15 Ekim 2018 Pazartesi

Ruhsallık ve körlük..

Kaainatta neden varız neden bu dünyaya bedenlendik bunu bilmeliyiz.En azından sorgulamalıyız..Buraya ruhsallık hakkında öğrenmeye geldik. Bu arayışın hakiki niteliğine güven duyuyorum ama arayışın doğasını sorgulamalıyız. Problem egonun herşeyi hatta ruhsallığı dahi kendi menfaatine uygun hale dönüştürebilmesidir. Ego sürekli ruhsal öğretileri kendi yararı için bulup uygulamaya kalkışır. Öğretilere dışsal, "ben"harici, taklit etmeye çalışacağımız bir şey olarak muamele edilir. Gerçekte ise öğretilerle özdeşlik ve öğretilerin kendisi olmak istemeyiz. Bu yüzden öğretmenimiz eğer ego'dan feragattan söz ediyorsa bizler ego'dan feragatı taklit etmeye kalkışırız. Uygun duruş biçimleri ile hareketler sergileriz fakat gerçekte yaşam biçimimizin hiçbir parçasından feragat etmeyi istemeyiz. Öğretilerin gerçek anlamına karşı kör ve sağır kesilirken becerikli aktörlere dönüşür, /ruhsal/ yolu izliyormuş gibi yapmakla biraz teselli buluruz. Eylemlerimiz ve öğretiler arasında herhangi bir çelişki ve çatışkı hisseder hissetmez hemen durumu çatışkıyı yok edecek şekilde yorumlarız. Yorumlayan ruhsal akıl hocası rolündeki egodur. Durum, kilise ile devletin ayrıldığı bir ülkeye benzer. Eğer devlet politikası kilisenin öğretisine aykırı ise kralın otomatik reaksiyonu kilisenin başı, ruhsal akıl hocasına gidip onun kutsamasını (blessing) istemek olacaktır. Kilisenin başı bu durumda bazı gerekçeler üretip kral inancın koruması altındaymış gibi bir hile ile kralın politikasını kutsar. Her bireyin zihninde tutulan yol, ego hem kral hem de kilise başı haline gelerek böylece temize çıkarılır. Eger hakiki ruhsallık gerçekleşecek ise ruhsal yolun bu rasyolleştirilmesi ve bireyin eylemleri bir kenara kaldırılmalıdır. Ancak böylesi bir rasyonelleştirme ile uğraşmak hiç de kolay değildir çünkü herşey, çoğu seçimini temiz, tam ve fazlasıyla mantıklı gösteren egonun felsefe ve mantığının filtresi vasıtasıyla görülür. Her soruya kendimizi temize çıkaran yanıtlar bulmaya kalkışırız. Moral kazanmak adına yaşamlarımızın kargaşa üretebilecek her yönüne uygun bir entelektüel şema uydurmaya gayret ederiz. Ve çabamız öylesine ciddi ve huşu yüklü, öylesine doğrudan ve içtendir ki çabanın kendisinden şüphe duymakta güçlük çekeriz. Kendi ruhsal akıl hocamızın (yani ego ş.b.) "doğruluğuna" her zaman güven duyarız. Kendimizi haklı çıkarmak için neyi kullandığımızın bir önemi yoktur: kutsal metinlerin bilgeliği, diyagramlar veya çizelgeler, matematik hesaplamalar, ezoterik formüller, köktenci din, derinlik psikolojisi veya herhangi bir başka mekanizma. Şunu veya bunu yapıp yapmamaya karar verip değerlendirme yapmaya başladığımız anda zaten ilgili pratik veya kategorilere ilişkin bilgiye, bir şeyin karşısında eksi olarak gördüğümüz diğer birşeye sahip olmaktayız ve bu ruhsal materyalizm, kendi ruhsal akıl hocamızın sahte ruhsallığıdır. "Ben bunu yapıyorum çünkü bilincin, varlığın belirli bir halini edinmek istiyorum" şeklinde bir ikici düşünce biçimine sahip olduğumuz zaman kendimizi olduğumuz şeyin gerçekliğinden otomatik olarak ayırıyoruz. Eğer kendi kendimize "Bir taraf seçerek değerlendirme yapmanın neresi yanlış?" diye sorarsak, yanıt olarak şu şekilde "Şunu yapmalıyım ve şundan uzak durmalıyım" ikinci bir hüküm formüle ettiğimizde olduğumuz basit durumdan bizi çok uzağa götürecek bir güçlük düzeyine varmış oluruz. Meditasyonun basitliği sadece egonun maymun güdüsünü deneyimlemek anlamına gelir. Eğer bundan daha fazla birşey psikolojimize yerleştirilecek olsa çok ağır birşey, zırha uygun kalın bir maske olur. Herhangi bir ruhsal pratiğin temel amacının egonun bürokrasisinin dışına adım atmak olduğunu görmek önemlidir. Bu, egonun surekli şekilde arzu duyduğu daha yüksek, daha ruhsal, bilginin, dinin, erdemin, değerlendirmenin, esenliğin daha yuksek biçimleri veya belirli bir egonun aradığı herhangi birşeyin dışına adım atmak anlamına gelmektedir. Kişi ruhsal materyalizmin dışına adım atmalıdır. Eğer ruhsal materyalizm dışına adım atamaz ve gerçek hayatta bunu uygulayamaz isek eninde sonunda devasa bir ruhsal yollar koleksiyonuna kendimizi takıntılı hale gelmiş buluruz. Bu ruhsal koleksiyonların çok değerli olduğunu hissedebiliriz. Çok fazla araştırmışızdır. Batı felsefesi veya Doğu felsefesini pek çok büyük üstadın gözetiminde yoga uygulaması yaparak veya çalışarak araştırmış olabiliriz. Edindiklerimiz ve öğrendiklerimiz var. Bilgi yığınını biraraya getirdiğimize inanıyoruz. Ve yine tüm bunlara rağmen vazgeçmemiz gereken şeyler hâlâ bulunmakta. Son derece gizemli! Nasıl olabilir bu? İmkansız! Ancak ne yazık ki durum bu. Devasa bilgi ve deneyim koleksiyonlarımız ego'nun gösterisi sadece bir parçası, ego'nun tantanalı niteliğinin bir parçasıdır. Onları dünyaya sergiler ve böyle yaparak "ruhsal" insanlar olarak varolduğumuz, güvenilir olduğumuza ilişkin kendimizi onaylarız. Ancak bizler sadece antik bir dükkan yarattık. Oryantal, Ortaçağ Hristiyanlığı, veya bazı diğer uygarlık veya zamanlardan antika eşyalar üzerine uzmanlaşmış olsak da yaptığımız şey dükkan isletmekten daha ötesi değildir. Dükkanımızı pek çok şeyle doldurmadan önce odalar güzeldi: beyaz boyalı duvarlar ve basit biz zeminle tavanda yanan parlak bir lamba. Odanın ortasında bir sanat objesi vardı ve çok güzeldi. Odanın güzelliğini takdir edenler kendi güzelliğini de takdir ederler. Ancak bizler tatmin olamamıştık ve şöyle düşündük "Bu obje odamı çok güzel kıldığından eğer daha fazla antika edinirsem odam daha güzel olacak" Böylece antika toplamaya başladık ve sonuç kaosla neticelendi. Tüm dünyada, Hindistan, Japonya, pek çok farklı ülkede araştırma yaptık. Ve her seferinde bir antika bulduk çünkü yalnızca bir obje ile ilgileniyorduk, guzel olarak gördüğümüz ve dükkanımız için güzel olacağını düşündüğümüz tek bir obje. Ancak objeyi eve getirip bir yerlere koyduğumuzda ıvır zıvır koleksiyonumuza sadece bir yenisi eklemiş oluruz. Objenin güzelliği artık daha fazla parıltı sacmaz çünkü diğer pek çok güzel şeylerle çevrilidir. Artık daha fazla birşey ifade etmez. Güzel antikalarla dolu bir oda yerine ıvır zıvır dolu bir dükkan var etmişizdir! Doğru alışveriş bir yığın enformasyon veya güzellik toplamayı gerektirmez fakat her bir objeyi tam olarak takdir etmeyi gerektirir. Bu çok önemlidir. Eğer güzellik objesini gerçekten takdir ediyorsanız o zaman tamamen onunla özdeşleşip kendinizi unutursunuz. Bu, tıpkı çok ilginç, büyüleyici bir film izleyip izleyici olduğunuzu unutmaya benzer. O anda dünya artık yok olur; tüm varlığınız sinemadaki sahnedir. Böylesi bir özdeşleşmede tek bir şeye bütünüyle katılım vardır. Bir güzellik objesini, bir ruhsal öğretiyi gerçekten tattık ve çiğneyip yuttuk mu? Yoksa onu geniş ve sürekli büyüyen koleksiyonumuzun sadece bir parçası olarak mı gördük? Bu nokta uzerine fazlasıyla durmamın sebebi cogumuzun ogretiler edinip meditasyon yapmaya baslamamızın para kazanmak degil gercekten ogrenmek ve kendimizi geliştirmek isteğinden kaynaklanıyor oldugunu biliyor oluşumdur. Fakat eğer bilgiyi toplanacak bir antika, "antik bilgelik" olarak görüyor isek yanlış yol üzerindeyiz demektir. Öğretmen zinciri ile ilişkili olduğu kadarıyla bilgi, antika bir eşya gibi aktarılan birşey değildir. Daha çok bir öğretmen öğretilerin hakikatini deneyimler ve öğrencisine ilham olarak bunu devreder. Bu ilham öğrenciyi /ruhsal olarak/ uyandırır tıpkı öğretmen de daha önce uyandığı gibi. Daha sonra öğrenci öğretileri bir başka öğrenciye aktarır ve süreç böyle devam eder. Öğretiler her zaman güne uyarlanır. Onlar "antik bilgelik", eski bir efsane değildirler. Öğretiler büyük babanın torunlarına anlattığı geleneksel halk masalları gibi aktarılan enformasyonlar değillerdir. İşleyiş bu şekilde olmaz. Bu gerçek bir deneyimdir. Tibet kutsal metinlerinde bir deyiş vardır: "Bilgi tıpkı saf altın gibi yakılmalı, çekiçle dövülüp inceltilmelidir. O zaman süs olarak takılabilir." Bu yüzden ruhsal bir yönergeyi bir başkasının elinden aldığınızda onu elestirmeden almaz fakat onu yakar, çekiçle dövüp inceltirsiniz ta ki parlak asil bir altın rengi görününceye kadar. Daha sonra onu süs nesnesine dönüştürür, istediğiniz dizaynı verir ve takarsiniz. Böylece dharma her çağa ve her kişiye uygulanabilir; o, yaşayan bir niteliğe sahiptir. Üstadınız veya gurunuzu taklit etmek yeterli değildir; ogretmeninizin replikası olmaya çalışmazsınız. Ogretiler, doktrinin su anki taşıyıcılarına aktarılan kişisel deneyimlerdir. Belki okuyucularımın çoğu Naropa, Tilopa, Marpa ve Milarepa, Gampopa ve Kagyü silsilesinin diğer öğretmenlerinin hikayelerine âşinadır. Onlar için taze bir deneyim söz konusuydu ve taze deneyim silsilenin şu anki taşıyıcıları için de söz konusudur. Sadece yaşam deneyimlerindeki ayrıntılarda farklılıklar vardır. Öğretilerin sıcak, taze bir ekmeğin özelliğine sahiptir; ekmek hâlâ sıcak ve tazedir. Her bir fırıncı belirli bir hamur ve ocağa göre nasıl ekmek yapılacağına dair genel bir bilgiyi uygulamaya koymalıdır. Daha sonra kişisel olarak bu ekmeğin tazeliğini deneyimlemeli ve onu taze iken kesip sıcak olarak yemelidir. O, öğretileri kendisinin kılmalı ve daha sonra uygulamalıdır. Bu tümüyle yaşayan bir süreçtir. Bilgi toplamaya dayalı bir aldanış yoktur. Bireysel deneyimlerle eylemde bulunmaliyiz. Kafamız karıştığında bilgi koleksiyonumuza geri dönüp "Öğretmen ve tüm öğreti benim tarafımda" gibi bir onay veya teselli bulamayız. Ruhsal yol böyle işlemez. O, yalnız, bireysel bir yoldur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder