11 Nisan 2020 Cumartesi

Her kirli düşünce bir zehirdir...

ŞAMAN'ın Birisine Sormuşlar:

*ZEHİR Nedir.?
- İhtiyacından Fazla Olan Herşey Zehir'dir...
Bu Güç, Tembel'lik, Yiyecek, Ego, Hırs,
Kendini Neğenmişlik, Korku ve Öfke
Gibi Herhangi Birşey Olabilir...

*KORKU Nedir.?
- Belirsizliği Kabul Etmemektir...
Eğer Belirsizliği Kabul Edersek,
Bir Macera'ya Dönüşür Hayat...

*İMRENMEK Nedir.?
- Diğerlerindeki İyiliği Kabul Etmemektir...
Onlardaki İyiliği Kabul Edersek,
Bu Bizi İyi Şekilde Motive Edebilir...

*ÖFKE Nedir.?
- Kontrol'ümüzün Dışında Olan Şeyleri,
Kabul Etmemektir...
Eğer Kabul Edersek,
Daha Sabır'lı ve Sakin Oluruz...

*NEFRET Nedir.?
- İnsan'ları  Oldukları Gibi Kabul Etmemektir..
Eğer İnsan'ları Koşulsuz Kabul Edersek,
Nefret Sevgi'ye Dönüşür...

2 Nisan 2020 Perşembe

Amazon insanları ve ritüeller..


Düşmana korku vermek için Küçültülmüş İnsan Kafaları; Tsanta 
Bir kızılderili kabilesi olan Jivarolar, düşmanlarının kafalarını kesip küçülterek onlardan süs eşyaları yapıyorlardı ve buna da tsantsa diyorlardı.
Peru, Ekvador sınırlarında Amazon ormanlarının derinliklerinde yaşayan bir kabile vardı, diğer kabileler onlara Jivarolar diyordu. Jivaroların ne zamandan beri bu coğrafyada yaşadıklarına dair net bilgiler yok. Fakat onların varlığı Amerika kıtasının Avrupalılar tarafından bulunuşu ile oldu. Bir Kızılderili kabilesi olan Jivarolar, İspanyolların Amerika kıtasına ayak basması ile tüm dünyada tanındı. Nedeni ise düşmanlarının kafalarını kesip küçülterek onlardan süs eşyaları yapmalarıydı. Kabile üyeleri bu küçük kafalara "tsantsa" diyordu. Jivarolar komşu kabileler tarafından korku duyulan savaşçı bir toplumdu. Köyleri basarak yağmalarlar, köy halkını ise öldürürlerdi. Fakat köyde yaşayan genç ve savaşçı erkekleri öldürmek yetmezdi. Savaşlarda veya düellolarda öldürülen düşman savaşçıların kafaları, özenli bir şekilde vücutlarından ayrılırdı. Daha sonra kafanın içerisindeki tüm kemikler ve etler, deri deforme edilmeden dışarı çıkarılırdı. Geriye sadece içi boş bir insan kafasının derisi kalırdı. Bundan sonraki aşamalarda kafa derisini küçültmek ve bozulmasını engellemek için bir takım işlemlerden geçiriyorlardı. Öncelikle koruyucu bitki özleri içinde deri kaynatılarak bozulması önleniyor ve derinin içindeki yağ tabakası eritilerek yok ediliyordu. Ayrıca üzerinde kalan küçük et parçaları da kazanılarak, deri pürüzsüz hale getiriliyordu. Tüm bu işlemlerin ardından, ıslak ve şekilsiz bir biçimde duran deriye yüz şeklini verme işlemi gelirdi. Derinin içi kızgın kum ve küçük taşlarla yüz şekli korunarak olduğu gibi doldurulur, ardından kömürde ovulurdu. Kafa derisi, yapılan her işlemde biraz daha çekerek daha da küçülür, en sonunda güneşte günlerce kurutularak bir portakal boyutuna getirilirdi. Tüm bunların yapılması ve kafanın hazırlanması bir haftayı bulurdu. Bu şekilde çürüme engellenir ve insan kafası hiç deforme olmadan saçlarıyla birlikte ölümsüz olurdu. Her bir tsantsanın sahibine farklı sihirli güçler verdiğine inanılırdı. Jivaro savaşçıları, bu küçültülmüş düşman kafalarını bir madalya ve erkeklik göstergesi olarak boyunlarında taşır ve bir jivaro savaşçısı ne kadar insan kafası küçültmüşse, kabile de o kadar itibar kazanırdı. Canilik olarak nitelendirilebilecek olan bu uygulamanın ardında aslında bir takım inanışlar yer almaktadır. Jivarolar, öldürdükleri düşmanın ruhunun bu kafaya hapsedildiğine inanıyordu. Bu işlemden sonra düşmanın ruhunun özgür kalamadığı için ölümden sonraki dünyada atalarına zarar veremeyeceğini düşünüyorlardı. Bu yüzden ruhun kaçmaması için son olarak kurutulmuş kafanın ağzı ve göz kapakları sıkıca dikilir, kulak delikleri ise küçük taşlarla tıkanırdı. Böylelikle ruh, küçük kafaya hapsedilerek lanetlenirdi. 
Avrupa'nın bu küçük kafalarla tanışmasıysa, İspanyol gemicilerin bölgeye ayak basmasıyla oldu. Bölge kaynaklarını sömüren ve Kızılderili kabilelerinin katleden İspanyollara karşı Jivarolar teslim olmadılar. İlkel mızrak ve yaylarıyla, İspanyolların iki yerleşme yerlerine gece baskını yaparak binlerce İspanyol’u öldürdüler. Fakat Jivarolar ve İspanyollar sadece savaşmıyorlardı bazen ticarette yapıyordu. İspanyollar ateşli silahlar karşılığında bu küçük insan kafalarını Jivarolardan almaya başlamışlardı. Avrupa'ya götürülen bu kafalar zenginler tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı. Koleksiyon ve süs eşyası olarak çok büyük paralara satılmaya başlandı. Jivaroların elinde satılacak kafa kalmayınca kabile içinden kafa avcıları çıkmış ve pek çok faili meçhul cinayetler yaşanmaya başlanmıştı. Bu olaylarda kabilenin sonunu getirdi.
Günümüzde de tsantsa denilen bu küçük kafalara Avrupa'daki meraklıları tarafından büyük paralar ödeniyor. Ancak yeni kafalar yapmak artık yasak. Fakat Peru ve civarında kafası kesilip alınmış faili meçhul cinayetlerin hâlâ yaşanıyor olması, birilerinin tsantsa geleneğini devam ettirdiğini gösteriyor.

24 Mart 2020 Salı

Şuur ve katmanlar..

İNSAN VARLIĞININ KATMANLARI
İslam düşüncesinde ‘ben’ ve ‘beden ayrımı’ vardır ve ‘ben’in asıl, bedenin ise kendine ait hükmi şahsiyetiyle insana emanet olarak geçici bir süreliğine verildiği belirtilir. 
Ancak tasavvuf düşüncesi, asıl olan bu ‘ben’in çok katmanlı ve iç içe geçmiş varlıkları olduğunu, merkezinde Zât-ı Müteâl’in bulunduğu şeklinde ifade eder.
Nitekim Yunus Emre, ‘Bir ben vardır benden içeru’ dizeleriyle bu fikri ifade etmektedir. 
Genelde Rus kültürüne ait iç içe geçmiş ahşap oyma insan figürlerinden
oluşan matruşkaya benzetebileceğimiz ‘bu varlık katmanları’ birbirinden bağımsız değildir.
"Eski Mısırlılar da insanın fiziksel bir bedenden daha fazlası olduğuna inanmışlardı, Bu inançlarından dolayı da insanın yapısını bazı bölümlere ayırıyorlardı. "
Mısırlılar'ın insan bedenini birden fazla unsurlara sahip olarak tanımlamalarının altında, ileri düzeyde metapsişik ve ezoterik bir temel yatmaktaydı. İnsanı meydana getiren temel unsurlar, ezoterik içerikli bilgilere göre başlıca yedi katmandan oluşmaktaydı. Bunlar sırasıyla şöyle tanımlanılmaktaydı:
1- Fizik Beden
2- Eterik Beden
3- Astral Beden
4- Mantal Beden
5- Kozai Beden
6- Ruhsal Beden
7- İlâhi Beden
Yedi farklı beden olarak isimlendirilen bu katmanlar, ruh enerjisinin kendisini tezahür ettirdiği farklı maddesel oluşumlardır. Ruhsal enerji, fizik bedene gelinceye kadar yüksek enerjisini bu alanlarda kabalaştırmaktadır.
Metapsişik ve Ezoterili Bilgiler'e göre: Ruhsal enerjinin dünyada bir beden içinde tezahür edebilmesi için bu tampon bölgelere ihtiyacı vardır. Bu, enkarnasyon için gerekli olan bir durumdur. Bu tampon maddesel oluşumlar sayesinde ruh varlığı üç boyutlu kaba vibrasyonlu madde ile irtibata girebilmektedir.
---------------------------------------------------------------------
Yoga hakkındaki en eski metinler Patanjali adlı yoginin yazdığı Yoga-sutra lardır.
Patanjali 'ye göre 'Kosha’nın kelime anlamı Kılıftır. 
İnsan 5 farklı kosha’dan oluşmaktadır :
*Annamaya kosha: fiziksel beden kılıfı
*Pranamaya kosha: Hayat enerjisinden oluşan kılıf. Fiziksel bedeni çevreleyen bioenerjetik katmandır.
*Manomaya kosha: Zihinden oluşan kılıftır.
*Vijnanamaya kosha: Akıl ve zekadan oluşan kılıf. 
*Anandamaya kosha: Saadetten oluşan kılıftır.
---------------------------------------------------------------------
Patanjali, insan hakikatini beş temele, dolayısı ile bu beş bedene ayırır. 
Bir bedenin olmadığını; toplamda beş tane olmak üzere kat kat bedenlerin olduğunu söyler. 
---------------------------------------------------------------------
Topraktan meydana gelmiş ve sürekli gıdalarla beslenen ilk beden, gıda-beden, toprak beden olarak adlandırır. Gıda topraktan gelir. Gıda almayı bırakırsan gıda bedeni yok olur. Çünkü sonuçta yediklerin sadece gıda değildir. Senin kanın, kemiğin, özün haline gelmektedirler. Varlığında dolaşıyor sana tesir etmeye devam ediyorlar. Bu yüzden gıdanın arılığı, arı bir gıda-beden yaratır.
Ve ilk beden arı, hafif, yüksüz olduğunda ikinci bedene geçmek daha kolay olur, aksi halde zordur. Yüklenmiş olursun. Çok fazla ve ağır gıdalar aldığında hemen üzerine bir uyku, bir ağırlık çöktüğünü fark ettin mi? Uyumak istersin; farkındalık hemen yok olmaya başlar. 
İlk beden yüklüyken, farkındalık yaratmak zordur: Bu yüzden oruç, tüm dinlerde büyük önem kazanmıştır.
---------------------------------------------------------------------
Patanjali ikinci bedeni, enerji beden, elektrik beden olarak adlandırır. 
Buna göre, fiziksel bedeni saran, içine geçip yayılan ve ‘prana’nın kılıfı’ olarak bilinen pranayama kosha adında bir enerji bedeni bulunmaktadır (Bu tanım, farklı kaynaklarda, pranik beden ya da eterik beden olarak da verilmektedir.)
İkinci elektrikli alanlardan meydana gelmiştir. Akupunktur, bununla ilintili bir şeydir. 
Bu ikinci beden, ilk bedenden daha zariftir. Ve ilk bedenden, ikinci bedene geçmeye başlayan insanlar enerji alanına dönüşür, çok cazibeli, çekici ve etkileyici olurlar. Onlara yaklaştığında kendini hayatla dolmuş, canlanmış hissedersin.
Sadece gıda-bedende yaşayan insana yaklaştığında boşalmış hissedersin.. Seni tüketir. 
İkinci beden sana taze bir özgürlük verir, daha fazla alan sağlar. İkinci beden, ilkinden büyüktür; fiziksel bedenine hapsolmuş değildir. Fiziksel bedenin hem içinde hem dışındadır. Seni ince bir hava tabakası, bir enerji aurası gibi sarar. 
Nasıl doğru nefes alacağını bilirsen, ikinci bedene geçersin. (Diyafram nefesi) İkinci beden ilkinden güçlüdür ve ikinci beden ilkinden uzun yaşar. Doğal (diyafram) solunumu anlaşılmalı. 
Küçük çocuklar bu yüzden çok aktif ve canlıdırlar. İçine daha fazla prana, chi alır ve karnında tutar. Karın biriktirme yeri, depodur. Göğsünü acil durumlar dışında kullanmaman gerektiğini hatırla. Doğru nefes karından alınıp verilir. Balonun şişip inmesi gibi. Kediler ve köpekler de böyle nefes alırlar.
Sürekli göğsünden solunum yaparsan, zihinde gerginlik olur. Sürekli göğüs solunumu yaparsan korkarsın. Çünkü göğüs solunumu korku dolu durumlar içindir. 
Fakat bunu alışkanlık haline getirirsen daima endişeli, gergin, telaş içinde olursun. Stresli yaşam da solunumu daraltır. Paronaya böyle yaratılır. Sürekli hale gelmesi ile Anksiyete ve depresyona dönüşür. Panik ataktan doğala dönmek kolaydır ama depresyondan çıkmak zor olabilir. Yine bir yolu vardır. Doğal olmak, Meditasyonda olmak…
---------------------------------------------------------------------
Ve sonra üçüncü beden var; Zihin beden. 
Üçüncü beden, ikinciden daha büyük, ikinciden daha zarif, daha yüce. 
Hayvanlar ikinci bedene sahip, fakat üçüncüye sahip değiller. Hayvanlar çok hayat doludur. Bir aslanın yürüyüşüne bakın Nasıl bir güzellik, nasıl bir zerafet, nasıl bir ihtişam vardır. İnsanlar onu daima kıskanmıştır. Bir geyiğin koşuşuna bakın. Nasıl bir hafiflik, nasıl bir enerji, ne büyük bir enerji olgusu. İnsanlar daima onu kıskanmıştır . Fakat insanın enerjisi de her geçen gün yükselmektedir.
Üçüncü beden, Hintçe Manumaya kosha’dır. İngilizcedeki man sözcüğü Sanskritçe’deki man sözcüğünden gelir. 
Akıl. Seni insan yapan akıldır. Ama ona tam olarak sahip değilsin. Onun yerine sahip olduğun şey yalnızca şartlandırılmış bir mekanizmadır. 
Taklit ederek yaşıyorsun; aklın yok. Kendin için yaşamaya başladığında içinden geldiği gibi; kendi sorumluluklarını karşılayabildiğinde; sorumluluk sahibi olmaya başladığında zihin-beden geliştirirsin. 
Bir topluluğu takip edersen sorumluluk almaz isen zihin beden gelişemez, kendi aklına sahip olamazsın ve çok güzel bir şeyi, daha yüksek gelişim için köprü vazifesi görecek bir şeyi kaçırırsın.
---------------------------------------------------------------------
Sonra manumaya kosha’dan daha büyük, Sezgi-beden vardır. O çok çok geniştir. 
Onda mantık yoktur, aklın ötesine geçer, çok incelmiştir. O sezgisel bir anlayıştır. 
Nesnelerin öznelerini doğrudan görebilmektir. Bu konuda düşünmek değildir.
Tasarlamazsın, hiçbir fikrin, hiçbir sonucun, hiçbir şeyin peşinde olmazsın. Aramazsın bile. Sadece beklersin ve hakikat açığa çıkar. Bu bir ifşadır. Sezgi-beden seni çok uzak ufuklara taşır, ancak bir beden daha vardır.
---------------------------------------------------------------------
Bu da beşinci bedendir, Anandamaya kosha, saadet-beden. 
Bu, gerçekten aşmaktır. Saf mutluluktan yapılmıştır. Sezginin bile ötesindedir.
Unutma, bu beş çekirdek, sadece çekirdektir. 
Bu beşinin ötesinde senin hakikatin vardır. Bunlar yalnızca seni çevreleyen çekirdeklerdir. 
İlki, hantal, aşağı yukarı 1.80 m.’lik bir vücuda hapsedilmişsin. İkincisi daha büyük, üçüncüsü daha büyük, dördüncü ondan da büyük; fakat yine de bunlar çekirdektir. Hepsi sınırlıdır. Tüm çekirdekler bırakılır ve sen hakikatinde çıplak kalırsan, o zaman sonsuzsundur. 
Yoga şöyle der: 
Sen Tanrı’sın Brahman’ın ta kendisisin. Artık en yüce hakikatin ta kendisisin, tüm engeller aşıldı.
Bunu anlamaya çalış. Engeller var, seni çember içine alıyorlar. İlk engeli aşmak zordur. İnsanlar fiziksel bedenleri içinde hapsolup kalırlar ve fiziksel hayatlarının yaşanacak tek hayat olduğunu zannederler. Takılma. 
Fiziksel-beden, enerji-beden için yalnızca bir adımdır. Enerji-beden ise yalnızca zihin-beden için bir adımdır. 
Ona gelince, o ise yalnızca sezgi-beden için bir adımdır. Bu da saadet-beden için bir adımdır. 
Ve saadet bedenden sonra sıçrayışa geçersin – artık adım yoktur. Varlığının dipsiz çukuruna atlarsın. Bu sonsuzluktur, bu sınırsızlıktır.
Toprak ilk gıda-bedeni karşılar, 
ateş ikinci bedeni, biyoplazmayı, chi’yi karşılar, ateş özelliği taşır. 
Üçüncü, su: Bunu zihin-beden karşılar. Su özelliği taşır. Zihne bak, nasıl değişim içinde olduğuna, daima akar, akar… Nehir gibi. 
Dördüncü, hava, neredeyse görünmezdir. Onu göremezsin, ancak oradadır; yalnızca hissedebilirsin. Bu, sezgi-bedene denk gelir. 
Ve sonra eter var; onu hissetmezsin bile – havadan daha uçucudur. Sadece inanabilirsin, onun var olduğuna inan. Arı boşluk, saadettir.
Benliğin benliksiz gibidir; varlığın varlıksız gibi. 
Neden varlıksız? Çünkü tüm kaba elementlerin ötesine geçtin. Bu arınmadır. Bunun hakkında hiçbir şey söylenemez; hiçbir tanım yeterli olmaz. 
İşte beş büyük element, senin içinde beş bedeni karşılıyor
. Alıntı Kaynağı bilinmiyor

21 Mart 2020 Cumartesi

Yaşam ve fizik..

KAİNATTA YAŞAM VE TORUS__ ZİHİN / BİLİNÇ
Yeni Fizikte ve Kozmometri alanında Toroidal enerji alanları her şeyin etrafında bulunur : TORUS ; atomlardan galaksilere ve ötesine kadar her yerde görebileceğiniz çörek şekilli bir enerji girdabı...Dolayısı ile her şeyin anahtarı ve onu her yerde görebiliriz - Atomlarda, DNA da,hücrelerde, organlarda ( kalp &) tohumlarda, çiçeklerde, ağaçlarda, hayvanlarda, insanlarda, kasırgalarda, gezegenlerde, güneşte, galaksilerde ve hatta bir bütün olarak Kozmosta...
Torus veya birincil desen, bir çörek gibi görünen enerji dinamiği - içinde bir delik bulunan sürekli bir yüzey, öyle ki enerji bir uçtan akarak merkezin etrafında dolaşır ve diğer taraftan dışarı çıkar.
Bir Kozmolog ve filozof olan Arthur Young,
torusun
kendini sürdürebilen tek enerji modeli veya dinamiği olduğunu
ve çevresi ile aynı maddeden yapıldığını belirtti.
Çoğu torus dinamiği iki torus veya “tori” içerir
-bütünün erkek ve dişi yönleri gibi -
biri yukarı, diğeri aşağı doğru sarılan...
"Superstring" Fiziğinde 
Torus "mükemmel" şekil olarak bilinir. 
Artık uzaydaki nesneleri tanımlamak için 
kullanılabilecek
bir matematiksel model
olarak kabul edilmektedir.
Tüm bu gerçek dünya korelasyonlarına ek olarak,
Torus
"süptil enerji" dünyaları olarak adlandırılan
belirli kavramları göstermek için de kullanılmıştır.
Toroidal form,
Kutsal geometrinin
Ezoterik çalışmasını
büyük ölçüde şekillendirir,
Şekil ve formun
tezahürün
altında yatan ilkelerinin nasıl olduğunu ortaya koyan
bir meta-bilim olarak...
Torusun
bilincin işleyişini tanımlamak için kullanılabileceği de önerildi.
Başka bir deyişle ...
bilincin de bir geometrisi vardır!
Ve Zihin de
Torus ile açıklanmaya çalışılmaktadır.
Bu teoriye göre
Bilinç, toroidal bir alanın dinamiklerinde akar
ve olan her şeyi doğurur;
madde, enerji, duygular, düşünceler
ve yaşamın kendisi...
Bilimsel camiada
bazıları zihnin kesinlikle beynin bir işlevi olduğunu
ve bilincin nöronların eyleminin ürünü olduğunu söylüyor.
Ancak bazıları,
zihnin varlığını beyninden bağımsız olarak
veya en azından bir dereceye kadar ondan ayrı olarak
anlamaya çalışıyor
Başka bir deyişle,
"zihin" beynin etrafında var olan,
onun dışında bilgi toplayan
ve onu son derece hızlı bir süreçle ileten bir alandır .
Bilim adamları torroidal dönüşümlü olan bu alanı
"holografik yapılandırılmış alan",
"alıcı zihinsel çalışma alanı",
"meta-bilişsel alan"
ve "bireyin küresel hafıza alanı" olarak tanımlamakta...
Bu bilim insanlarından biri olarak
Groningen Üniversitesi'nde profesör olan
Farmakokinetik ve Farmakoterapi uzmanı 
Dr. Dirk KF Meijer,
bilincin
başka bir boyutta beyni çevreleyen bir alanda
bulunduğunu varsayıyor.
 Meijer, bu zihinsel alan ya da zihnin de
bir torus
şeklini alabileceğini varsayıyor.
Torus olarak bilinen geometrik şekil,
Meijer'in zihinsel alana atfettiği
doğa ve işlevler için çok uygundur.
Bu alan başka bir boyuttadır.
Meijer, bilincimizin
kuantum dolanması yoluyla
beyinle bilgi paylaşabileceğine inanıyor.
Yani “Beynimiz“
bağımsız ”bir bilgi işleme organı değildir:
tüm organizma
evren ile
tekrarlayan bilgi alışverişi ile
ayrılmaz sinir sistemimizin merkezi bir parçası
olarak hareket eder.
Meijer'e göre
zihin ve beyin birbirine bağlıdır .
Birleşmişlerdir, fakat aynı zamanda ayrıdırlar.
Bu görünür paradoks
kuantum fiziğinin karakteristiğidir.
Bu çalışmada
Beyin,
vücudumuzdaki çeşitli hücre tiplerinde rezonansa duyarlı yapılarla etkileşime giren
holografik yapılandırılmış bir alana
gömülü olarak düşünülmektedir. ”
Meijer, dördüncü boyutlu zihin alanının,
bir torus şekli olduğunu
ve evrenin her yerinde bulunduğunu savunuyor
ve alanların hepsi,
rezonans, dolaşma ve tünel açma gibi
kuantum fenomenleri ile birbirine bağlıdır.
(Meijer ,bu dördüncü uzamsal boyutun
zaman olmadığını açıklar
-zaman genellikle "dördüncü boyut" olarak kabul edilir-.
Zamana ek olarak dört uzamsal boyut içeren
bir uzay-zaman kavramıdır ("4 + 1 uzay-zaman yapısı")
Kuantum dolaşıklığı,
parçacıkların geniş mesafelerde bağlandığı görülen bir olgudur. 
Parçacıklardan biri üzerinde eylemler gerçekleştirildiğinde,
diğerinde aynı anda ilgili değişiklikler gözlenir.
Meijer zihnin,
3D dünyamızda gözlemlenemeyen
ancak matematiksel olarak türetilebilen
gizli bir 4. boyutta (bir uzaysal, bir zaman boyutu değil) bulunduğunu varsaymaktadır.
Meijer, “Böyle sözde kompakt bir 4. boyut,
3D dünyamızda
karanlık maddenin oluşunu da açıklayabilir” demekte...
Bu, izah
telepati gibi
psişik veya ekstra duyusal fenomenleri
Morfogenetik alanı
da açıklayabilir.
Meijer' e göre ;
Beyniniz
zihin adı verilen bir alanla rezonansa giren
bir kuantum alıcısıdır.
Bu bakış Nicola Tesla' nın
şu çarpıcı sözlerini de çağrıştırır;
"Benim beynim sadece bir alıcıdır.
Evrende bizlerin bilgi, güç, ilham aldığı bir öz vardır.
Ben bu özün sırlarının içine girmedim
ama onun var olduğunu biliyorum "
Bu zihin alanı diğer birçok alana bağlıdır
ve bu daha önce ana akım bilim yoluyla açıklayamadığımız kişiler arası ve psişik deneyimleri açıklayabilir.
Meijer, Penrose* ve Hameroff'un** dediği gibi :
" Beynin biyomoleküler süreçleri ile
Evrenin temel yapısı arasında bir bağlantı vardır ."
Kuantum fiziğinden keşifler
ve bu keşiflerin
geleneksel şaman, dowserler ve mistik bilgeliğiyle
nasıl uyum sağladığını da içeren
Bilinç bilimi
duyusal algı hakkındaki mevcut teorileri araştırır.
Bazı fizikçilerin ve diğer bilim insanlarının
bu iddiaları
tüm potansiyellerin aynı anda var olduğu
çok boyutlu bir dünya öneriyor.
Sistem bilimci,Macar bilim filozofu
ve Kuantum bilinci teorisinin savunucusu
Ervin Laszlo
mistiklerin, şamanların ve dower'ların
astral seyahat, ruh yolculuğu ve enerji çalışması ile
sözü edilen
astral varlıklar, ruh rehberlerini de
açıklamaya çalışan
"Akaşik Alan " veya "A-alanı"
kavramını ortaya atıyor.
,
"Akaşik alanı" veya "A-alanı"
Sanskritçe ve Vedik terimi " boşluk ", Akasha denilen
bu bilgi alanına atıftır..
"Kuantum boşluğunun",
sadece mevcut evreni değil,
geçmiş ve şimdiki tüm evrenleri (topluca, " Metaverse ") bilgilendiren
temel enerji ve bilgi taşıma alanı olduğunu öne sürer .
Dip Not :
*Sir Roger Penrose
İngiliz matematiksel fizikçi, matematikçi ve bilim felsefecisi,
kuantum teorisinin ilkelerini, bilincin ortaya çıkabileceği alternatif bir süreç olarak gördü.
Penrose matematiksel fizik alanında olan çalışmalarıyla tanınmıştır, bilhassa genel görelilik ve kozmolojiye olan katkılarıyla...
**Stuart Hameroff
Arizona Üniversitesi'nde bilinç çalışmaları ve bilincin nöral mikrotübüllerdeki kuantum durumlarından kaynaklandığı tartışmalı çekişmesi ile bilinen bir anestezist ve profesördür.
Alıntı..

17 Mart 2020 Salı

Simyacı üstadı..

Üstad Fulcanelli
20. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilen Fransız simyacı Fulcanelli, 1922 yılında yazdığı Katedrallerin Sırrı kitabı ile dünya üzerindeki neredeyse tüm kimyacıların dikkatini üzerine çekmiştir.
Sadece döneminin değil tüm zamanların en iyi kimyagerlerinden kabul edilen Fulcanelli, yaptığı deneyler ve çalışmalarla her zaman bir adım önde oldu diğer kimyagerlerden. Pek çok kimsenin yapmaya cesaret dahi edemeyeceği deneyler yaptı, ve bu deneylerde yaşlanmanın önüne geçecek bir formül elde ettiği bile iddia edilir.
Hatta bunlardan çok daha fazlası…
Fulcanelli’nin ününün tüm dünyada duyulmasının ardından, İngiliz yazar Louis Pauwelse, Büyünün Şafağı adlı bir kitabı kaleme aldı ve bu kitapta onun hakkında şaşırtıcı birçok bilgiler vardır.
Ayrıca kitapta, Fulcanelli’nin öğrencisi Eugene Canseliet’in oldukça iddialı bir açıklaması da bulunuyor. Canseliet, Fulcanelli’nın kendisine 1922’de çok az miktarda simyasal “telkin pudrası (tozu)” verdiğini ileri sürüyordu. Ayrıca, onun 100 gram kurşunu altına dönüştürmesine izin vermişti. Canseliet, kitabın giriş bölümünü yazan Walter Lang’a, deneyi Sarcelles’deki gazhanede yaptıklarını da söyledi. Bu akla gelmeyecek mekânda yapı­lan deneyin iki de tanığı vardı: Sanatçı Jean-Julien Champagne ve Gaston Sauvage adlı genç bir kimyacı.
Fulcanelli, 1926 yılında yaşadığı Paris'ten ayrılmış ve 1936 yılına kadar onu gören kimse olmamıştır. II. Dünya Savaşı sırasında Alman ajanları tarafından tüm Fransa'da didik didik aransa da izine ulaşılamamıştır.
"Taş önce ağaca ve akabinde yıldıza nasıl dönüşür?" bilmecesiyle başlayan Katedrallerin Sırrı isimli kitabında simyanın yanı sıra, atomu parçalamaktan ve nükleer enerjiden de bahsetmiştir. 1945 yılında Amerikan generali, savaştan önce nükleer enerjinin tehlikeleri üzerine Fulcanelli ile görüştüğü tahmin edilen Sovyet asıllı Fransız kimyacı Jacques Bergier ile konuşmuş ancak Fulcanelli'nin yeri ile ilgili tatmin edici bir cevap alamamışlardır.
1953'te Fulcanelli'nin öğrencisi Canseliet, İspanya'da eski ustası ile görüştüğünü iddia etmiş ve 1926'daki son görüşmelerinde 80'li yaşlarında olan Fulcanelli’nin, yaklaşık 30 yıl geçmesine rağmen en fazla 50 yaşında göstermekte olduğunu vurgulamıştır. Fulcanelli'nin kimya konusunda eğitim aldığı ustasının kim olduğu bilinmemekle birlikte; Canseliet, en azından teorik eğitimini 15. yüzyılda yaşamış alman kimyacı Basil Valentine'dan almış olabileceğini iddia etmiştir.
Bir diğer iddia da kendisi gibi kimyacı olan eşiyle birlikte çalışmış olabileceğidir. 1937 yılında Paris'te Bergier ile görüşen Fulcanelli, nükleer enerjinin çok dikkatli kullanılması gerektiği konusunda Bergier'nin asistanlığını yapmakta olduğu atom mühendisi André Helbronner'i uyarmasını istemiş ve nükleer silahlanmanın gezegene verebileceği hasarlardan da bahsetmiştir.
Bergier'in felsefe taşıyla ilgili sorusunu da "asıl hedef metallerin yapısını değiştirmektir lakin deneyi yapan kişinin de yapısı değişir. Bu, zaman içerisinde birkaç kişi tarafından tekrar tekrar keşfedilebilen kadim bir sırdır. Ne yazık ki sadece bir avuç insan bunda başarılı olabildi." şeklinde yanıtlamıştır.
Brezilya'lı yazar Paulo Coelho'nun 1986'da yazdığı ve eleştirmenler tarafından "bir fenomen" olarak nitelendirilen Simyacı isimli kitabı Fulcanelli'nin öğretilerini baz almaktadır. Fulcanelli'yi canlı olarak gören son insanlardan Jacques Bergier, 1978’de Pariste, Eugène Canseliet de 1982'de hayatını kaybetmiştir.
Fulcanelli'yi 1953'ten sonra gördüğünü iddia eden kimse olmamış ve Fulcanelli, gerçek ismi de dahil olmak üzere pek çok sırla birlikte ortadan kaybolmuştur. Canseliet'in öğrencilerinden biri olan Patrick Rivière'e göre ise Fulcanelli 1923'te ölen fransız kimyager ve mucit Jules Violle'nin takma adıdır.
Aralarında Fulcanelli'nin öğrencilerinden Eugène Canseliet, Jean-Julien Champagne ve Jules Boucher gibilerinin de bulunduğu Heliopolis kardeşliği isimli, Fulcanelli'nin öğretilerini merkez alan bir gizli örgütün çalışmalarına devam ettiği söylenmektedir.
Alıntı...