek ve kadın betimlemesi bu bölümde yer almaktadır. Yüz görümlüğü sahnesinin betimlendiği bu bölümde, uzun saçlı, altın küpeli ve başlıklı olan Hitit Tanrısı, duvaklı bir gelin olan Hattili ana tanrıçanın duvağını açar ve ona bir içki sunar, tanrıça olan gelin de içki kabını kavrayarak konumunu kocasına terk eder. Vazo ayrıca üzerindeki figürlerle dönemin mobilyaları, giysileri ve Hitit müzik sanatında kullanılan aletler hakkında bilgiler verir. Hatti-Hitit evliliğini temsil eden, "kutsal evlilik"sahnesinin müjdelediği Hitit İmpartorluğu'nun doğuşunu simgeleyen, Anadolu'nun antik dönemine ışık tutan Bitik Vazosu, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.