9 Eylül 2018 Pazar
Evrensel bir ırkız..😊😊😊
Bir soru:Bu dünyaya ait olup olmadığımzı kim ve nasıl belirliyor.Karbon denemeler bir çok araştırmalar veya arkeoloji gibi bilimsel ögeler de tesbit ediyor.O da tamam ama bu veya şu bu dünyaya aittir veya değildir demek fazla iddialı değilmidir.. Bilimsel çalışmalar bir varsayım üzerine kurulur ve onu kanıtlamaya çalışır..Bu çalışmalar tam bir kanıt bulununcaya kadar devam eder... İlk insanlar yaklaşık 4 milyon yıl önce Dünya'da ortaya çıktılar, fakat insanın evrimi ile ilgili yeni kanıtlar, bu Homininlerin küçük bir grubunun eski yabancı ziyaretçiler tarafından ilk Homosapienleri yaratmak için genetik olarak değiştirildiğine dair kanıtlar olduğunu ortaya çıkardı.
Araştırmacı ve yazar Daniella Fenton, insanlığın en eski kökenlerine ve 800.000 yıl öncesine kadar beyin gelişiminin ani hızlanmasına derinlemesine bir bakış atıyor. Bu araştırma, yüksek ihtimalli bir şeyin açığa çıkmasına neden oldu.
Bu da Homosapienlerin 780.000 yıl önce Pleiades yıldız kümesindeki bir solucan deliğinden gelen eski astronotlar tarafından yaratılmasıdır.
Kan bağları ve genetik bilimi konusunda uzman olan Avustralyalı araştırmacı, modern primat türleriyle kıyaslandığında insanları anormal olarak işaretleyen çok sayıda genetik değişiklik ortaya çıkarmış, bazıları ise ileri genetik mühendisliği tarafından daha iyi açıklanabilecek kadar aşırı seviyededir.
Daniella Fenton, “Hibrid İnsanlar: 800,000 Yıllık Eski Uzaylı Mirasımızın Bilimsel Kanıtı” başlıklı kitabında, beyin büyüklüğü, sinir yapıları ve bilgi işlemeyle ilişkili genlerdeki bir dizi önemli değişikliği vurgulamaktadır. Bu değişimler, aniden tamamen “sözde DNA” denilen ve tükenmiş, kopyalanmış ve tekrar yerleştirilmiş gen parçalarından oluşan genleri içerir.
Fenton, Kromozom-2'nin esrarengiz füzyonunu, 780.000 yıl öncesindeki diğer değişiklikler ile aynı zamanda, dünya dışı deneylerin bir başka kanıtı olarak görür. Bu füzyon, Neandertaller ve Denisova'lar dahil olmak üzere tüm büyük beyinli insan tiplerinde bulunur, ancak diğer primat türlerinde yoktur.
O, kromozom-2 füzyonunun, sonraki jenerasyonda ortadan kaybolan tek bir hata olması gerektiğini veya belki de 48 taşıyanların daha önemli bir sayısı arasında 46 kromozomlu küçük bir popülasyona yol açabileceğini açıklamaktadır. 780.000 yıl önce 'mutasyon' sergilenmişti. Bu, füzyonla ilişkili çok büyük bir yararın olduğunu ve önemli sayıda bireyde aniden ortaya çıktığını ve kromozom-2'nin kalıcı ve baskın bir özellik haline gelmesine neden olduğu bir gerçektir. Bu ise insan genomunda bilinen doğal mutasyonlara uymaz.
Fenton şöyle açıklıyor: "Birileri kromozom-2 füzyonu taşıyabilen üreme çiftini yarattı. Kromozom modifikasyonu, beyin gelişimi, bağışıklık sistemi ve üreme süreçleri üzerinde etki yaratacak şekildedir."
İnsanlar aynı zamanda FOXP2 geninde, sinaptik bağlantıyı değiştiren ve yeni deneyimleri rutin prosedürlere dönüştürme yeteneğimizi geliştiren benzersiz değişiklikler taşırlar, bu da anlamlı konuşma üretme yeteneğimiz üzerinde muazzam bir etkiye sahipti. Fenton, bu değişimin diğer primatlarda gözlenmediğine dikkat çekiyor ve yaratıcılarımızın, yeni alışkanlık davranışlarını, özellik dilinin kullanımını hızlı bir şekilde oluşturabilmemizi istediği anlaşılıyor.
Fenton konuyla ilgili şunu söylüyor: "Bizi bilgilendiren şeyler sadece 780.000 yıl önceki genetik değişimler değildir. Homo sapienler yabancı varlıklar tarafından yaratılan bir türdür; aynı zamanda, bu yıldız insanlarının geride bıraktığı fiziksel malzemeyi, zaman içinde aynı spesifik noktaya tarihlenen materyaller olarak tanımladık."
8 Eylül 2018 Cumartesi
Hindistandaki bir diğer din anlayşı Jainizm.
Jainizm'in temelinde hayattaki canlılara saygı yatar. Tüm canlılar onlar için değerlidir. Onlara zarar vermekten kaçınırlar.Örneğin,yolda gördükleri bir karıncaya basmazlar. Oturacakları yerde karınca veya böcek olabileceğinden ,oturmadan önce süpürge ile süpürüp öyle otururlar. O yüzden ellerinde süpürge ile dolaşırlar. Jainler yaşadıkları ortamda nefes alıp vermelerinin bile canlıları öldüreceğini düşündüğünden ağızlarında maske ile dolaşırlar. Yani hasta veya hasta olacaklarından değil ,kendilerinin dışarıya hastalık yayacağını düşündüklerinden.
Bir diğer bilinen Jain yaşam şekli de vejetaryen ve vegan olmalarıdır. Soğan ve sarımsak gibi sebzelerden uzak dururlar çünkü bunların tutku, öfke, nefret ve kıskançlık yarattığına inanırlar. Yiyecekleri bitkinin köklü olması onlar için uygun değildir. Çünkü kökü var olan bitki onlar için hala canlıdır ve onu tüketmek istemezler. Anlayışlarına göre şiddet ve zulüm ile elde edilen her türlü gıda onlar için yenilmemesi gereken gıdalardır.
Tüm bunlar aslında şiddete karşı olduklarındandır. Jainlerin bilinen 5 felsefesi vardır. Birincisi Ahimsa'dır. En yüksek mertebeleri olan Ahimsa ilkesi nedeniyle her varlığa eşit saygı ve şefkat gösterirler. Şiddet uygulamazlar, çünkü onlar için tüm canlılar ölümsüzdür ve sonsuz ruha sahiptirler. Varlıkları üç kategoride tanımlarlar;
"Henüz gelişmemiş olanlar ""Gelişme yolunda olanlar " ," Tekrar doğuş sürecinden kurtulup özgür hale gelenler".
İkinci felsefeleri Satya; yalan konuşmamak ,gerçeği söylemektir. Üçüncü Asteya; Hırsızlıktan kaçınmaktır. Dördüncüsü Brahmacharya; Seksten uzak durmaktır. Beşinci, Aparigraha; Sahip olmamak ,mülksüzlük anlamına gelir.
Jainler mükemmel insan olma yolunda ilerlerler. Onların aslında inandıkları bir tanrıları yoktur. Zaten insanlar onlar için en üstün ve mükemmel varlıklardır. O yüzden daha mükemmel düşünen ve olan bir Tanrı gereksinimleri yoktur. Gün batımından sonra yemek yemezler ve gezip seyahat etmezler.
Jainler doğaya ve başka canlılara aşırı saygı duyarlar. Ama tüm bunlarla çelişebilecek bir yetkiye de sahiptirler; Kendi canlarına istediklerinde kıyabilme yetkisi. Jainler ölmeye karar verdikleri andan itibaren yeme ,içme ,cinsellik gibi tüm insan ihtiyaçlarını azaltıp ilerideki süreçte durdururlar. Hayatlarının son süreçlerini ölüm orucu tutarak geçirirler. Bu aynı zamanda çilecilik kurallarını da destekler. Çile çekerek ölen kişi ,aziz veya azize ilan edilir. Jainizm'in kurucusu Mahavira 77 yaşında açlıktan ölmüştür. Onlara göre beden aç kalmalıdır, bedenini açlığa talim ettiren Jainler bedenlerinin bu muameleye ihtiyaçları olduğunu düşünürler. İşte bunlar onlar için en önemli keşişlik ve çilelik kurallarındandır.
Kahin olan doğum evinin koruyucusu ..
Raddjedet ve üçlüsü (aynı zamanda Khufu ve sihirbaz olarak da bilinir) masalında doğum Khnum, Isis ve Nephthys tarafından yapılmıştır ancak her çocuğun firavun olacağını ilan eden Meskhenet'dir. Böylece Meskhenet sadece bir ebe olamktan çıkmış aynı zamanda bir kişinin kaderini belirleyebilecek bir kader tanrıçası olmuştu. Bu onu Shai (bir kişinin hayatının uzunluğunu belirleyen kader tanrısı) ile bağlar ve aslında ikisi de Renenutet ile birlikte (çocuğa onun gizli adını veren) birlikte tasvir edilir.
Yeni doğmuş bebekleri ve annelerini koruma gücü vardı. Hatshepsut ayrıca Meskhenet'in tıpkı "Ra gibi" onu koruma sözü verdiğini iddia etti. Meskhenet aynı zamanda Ma'at Salonlarında (Shai ve Renenutet ile) göründüğü gibi merhumun karakterine tanıklık ettiği düşünülüyordu. Bu onun korumasının doğumdan ölüme ve ötesine uzandığını ve ölen kişinin öteki dünyada sembolik yeniden doğuşuna da yardımcı olabileceğini gösteriyor. Esna'daki Khnum tapınağında bulunan yazıtlarda Khnum'a eşlik eden ve kötü ruhları kovmak için sihir kullanan "dört Meskhenets"e başvurulduğu görülür.
Meskhenet herhangi bir bölge ya da şehirle ilgili değildi bu yüzden özellikle ona adanmış tapınaklar bulunamadı. Ancak ülkenin her yerindeki doğum tuğlaları üzerinde görünen şekli ile popüler ve saygın bir tanrı gibi görünüyor. Doğum tuğlası üzerinde sıklıkla tasvir edilen ve doğumla yakından ilişkili olan bir başka tanrıça ise inek tanrıçası Hathor'la ilişkiliydi. Dahası Meskhenet'in sembolü bir yavrulamamış ineğin rahimini temsil ettiği düşünülen iki döngüden (halka) oluşuyordu. Onun adı "doğum yeri" anlamına geliyordu ve genellikle bir insan kafasına sahip bir doğum tuğlası ya da bir ineğin rahminden başlık takan bir kadın olarak tasvir edilmiştir.
6 Eylül 2018 Perşembe
Vee ben geldim..
Gerçek ve yalan.
Ah bu dünya.O yalan bu yalan gel biraz da sen oyalan..Hikaye bu ya...19 yüzyıl efsanesine göre gerçek ve yalan bir gün buluşurlar. Yalan doğru söyler ve
" bugün hava çok güzel” der.
Gerçek onun etrafına bakar ve gözlerini gökyüzüne kaldırır. Gün gerçekten çok güzeldir.Bir kuyunun önüne gelene kadar birlikte çok zaman geçirirler Yalan doğru söyler.
" su çok güzel, birlikte banyo yapalım!"
Gerçek şu ki, bir kez daha şüpheci bir şekilde suya dokunur,su gerçekten çok güzeldir. Soyunur ve yüzmeye başlarlar.
Yalan bir anda sudan çıkar, gerçeğin kıyafetlerini giyerek kaçar kayıplara karışır. Kızgın gerçek kuyudan çıkar yalanı bulmak ve kıyafetlerini geri almak için her yere gider. Dünyada çıplak gerçeği görenler onu hor görmekte ve öfkeyle bakmaktadır.
Zavallı gerçek kuyuya geri döner ve sonsuza dek ortadan kaybolur.
O zamandan beri yalan, dünyanın her yerinde gerçek gibi giyinmiş ve içimizde yaşamaktadır. Dünya ise hiçbir şekilde çıplak gerçeği görmek istememektedir.
Herkesin vicdanı rahatsa, bu kadar kalbi kim kırdı ?
Alıntıdır.Biraz yorum ekledim o kadar.
TABLO.. JEAN LEON GEROME Kuyudan Çıkan Gerçek 1896