TARAFTARI KALMAYAN DİNLERDE BUGÜN 🙂
BABİL DİNİ
Babil , Sümer ve Sami inançlarını bir potada karıştırmış , bir senteze ulaşmış ve günümüz uygarlığına kadar etkili olmuştur. Babil, Sümer inançlarının isim değiştirerek devam etmesi gibi farklı inançların da birleştiği, geliştiği bir yer olmuştur. Eski tanrılara olan inançlar isimler değişse de devam etmiş, günlük yaşama ait inançlar da gelişmiştir.
Gökyüzü tanrısı Anu, hava tanrısı Enlil ve yeryüzü tanrısı Ha gibi en büyük üç Sümer tanrısı, Babil ilahları arasında da yer almışlardır. Daha sonra Marduk, hem Ea'nın oğlu olduğundan doğuştan gelen haklara, hem de onun olağanüstü yeteneklerine sahip olarak doğdu. Marduk, tanrılar meclisine girer girmez, tanrılar ona yeryüzünde Enlil'in rolünü verdiler, böylece Enlil güç ve eylemden yoksun, sadece addan ibaret kalan bir tanrı haline geldi. Marduk en üstün tanrı mertebesine ulaştı.
Büyücülük ve falcılık Babil'de de büyük önem kazanmış, geliştirdikleri yöntemlerle Babil'li kâhin ve büyücüler İlk Çağ boyunca popüler olmuşlardır. Örneğin kehanet yöntemi olarak, kurbanın ciğerine bakmak, su üzerinde yağa bakmak, tütsü dumanından anlam çıkarmak, kuşların hareketlerini izlemek gibi yöntemler Babil'de kullanılmıştır.
Mircea Eliade, Mezopotamya büyülerinde Lapis Lazuli'nin önemli bir yeri olduğunu belirtmektedir. Özellikle de koyu mavi ve "yıldızlı" görüntüsü ile bu taş gökyüzünün ufak bir modeli olup, gökyüzü güçlerini barındırmaktadır. Bunun gibi - günümüzde olduğu şekliyle- bir çok taşın gizli güçleri olduğuna inanılıyordu. Bu taşlar ayrıca ölü armağanı da olarak mezarlara konmaktaydı. Bunlara arasında en ilginçlerinden biride lapis lazuli balıktır. Bazı ritüellerde balık kıyafeti giyildiği ve bunun Marduk ile alakalı olduğu düşünülürse balık biçimli bu taşın ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır.
Bu tür inançlar günlük hayatta da büyük rol oynamış ve Babilliler, kötü ruhlardan korunmak ve şans elde etmek için tanrı ve tanrıçalara karşı olan görevlerini ihmal etmemişlerdir. Hatta sıradan insanların tapınağın özel bölümlerine girmesi yasak olduğu halde , büyük coşku ile özel törenleri izlemişlerdir.
Babil'de, Sümer'de olduğu gibi, yeni yıl bayramı çok önemliydi. Akitu diye adlandırılan bu bayram, Babil'de çeşitli dönemlere bağlı olarak çeşitli zamanlarda kutlanmıştır. Bu bayramın hem sonbaharda hem de ilkbaharda da kutlandığı görülmüştür.
Hammurabi zamanında yeni yıl bayramı Nisan'da kutlanmıştır. On iki günlük bir törenle kutlanan bu bayram bazı şehirlerde Marduk adına kutlandığı gibi Borsippa gibi şehirlerde de Marduk'un oğlu Nabu adına kutlanmıştır.
On iki günlük kutlamalar sırasında çeşitli törenler yapılmaktaydı. İkinci gün başrahip erken kalkıp, Fırat nehri sularında yıkanmaktaydı, sonra da giyinerek Marduk tapınağına gitmekte, burada dua etmekteydi.
Törenlerin en önemli bölümlerinden biri de tanrı Bel-Marduk'un ölüm ve yeniden dirilme ritüeliydi. Bu, bir çok kültürde ortak olan , tanrının ölmesi ve yeniden dirilmesi ya da yeraltı dünyasına inmesi ve yeniden yeryüzüne çıkması ritüelinin bir versiyonudur ve mevsimlerin döngüsü ile alakalıdır. Törenlerin yedinci gününde Marduk kaybolmakta ve sekizinci günde tekrar ortaya çıkmaktadır.
Alıntı..
5 Temmuz 2020 Pazar
29 Haziran 2020 Pazartesi
Yaşam ve ağaç ..
'Her şey biziz salında..’
Hayat Ağacı (The Tree of Life )' adı verilen ağ şeması ile 'İnsan Vücudu'
Evrenimizi son derece verimli bir şekilde algılamak, anlamak ve etkileşim kurmak için kullanılabilecek çok faydalı bir başka sistem olarak kabul gören Hayat Ağacı (TOL) ' nın insan vücudu ile aynı şekle sahip olması, en belirgin özelliklerinden biridir.
İnsanları “Hayat Ağacı” nın bir yansıması olarak gören bu eşitleme hepimizin ortak paylaştığı varoluş yönlerini haritalıyor. Vücudun arkasına yerleştirilen Hayat Ağacı kim olduğumuzu simgeliyor.
Hayat Ağacı insan vücudunun üzerine yerleştirilebilir.
Bu Evrensel İnsan'ı veya
İbrani inanışına ait sembolik bir ad ile
Adam Kadmon'u
sembolize eder
Kabala“evrenin, vücudumuzun ve iç yaşamımızın yapısını tanımlayan karmaşık bir harf, sayı ve ses sistemidir.
İnsan kemiklerini , çakralarını ve akupunktur noktalarını kodlamanın dışında
Ruhun psiko-ruhsal uyanış yolculuğunu işaret eden
33 gelişimsel adımla evrensel bir başlangıç yolu olan
ve iç formunun,
insan iskeletindeki 206 kemiği simgeleyen 206 köşeye sahip olduğu belirtilen
'Hayat Ağacı'nın
10 Sephiroth unun (bazen on bir veya on iki küre)
yaratılışın tüm yönlerini temsil ettiği anlatılır.
Yani bireysel İnsan anatomisi,
çekirdek tezahür şablonu oluyor.
(Kabala ve Hayat Ağacı üzerinde çalışırken,
10 Sephirot
kimin açıkladığı bakış açısına bağlı olarak çeşitli şekillerde açıklanabilir ve tanımlanabilir)
10 Emir olarak da Tevrat’ta emir olarak bildirilen bilgilerin ezoterik karşılığı olduğu belirtilen
ve Mistikler için Tanrının 10 yüzü olan
her sephira
ve yola
astrolojik gezegenler ve işaretler,
hastalıklar,
Tarot kartları ve klasik elementler gibi çeşitli fikirler verilir.
Bu yazışmaların çoğu,
Aleister Crowley'nin bu listeler için kullanılan Liber 777 *adlı kitabında bir araya getirildi .
(* 777 and Other Qabalistic Writings of Aleister Crowley)
Ağacın hıyerarşik yapısı sadece 7 varoluş düzlemi
( eterik bedendeki 7 çakraya tekabül eden)
olarak düşünebildiğimiz şey boyunca değil,
aynı zamanda 4 dünya olarak ifade edilir
ve
her dünya bir arketipik oluşumu tezahur ettirir
Hayat Ağacı 'olarak adlandırılan evrensel taslaktan öğrendiğimiz en önemli derslerden biri de
karşıt güçlerin dengesidir.
Bu denge,
insan vücudunda sergilenen
iki taraflı simetri kullanan bir mimari ile elde edilir.
Ancak, TOL
dengeyi öğrenmek ve keşfetmek için bir araçtır.
Görüyorsunuz, içinde yaşadığımız dünya gibi, İnsan da karşıtlardan oluşur - siz, ben, hepimiz .
Daha spesifik olarak,
İnsanın fiziksel bedeni de eşit ve karşıt güçlerden oluşur.
“ Yukarıdaki gibi, aşağıda ,” diyor ünlü Zümrüt Tablet.
Evrenin içinde yaşadığımız için,
(fraktal bir şekilde)
hepimiz oradaki her şeyle aynı "karşıt çiftlerden" oluşuyoruz.
Biz günahkarlar ve azizler,
aylar ve güneşleriz,
hepsi bir insan paketine sarılmışız.
Shakespeare,
"Hayat birbirine karışmış bir ipliktir,"
"iyilik ve kötülük birlikte ... " der...
Şimdi, bunu anladıktan sonra ...
Evrenin ve kendi bedenimizin ikiliklerini algıladıktan sonra ...
Bunu doğru bir şekilde nasıl yorumlayacağımızı anladığımızda…
Hermetik gelenekte
bazen bir bazen de yılan
insan vücudunun, ruhun ve kozmosun eksenini
yukarı doğru sarar.
Bu kozmik eksenin
sadece kozmosun ekseni olmadığını,
sadece yeraltı dünyasını ve gökleri
dünyaya bağlamak olmadığını anlamak önemlidir.
Kozmik eksen aynı zamanda benliğin eksenidir
Sadece insan vücudu değil,
tüm benlik, yani bilinçdışı, bilinç ve ruhun çeşitli yüksek seviyelerinin...
Meta-eksen veya metaksis ,
benliğin ve tüm kozmosun merkezindeki eksendir.
Tasavvuf, şamanizm, Hermetik Gelenek, Yoga, Kabala
ve benzerlerinde
benlik ve dünyanın
aynı merkez noktasını,
aynı ekseni paylaştığını anlamalıyız.
Benliğin mikro kozmosu
ve makro kozmos bu sembolde birleşir.
Metaxis merkezidir
Tanrının merkezi her yerde olan,
çemberi ise hiçbir yerde bulunmayan bir daire olduğunu söyleyen Hermetik aksiyomu hatırlarız.
Merkezdeki noktaya sahip dairenin sembolü
birçok kültürde bulunur.
Daire benliği, kozmosu temsil eder.
Merkez nokta, kozmosun, benliğin merkezidir.
Merkez nokta yukarıdan görülen eksendir.
Çemberin dünyanın ufku olduğunu
ve nokta veya eksenin
merkez ve omurga olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bazen
simyacıların denge sembolü olarak aldıkları
kuyruğunu yutan daire içinde bir yılan
tarafından sembolize edilir.
Dünyanın dört bir yanındaki 'Şamanlar'ın
bu dikey yolu dolaştığı belirtilir.
Transa giriyorlar
ve bu eksende yukarı veya aşağı seyahat ettikleri
vizyonlarla
diğer bilinç durumlarına erişiyorlar.
Bazen dünya ağacına veya dünya dağına tırmanıyorlar
Aynı haritayı psikolojide dahi görüyoruz.
Geleneksel Freudcu psikolojide
dikey olarak düzenlenmiş
bilinçaltına, bilinçdışına ve bilinçüstüne sahibiz.
Jung ve diğer psikoloji formlarında
bu dikey düzenleme daha kapsayıcı hale gelir
ve yukarıda bahsedilen tüm semboller
benliğin ekseninin sembolik gösterimleri olarak görülür.
Doğanın, bilincin ve insan vücudunun temeli
hep aynı şablona bağlanıyor.
Aslında, her şey sen (ve ben) ile ilgili!...
'Hayat Ağacı (The Tree of Life )' adı verilen ağ şeması ile 'İnsan Vücudu'
Evrenimizi son derece verimli bir şekilde algılamak, anlamak ve etkileşim kurmak için kullanılabilecek çok faydalı bir başka sistem olarak kabul gören Hayat Ağacı (TOL) ' nın insan vücudu ile aynı şekle sahip olması, en belirgin özelliklerinden biridir.
İnsanları “Hayat Ağacı” nın bir yansıması olarak gören bu eşitleme hepimizin ortak paylaştığı varoluş yönlerini haritalıyor. Vücudun arkasına yerleştirilen Hayat Ağacı kim olduğumuzu simgeliyor.
Hayat Ağacı insan vücudunun üzerine yerleştirilebilir.
Bu Evrensel İnsan'ı veya
İbrani inanışına ait sembolik bir ad ile
Adam Kadmon'u
sembolize eder
Kabala“evrenin, vücudumuzun ve iç yaşamımızın yapısını tanımlayan karmaşık bir harf, sayı ve ses sistemidir.
İnsan kemiklerini , çakralarını ve akupunktur noktalarını kodlamanın dışında
Ruhun psiko-ruhsal uyanış yolculuğunu işaret eden
33 gelişimsel adımla evrensel bir başlangıç yolu olan
ve iç formunun,
insan iskeletindeki 206 kemiği simgeleyen 206 köşeye sahip olduğu belirtilen
'Hayat Ağacı'nın
10 Sephiroth unun (bazen on bir veya on iki küre)
yaratılışın tüm yönlerini temsil ettiği anlatılır.
Yani bireysel İnsan anatomisi,
çekirdek tezahür şablonu oluyor.
(Kabala ve Hayat Ağacı üzerinde çalışırken,
10 Sephirot
kimin açıkladığı bakış açısına bağlı olarak çeşitli şekillerde açıklanabilir ve tanımlanabilir)
10 Emir olarak da Tevrat’ta emir olarak bildirilen bilgilerin ezoterik karşılığı olduğu belirtilen
ve Mistikler için Tanrının 10 yüzü olan
her sephira
ve yola
astrolojik gezegenler ve işaretler,
hastalıklar,
Tarot kartları ve klasik elementler gibi çeşitli fikirler verilir.
Bu yazışmaların çoğu,
Aleister Crowley'nin bu listeler için kullanılan Liber 777 *adlı kitabında bir araya getirildi .
(* 777 and Other Qabalistic Writings of Aleister Crowley)
Ağacın hıyerarşik yapısı sadece 7 varoluş düzlemi
( eterik bedendeki 7 çakraya tekabül eden)
olarak düşünebildiğimiz şey boyunca değil,
aynı zamanda 4 dünya olarak ifade edilir
ve
her dünya bir arketipik oluşumu tezahur ettirir
Hayat Ağacı 'olarak adlandırılan evrensel taslaktan öğrendiğimiz en önemli derslerden biri de
karşıt güçlerin dengesidir.
Bu denge,
insan vücudunda sergilenen
iki taraflı simetri kullanan bir mimari ile elde edilir.
Ancak, TOL
dengeyi öğrenmek ve keşfetmek için bir araçtır.
Görüyorsunuz, içinde yaşadığımız dünya gibi, İnsan da karşıtlardan oluşur - siz, ben, hepimiz .
Daha spesifik olarak,
İnsanın fiziksel bedeni de eşit ve karşıt güçlerden oluşur.
“ Yukarıdaki gibi, aşağıda ,” diyor ünlü Zümrüt Tablet.
Evrenin içinde yaşadığımız için,
(fraktal bir şekilde)
hepimiz oradaki her şeyle aynı "karşıt çiftlerden" oluşuyoruz.
Biz günahkarlar ve azizler,
aylar ve güneşleriz,
hepsi bir insan paketine sarılmışız.
Shakespeare,
"Hayat birbirine karışmış bir ipliktir,"
"iyilik ve kötülük birlikte ... " der...
Şimdi, bunu anladıktan sonra ...
Evrenin ve kendi bedenimizin ikiliklerini algıladıktan sonra ...
Bunu doğru bir şekilde nasıl yorumlayacağımızı anladığımızda…
Hermetik gelenekte
bazen bir bazen de yılan
insan vücudunun, ruhun ve kozmosun eksenini
yukarı doğru sarar.
Bu kozmik eksenin
sadece kozmosun ekseni olmadığını,
sadece yeraltı dünyasını ve gökleri
dünyaya bağlamak olmadığını anlamak önemlidir.
Kozmik eksen aynı zamanda benliğin eksenidir
Sadece insan vücudu değil,
tüm benlik, yani bilinçdışı, bilinç ve ruhun çeşitli yüksek seviyelerinin...
Meta-eksen veya metaksis ,
benliğin ve tüm kozmosun merkezindeki eksendir.
Tasavvuf, şamanizm, Hermetik Gelenek, Yoga, Kabala
ve benzerlerinde
benlik ve dünyanın
aynı merkez noktasını,
aynı ekseni paylaştığını anlamalıyız.
Benliğin mikro kozmosu
ve makro kozmos bu sembolde birleşir.
Metaxis merkezidir
Tanrının merkezi her yerde olan,
çemberi ise hiçbir yerde bulunmayan bir daire olduğunu söyleyen Hermetik aksiyomu hatırlarız.
Merkezdeki noktaya sahip dairenin sembolü
birçok kültürde bulunur.
Daire benliği, kozmosu temsil eder.
Merkez nokta, kozmosun, benliğin merkezidir.
Merkez nokta yukarıdan görülen eksendir.
Çemberin dünyanın ufku olduğunu
ve nokta veya eksenin
merkez ve omurga olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bazen
simyacıların denge sembolü olarak aldıkları
kuyruğunu yutan daire içinde bir yılan
tarafından sembolize edilir.
Dünyanın dört bir yanındaki 'Şamanlar'ın
bu dikey yolu dolaştığı belirtilir.
Transa giriyorlar
ve bu eksende yukarı veya aşağı seyahat ettikleri
vizyonlarla
diğer bilinç durumlarına erişiyorlar.
Bazen dünya ağacına veya dünya dağına tırmanıyorlar
Aynı haritayı psikolojide dahi görüyoruz.
Geleneksel Freudcu psikolojide
dikey olarak düzenlenmiş
bilinçaltına, bilinçdışına ve bilinçüstüne sahibiz.
Jung ve diğer psikoloji formlarında
bu dikey düzenleme daha kapsayıcı hale gelir
ve yukarıda bahsedilen tüm semboller
benliğin ekseninin sembolik gösterimleri olarak görülür.
Doğanın, bilincin ve insan vücudunun temeli
hep aynı şablona bağlanıyor.
Aslında, her şey sen (ve ben) ile ilgili!...
Hayat Ağacı (The Tree of Life )' adı verilen ağ şeması ile 'İnsan Vücudu'
Evrenimizi son derece verimli bir şekilde algılamak, anlamak ve etkileşim kurmak için kullanılabilecek çok faydalı bir başka sistem olarak kabul gören Hayat Ağacı (TOL) ' nın insan vücudu ile aynı şekle sahip olması, en belirgin özelliklerinden biridir.
İnsanları “Hayat Ağacı” nın bir yansıması olarak gören bu eşitleme hepimizin ortak paylaştığı varoluş yönlerini haritalıyor. Vücudun arkasına yerleştirilen Hayat Ağacı kim olduğumuzu simgeliyor.
Hayat Ağacı insan vücudunun üzerine yerleştirilebilir.
Bu Evrensel İnsan'ı veya
İbrani inanışına ait sembolik bir ad ile
Adam Kadmon'u
sembolize eder
Kabala“evrenin, vücudumuzun ve iç yaşamımızın yapısını tanımlayan karmaşık bir harf, sayı ve ses sistemidir.
İnsan kemiklerini , çakralarını ve akupunktur noktalarını kodlamanın dışında
Ruhun psiko-ruhsal uyanış yolculuğunu işaret eden
33 gelişimsel adımla evrensel bir başlangıç yolu olan
ve iç formunun,
insan iskeletindeki 206 kemiği simgeleyen 206 köşeye sahip olduğu belirtilen
'Hayat Ağacı'nın
10 Sephiroth unun (bazen on bir veya on iki küre)
yaratılışın tüm yönlerini temsil ettiği anlatılır.
Yani bireysel İnsan anatomisi,
çekirdek tezahür şablonu oluyor.
(Kabala ve Hayat Ağacı üzerinde çalışırken,
10 Sephirot
kimin açıkladığı bakış açısına bağlı olarak çeşitli şekillerde açıklanabilir ve tanımlanabilir)
10 Emir olarak da Tevrat’ta emir olarak bildirilen bilgilerin ezoterik karşılığı olduğu belirtilen
ve Mistikler için Tanrının 10 yüzü olan
her sephira
ve yola
astrolojik gezegenler ve işaretler,
hastalıklar,
Tarot kartları ve klasik elementler gibi çeşitli fikirler verilir.
Bu yazışmaların çoğu,
Aleister Crowley'nin bu listeler için kullanılan Liber 777 *adlı kitabında bir araya getirildi .
(* 777 and Other Qabalistic Writings of Aleister Crowley)
Ağacın hıyerarşik yapısı sadece 7 varoluş düzlemi
( eterik bedendeki 7 çakraya tekabül eden)
olarak düşünebildiğimiz şey boyunca değil,
aynı zamanda 4 dünya olarak ifade edilir
ve
her dünya bir arketipik oluşumu tezahur ettirir
Hayat Ağacı 'olarak adlandırılan evrensel taslaktan öğrendiğimiz en önemli derslerden biri de
karşıt güçlerin dengesidir.
Bu denge,
insan vücudunda sergilenen
iki taraflı simetri kullanan bir mimari ile elde edilir.
Ancak, TOL
dengeyi öğrenmek ve keşfetmek için bir araçtır.
Görüyorsunuz, içinde yaşadığımız dünya gibi, İnsan da karşıtlardan oluşur - siz, ben, hepimiz .
Daha spesifik olarak,
İnsanın fiziksel bedeni de eşit ve karşıt güçlerden oluşur.
“ Yukarıdaki gibi, aşağıda ,” diyor ünlü Zümrüt Tablet.
Evrenin içinde yaşadığımız için,
(fraktal bir şekilde)
hepimiz oradaki her şeyle aynı "karşıt çiftlerden" oluşuyoruz.
Biz günahkarlar ve azizler,
aylar ve güneşleriz,
hepsi bir insan paketine sarılmışız.
Shakespeare,
"Hayat birbirine karışmış bir ipliktir,"
"iyilik ve kötülük birlikte ... " der...
Şimdi, bunu anladıktan sonra ...
Evrenin ve kendi bedenimizin ikiliklerini algıladıktan sonra ...
Bunu doğru bir şekilde nasıl yorumlayacağımızı anladığımızda…
Hermetik gelenekte
bazen bir bazen de yılan
insan vücudunun, ruhun ve kozmosun eksenini
yukarı doğru sarar.
Bu kozmik eksenin
sadece kozmosun ekseni olmadığını,
sadece yeraltı dünyasını ve gökleri
dünyaya bağlamak olmadığını anlamak önemlidir.
Kozmik eksen aynı zamanda benliğin eksenidir
Sadece insan vücudu değil,
tüm benlik, yani bilinçdışı, bilinç ve ruhun çeşitli yüksek seviyelerinin...
Meta-eksen veya metaksis ,
benliğin ve tüm kozmosun merkezindeki eksendir.
Tasavvuf, şamanizm, Hermetik Gelenek, Yoga, Kabala
ve benzerlerinde
benlik ve dünyanın
aynı merkez noktasını,
aynı ekseni paylaştığını anlamalıyız.
Benliğin mikro kozmosu
ve makro kozmos bu sembolde birleşir.
Metaxis merkezidir
Tanrının merkezi her yerde olan,
çemberi ise hiçbir yerde bulunmayan bir daire olduğunu söyleyen Hermetik aksiyomu hatırlarız.
Merkezdeki noktaya sahip dairenin sembolü
birçok kültürde bulunur.
Daire benliği, kozmosu temsil eder.
Merkez nokta, kozmosun, benliğin merkezidir.
Merkez nokta yukarıdan görülen eksendir.
Çemberin dünyanın ufku olduğunu
ve nokta veya eksenin
merkez ve omurga olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bazen
simyacıların denge sembolü olarak aldıkları
kuyruğunu yutan daire içinde bir yılan
tarafından sembolize edilir.
Dünyanın dört bir yanındaki 'Şamanlar'ın
bu dikey yolu dolaştığı belirtilir.
Transa giriyorlar
ve bu eksende yukarı veya aşağı seyahat ettikleri
vizyonlarla
diğer bilinç durumlarına erişiyorlar.
Bazen dünya ağacına veya dünya dağına tırmanıyorlar
Aynı haritayı psikolojide dahi görüyoruz.
Geleneksel Freudcu psikolojide
dikey olarak düzenlenmiş
bilinçaltına, bilinçdışına ve bilinçüstüne sahibiz.
Jung ve diğer psikoloji formlarında
bu dikey düzenleme daha kapsayıcı hale gelir
ve yukarıda bahsedilen tüm semboller
benliğin ekseninin sembolik gösterimleri olarak görülür.
Doğanın, bilincin ve insan vücudunun temeli
hep aynı şablona bağlanıyor.
Aslında, her şey sen (ve ben) ile ilgili!...
'Hayat Ağacı (The Tree of Life )' adı verilen ağ şeması ile 'İnsan Vücudu'
Evrenimizi son derece verimli bir şekilde algılamak, anlamak ve etkileşim kurmak için kullanılabilecek çok faydalı bir başka sistem olarak kabul gören Hayat Ağacı (TOL) ' nın insan vücudu ile aynı şekle sahip olması, en belirgin özelliklerinden biridir.
İnsanları “Hayat Ağacı” nın bir yansıması olarak gören bu eşitleme hepimizin ortak paylaştığı varoluş yönlerini haritalıyor. Vücudun arkasına yerleştirilen Hayat Ağacı kim olduğumuzu simgeliyor.
Hayat Ağacı insan vücudunun üzerine yerleştirilebilir.
Bu Evrensel İnsan'ı veya
İbrani inanışına ait sembolik bir ad ile
Adam Kadmon'u
sembolize eder
Kabala“evrenin, vücudumuzun ve iç yaşamımızın yapısını tanımlayan karmaşık bir harf, sayı ve ses sistemidir.
İnsan kemiklerini , çakralarını ve akupunktur noktalarını kodlamanın dışında
Ruhun psiko-ruhsal uyanış yolculuğunu işaret eden
33 gelişimsel adımla evrensel bir başlangıç yolu olan
ve iç formunun,
insan iskeletindeki 206 kemiği simgeleyen 206 köşeye sahip olduğu belirtilen
'Hayat Ağacı'nın
10 Sephiroth unun (bazen on bir veya on iki küre)
yaratılışın tüm yönlerini temsil ettiği anlatılır.
Yani bireysel İnsan anatomisi,
çekirdek tezahür şablonu oluyor.
(Kabala ve Hayat Ağacı üzerinde çalışırken,
10 Sephirot
kimin açıkladığı bakış açısına bağlı olarak çeşitli şekillerde açıklanabilir ve tanımlanabilir)
10 Emir olarak da Tevrat’ta emir olarak bildirilen bilgilerin ezoterik karşılığı olduğu belirtilen
ve Mistikler için Tanrının 10 yüzü olan
her sephira
ve yola
astrolojik gezegenler ve işaretler,
hastalıklar,
Tarot kartları ve klasik elementler gibi çeşitli fikirler verilir.
Bu yazışmaların çoğu,
Aleister Crowley'nin bu listeler için kullanılan Liber 777 *adlı kitabında bir araya getirildi .
(* 777 and Other Qabalistic Writings of Aleister Crowley)
Ağacın hıyerarşik yapısı sadece 7 varoluş düzlemi
( eterik bedendeki 7 çakraya tekabül eden)
olarak düşünebildiğimiz şey boyunca değil,
aynı zamanda 4 dünya olarak ifade edilir
ve
her dünya bir arketipik oluşumu tezahur ettirir
Hayat Ağacı 'olarak adlandırılan evrensel taslaktan öğrendiğimiz en önemli derslerden biri de
karşıt güçlerin dengesidir.
Bu denge,
insan vücudunda sergilenen
iki taraflı simetri kullanan bir mimari ile elde edilir.
Ancak, TOL
dengeyi öğrenmek ve keşfetmek için bir araçtır.
Görüyorsunuz, içinde yaşadığımız dünya gibi, İnsan da karşıtlardan oluşur - siz, ben, hepimiz .
Daha spesifik olarak,
İnsanın fiziksel bedeni de eşit ve karşıt güçlerden oluşur.
“ Yukarıdaki gibi, aşağıda ,” diyor ünlü Zümrüt Tablet.
Evrenin içinde yaşadığımız için,
(fraktal bir şekilde)
hepimiz oradaki her şeyle aynı "karşıt çiftlerden" oluşuyoruz.
Biz günahkarlar ve azizler,
aylar ve güneşleriz,
hepsi bir insan paketine sarılmışız.
Shakespeare,
"Hayat birbirine karışmış bir ipliktir,"
"iyilik ve kötülük birlikte ... " der...
Şimdi, bunu anladıktan sonra ...
Evrenin ve kendi bedenimizin ikiliklerini algıladıktan sonra ...
Bunu doğru bir şekilde nasıl yorumlayacağımızı anladığımızda…
Hermetik gelenekte
bazen bir bazen de yılan
insan vücudunun, ruhun ve kozmosun eksenini
yukarı doğru sarar.
Bu kozmik eksenin
sadece kozmosun ekseni olmadığını,
sadece yeraltı dünyasını ve gökleri
dünyaya bağlamak olmadığını anlamak önemlidir.
Kozmik eksen aynı zamanda benliğin eksenidir
Sadece insan vücudu değil,
tüm benlik, yani bilinçdışı, bilinç ve ruhun çeşitli yüksek seviyelerinin...
Meta-eksen veya metaksis ,
benliğin ve tüm kozmosun merkezindeki eksendir.
Tasavvuf, şamanizm, Hermetik Gelenek, Yoga, Kabala
ve benzerlerinde
benlik ve dünyanın
aynı merkez noktasını,
aynı ekseni paylaştığını anlamalıyız.
Benliğin mikro kozmosu
ve makro kozmos bu sembolde birleşir.
Metaxis merkezidir
Tanrının merkezi her yerde olan,
çemberi ise hiçbir yerde bulunmayan bir daire olduğunu söyleyen Hermetik aksiyomu hatırlarız.
Merkezdeki noktaya sahip dairenin sembolü
birçok kültürde bulunur.
Daire benliği, kozmosu temsil eder.
Merkez nokta, kozmosun, benliğin merkezidir.
Merkez nokta yukarıdan görülen eksendir.
Çemberin dünyanın ufku olduğunu
ve nokta veya eksenin
merkez ve omurga olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bazen
simyacıların denge sembolü olarak aldıkları
kuyruğunu yutan daire içinde bir yılan
tarafından sembolize edilir.
Dünyanın dört bir yanındaki 'Şamanlar'ın
bu dikey yolu dolaştığı belirtilir.
Transa giriyorlar
ve bu eksende yukarı veya aşağı seyahat ettikleri
vizyonlarla
diğer bilinç durumlarına erişiyorlar.
Bazen dünya ağacına veya dünya dağına tırmanıyorlar
Aynı haritayı psikolojide dahi görüyoruz.
Geleneksel Freudcu psikolojide
dikey olarak düzenlenmiş
bilinçaltına, bilinçdışına ve bilinçüstüne sahibiz.
Jung ve diğer psikoloji formlarında
bu dikey düzenleme daha kapsayıcı hale gelir
ve yukarıda bahsedilen tüm semboller
benliğin ekseninin sembolik gösterimleri olarak görülür.
Doğanın, bilincin ve insan vücudunun temeli
hep aynı şablona bağlanıyor.
Aslında, her şey sen (ve ben) ile ilgili!...
22 Haziran 2020 Pazartesi
Kadim mısır..
Mısır Mitolojisinde Yaratılış – Ra’nin Hikayesi
Başlangıçta, hiçbir kara parçası yokken ve Mısır daha oluşmamışken sadece büyük bir karanlık ve Nun adı verilen büyük bir su kaynağı vardı. Nun’un gücü o kadar fazlaydı ki karanlıkta parlayan bir yumurta oluşturdu. Bu yumurtanın adı Ra’ydı.
Ra çok güçlüydü, istediği şekle bürünebilirdi ve bu gücünün sırrı gizli isminde yatıyordu; eğer başka bir isim verseydi kendine bu gücü yine o isminde olurdu. ”Ben şafakta Khepera’yım, ve Ra’yim öğle vakti, akşam Atum’um.” dedi ve güneş ilk kez yükseldi, gökyüzünü geçti ve battı.
Daha sonra Ra, Shu ismini seçti ve ilk rüzgar esmeye başladı, Tefnu ismini seçti ve ilk nehir oluştu. Geb’i seçti ve yeryüzü ortaya çıktı. Tanrıça Nut olarak bir ayağı yeryüzünde diğeri ufukta gök kubeyi oluşturdu. Hapi olarak isimlendi ve muhteşem nehir Nil Mısır üzerinde akmaya başladı ve onu verimli bir yer haline getirdi. Ra dünya üzerindeki her şeyin adını aldı ve her şey büyüdü, oluştu. Son olarak da insanlığın adını aldı ve sonunda dünyada insanlar vardı.
Daha sonra Ra erkek şekline büründü ve ilk Firavun olarak yüzlerce yıl Mısır’a hüküm sürdü, insanlar verdiği iyi hasatlar sayesinde her zaman iyi konuşurdu. Ama bir zaman sonra Ra’nın insan bedeni yaşlandı. İnsanlar ondan korkmamaya ve kurallarına uymamaya başladı. Arkasından gülmeye ve konuşmaya başladılar, ”Ra’ya bakın, kemikleri gümüş gibi, cildi altın gibi ve saçları lapis lazuli renginde.” Bunları duymak Ra’yı kızdırdı ama insanların kurallarına uymayıp kötülükler yapmaya başlaması daha da kızdırdı. Ve yarattığı tanrıları -Shu, Tefnu, Geb, Nut- ve Nun’ı çağırdı. Tanrı ve Tanrıçalar görüşürken insanlık bundan habersiz hala Ra’yla dalga geçip kurallarına uymamaya devam ediyordu.
Toplanan konseye karşı Ra ”Tanrıların en büyüğü, beni yaratan Nun ve benim yarattığım tanrılar; bir bakışımla ortaya çıkan insanoğluna bakın! Arkamdan neler çevirdiklerine, neler söylediklerine bakın. Bana onlara ne yapmam gerektiğini söyleyin çünkü tavsiyelerinizi duymadan insanoğlunu yok etmeyeceğim.” dedi.
Ve Nun ”Oğlum Ra, tanrılar yarattığı şeylerden çok daha güçlü ve kudretlidir. Öfkeli gözlerini onlara çevir ve onlara yıkımı kızın Tanrıça Sekhmet’le yolla” Ra cevapladı: ”Şimdi bile korku üzerlerine düşüyor ve çölün içinden dağlara kaçıyorlar, saklanıyorlar.”
”Sekhmet’le onlara gözlerindeki bakışı yolla!” dediler ve Tanrıların hepsi Ra’nın önünde alınları yere değecek şekilde diz çöktüler ve böylece Ra’nın gözündeki korkunç bakıştan tanrıçaların en sert ve kızgını olan Sekhmet doğdu. Bir aslan gibi avına koştu ve Ra’nın emrettiği gibi Aşağı ve Yukarı Mısır’a geldi ve Ra’yi hor gören, kurallarına uymayan herkesi Nil’in iki yakasındaki dağlarda buldu ve katletti. Onunla karşılaşan herkes katledildi.
Sonra Ra tepelerin üzerinden baktı ve Sekhmet’in yaptıklarını gördü ve onu yanına çağırdı; ‘’Gel, kızım ve bana emirlerime nasıl uyduğunu anlat.’’ dedi ve Sehmet korkunç aslan sesine ve kurbanlarının gözyaşına benzeyen sesiyle ‘’Bana verdiğin hayatla, insanlıktan intikamını aldım ve kalbim sevinçle doldu’’ diye cevapladı.
Bundan sonra geceler boyunca Nil insanlığın kanıyla kırmızı aktı ve Sekhmet kırmızı ayaklarıyla Mısır’da dolaştıkça Mısır’ın bütün toprakları öldü. Ra son bir kez yer yüzüne baktı ve her ne kadar kendisine isyan etmiş olsalar da insanlığa karşı kalbinde bir acıma oldu. Ama zalim tanrıça Sekmet’i hiçbir insan durdurmazdı hatta Ra’nın kendisi bile durduramazdı. Ancak Sekhmet’in öldürmekten kendi isteğiyle vazgeçmesi lazımdı ve Ra, bunu anca bir kandırmacayla başarabileceğini biliyordu. O da buyurdu, “Benden önce, gölgeler gibi sessizce ve fırtına rüzgarlarının hızı ile yeryüzünde ilerleyecek habercileri çabucak getirin.” Bunlar getirildiğinde onlara şunları söyledi: ‘’Nil’in kayaların üstünden şiddetle aktığı ve ilk Cataract adalarının arasında ki yere hızla gidin, Elephantine adı verilen adaya gidin ve bana kırmızı toprak boyası (red ochre, aşıboyası yada toprak boya, demirden elde edilen doğal boya) getirin. ‘’
Haberciler hızla gitti ve kan kırmızısı toprak boyasıyla birlikte Heliopolis’e geri döndüler. Heliopolis, Ra’nın şehri, taş obeliskleri tıpkı parmaklar gibi güneşi işaret ederdi. Onlar şehre geldiğinde geceydi ama bütün gün Heliopolis’in kadınları Ra’nın onlara emrettiği gibi bira yapmıştı. Ra, yedi bin kavanoz biranın onu beklediği yere geldi ve diğer tanrılarda onunla birlikte geldiler, onun bilgeliğiyle insanlığı kurtarışını görebilmek için. ‘’Elephine’in kırmızı boyasını arpa birasıyla karıştırın.’’ dedi Ra ve yapıldı; böylece bira ay ışığında insan kanı gibi kırmızı renkte parladı ve ‘’şimdi Sekhmet’in gün doğumunda insanları öldürmek için gittiği yere götürün.’’ dedi ve hala gece iken yedi bin kavanoz bira alındı ve tarlaların üzerine döküldü, böylece yer derin bir şekilde bu güçlü birayla (diğer adı uyku yapıcı) kaplandı.
Gün doğduğunda korkunç olan, Sekhmet geldi. Kurbanlarının düşüncesiyle heyecanla geldi ancak yeri sular içinde buldu. Etrafta yaşayan hiçbir şey yoktu; ama kan rengi birayı gördü ve bunun gerçek kan olduğunu düşündü, kendi katlettiği insanların kanı. Ve bu düşünceyle sevinçle kahkahalar atmaya başladı, onun kahkahaları öldürmeye aç bir aslanın kükremesi gibiydi. Gerçekten kan olduğunu düşündüğü birayı içmeye başladı ve böylece içmeye gün boyu devam etti. Bira onu etkilemeye devam etti ve kimseyi öldüremedi. Nihayetinde Ra’nin beklediği yere geri döndü; o gün tek bir adam bile öldürmedi
21 Haziran 2020 Pazar
Su altı insanları....
Uzlantas veya su altı uygarlığı..
Bu okyanus deniz gibi yerlerde yaşayan ama tamamen 5. Boyut Varlıkları...Astral seyehatle yapacağınız çalışmayla Bunlarla iletişime geçebilirsiniz.(Sizin niyetinize göre.olmayada bilir.)sizi her daim misafir ederler farklı bir görüntüleri yok ama sizi ürkütebilir, kişiye göre değişir.Bu varlıklar barışcı olmanın yanısıra bazen de kendi ırkını korumak adına savunmaları gereken yerde tepki de veriyorlar..Denizlerin temizlenmesinde veya bazı ülkelerin sualtı atom bombası ile buna benzer silahlardan çıkan radyoaktif kirlenmeleri de bir ölçüde önleyip temizliyorlar,Kendi teknolojileriyle..Orda başka bir dünya ve uygarlık var.değişik varlıklarda var ama şimdilik bunları yazayım.yeri geldiğinde konuları açarım.bu benim yorumum..Altta okuyacağınız yazı ise başka bir yaşam formu..
Bu okyanus deniz gibi yerlerde yaşayan ama tamamen 5. Boyut Varlıkları...Astral seyehatle yapacağınız çalışmayla Bunlarla iletişime geçebilirsiniz.(Sizin niyetinize göre.olmayada bilir.)sizi her daim misafir ederler farklı bir görüntüleri yok ama sizi ürkütebilir, kişiye göre değişir.Bu varlıklar barışcı olmanın yanısıra bazen de kendi ırkını korumak adına savunmaları gereken yerde tepki de veriyorlar..Denizlerin temizlenmesinde veya bazı ülkelerin sualtı atom bombası ile buna benzer silahlardan çıkan radyoaktif kirlenmeleri de bir ölçüde önleyip temizliyorlar,Kendi teknolojileriyle..Orda başka bir dünya ve uygarlık var.değişik varlıklarda var ama şimdilik bunları yazayım.yeri geldiğinde konuları açarım.bu benim yorumum..Altta okuyacağınız yazı ise başka bir yaşam formu..
NİNGEN EFSANESİ ( İnsana Benzeyen Dev Su Yaratıkları ) * 1990'lardan bu yana Antarktika sularında olan Japon araştırma gemileri Ningen isimli yaratıkları bir çok kez rapor ettiler. Rapor edilenler içerisinde bu varlıkların soğuk buzlu okyanusun içerisinde yaşadıkları ve zaman zaman yüzeye çıktıkları ve fiziksel olarak ne tam insan ne tam bir deniz canlısı oldukları anlatılmaktadır. Bir çok açıdan insanı anımsatan bu yaratıklarda insansı yüz hatları, kollar ve bacaklar olduğu söyleniyor. Ama tüm bu benzerliklere rağmen bilinen yaşam formları arasında hiçbir kategoriye yerleştirilemiyorlar. * Varlıkları gerçek mi yoksa efsane mi olduğu henüz bilinmeyen ama kamera görüntülerine kadar kanıtlar gösterilen bu canlıların gizemine doğru ilerleyelim. Ne bir insana ne de bir deniz canlısına benzeyen bu yaratıklar 1990'lı yıllardan itibaren Antartika'nın sularında yüzen Japon gemileri bir çok kez gördüklerine dair raporlar göndermişlerdir. Soğuk buzlu sularda yaşayan yaratıklarına insan uzuvlarına sahip olmasından dolayı Japon araştırmacılar tarafından Ningen adı verilmiştir. İnsan gibi kolları olan Ningenler hiç bir canlıya benzemedikleri için sınıflandırılamıyor. O bölgeye giden bir çok araştırmacı Ningen yaratıklarını görmüş hatta bir çok kez görüntülenmiş. Japon balina araştırmacıları ve görenlerin söylediklerine göre boyları 20-30m arasında değişmekte, yavrularının da 5m olduğu söylenmekte ve renkleri tamamen beyaz. Hatta Japon balina araştırmacılarının mürettabatından biri gemiye doğru gelen bir Ningen görmüş ve Ningen i denizaltı sanmıştır. Ningen Efsanesi ilk olarak Mu dergisinde yazılmış makaleyle tartışılmıştır. Ancak Ningenlerin ilk kez görünmesi 1900 lü yıllara kadar dayanmaktadır.Bu varlıklar isimlerini Japonca'da insan anlamına gelen Ningen ismimden almaktalar. Yani bir tür insanımsı da diyebiliriz bu varlıklar için. Loch Ness Gölü canavarı, Koca Ayak gibi Ningen efsanesi de bir türlü kanıtlanmış olmamasına karşın gündemdeki sıcak yerini halen korumakta. Şuan bile bu yaratıklarla ilgili araştırma yapan çok özel araştırma ekipleri mevcut.Özellikle son birkaç yılda bu gözlemler oldukça sıklaşmış halde. Bu tam olarak ne oldukları anlaşılamayan su altı yaşam formları hakkında buzlu sularda yaşadıkları ve özellikle Antarktika da sıklıkla ortaya çıktıklarından öte fazla bir bilgi mevcut değil. * Yakın zaman önce Japon hükümetine bağlı “balina araştırma” gemileri mürettebatları tarafından bir çok kez gözlemlenenlerin tahmini boyunun 5 ila 100 metre civarında oldukları ifade edilmiştir. Renklerinin çoğunlukla beyaz olduğu ve suyun içerisinde tıpkı insan gibi hareket ettikleri halde yüzerken bir tür fok ve balina karması gibi yüzdükleri belirtilmiştir. Bazı zamanlarda yukarı çıktıkları ve buzullar üzerinde de dolaştıkları gözlemlenmiştir. Çekilen bazı kareler arasında bir kısmının sadece 2 ayağının olduğu görülürken bazı karelerde tıpkı fok ve dev balinalarda olduğu gibi kuyruk benzeri yapılar göze çarpmaktadır. * Görgü tanıkları, genellikle bacakları, kolları ve hatta beş parmaklı elleri ile, bir insan gibi bir şekle sahip olarak onlarını tanımlamaktadırlar. Bazen yüzgeçleri ya da büyük bir denizkızı gibi kuyruk yerine bacaklara sahip olarak tarif edilmektedir. Sadece görünür yüz özellikleri gözleri ve ağızlarıdır. Bazı gözlem kayıtlarında, güvertede bulunan mürettebatın başlangıçta uzakta bir yabancı denizaltısı olduğunu düşündükleri rapor edilmiştir.Denizaltı sandıkları nesnenin yanından geçerken gördükleri bu varlıkların aniden su altına yüzerek daldıkları yönünde olmuştur. * Çoğunlukla suyun 30 metre kadar altında gözüken bu yaratıkların çoğunlukla beyaz renkli olduğu belirtiliyor. Google earth haritasında bile Ningen görüntülerine rastlandığı biliniyor. Bu konu ilk defa 2007 de 2. Kanal ve MU dergisi tarafından açıklandıysa da bu efsaneler ve gözlemler 1900’lü yılların başlarına kadar dayanıyor. Ve günümüzde bile halen bu konuyla ilgili ilginç gözlemler ve görüntüler gelmeye devam ediyor. Mu dergisi ve 2. Kanal Kasım 2007 de yayınladıkları haberlerde Paranormal olayları açıklamaya kendisini adamış bir Japon araştırma ekibinin özellikle Antarktika da yaşayan bu kimliği belirsiz yaratıklarla ilgili makalelere yer vermişlerdir. Makalede Namibya kıyıları, Güney Atlantik Okyanusu’nda da benzer Ningen gözlemlerine rastlandığı ifadelerine yer verilmiştir. * Bugüne kadar, bu varlıklara dair net bir delil bulunmazken Ningen varlığını doğrulamak için Hükümet gözlemlere dair ayrıntılı kayıtlar tutulmasına onay vermiştir. Yine UFO gözlemlerinde olduğu gibi elde edilen bilgiler ve veriler kamuoyuna hiçbir bir şekilde açıklanmamış ve yayınlanmamıştır. Hükümetçe yapılan bildirgede; raporlara karşılık görgü tanıklarının sessiz kalması talimatı verilmiştir. * Kayıtlara geçen bazı benzer karşılaşmalar : 1982 yazında, Yarbay Gennady Zverev ile birlikte Mark Shteynberg, Türkistan ve Orta Asya askeri bölgelerinde sık sık gözlemlenen devasa boyutlu insanımsı su altı yaratıkları hakkındaki gözlemleri araştırmak adına özel eğitimli dalgıçlardan oluşan bir ekip kurar. Dalgıçlar periyodik olarak dalacakları yerde karşılaşabilecekleri durumlara karşılık periyodik eğitimler almıştırlar. İlk tatbikatlarını ve denemelerini Issık Kul Gölü, Transiliysk Ala Tau alanında derin su göllerinde yapmaktadırlar. Tümgeneral V. Demyanko, Savunma, SSCB Bakanlığı Mühendis Kuvvetleri Askeri Dalgıç Hizmet komutanı, Baykal ve Batı Sibirya askeri bölgelerinde benzer araştırma çalışmaları sırasında meydana gelen olağanüstü olaylar hakkında yerel memurları bilgilendirmek için bölgeye gelir.Baykal gölü ve Batı Sibirya da yaptıkları askeri eğitim dalışları sırasında, insana benzeyen ama kesinlikle insan olmayan devasa boyutlara sahip gizemli sualtı yüzücüleri ile karşılaştıklarını anlatır. Bu gizemli yaratıklar insanımsı bir görünüme sahiptirler ve boyları yaklaşık 3 metre civarındadır. Yüzücüler soğuk buz dolu suya girip dalışlarına başlarlar. 50 metre kadar aşağıya indiklerinde başlarında kask yada sırtında dalış tüpü bulunmayan insanımsı bir takım varlıkların olduğunu gözlemlerler. Bu gözlem yukarı rapor edilir edilmez yerel askeri komuta birimleri hemen alarma geçirilirler.Askeri üsten alınan emire göre bu varlıklardan bir tanesi yakalanıp incelenmek üzere üsse getirilecektir.O an 7 çok özel eğitimli dalgıç hemen olay yerine sevk edilerek bu varlıklardan birinin ölü yada diri yakalanması istenir. Dalgıçlar bu insanımsı varlıklardan birini yakalamak isterken bilinmeyen bir güç tarafından derin soğuk sulardan dışarı doğru aniden yüzeye fırlatılırlar. Bu şiddetli basınç ve yüzeye çıkış sırasında dalgıçlardan 3’ü o an hayatını kaybederler. Diğer 4’ü de ağır şekilde yaralanır ve sakat kalırlar. * Bir başka vaka : 1960 yılında Ukrayna açıklarında bulunan Krapiva, Sovyet nükleer güç denizaltısı kıdemli memurları tarafından sunulan bir raporda şu bilgilere yer verilmiştir. Deniz altıda bulunan Sovyet sonar operatörleri (askeri hydroacoustics teknisyenleri) (büyük derinliklerde) kaynağı tespit edilemeyen garip sesler işitmişlerdir. Bu seslerin bir tür balina yada düşman deniz altısı olduğunu düşünürler. Hemen alarm durumuna geçilir. Etrafta bu sesi çıkaran nesnenin ne olduğu anlaşılmaya çalışılırken sonarlar tam önlerinde devasa büyüklükte bir nesnenin kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu gösterir. Navisgasyon ve periskop bildirimleri git gide yaklaşan bu yüzen nesnenin bilinen bir su altı aracına ait olmadığını belirtmektedir. Teğmen Oleg Sokolov bu nesnenin ne olduğunu anlamaya çalıştığı sırada neredeyse burun buruna geldikleri şeyin yüzen insanımsı bir yaratık olduğunu fark ederler.Bilinen bir denizaltı dan çok daha hızlı bir şekilde manevra yaparak daha derinlere dalarak gözden kaybolur bu garip varlık. * 1900’ler de deniz altındaki bir mağarada bulunan insanımsı iskeletler : Shteynberg’in yazmış olduğu "yüzücüler" adlı yaşanmış olaylardan bahseden eserinde gölün altında bulunan bir mağarada iskelet haline gelmiş dev insanımsı varlık kalıntılarından söz eder.Gürcistanda birkaç erkek insan benzeri iskeletlerin dolu olduğu gölün altında yer alan bir dağın içerisinde bir mağara keşfederler. Su altından gidilerek ulaşılan bu devasa iskeletlerin her birinin boyu 3 metre civarındadır. Ve İnsana benzedikleri halde vücut ve kemik yapıları hiçbir şekilde insanlarla uyuşmamaktadır. Mağaraya ulaşmak için, bu göle dalmak mecburdur. Bu konu daha sonraları St. Martin Press New York'ta da yayınlanmıştır. * Günümüzde Ningenler araştırılmaya devam etmekte. Hatta Ningenleri bulmak için özel araştırma birimleri bile açılmış durumda. Araştırmaların artması sonucunda gördüğünü iddia eden araştırmacı sayısı da bir hayli artmış durumda. Bu kadar fotoğraflara kamera kayıtlarına rağmen Ningenlerin var olduğunu gösteren kesin bir kanıt yoktur. Ölü yada diri ele geçirilmiş bir Ningen olmamıştır... (alıntı )
1
19 Haziran 2020 Cuma
Kadim aynalar..
Dev Güneş Aynaları ve Sofistike Lensler - Atalarımız Tarafından Kullanılan İleri Antik Teknoloji
Gelişmiş antik teknolojinin kanıtı birçok yerde bulunabilir. Tarihi yeniden yazan ve atalarımızın daha önce düşündüğümüzden daha gelişmiş olduğuna dair kanıt sunan eserlerle karşılaşıyoruz.
Tüm eski nesneler bulunamaz, ancak efsanelerde ve kutsal metinlerde dikkate değer yüksek teknoloji ürünü cihazların birkaç açıklaması vardır.
Objektiflerin bilimsel faydaları binlerce yıl önce atalarımız tarafından biliniyordu. Teleskop resmi olarak 16. yüzyılda icat edilmiş olmasına rağmen, eski Asur gökbilimcilerinin yaklaşık 3.000 yıl önce gökyüzünü izlemelerine izin veren Nimrud lensini kullanmış olmaları mümkündür.
Minoslular yaklaşık M.Ö 3000’den M.Ö 1100’e kadar var olmuş bir Girit Tunç Çağı medeniyeti idi. Bu insanlar, yumuşak taşlar, fildişi veya kemikten ustaca oyulmuş küçük, harika mühürler yarattılar. Kuşkusuz onların yaratılması, ustaların ve özel araçların olağanüstü becerilerini gerektiriyordu.
Araştırmacılar uzun zamandır eski insanların kullandığı teknolojileri merak ediyorlar. Minoslular nasıl minik, mikroskobik gravürler yaptılar? Bu tür görüntüleri üretmek için, yüzeyi büyütmek için en az bir araç kullanmış olmaları gerekir. Minoslular belki de Babillerin lenslerini kullanmayı mı öğrendiler?
Eski Mısır ve Babil Tapınaklarında Kullanılan Kristal Lensler
Kristal lenslerin kullanımı eski Mısır'da yaygındı. Antik “Sürekli Yanan Lambaların Gizemi” makalemizde , atalarımızın sonsuz ışığın sırrını keşfetme olasılığını tartıştık.
Flavia Anderson, “Kadim Sır: Güneşten Ateş” adlı kitabında ileri ışık kaynakları konusunu tartıştı. Birçok Grail efsanesinin eski kristal merceklerin varlığına dayandığını öne sürüyor.
Bu kristal mercekler, özellikle dini törenlerde eski Mısır ve Babil tapınaklarında rahipler tarafından kullanılan değerli nesnelerdi.
Anderson ayrıca, Anka Kuşu efsanesinin, onu tüketen ateşin küllerinden yükselen, belki de büyüteç kristali kullanan bazı ritüellere dayandığını düşünüyor. Anka Kuşu efsanesi bir dizi eski uygarlık tarafından biliniyordu. Roma, Yunan veya Mısır mitolojileri, Güneş'in, ölümsüzlüğün, yeniden doğuşun, dirilişin ve sonsuz yaşamın sembolü olan inanılmaz bir efsanevi ateşböceği Anka’dan bahseder.
Bu efsanevi yaratığın Çin, Japonya ve Hindistan'daki muadili de var ve bu kültürlerin her birinde, Anka Kuşunun birçok görünüşü yaratıldı, ancak hepsinin benzer önemi var. Hepsi birbirine benziyor.
Anderson, güneşi kuru saman veya başka bir çırpıcıya odaklamak için özel bir mercek kullanıldığını ve daha sonra eğitimli bir kuşun ateşle oynadığını düşünüyor. Kitabında, eğitimli bir kuşun, bir kalenin, bu durumda, ateşle oynayabildiğini ve hiçbir şekilde yakılamayacağını veya zarar görmeyeceğini gösteriyor.
Belki de eski kristal lensler Anka Kuşu efsanesini açıklıyor.
Kristal mercek bilgisi Mısır'dan ve yakın Doğu'dan Güney Amerika'ya yayıldı. “İspanyollar Peru'ya vardıklarında dinsiz rahiplerin metal bir bilezik içine yerleştirilmiş içbükey bir fincan aracılığıyla kutsal ateşlerini güneş ışınlarından yakmaya alışık olduklarını kaydettiler,” Childress Tanrılar Teknolojisi kitabında bunu yazıyor.
Sihirli Aynaların Eski Sırları
Antik Çin ve Japonya'da, insanların sihirli aynalara aşina olduğu biliniyordu. Eski Çin “büyülü” aynalarının kesin kökenleri bilinmemektedir. Yaklaşık 1.200 yıl önce, 'Kadim Aynaların Kaydı' başlıklı bir kitap hala mevcuttu ve bu esrarengiz nesnelerin ve yapılarının sırlarını içeriyordu. Ne yazık ki, kitap bin yıldan fazla bir süredir kayıp.
Bugün, ön tarafta ışık parladığında desenleri arkadan yansıtma yeteneğine sahip bin yıllık “büyülü” aynaların arkasında hangi sırların olduğunu merak ediyoruz? Antik Çin'de, 't'ou kuand ching' adı verilen ve tam anlamıyla “ışık ileten ayna” anlamına gelen nadir bir ayna türü vardır. Güçlü bir ışık, süslenmemiş cilalı ön yüzeye çarptığında ve bir duvara veya ekrana yansıtıldığında, aynanın arkasını süsleyen desenler yansımada gizemli bir şekilde görünür.
Eski Yüksek Teknoloji Silahları Olarak Kullanılan Dev Güneş Aynaları
Eski Çin efsaneleri, savaşçılar tarafından düşmanı yakmak için taşınan bir Ying-Yang aynasını tanımlar.
Tüm dev güneş aynalarından en ünlü buluş, M.Ö. 287'de doğan Yunan matematikçi ve bilim adamı Arşimet tarafından yaratıldı. Bazı alternatif tarih araştırmacıları buna “eski ölüm ışını” diyorlar. Korkunç güneş aynası, MÖ 212-215'te Syracuse Savaşı'nda işgalci Roma filosuna ateş açmak için kullanıldı.
Arşimet'in savaş makineleri üzerindeki çalışmalarının kanıtı ve bilgisi, Polybius, Livy ve Plutarch gibi sonraki tarihçilerden bize geliyor. Gerçekten ne olduğunu kesin olarak belirlemek zor. Ancak, Zonares ve Tzetzes'in yazımından itibaren Syracuse Savaşı sırasında büyük bir aynanın kullanıldığını öğreniyoruz.
“Marcellus [Roma Generali] gemileri bir pruva atışı yaptığında, yaşlı adam [Arşimet] bir çeşit altıgen ayna yaptı. Aynasından, menteşeleri ve belirli metal plakaları ile hareket ettirilen aynı türden diğer küçük aynaları uygun mesafelere yerleştirdi. Hem yaz hem de kış aylarında öğlen vakti güneş ışınlarının ortasına yerleştirdi. Bu şekilde yansıyan ışınlar, gemilerde korkunç bir ateşli çıra başlattı ve bir yay atış mesafesinden onları küllere indirdi. Böylece yaşlı adam buluşları sayesinde Marcellus'u şaşırttı. ”
Arşimet bu dev aynayı ve parabolik diski oluşturarak Güneş ışınlarını bir filoya odaklayıp gemileri ateşe verebildi.
Güneş ışınlarını küçük bir tahta parçası üzerinde yoğunlaştırmak için bir büyüteç kullanarak, ateşe vermek kolayca yapılabilir. Bununla birlikte, Arşimet yöntemini sorgulayanlar, o zamanlar ahşap bir geminin güvertesini ateşe verecek kadar güneş ışığına konsantre olacak şekilde mevcut araçlarla bir mekanizma inşa edip edemeyeceğini merak ediyordu.
Birkaç yıl önce, Mythbusters televizyon ekibi, 500 gönüllü tarafından kontrol edilen 500 düz ayna kullanarak eski savaşı yeniden inşa etmeye çalıştı. Bir saat boyunca Güneş'i bir yelkene odaklamaya çalıştılar (ateşleme noktası sadece yaklaşık 500 derece Fahrenheit olmalı) ama sadece sıcaklığı yaklaşık 230 dereceye kadar çıkarabildiler.
Televizyon ekibi, bir gemiyi aynalarla ateşe vermenin teorik olarak mümkün olduğu sonucuna vardı, ancak Arşimet'in bu yöntemi savaşta kullanması pek olası değildi.
Bu sonuca katılmayanlar, aynaların gemide değil mürettebatta kullanılabileceğini düşündürmektedir. Size odaklanan bir ışık huzmesi cilt sıcaklığınızı 200 derecenin üzerine çıkarabilir ve son derece tatsız olur. Ayrıca saldırılan geminin mürettebatını suya atlamaya zorlardı.
Arşimet'in dev güneş aynasının savaşta nasıl kullanıldığını asla bilemeyebiliriz, ancak atalarımızın mercekleri, farklı ışık kaynakları formlarını ve bugün henüz bilmediğimiz silahları kapsayan ileri bilgiye sahip olduklarını biliyoruz. Tüm soruları cevaplayamasak da, geçmişin farkındalığı bize çağdaş dünyamız ve geçmiş zamanlar arasında karşılaştırma yapmak için gerekli kaynakları sağlıyor. Bu bilgi geleceğimizi şekillendiriyor.
Yazan: Ellen Lloyd - AncientPages.com Haziran 15, 2020
Gelişmiş antik teknolojinin kanıtı birçok yerde bulunabilir. Tarihi yeniden yazan ve atalarımızın daha önce düşündüğümüzden daha gelişmiş olduğuna dair kanıt sunan eserlerle karşılaşıyoruz.
Tüm eski nesneler bulunamaz, ancak efsanelerde ve kutsal metinlerde dikkate değer yüksek teknoloji ürünü cihazların birkaç açıklaması vardır.
Objektiflerin bilimsel faydaları binlerce yıl önce atalarımız tarafından biliniyordu. Teleskop resmi olarak 16. yüzyılda icat edilmiş olmasına rağmen, eski Asur gökbilimcilerinin yaklaşık 3.000 yıl önce gökyüzünü izlemelerine izin veren Nimrud lensini kullanmış olmaları mümkündür.
Minoslular yaklaşık M.Ö 3000’den M.Ö 1100’e kadar var olmuş bir Girit Tunç Çağı medeniyeti idi. Bu insanlar, yumuşak taşlar, fildişi veya kemikten ustaca oyulmuş küçük, harika mühürler yarattılar. Kuşkusuz onların yaratılması, ustaların ve özel araçların olağanüstü becerilerini gerektiriyordu.
Araştırmacılar uzun zamandır eski insanların kullandığı teknolojileri merak ediyorlar. Minoslular nasıl minik, mikroskobik gravürler yaptılar? Bu tür görüntüleri üretmek için, yüzeyi büyütmek için en az bir araç kullanmış olmaları gerekir. Minoslular belki de Babillerin lenslerini kullanmayı mı öğrendiler?
Eski Mısır ve Babil Tapınaklarında Kullanılan Kristal Lensler
Kristal lenslerin kullanımı eski Mısır'da yaygındı. Antik “Sürekli Yanan Lambaların Gizemi” makalemizde , atalarımızın sonsuz ışığın sırrını keşfetme olasılığını tartıştık.
Flavia Anderson, “Kadim Sır: Güneşten Ateş” adlı kitabında ileri ışık kaynakları konusunu tartıştı. Birçok Grail efsanesinin eski kristal merceklerin varlığına dayandığını öne sürüyor.
Bu kristal mercekler, özellikle dini törenlerde eski Mısır ve Babil tapınaklarında rahipler tarafından kullanılan değerli nesnelerdi.
Anderson ayrıca, Anka Kuşu efsanesinin, onu tüketen ateşin küllerinden yükselen, belki de büyüteç kristali kullanan bazı ritüellere dayandığını düşünüyor. Anka Kuşu efsanesi bir dizi eski uygarlık tarafından biliniyordu. Roma, Yunan veya Mısır mitolojileri, Güneş'in, ölümsüzlüğün, yeniden doğuşun, dirilişin ve sonsuz yaşamın sembolü olan inanılmaz bir efsanevi ateşböceği Anka’dan bahseder.
Bu efsanevi yaratığın Çin, Japonya ve Hindistan'daki muadili de var ve bu kültürlerin her birinde, Anka Kuşunun birçok görünüşü yaratıldı, ancak hepsinin benzer önemi var. Hepsi birbirine benziyor.
Anderson, güneşi kuru saman veya başka bir çırpıcıya odaklamak için özel bir mercek kullanıldığını ve daha sonra eğitimli bir kuşun ateşle oynadığını düşünüyor. Kitabında, eğitimli bir kuşun, bir kalenin, bu durumda, ateşle oynayabildiğini ve hiçbir şekilde yakılamayacağını veya zarar görmeyeceğini gösteriyor.
Belki de eski kristal lensler Anka Kuşu efsanesini açıklıyor.
Kristal mercek bilgisi Mısır'dan ve yakın Doğu'dan Güney Amerika'ya yayıldı. “İspanyollar Peru'ya vardıklarında dinsiz rahiplerin metal bir bilezik içine yerleştirilmiş içbükey bir fincan aracılığıyla kutsal ateşlerini güneş ışınlarından yakmaya alışık olduklarını kaydettiler,” Childress Tanrılar Teknolojisi kitabında bunu yazıyor.
Sihirli Aynaların Eski Sırları
Antik Çin ve Japonya'da, insanların sihirli aynalara aşina olduğu biliniyordu. Eski Çin “büyülü” aynalarının kesin kökenleri bilinmemektedir. Yaklaşık 1.200 yıl önce, 'Kadim Aynaların Kaydı' başlıklı bir kitap hala mevcuttu ve bu esrarengiz nesnelerin ve yapılarının sırlarını içeriyordu. Ne yazık ki, kitap bin yıldan fazla bir süredir kayıp.
Bugün, ön tarafta ışık parladığında desenleri arkadan yansıtma yeteneğine sahip bin yıllık “büyülü” aynaların arkasında hangi sırların olduğunu merak ediyoruz? Antik Çin'de, 't'ou kuand ching' adı verilen ve tam anlamıyla “ışık ileten ayna” anlamına gelen nadir bir ayna türü vardır. Güçlü bir ışık, süslenmemiş cilalı ön yüzeye çarptığında ve bir duvara veya ekrana yansıtıldığında, aynanın arkasını süsleyen desenler yansımada gizemli bir şekilde görünür.
Eski Yüksek Teknoloji Silahları Olarak Kullanılan Dev Güneş Aynaları
Eski Çin efsaneleri, savaşçılar tarafından düşmanı yakmak için taşınan bir Ying-Yang aynasını tanımlar.
Tüm dev güneş aynalarından en ünlü buluş, M.Ö. 287'de doğan Yunan matematikçi ve bilim adamı Arşimet tarafından yaratıldı. Bazı alternatif tarih araştırmacıları buna “eski ölüm ışını” diyorlar. Korkunç güneş aynası, MÖ 212-215'te Syracuse Savaşı'nda işgalci Roma filosuna ateş açmak için kullanıldı.
Arşimet'in savaş makineleri üzerindeki çalışmalarının kanıtı ve bilgisi, Polybius, Livy ve Plutarch gibi sonraki tarihçilerden bize geliyor. Gerçekten ne olduğunu kesin olarak belirlemek zor. Ancak, Zonares ve Tzetzes'in yazımından itibaren Syracuse Savaşı sırasında büyük bir aynanın kullanıldığını öğreniyoruz.
“Marcellus [Roma Generali] gemileri bir pruva atışı yaptığında, yaşlı adam [Arşimet] bir çeşit altıgen ayna yaptı. Aynasından, menteşeleri ve belirli metal plakaları ile hareket ettirilen aynı türden diğer küçük aynaları uygun mesafelere yerleştirdi. Hem yaz hem de kış aylarında öğlen vakti güneş ışınlarının ortasına yerleştirdi. Bu şekilde yansıyan ışınlar, gemilerde korkunç bir ateşli çıra başlattı ve bir yay atış mesafesinden onları küllere indirdi. Böylece yaşlı adam buluşları sayesinde Marcellus'u şaşırttı. ”
Arşimet bu dev aynayı ve parabolik diski oluşturarak Güneş ışınlarını bir filoya odaklayıp gemileri ateşe verebildi.
Güneş ışınlarını küçük bir tahta parçası üzerinde yoğunlaştırmak için bir büyüteç kullanarak, ateşe vermek kolayca yapılabilir. Bununla birlikte, Arşimet yöntemini sorgulayanlar, o zamanlar ahşap bir geminin güvertesini ateşe verecek kadar güneş ışığına konsantre olacak şekilde mevcut araçlarla bir mekanizma inşa edip edemeyeceğini merak ediyordu.
Birkaç yıl önce, Mythbusters televizyon ekibi, 500 gönüllü tarafından kontrol edilen 500 düz ayna kullanarak eski savaşı yeniden inşa etmeye çalıştı. Bir saat boyunca Güneş'i bir yelkene odaklamaya çalıştılar (ateşleme noktası sadece yaklaşık 500 derece Fahrenheit olmalı) ama sadece sıcaklığı yaklaşık 230 dereceye kadar çıkarabildiler.
Televizyon ekibi, bir gemiyi aynalarla ateşe vermenin teorik olarak mümkün olduğu sonucuna vardı, ancak Arşimet'in bu yöntemi savaşta kullanması pek olası değildi.
Bu sonuca katılmayanlar, aynaların gemide değil mürettebatta kullanılabileceğini düşündürmektedir. Size odaklanan bir ışık huzmesi cilt sıcaklığınızı 200 derecenin üzerine çıkarabilir ve son derece tatsız olur. Ayrıca saldırılan geminin mürettebatını suya atlamaya zorlardı.
Arşimet'in dev güneş aynasının savaşta nasıl kullanıldığını asla bilemeyebiliriz, ancak atalarımızın mercekleri, farklı ışık kaynakları formlarını ve bugün henüz bilmediğimiz silahları kapsayan ileri bilgiye sahip olduklarını biliyoruz. Tüm soruları cevaplayamasak da, geçmişin farkındalığı bize çağdaş dünyamız ve geçmiş zamanlar arasında karşılaştırma yapmak için gerekli kaynakları sağlıyor. Bu bilgi geleceğimizi şekillendiriyor.
Yazan: Ellen Lloyd - AncientPages.com Haziran 15, 2020
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)