Günümüzde, ‘piç’ sözü bir hakaret olarak ya da evlilik dışı birlikteliklerden doğan çocukları tanımlamak için kullanılıyor. Evli olmayan ebeveynlerden doğmuş olmak, bir zamanlar Batılı kültürlerde damgalanmış ve sonraları hukuki yetersizliklerden büyük ölçüde arındırılmış olsa dahi hâlâ utanç ve günah çağrışımlarına neden olmaktadır. Evlilik olmaksızın doğan çocukların aşağılanması, genellikle Ortaçağ Hristiyan Avrupa kültürünün bir mirası olarak kabul edilir; bu bağlamda, Katolik evlilik yasasına uyum vurgulanıyor.
Yine de 13. yüz yıl öncesinde meşru evlilik veya bunun yokluğu, doğum meselesini belirleyen en önemli etken değildi. Bundan ziyade, önemli olan husus ebeveynlerin -anne ve babanın- sosyal statüsüydü. Doğru ebeveynlere doğmuşsa, Kilise yasalarına göre evli olmasalar da o çocuk ebeveynlerin toprakları, mülkleri ve unvanları konusunda miras hakkı kazanmaya layık görülürdü.
Örneğin, daha çok “Fetihçi William” olarak bilinen “Piç William” meselesini ele alalım. Normandiya ve Herleva Dükü Robert, eşi olmadığı belli olan bir kadından olan William’ı mirasçısı olarak belirledi. Genç olmasına ve tartışmalı doğumuna rağmen, William önce Normandiya’yı, daha sonra İngiltere’yi yönetmeyi ve krallığını ve unvanlarını çocuklarına miras bırakmayı başardı.
NOTHUS KELİMESİNİN KÖKENİ
O zaman William’a neden ‘piç’ diye seslenildi? 12. yüz yılda William hakkında yazan vakanüvis Orderic Vitalis, kendisine “nothus” demişti: bu Antik Yunan terimi, iki Atinalı vatandaştan olmayan çocuklar için kullanılmıştı. Orderic bu sözle ne ifade etmek istemişti? Bilinen tek ayrıntı, William’ın annesinin medeni statüsüyle değil, daha çok annesinin soyuyla ilgili bir atıf olduğunu düşündürüyor. Orderic’in yazdığı üzere 1050’lerde William’ın Alençon kuşatması sırasında, siperlerde toplanan insanlar William’ı takip etmedi; babasının annesiyle evli olmamasından ötürü değil ama annesi Herleva kökenli bir tabakhanecinin veya bir cenaze levazımatçısının kızı olması nedeniyle bu durum gerçekleşti. Başka bir deyişle, evlilik dışı doğumuna değil, annesinin zayıf soyağacına itiraz ettiler. Bir doğumu gayri meşru yapan algıyı, bir çocuğu “piç” yapan şeye ilişkin bu mantığı, Ortaçağ’ın erken dönem kaynaklarında pek sık rastlanmayan bir tanımlamayla eşleşiyor. 11. yüz yılın sonlarında yaşayan bir yazar bu gerçeği ifşa ettiğinde, Fransızlar karışık ailevi durumundan dolayı William’ı ‘piç’ diye anıyordu: Zira hem asil hem de avam kanı, yani bir çeşit “çamurdan kan” taşıyordu.
Tartışmalı doğumuna rağmen William’ın toplumsal gerçekliği eşsiz değildi. Ondan önce ve sonra gelen krallar, hatta kraliçeler, gayrimeşruluk iddialarına rağmen başarılı bir şekilde mirasçı ve hükümdarlar oldular. 12. yüz yılda keşişler ve rahibelerin çocukları da dahil olmak üzere, yasadışı birliktelikten doğan çocukların asalet ve kraliyet unvanını devraldığı birçok durum mevcuttur. Yüksek statülü bir çiftten doğan çocuklar, yakın bir akrabayla evlenmek, halihazırda evli olanlarla veya eşi hayatta olan veya bekaret yemini etmiş birisiyle evlenerek dönemin yasakları ihlâl edilmiş olsa bile, bu ebeveynlerden miras alabilirlerdi. Bu nedenle, meşru bir doğumla tanımlanan meşru bir krallık ideali ve ebeveynler arasındaki meşru bir evliliğin belirlediği meşru bir doğum, Ortaçağ’ı yaşayan Avrupa’da yalnızca ağır ve istikrarsız bir şekilde yürüyordu. 12. yüz yılın sonuna dek, gayrimeşru doğum gerekçesiyle çocukların topraklar üzerinde hak iddia etmekten men edildiğine dair bir kanıt görünmüyor. ‘Piç’, şimdi anladığımız üzere, bu dönem ortaya çıkmaya başladı.
SORUMLUSU KİLİSE DEĞİLDİ
Önemli olan şu ki; gayrimeşruluğun anlam ve etkilerindeki bu kayma, Kilise öğretisinin dayatılmasıyla ortaya çıkmadı. Bundan ziyade, sıradan davacılar, Kilise doktrini kırıntılarını kendi amaçlarına uygun olarak kullanmaya başladılar. Belki de bunun en erken belirtileri, 1160’lı yıllardaki Anstey davasıyla İngiliz hukuk tarihindeki vaka kayıtlarında döneminde bulunabilir. Bu, bir kişinin mirastan men edildiği ilk dava olabilir; çünkü, ailesi yasa dışı olarak evlenmişti. Ve men kararı, Kilise’nin müdahalesiyle değil, zeki bir davacının bir kısım teolojik doktrin parçalarını nasıl kullanacağını bilmesiyle alâkalıydı. O davadan sonra, daha fazla davacı ortaya çıkmaya başladı.
Örneğin, 12. yüz yılın sonlarına doğru, Champagne bölgesinden olan bir kontes, oğlunun mirastan men edilmesini engellemek amacıyla, yeğenlerine karşı gayrimeşru doğum iddialarından faydalanmak için dava açtı. Kızlar bu bölgede miras hakkına sahipti ve bu yüzden kız kardeşleri bir zamanlar rahmetli babalarının hüküm sürdüğü topraklar üzerinde hak iddia edebilirlerdi. Ancak, yeni doğum yapan kontes kızkardeşlerini yasadışı bir evliliğin ürünü olmakla itham etti ve bu nedenle babalarının meşru mirasçıları olmadıklarını savundu. Stratejisi işe yaramıştı; her iki kız kardeş de sonunda miras iddialarından vazgeçtiler; ancak önce kendilerini çok zengin edecek bir para almışlardı. Bu hikayenin de işaret ettiği gibi, papalıklar genelde hayal edilenden çok daha pasif bir role sahipti.
Rahibeliğin modern anlamını kazanmaya başladığı dönemde, 13. yüz yılın başında, papalık gayrımeşru birlikteliklerin mirastan istifa etmesinden veya miras bırakılmasından ziyade gayrımeşru birlikteliklerin gerçekleşmesine odaklanmış durumdadır. Gayrımeşru cinsellikten doğan nefret, zaman zaman hanedan siyasetinde bir koz haline geldi. Bu tür birlikteliklerden doğan çocuklara karşıysa bir nefret oluşmadı. Gayrimeşru çocuklara asalet veya kraliyet unvanını miras bırakmayı engellemenin ve gayrimeşru evliliklerin suç olarak nitelendirilmesinin, kimi zaman siyasi veya pratik kaygılardan daha fazla gerekçesi olduğuna dair çok az kanıt bulunmaktadır.
‘Piç’liğin değişen içeriğini kavramak, 13. yüz yıl öncesi Ortaçağ toplumunun çalışma ve önceliklerine ilişkin daha net bir resme ulaşmamızı sağlayacaktır. Sonraları toplum katı Hristiyan yasalarına tabi olmaktan çıkacaktır. Bunun yerine, liderlerinin değerini, kutlu atalarla ilgili iddialarına ve bu meşruiyete dair gücü bağlamında değerlendirdi. Şundan emin olabilir ki, meşru alanda evlilik, Ortaçağ boyunca büyük oranda sahtekârlığa hizmet etmişti. Öte yandan, 13. yüz yılın başındaki bu dünyada, en yoğun dikkat, meşru evliliklerin gerçekleşmesinden ziyade, annelerin soy ve saygınlığına odaklanmıştı. Henüz 12. yüz yılın ikinci yarısında başlayan yasal evliliğin dışında gerçekleşen doğum, bir çocuğu gayrımeşru, yani bir ‘piç’ haline getirmeye başlamıştır ve potansiyel olarak asalet veya kraliyet unvanlarını miras olarak almaya uygun görülmemiştir.
* Sara McDougall, New York Şehir Üniversitesi Ceza Adaleti (CUNY) bölümü John Jay Koleji’nde doçenttir ve CUNY Graduate Center’daki doktora öğretim üyesidir. Araştırmaları, özellikle Ortaçağ Avrupa’sında evlilik ve hukuk üzerine yoğunlaşmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder