22 Temmuz 2020 Çarşamba

Gizlenen rapor..

Altın Boynuz



   Stalin’in son yılları  yıl 1952  Sovyet uçakları Abakan’ ın üzerinden geçerken manyetik fırtınaya maruz kaldıklarını radarlarının bozulduğunu rapor ediyorlar. 2 uçak düşüyor  araştırmalar o günün teknolojisiyle sonuç vermiyor.

Nikolay Şvernik dönemi. Yıl 1959 2 uçak daha düşüyor Abakan’ın üstünde Bazı koordinatlarda uçuş yasağı geliyor.  Araştırma sonuçları bilinmiyor. Brejnev dönemine kadar yasağın sürdüğü sanılıyor. Bu dönemde de yine uçaklar düşüyor. Bu sefer 3 askeri uçak ve bir de küçük sivil uçak aynı bölge üzerinde düşüyor. Araştırma sonuçları bilinmiyor.
Soğuk savaş dönemi şartlarına göre,,, bir demir perde ülkesi olan SSCB oldukça ketum davranıyordu…

Daha sonraki yıllarda uydular Abakan üstünde değişik sinyaller belirliyor. Bölge üzerinde alınan sinyallerin ABD uyduları tarafından da tespit edildiği sonradan anlaşılıyor. Vasili Kuznetsov 1984’te başa geliyor en kapsamlı şekilde bu konuyu araştırıyor ama bir kaç ay sonra Kuznetsov’un devlet başkanlığı sona eriyor.

1988’de Mihail Gorbaçov Yüksek Sovyet Başkanı seçilir. 1991’de malum SSCB dağılır, birçok sırlar da tarihe karışır. Daha sonraki yıllarda anılarını anlatırken bir yakınına Gorbaçov şöyle diyecektir ;“Tuhaftır ki SSCB ekonomik dağılım aşamasındayken Vatikan bir mezara 2 milyar dolar teklif etti.”

Bu Mezar Hangi Mezardı?

SSCB dağılınca, birçok gizli belge yurt dışına çıkarılmış, pazarlarda, madalyalara, tanklara varıncaya dek  her şey satılığa çıkarılmıştı. Hatta eski silahlar, nükleer uranyum tüpleri dahi satılmıştı. CIA başta olmak üzere,birçok batılı istihbarat kurumları bu belgeleri, koleksiyonerler vasıtası veya başka yollarla elde etmişti. Bu bit pazarlarında hayret verici belgelere rastlamak mümkündü. Türkiye’de de Rus pazarları bir dönem çok meşhur olmuştu.

1960 ya da 70l’i yıllara ait belge bir rapordan bahsediyordu ; Bir çoban Hakasya’nın bugünkü başkenti Abakan yakınlarında çok eski olarak bilinen adına “delikli kaya veya kutsal kaya” denilen kayalık bir yere rastlar. Buranın daha önce ziyaret edildiği oradaki işaretlerden bellidir; zira oraya çaputlar bağlanmıştır. Ama ne zaman bağlanmış,  zamanı bilinmez. Çoban meraklanır orayı kurcalar ve yakınları ile define bulmak umuduyla kazarlar. Ama başarısız olurlar, bir müddet sonra hastalanarak ölürler.

Çoban ve yakınları ölünce aile durumu yetkililere bildirir. Yetkililerin yaptıkları bu incelemeler neticesinde buranın binlerce yıllık bir lahit &anıt mezar kalıntısı olduğu tespit edilir. Burayı araştıran SSCB yetkililerinden de kısa süre sonra ölenler olur. Hal böyle olunca olaya KGB ve askerler de dahil olurlar. Yapılan tetkikler neticesinde bu anıt mezarda yoğun radyasyon olduğu, ölümlerin sebebinin radyasyona bağlı olduğu rapor edilir.

Yetkililer uzun uğraşlar sonunda ve bilim adamları eşliğinde mezara inerler. Kat kat olan mezar, çok ilginçtir; iki iskelet, çeşitli kova benzeri yarı toprak, yarı maden yapımı küpler, iki katlı şömineye benzer yapı vardır. Duvarlarda ilginç çizimler, tabi silinmemiş olanlar.
Fakat asıl hayret ve heyecan verici unsur ise; yuvarlak bir kaide üzerinde bir insan boyunda, altına benzer bir boynuzdur. Duvarlardaki çizimlerde boynuz ve boynuz miğferli, elinde boynuz asa tutan biri yıldız haritaları, gezegen üzerinde boynuz miğferli bir adam, deniz altında boynuz, dünya üzerinde üç boynuz. En ilginci boynuzların titreşim çizgilerle sanki birbirleriyle sinyal göndererek irtibat kurar şekilde çizilmiş olmalarıydı.

Burası derhal askeri ve yasak bölge ilan edilir. Buradaki iskeletler de tuhaftır. İskeletlerin insan iskeletine ait olduğu rapor edilmiştir. Ancak daha sonra şekilleri itibari ile uzaylı olduklarına dair dedikodular yayılmıştır. Yapılan ileri incelemeler neticesinde bu iskeletlerin kesinlikle insan iskeleti olduğu ortaya çıkmıştır. Asıl önemli olan ise “Altın rengindeki boynuz.” Boynuzu araştırmak ve deney yapmak için bir parçasını koparmak isterler. Ancak boynuzdan küçük bir parça bile kopartılamaz. SSCB bilim adamları boynuzun altın ve bilinmeyen bir alışımdan yapıldığını rapor ederler.
Mezardaki diğer materyaller ise en az 30 bin yıllıktır. Mezarda bulunan iskeletler de acaba mezar hırsızları mıydı.Hayır İskeletlerden alınan örnekler de aynı tarihi veriyordu; en az 30 bin yıllıktılar. “Altın Boynuz” yerinden oynatılamadı. 79 yılında Jimmy Carter ve Brejnev yakınlaşması vesilesi ile ABD’den bu konuda bilim adamları talep edildi.

Bu gizli mezar ABD’li bilim adamları tarafından da incelendi. Sonuçlar aynıydı. Boynuzun alaşımının dünya teknolojisiyle yapılamayacağı kanaati rapor edildi. Altın boynuz ismi verilen bu materyal yerinden sökülemedi. Sökülemediği gibi bu boynuzu inceleyen ekipte de bazı değişiklikler olduğu gözlenmişti. İnceleme ekibinde halüsinasyon ve değişik hastalık belirtileri baş göstermişti. Boynuzu yerinden oynatmak için her yol denendi, ama nafile. Son çare olarak SSCB ekibinin içinde bulunan Kazak Türkü bir bilim adamının teklifi kabul edildi. Kazak Türkü, şaman yani kaman getirmeyi teklif etmişti.
Abakanlı yaşlı bilge bir gimin yani kaman,Tunguzca’da şaman olarak bilinen bir zat getirildi. Tüm gizlilik kuralları uygulanarak,şaman mezara indi ve
şöyle dedi ;
“Atalarımızın kemikleri sızlıyor, duymuyor musunuz, bunu buradan çıkarırsanız, gökyüzünden de görülecek büyük felaketle karşılaşacaksınız, bizim de dirilişimiz olacak.”
Şaman Bilge kendine göre uyguladığı formülle altın boynuzu yerinden çıkartma bilgisini verdi.Sonuç inanılmazdı; uzun uğraşlar sonucu “Altın Boynuz” binlerce yıllık yerinden çıkarılmıştı.
Özel planlamalarla ve büyük bir gizlilik içerisinde boynuz kamyona nakledildi.En yakın askeri hava alanına götürülüp, uçakla nükleer araştırma merkezine götürülmesi planlandı.

 Altın Boynuz, uçağa yüklendi ve tuhaflıklar başladı.Uçağın bütün cihazları bozuldu, havalanmak şöyle dursun yerinden kımıldamadı. Başka bir askeri uçak getirildi ama sonuç aynıydı. İlginç olan kara aracına bir etkisi yoktu. Çok çeşitli ölçümler ve çalışmalar sonucunda kurşun bir muhafazalıkta Sibirya üzerinden Moskova yakınlarındaki askeri bir tesise getirildi.

Bu nakil olayından ABD haberdar olunca, Vatikan ve bazı güçler de bu altın boynuzun peşine düştüler.
Mezar incelenmiş, Türklerin Atalarına ait olduğu kesinlik kazanmıştı.

Kayı tamgasına benzer silik bir işaret işi farklı boyutlara da taşıyordu, bundan sonrası kesik.
Bir kaç yıl sonra askeri üssün yetersizliği SSCB yetkililerini altın boynuzu Ukrayna’nın en gelişmiş nükleer araştırma ve tesislerine nakletmeye itti. Çernobli’in yolunu tuttu altın boynuz. Çernobil’de ne kadar kaldı bilinmiyor ancak üzerindeki deney sonucu 26 Nisan 1986’da Çernobil patladı bu radyasyon uzaydan bile gözüktü. Tıpkı şamanın dediği gibi felaket başladı. SSCB dağılma sürecine girdi,,, Türk yurtları bağımsızlığa kavuştu ve dirildi.

Daha sonra Gorbaçov bunu Kırım’daki evinde “Türklerin kadim medeniyeti boyunduruk altında tutulamazdı, bu kader.” diyecekti.


SSCB dağılınca o kaosta her şey unutuldu. Yıllar sonra Abakan müze yetkilileri mezarda araştırma yaptı; mezar talan edilmiş, çökmüştü, küp materyaller yoktu. Bazı kemik parçaları ve altın boynuzun kaidesi ordaydı. Sergilemek için kaideyi müzeye götürdüler. Duvarlarda kalan resimler tahrip olmuştu ama yine de insanlık tarihini değiştirecek bulgular vardı.

Yıldız haritaları aylarca incelendi, Dünya ve üç boynuz çizimi hesaplamalara göre Türkiye’de İstanbul’u işaret ediyordu. Diğeri de Okyanusu.

Acaba Haliç’in eski ismi “altın boynuz” buradan mı geliyordu bilinmez.

SSCB döneminde çalışmalara katılan ABD’li bilim adamı NASA adına daha sonraki yıllarda bir makale yazdı ama yayınlanmadan ölmüştü. Makalesi şöyleydi ; “o mezar ya Stalin’in tıpkı Naziler gibi psişik deney yapılan bir yerdi ya da geçmişte gezegenler arası iletişim telsizi veya bir harp silahtı.Neydi bilemiyoruz, ancak şu kesin ki Türklerin ataları sıradan bir kavim değildi. Sümen altı edilmesi iyi oldu. Dünya aşağılık kompleksine gireceği gibi tüm bilinenler, sistemler değişebilirdi.

Alıntı.

18 Temmuz 2020 Cumartesi

Yeni yaşam hattı..

Vücudun az bilinen ley hattı.:SANJİAO MERİDYENİ”
en gizemli meridyendir diyebiliriz. sanjiao meridyeni ol’arakta bilinir. yang meridyen ol’up kalp meridyeni ile eşleşmiştir. en ilginç özelliği ise hiçbir organla doğrudan bağı yoktur. “TÜM ORGANLARLA İLGİLİDİR.”

endokrin sistemi ve hormonal dağılım sistemiyle birlikte aralarındaki ilişkiyi de kontrol eder. “KALBİN KORUYUCUSUDUR.” duygusal dengenin anahtarı şeklinde düşünebiliriz. 23 noktadan ol’uşur.

bağışıklık sistemiyle doğrudan bağlantılıdır. lenfatik sistem ve enfeksiyon bölgelerine beyaz kan hücrelerinin taşınmasını da sağlar. atık ve toksinler yine bu meridyenle ilgili işlevdir. meridyenin dengeli ol’maması halinde bağışıklık sisteminin süreklilikle yanlış alarm vermesi ol’asıdır.

doğu tıbbı gövdeyi üç bölümde düşünür. üstte; kalp, boğaz ve akciğerler, ortada sindirim fonksiyonları, mide, karaciğer, safra kesesi, dalak ve ince bağırsak alt bölümde ise böbrekler mesane, genital organlar ve kalın bağırsaklar şeklinde ayrılmıştır. üçlü ısıtıcı meridyen bu üç bölgenin enerji yönetimini, birbiriyle koordinasyonunu, hormon erişimini ve tüm aktivitelerinde gerekli ol’an “Qİ” dediğimiz yaşam enerjisinin ulaşması konusunda hayati rol oynar.

üçlü ısıtıcı meridyeni metabolizmadaki sıvı ve katı maddelerin fonksiyon ve hareketlerinden de sorumludur. en önemli işlevi ise; enerji üretmesi ve bunu dağıtmasıdır. ayrıca bedenin ısı dengesiyle doğrudan bağlantılıdır. el ve ayaklardaki soğukluk hissi bu meridyenin semptomlarındandır. “ENDOKRİN SİSTEMİ ÜÇLÜ ISITICI MERİDYENİNİN GÖREV ALANINDADIR.” bunun bir diğer anlamı ise hormon üretilmesi ve ideal seviyedeki hormonal yapı şeklinde düşünebiliriz. hormon eksikliği yaşayanların bu meridyene dikkat etmesi gerekir.

ateş elementiyle bağlantılıdır, rengi kırmızı, mevsimi yazdır. en etkin ol’duğu zaman dilimi, 21:00-23:00 arasıdır.

günümüz şartlarında sık rastlanılan “kulak çınlaması” üçlü ısıtıcı meridyeninde bulunan TW22-21-20-19-18-17-6-5-4 noktalarıyla bağlantılıdır. frekans seviyesinde sapma yaşayan bu meridyen birçok fiziksel ve manevi sıkıntı yaşatabilir. TW10-9-5 migren ve epilepsi, TW2-1 boğaz ağrısı, göz kızarıklığı parmaklarda uyuşma ve yüksek ateşle ilgilidir. TW7 atalarımızla bağımıza ait frekansların anahtarı ol’duğunu düşünebiliriz.

TW1’i kontak noktası ol’arak düşünebiliriz. bu noktayı 30 saniye boyunca derin nefes almış halde bastırmamız veya masaj yapmamız meridyen frekansının dengelenmesine büyük katkı sağlar.

“HAMİLELİK ESNASINDA BU MERİDYENE MÜDAHALEDE BULUNMAMAK GEREKİR.”

üçlü ısıtıcı meridyenin bloke ol’ması veya frekans akışının idealden uzak ol’ması halinde özel veya genel iletişim ve ilişkilerimizde karşı tarafın tanımlanması, içtenlik ve sevginin hissedilmesi son derece zor ol’ur. ifade yeteneği kısıtlanır. düşünce duyguların koordinasyonu ise meridyenin önemini arttırmaktadır. özgüven, katı düşünceler, sevginin hissedilmesi ise yaşam sürecimizdeki en önemli konuların başında gelmektedir.

graves, lupus gibi otoimmun hastalıklarla bağlantılıdır. sindirim sorunları, bağırsak sorunları, kronik kabızlık, bağ ağrıları, kulak problemleri, dalak ve mesane sıkıntıları, böbrek sistemindeki dengesizlikler, ödem yine üçlü ısıtıcı ile ilgili semptomlardır. ateş, titreme, sıcak basması, yine meridyenle bağlantılıdır. uykusuzluk, yorgunluk, depresyon, soğuk el ve ayaklar, mide sorunları, bunalmışlık duygusu, bağımlılıklar, kas ağrıları, göz kızarıklığı ve anksiyete yine bu meridyenin semptomlarındandır.

metabolik süreçler, fiziksel, duygusal, zihinsel ol’arak denge sağlayan tüm enerjilerden sorumludur.

tüm organların, metabolik fonksiyonların frekanslarını düzenler. vücut sıcaklığını, vücuttaki sıvı dengesini düzenler, iletir ve dolaştırır. duygusal anlamda sevginin tanımını sağlar. özellikle anne bağı, aile bağı konusunda işlevseldir. kendi bireyselliğimizin adımları için ideal seviyede üçlü ısıtıcı meridyenine ihtiyacımız vardır. stres yönetiminde odak noktasıdır.
böbrek üstü bezleri, hipatalamus, yumurtalıklar, paratiroid, epifiz, hipofiz, timüs ve tiroid yine üçlü ısıtıcı ile doğrudan bağlantılıdır. bu bezlerle bağının ol’ması ve işlevlerini düzenlemesi meridyenin ne denli önemli ol’duğunu gösterir.

dört azı dişimiz yine bu meridyene bağlıdır. korkular, açgözlülük ve keder hali sapma yaşanan bir meridyen frekansını doğrulamaktadır.

sitrin, gül kuvartz, kaplan gözü taşları üçlü ısıtıcı meridyenin ideal seviyeye erişmesi için katkı sağlar. meridyene ait noktalara temas edilmesi ve akupunktur noktası üzerinde saat yönünde küçük daireler çizilmesi gerekir. limon, selvi, yasemin yağları meridyenin ideal seviyeye çekilmesi için çok önemli rol oynar.

tüm meridyenlerin fiziksel yönleri ol’masına rağmen üçlü ısıtıcı bütünüyle mental alanda işlevseldir. qi enerjisinin bedende yorumlanmasına ve iletilmesinde baş rolü oynaması meridyenin hayati rol oynadığının fark edilmesi için yeterlidir.

çakra sistemimizde mevcut ol’an tüm enerji merkezlerimiz yine üçlü ısıtıcı ile doğrudan bağlantılıdır. kundaliniye ait frekansın genişliği ve gelişmişliği bu meridyenin görev tanımında ol’up. idealden frekanstan uzak bir üçlü ısıtıcı ile topraklanma uygulaması son derece güç yaşanmaktadır.

“manevi ve fiziksel tüm fonksiyonlarımı ideal seviyede yaşayarak eriştiğim bütüncül sağlığımı, sevgi ve ışıkla yücelterek manevi ve maddi refahla, neşe ve huzurla, kararlılık ve coşkuyla yaşayarak hep birlikte el ele.

Kod:
369019888144
Alıntı..

5 Temmuz 2020 Pazar

Unutulmuş bir inanç..

TARAFTARI KALMAYAN DİNLERDE BUGÜN 🙂
BABİL DİNİ

Babil , Sümer ve Sami inançlarını bir potada karıştırmış , bir senteze ulaşmış ve günümüz uygarlığına kadar etkili olmuştur. Babil, Sümer inançlarının isim değiştirerek devam etmesi gibi farklı inançların da birleştiği, geliştiği bir yer olmuştur. Eski tanrılara olan inançlar isimler değişse de devam etmiş, günlük yaşama ait inançlar da gelişmiştir.
Gökyüzü tanrısı Anu, hava tanrısı Enlil ve yeryüzü tanrısı Ha gibi en büyük üç Sümer tanrısı, Babil ilahları arasında da yer almışlardır. Daha sonra Marduk, hem Ea'nın oğlu olduğundan doğuştan gelen haklara, hem de onun olağanüstü yeteneklerine sahip olarak doğdu. Marduk, tanrılar meclisine girer girmez, tanrılar ona yeryüzünde Enlil'in rolünü verdiler, böylece Enlil güç ve eylemden yoksun, sadece addan ibaret kalan bir tanrı haline geldi. Marduk en üstün tanrı mertebesine ulaştı.
Büyücülük ve falcılık Babil'de de büyük önem kazanmış, geliştirdikleri yöntemlerle Babil'li kâhin ve büyücüler İlk Çağ boyunca popüler olmuşlardır. Örneğin kehanet yöntemi olarak, kurbanın ciğerine bakmak, su üzerinde yağa bakmak, tütsü dumanından anlam çıkarmak, kuşların hareketlerini izlemek gibi yöntemler Babil'de kullanılmıştır.
Mircea Eliade, Mezopotamya büyülerinde Lapis Lazuli'nin önemli bir yeri olduğunu belirtmektedir. Özellikle de koyu mavi ve "yıldızlı" görüntüsü ile bu taş gökyüzünün ufak bir modeli olup, gökyüzü güçlerini barındırmaktadır. Bunun gibi - günümüzde olduğu şekliyle- bir çok taşın gizli güçleri olduğuna inanılıyordu. Bu taşlar ayrıca ölü armağanı da olarak mezarlara konmaktaydı. Bunlara arasında en ilginçlerinden biride lapis lazuli balıktır. Bazı ritüellerde balık kıyafeti giyildiği ve bunun Marduk ile alakalı olduğu düşünülürse balık biçimli bu taşın ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır.
Bu tür inançlar günlük hayatta da büyük rol oynamış ve Babilliler, kötü ruhlardan korunmak ve şans elde etmek için tanrı ve tanrıçalara karşı olan görevlerini ihmal etmemişlerdir. Hatta sıradan insanların tapınağın özel bölümlerine girmesi yasak olduğu halde , büyük coşku ile özel törenleri izlemişlerdir.
Babil'de, Sümer'de olduğu gibi, yeni yıl bayramı çok önemliydi. Akitu diye adlandırılan bu bayram, Babil'de çeşitli dönemlere bağlı olarak çeşitli zamanlarda kutlanmıştır. Bu bayramın hem sonbaharda hem de ilkbaharda da kutlandığı görülmüştür.
Hammurabi zamanında yeni yıl bayramı Nisan'da kutlanmıştır. On iki günlük bir törenle kutlanan bu bayram bazı şehirlerde Marduk adına kutlandığı gibi Borsippa gibi şehirlerde de Marduk'un oğlu Nabu adına kutlanmıştır.
On iki günlük kutlamalar sırasında çeşitli törenler yapılmaktaydı. İkinci gün başrahip erken kalkıp, Fırat nehri sularında yıkanmaktaydı, sonra da giyinerek Marduk tapınağına gitmekte, burada dua etmekteydi.
Törenlerin en önemli bölümlerinden biri de tanrı Bel-Marduk'un ölüm ve yeniden dirilme ritüeliydi. Bu, bir çok kültürde ortak olan , tanrının ölmesi ve yeniden dirilmesi ya da yeraltı dünyasına inmesi ve yeniden yeryüzüne çıkması ritüelinin bir versiyonudur ve mevsimlerin döngüsü ile alakalıdır. Törenlerin yedinci gününde Marduk kaybolmakta ve sekizinci günde tekrar ortaya çıkmaktadır.
Alıntı..

29 Haziran 2020 Pazartesi

Yaşam ve ağaç ..

'Her şey biziz salında..’
Hayat Ağacı (The Tree of Life )' adı verilen ağ şeması ile 'İnsan Vücudu'
Evrenimizi son derece verimli bir şekilde algılamak, anlamak ve etkileşim kurmak için kullanılabilecek çok faydalı bir başka sistem olarak kabul gören Hayat Ağacı (TOL) ' nın insan vücudu ile aynı şekle sahip olması, en belirgin özelliklerinden biridir.
İnsanları “Hayat Ağacı” nın bir yansıması olarak gören bu eşitleme hepimizin ortak paylaştığı varoluş yönlerini haritalıyor. Vücudun arkasına yerleştirilen Hayat Ağacı kim olduğumuzu simgeliyor.

Hayat Ağacı insan vücudunun üzerine yerleştirilebilir.

Bu Evrensel İnsan'ı veya
İbrani inanışına ait sembolik bir ad ile
Adam Kadmon'u
sembolize eder

Kabala“evrenin, vücudumuzun ve iç yaşamımızın yapısını tanımlayan karmaşık bir harf, sayı ve ses sistemidir.

İnsan kemiklerini , çakralarını ve akupunktur noktalarını kodlamanın dışında
Ruhun psiko-ruhsal uyanış yolculuğunu işaret eden
33 gelişimsel adımla evrensel bir başlangıç yolu olan
ve iç formunun,
insan iskeletindeki 206 kemiği simgeleyen 206 köşeye sahip olduğu belirtilen

'Hayat Ağacı'nın

10 Sephiroth unun (bazen on bir veya on iki küre)
yaratılışın tüm yönlerini temsil ettiği anlatılır.

Yani bireysel İnsan anatomisi,

çekirdek tezahür şablonu oluyor.

(Kabala ve Hayat Ağacı üzerinde çalışırken,
10 Sephirot
kimin açıkladığı bakış açısına bağlı olarak çeşitli şekillerde açıklanabilir ve tanımlanabilir)

10 Emir olarak da Tevrat’ta emir olarak bildirilen bilgilerin ezoterik karşılığı olduğu belirtilen
ve Mistikler için Tanrının 10 yüzü olan
her sephira
ve yola
astrolojik gezegenler ve işaretler,
hastalıklar,
Tarot kartları ve klasik elementler gibi çeşitli fikirler verilir.

Bu yazışmaların çoğu,
 Aleister Crowley'nin bu listeler için kullanılan Liber 777 *adlı kitabında bir araya getirildi .
(* 777 and Other Qabalistic Writings of Aleister Crowley)

Ağacın hıyerarşik yapısı sadece 7 varoluş düzlemi
( eterik bedendeki 7 çakraya tekabül eden)
olarak düşünebildiğimiz şey boyunca değil,
aynı zamanda 4 dünya olarak ifade edilir
ve
her dünya bir arketipik oluşumu tezahur ettirir

Hayat Ağacı 'olarak adlandırılan evrensel taslaktan öğrendiğimiz en önemli derslerden biri de

karşıt güçlerin dengesidir.

Bu denge,
insan vücudunda sergilenen
iki taraflı simetri kullanan bir mimari ile elde edilir.

Ancak, TOL
dengeyi öğrenmek ve keşfetmek için bir araçtır.

Görüyorsunuz, içinde yaşadığımız dünya gibi, İnsan da karşıtlardan oluşur - siz, ben, hepimiz .

Daha spesifik olarak,
İnsanın fiziksel bedeni de eşit ve karşıt güçlerden oluşur.

“ Yukarıdaki gibi, aşağıda ,” diyor ünlü Zümrüt Tablet.

Evrenin içinde yaşadığımız için,
(fraktal bir şekilde)
hepimiz oradaki her şeyle aynı "karşıt çiftlerden" oluşuyoruz.

Biz günahkarlar ve azizler,
aylar ve güneşleriz,
hepsi bir insan paketine sarılmışız.

Shakespeare,
 "Hayat birbirine karışmış bir ipliktir,"
"iyilik ve kötülük birlikte  ... " der...

Şimdi, bunu anladıktan sonra ...

Evrenin ve kendi bedenimizin ikiliklerini algıladıktan sonra ...

Bunu doğru bir şekilde nasıl yorumlayacağımızı anladığımızda…

Hermetik gelenekte
bazen bir  bazen de yılan

insan vücudunun, ruhun ve kozmosun eksenini
yukarı doğru sarar.

Bu kozmik eksenin
sadece kozmosun ekseni olmadığını,
sadece yeraltı dünyasını ve gökleri
dünyaya bağlamak olmadığını anlamak önemlidir.

Kozmik eksen aynı zamanda benliğin eksenidir

Sadece insan vücudu değil,

tüm benlik, yani bilinçdışı, bilinç ve ruhun çeşitli yüksek seviyelerinin...

Meta-eksen veya metaksis ,
benliğin ve tüm kozmosun merkezindeki eksendir.

Tasavvuf, şamanizm, Hermetik Gelenek, Yoga, Kabala
ve benzerlerinde
benlik ve dünyanın
aynı merkez noktasını,
aynı ekseni paylaştığını anlamalıyız.

Benliğin mikro kozmosu
ve makro kozmos bu sembolde birleşir.

Metaxis merkezidir

Tanrının merkezi her yerde olan,
çemberi ise hiçbir yerde bulunmayan bir daire olduğunu söyleyen Hermetik aksiyomu hatırlarız.

Merkezdeki noktaya sahip dairenin sembolü
birçok kültürde bulunur.

Daire benliği, kozmosu temsil eder.

Merkez nokta, kozmosun, benliğin merkezidir.
Merkez nokta yukarıdan görülen eksendir.

Çemberin dünyanın ufku olduğunu
ve nokta veya eksenin
merkez ve omurga olduğunu söyleyebiliriz.

Bu bazen
simyacıların denge sembolü olarak aldıkları
kuyruğunu yutan daire içinde bir yılan
tarafından sembolize edilir.

Dünyanın dört bir yanındaki 'Şamanlar'ın
bu dikey yolu dolaştığı belirtilir.

Transa giriyorlar
ve bu eksende yukarı veya aşağı seyahat ettikleri
vizyonlarla
diğer bilinç durumlarına erişiyorlar.

Bazen dünya ağacına veya dünya dağına tırmanıyorlar

Aynı haritayı psikolojide dahi görüyoruz.

Geleneksel Freudcu psikolojide
dikey olarak düzenlenmiş
bilinçaltına, bilinçdışına ve bilinçüstüne sahibiz.

Jung ve diğer psikoloji formlarında
bu dikey düzenleme daha kapsayıcı hale gelir
ve yukarıda bahsedilen tüm semboller
benliğin ekseninin sembolik gösterimleri olarak görülür.

Doğanın, bilincin ve insan vücudunun temeli

hep aynı şablona bağlanıyor.

Aslında, her şey sen (ve ben) ile ilgili!...
'Hayat Ağacı (The Tree of Life )' adı verilen ağ şeması ile 'İnsan Vücudu'
Evrenimizi son derece verimli bir şekilde algılamak, anlamak ve etkileşim kurmak için kullanılabilecek çok faydalı bir başka sistem olarak kabul gören Hayat Ağacı (TOL) ' nın insan vücudu ile aynı şekle sahip olması, en belirgin özelliklerinden biridir.
İnsanları “Hayat Ağacı” nın bir yansıması olarak gören bu eşitleme hepimizin ortak paylaştığı varoluş yönlerini haritalıyor. Vücudun arkasına yerleştirilen Hayat Ağacı kim olduğumuzu simgeliyor.

Hayat Ağacı insan vücudunun üzerine yerleştirilebilir.

Bu Evrensel İnsan'ı veya
İbrani inanışına ait sembolik bir ad ile
Adam Kadmon'u
sembolize eder

Kabala“evrenin, vücudumuzun ve iç yaşamımızın yapısını tanımlayan karmaşık bir harf, sayı ve ses sistemidir.

İnsan kemiklerini , çakralarını ve akupunktur noktalarını kodlamanın dışında
Ruhun psiko-ruhsal uyanış yolculuğunu işaret eden
33 gelişimsel adımla evrensel bir başlangıç yolu olan
ve iç formunun,
insan iskeletindeki 206 kemiği simgeleyen 206 köşeye sahip olduğu belirtilen

'Hayat Ağacı'nın

10 Sephiroth unun (bazen on bir veya on iki küre)
yaratılışın tüm yönlerini temsil ettiği anlatılır.

Yani bireysel İnsan anatomisi,

çekirdek tezahür şablonu oluyor.

(Kabala ve Hayat Ağacı üzerinde çalışırken,
10 Sephirot
kimin açıkladığı bakış açısına bağlı olarak çeşitli şekillerde açıklanabilir ve tanımlanabilir)

10 Emir olarak da Tevrat’ta emir olarak bildirilen bilgilerin ezoterik karşılığı olduğu belirtilen
ve Mistikler için Tanrının 10 yüzü olan
her sephira
ve yola
astrolojik gezegenler ve işaretler,
hastalıklar,
Tarot kartları ve klasik elementler gibi çeşitli fikirler verilir.

Bu yazışmaların çoğu,
 Aleister Crowley'nin bu listeler için kullanılan Liber 777 *adlı kitabında bir araya getirildi .
(* 777 and Other Qabalistic Writings of Aleister Crowley)

Ağacın hıyerarşik yapısı sadece 7 varoluş düzlemi
( eterik bedendeki 7 çakraya tekabül eden)
olarak düşünebildiğimiz şey boyunca değil,
aynı zamanda 4 dünya olarak ifade edilir
ve
her dünya bir arketipik oluşumu tezahur ettirir

Hayat Ağacı 'olarak adlandırılan evrensel taslaktan öğrendiğimiz en önemli derslerden biri de

karşıt güçlerin dengesidir.

Bu denge,
insan vücudunda sergilenen
iki taraflı simetri kullanan bir mimari ile elde edilir.

Ancak, TOL
dengeyi öğrenmek ve keşfetmek için bir araçtır.

Görüyorsunuz, içinde yaşadığımız dünya gibi, İnsan da karşıtlardan oluşur - siz, ben, hepimiz .

Daha spesifik olarak,
İnsanın fiziksel bedeni de eşit ve karşıt güçlerden oluşur.

“ Yukarıdaki gibi, aşağıda ,” diyor ünlü Zümrüt Tablet.

Evrenin içinde yaşadığımız için,
(fraktal bir şekilde)
hepimiz oradaki her şeyle aynı "karşıt çiftlerden" oluşuyoruz.

Biz günahkarlar ve azizler,
aylar ve güneşleriz,
hepsi bir insan paketine sarılmışız.

Shakespeare,
 "Hayat birbirine karışmış bir ipliktir,"
"iyilik ve kötülük birlikte  ... " der...

Şimdi, bunu anladıktan sonra ...

Evrenin ve kendi bedenimizin ikiliklerini algıladıktan sonra ...

Bunu doğru bir şekilde nasıl yorumlayacağımızı anladığımızda…

Hermetik gelenekte
bazen bir  bazen de yılan

insan vücudunun, ruhun ve kozmosun eksenini
yukarı doğru sarar.

Bu kozmik eksenin
sadece kozmosun ekseni olmadığını,
sadece yeraltı dünyasını ve gökleri
dünyaya bağlamak olmadığını anlamak önemlidir.

Kozmik eksen aynı zamanda benliğin eksenidir

Sadece insan vücudu değil,

tüm benlik, yani bilinçdışı, bilinç ve ruhun çeşitli yüksek seviyelerinin...

Meta-eksen veya metaksis ,
benliğin ve tüm kozmosun merkezindeki eksendir.

Tasavvuf, şamanizm, Hermetik Gelenek, Yoga, Kabala
ve benzerlerinde
benlik ve dünyanın
aynı merkez noktasını,
aynı ekseni paylaştığını anlamalıyız.

Benliğin mikro kozmosu
ve makro kozmos bu sembolde birleşir.

Metaxis merkezidir

Tanrının merkezi her yerde olan,
çemberi ise hiçbir yerde bulunmayan bir daire olduğunu söyleyen Hermetik aksiyomu hatırlarız.

Merkezdeki noktaya sahip dairenin sembolü
birçok kültürde bulunur.

Daire benliği, kozmosu temsil eder.

Merkez nokta, kozmosun, benliğin merkezidir.
Merkez nokta yukarıdan görülen eksendir.

Çemberin dünyanın ufku olduğunu
ve nokta veya eksenin
merkez ve omurga olduğunu söyleyebiliriz.

Bu bazen
simyacıların denge sembolü olarak aldıkları
kuyruğunu yutan daire içinde bir yılan
tarafından sembolize edilir.

Dünyanın dört bir yanındaki 'Şamanlar'ın
bu dikey yolu dolaştığı belirtilir.

Transa giriyorlar
ve bu eksende yukarı veya aşağı seyahat ettikleri
vizyonlarla
diğer bilinç durumlarına erişiyorlar.

Bazen dünya ağacına veya dünya dağına tırmanıyorlar

Aynı haritayı psikolojide dahi görüyoruz.

Geleneksel Freudcu psikolojide
dikey olarak düzenlenmiş
bilinçaltına, bilinçdışına ve bilinçüstüne sahibiz.

Jung ve diğer psikoloji formlarında
bu dikey düzenleme daha kapsayıcı hale gelir
ve yukarıda bahsedilen tüm semboller
benliğin ekseninin sembolik gösterimleri olarak görülür.

Doğanın, bilincin ve insan vücudunun temeli

hep aynı şablona bağlanıyor.

Aslında, her şey sen (ve ben) ile ilgili!...


22 Haziran 2020 Pazartesi

Kadim mısır..

Mısır Mitolojisinde Yaratılış – Ra’nin Hikayesi
Başlangıçta, hiçbir kara parçası yokken ve Mısır daha oluşmamışken sadece büyük bir karanlık ve Nun adı verilen büyük bir su kaynağı vardı. Nun’un gücü o kadar fazlaydı ki karanlıkta parlayan bir yumurta oluşturdu. Bu yumurtanın adı Ra’ydı.
Ra çok güçlüydü, istediği şekle bürünebilirdi ve bu gücünün sırrı gizli isminde yatıyordu; eğer başka bir isim verseydi kendine bu gücü yine o isminde olurdu. ”Ben şafakta Khepera’yım, ve Ra’yim öğle vakti, akşam Atum’um.” dedi ve güneş ilk kez yükseldi, gökyüzünü geçti ve battı.
Daha sonra Ra, Shu ismini seçti ve ilk rüzgar esmeye başladı, Tefnu ismini seçti ve ilk nehir oluştu. Geb’i seçti ve yeryüzü ortaya çıktı. Tanrıça Nut olarak bir ayağı yeryüzünde diğeri ufukta gök kubeyi oluşturdu. Hapi olarak isimlendi ve muhteşem nehir Nil Mısır üzerinde akmaya başladı ve onu verimli bir yer haline getirdi. Ra dünya üzerindeki her şeyin adını aldı ve her şey büyüdü, oluştu. Son olarak da insanlığın adını aldı ve sonunda dünyada insanlar vardı.
Daha sonra Ra erkek şekline büründü ve ilk Firavun olarak yüzlerce yıl Mısır’a hüküm sürdü, insanlar verdiği iyi hasatlar sayesinde her zaman iyi konuşurdu. Ama bir zaman sonra Ra’nın insan bedeni yaşlandı. İnsanlar ondan korkmamaya ve kurallarına uymamaya başladı. Arkasından gülmeye ve konuşmaya başladılar, ”Ra’ya bakın, kemikleri gümüş gibi, cildi altın gibi ve saçları lapis lazuli renginde.” Bunları duymak Ra’yı kızdırdı ama insanların kurallarına uymayıp kötülükler yapmaya başlaması daha da kızdırdı. Ve yarattığı tanrıları -Shu, Tefnu, Geb, Nut- ve Nun’ı çağırdı. Tanrı ve Tanrıçalar görüşürken insanlık bundan habersiz hala Ra’yla dalga geçip kurallarına uymamaya devam ediyordu.
Toplanan konseye karşı Ra ”Tanrıların en büyüğü, beni yaratan Nun ve benim yarattığım tanrılar; bir bakışımla ortaya çıkan insanoğluna bakın! Arkamdan neler çevirdiklerine, neler söylediklerine bakın. Bana onlara ne yapmam gerektiğini söyleyin çünkü tavsiyelerinizi duymadan insanoğlunu yok etmeyeceğim.” dedi.
Ve Nun ”Oğlum Ra, tanrılar yarattığı şeylerden çok daha güçlü ve kudretlidir. Öfkeli gözlerini onlara çevir ve onlara yıkımı kızın Tanrıça Sekhmet’le yolla” Ra cevapladı: ”Şimdi bile korku üzerlerine düşüyor ve çölün içinden dağlara kaçıyorlar, saklanıyorlar.”
”Sekhmet’le onlara gözlerindeki bakışı yolla!” dediler ve Tanrıların hepsi Ra’nın önünde alınları yere değecek şekilde diz çöktüler ve böylece Ra’nın gözündeki korkunç bakıştan tanrıçaların en sert ve kızgını olan Sekhmet doğdu. Bir aslan gibi avına koştu ve Ra’nın emrettiği gibi Aşağı ve Yukarı Mısır’a geldi ve Ra’yi hor gören, kurallarına uymayan herkesi Nil’in iki yakasındaki dağlarda buldu ve katletti. Onunla karşılaşan herkes katledildi.
Sonra Ra tepelerin üzerinden baktı ve Sekhmet’in yaptıklarını gördü ve onu yanına çağırdı; ‘’Gel, kızım ve bana emirlerime nasıl uyduğunu anlat.’’ dedi ve Sehmet korkunç aslan sesine ve kurbanlarının gözyaşına benzeyen sesiyle ‘’Bana verdiğin hayatla, insanlıktan intikamını aldım ve kalbim sevinçle doldu’’ diye cevapladı.
Bundan sonra geceler boyunca Nil insanlığın kanıyla kırmızı aktı ve Sekhmet kırmızı ayaklarıyla Mısır’da dolaştıkça Mısır’ın bütün toprakları öldü. Ra son bir kez yer yüzüne baktı ve her ne kadar kendisine isyan etmiş olsalar da insanlığa karşı kalbinde bir acıma oldu. Ama zalim tanrıça Sekmet’i hiçbir insan durdurmazdı hatta Ra’nın kendisi bile durduramazdı. Ancak Sekhmet’in öldürmekten kendi isteğiyle vazgeçmesi lazımdı ve Ra, bunu anca bir kandırmacayla başarabileceğini biliyordu. O da buyurdu, “Benden önce, gölgeler gibi sessizce ve fırtına rüzgarlarının hızı ile yeryüzünde ilerleyecek habercileri çabucak getirin.” Bunlar getirildiğinde onlara şunları söyledi: ‘’Nil’in kayaların üstünden şiddetle aktığı ve ilk Cataract adalarının arasında ki yere hızla gidin, Elephantine adı verilen adaya gidin ve bana kırmızı toprak boyası (red ochre, aşıboyası yada toprak boya, demirden elde edilen doğal boya) getirin. ‘’
Haberciler hızla gitti ve kan kırmızısı toprak boyasıyla birlikte Heliopolis’e geri döndüler. Heliopolis, Ra’nın şehri, taş obeliskleri tıpkı parmaklar gibi güneşi işaret ederdi. Onlar şehre geldiğinde geceydi ama bütün gün Heliopolis’in kadınları Ra’nın onlara emrettiği gibi bira yapmıştı. Ra, yedi bin kavanoz biranın onu beklediği yere geldi ve diğer tanrılarda onunla birlikte geldiler, onun bilgeliğiyle insanlığı kurtarışını görebilmek için. ‘’Elephine’in kırmızı boyasını arpa birasıyla karıştırın.’’ dedi Ra ve yapıldı; böylece bira ay ışığında insan kanı gibi kırmızı renkte parladı ve ‘’şimdi Sekhmet’in gün doğumunda insanları öldürmek için gittiği yere götürün.’’ dedi ve hala gece iken yedi bin kavanoz bira alındı ve tarlaların üzerine döküldü, böylece yer derin bir şekilde bu güçlü birayla (diğer adı uyku yapıcı) kaplandı.
Gün doğduğunda korkunç olan, Sekhmet geldi. Kurbanlarının düşüncesiyle heyecanla geldi ancak yeri sular içinde buldu. Etrafta yaşayan hiçbir şey yoktu; ama kan rengi birayı gördü ve bunun gerçek kan olduğunu düşündü, kendi katlettiği insanların kanı. Ve bu düşünceyle sevinçle kahkahalar atmaya başladı, onun kahkahaları öldürmeye aç bir aslanın kükremesi gibiydi. Gerçekten kan olduğunu düşündüğü birayı içmeye başladı ve böylece içmeye gün boyu devam etti. Bira onu etkilemeye devam etti ve kimseyi öldüremedi. Nihayetinde Ra’nin beklediği yere geri döndü; o gün tek bir adam bile öldürmedi