20 Mayıs 2019 Pazartesi

Çiçek aşısı ve Türkler

TIP TARİHİNDEN İKİ KARE-
12. yüzyıl Arap yazarı Usame bin Munkız’ın (1095-1188): Kitab el-İ‘tibar li Usame bin Munkız el Kinânî (İbn Munkız Haçlılar’a Karşı) adlı eserinde yer alan bir yorumda, o dönemin Doğu ve Batı tıbbı arasında ilginç bir zıtlık göze çarpmaktadır. Burada bir Doğulu Hekim, başından geçen bir olayı şöyle aktarır:
“Bana bacağında çıban bulunan bir savaşçı ve ateşi olan bir kadın getirdiler. Savaşçıya biraz yakı uyguladım; çıban açıldı ve iyileşmeye başladı. Kadına gelince, belli yiyecekleri yemesini yasakladım ve ateşini düşürdüm. Bir Frank (Batılı) Hekim geldiğinde oradaydım. Benim için onlara dedi ki: ‘Bu adam, onları nasıl tedavi edeceği konusunda hiçbir şey bilmiyor’. Sonra, savaşçıya dönerek sordu: ‘Hangisini istersin, tek bir bacakla yaşamayı mı, yoksa iki bacakla ölmeyi mi?’. ‘Tek bir bacakla yaşamayı isterim’ diye yanıtladı savaşçı. Hekim, “O zaman bana, keskin bir baltayla güçlü bir asker getirin” dedi. Hekim, hastanın bacağını bir kütüğün üzerine koydu ve askere, “Bacağı baltayla kes, tek bir vuruşta kopar!” dedi. Gözümün önünde asker sert bir darbe indirdi, ama bacak kopmadı. Talihsiz adama ikinci bir darbe indirdi ve bunun üzerine kemikten ilik aktı ve hasta hemen öldü. Kadına gelince, hekim onu muayene etti ve “Bu kadının kafasında şeytan var; saçını kazıyın!” dedi. Tıraş ettiler; (hasta) yine soydaşları gibi sarmısak ve hardaldan oluşan perhiz yemeğini yemeyi sürdürdü. Ateşi daha da yükseldi. Hekim o zaman, “Şeytan, kafasının iç taraflarına gitti” dedi. Usturayı kaparak kadının kafasını haç biçiminde yardı, yarığın ortasındaki deriyi çekerek kafatası kemiği görününceye dek soydu. Sonra kafasını tuzla ovdu. Kadıncağız oracıkta can verdi.” [a.g.e – sayfa:76]
Türkler, çiçek hastalarının deri döküntülerini ceviz kabukları içinde biriktirip, saklıyorlar ve çiçekten korumak istedikleri insanların kollarında çizik yapıp, saklanmış bu deri döküntülerinden bir parçayı oraya sürüyorlardı. Bunun sonucunda genellikle o kişide, çiçek hastalarında görülen belirtiler (ateş, deri döküntüsü vb.) görülüyor, ancak hastalığı hafif atlatıyor ve böylece yaşamsal risk de ortadan kalkıyordu. Bu şekilde aşılama, daha sonra "variyolasyon" (çiçekli bir insandan alınan cerahatle yapılan çiçek aşısı) olarak adlandırılmıştır. Türkler’in yüzyıllarca uyguladıkları çiçek aşısına Avrupa uzun süre direndi. Ünlü Fransız yazarı François-Marie Arouet Voltaire (1694-1778), 1759’da variyolasyonu savundu. Avrupa’da dinsiz olarak ün salan Voltaire’e uzun süre kulak asan olmadı. 1764’te Fransız Tıp Akademisi, bu yöntemin yararlı olabileceğini benimsedi. Ama 1774’te çiçeğe yakalanan Fransa Kralı XV. Louis (yön.1715-1774), aşı yapılmasını reddetti ve öldü. Çiçek aşısı keşfinin Türkler’den gelmesi, Avrupa’yı uzun süre çekimsemede bıraktı. Rahipler, "kâfirlerin" (Türkler’in) buluşu olan bu aşıyı yaptıranların dinden sapacağını ilân ettiler.
Paris Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İngiliz ve Amerikan kiliseleri de aşıya karşı çıkmaktaydı. Bir papaz, Peygamber Eyyûb’un hastalığının şeytan tarafından aşılanan çiçek hastalığı olması olasılığı bulunduğunu, hastalıkların Tanrı tarafından günahların bir cezası olarak gönderildiğini, onun için de bu cezanın önüne geçmek üzere yapılacak her girişimin, "şeytanca bir işlem’den öte bir şey olmayacağını" söylüyordu. 1721 yılında Amerika’nın Boston kentinde Dr. Zabdiel Boylston (1679-1766) adında bir hekim, variyolasyon işlemini kendi oğluna uygulamışsa da, kentin büyükleri bu işlemin yinelenmesini doktora yasakladıkları gibi, bunun insanı zehirlemekten farkı olmadığını, bu nedenle doktorun adam öldürmeye kalkışmaktan sanık olarak mahkemeye çıkarılması gerektiğini öne sürmeye kadar varmışlardır. Tüm karşı çıkmalara karşın Boylston, bu işlemi iki yıl içinde 300 kadar kişiye uygulamış ve bu 300 kişiden ancak ikisi kurtulamayarak çiçekten ölmüştü; oysa aynı dönemde bu işlemin uygulanmadığı 6 bin hastadan bini ölmüştü. [a.g.e – sayfa:301]
KİTAP:
Prof. Dr. Zeki Tez- Tıbbın Gizemli Tarihi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder