KUBBE Mimarisinde Gök kubbe,Tuba Ağacı ve Cennet Sembolizmi
Tinsel mimarinin başlangıçtan bu yana, insanın yaradılış öyküsünü dile getirmeye çalışan, dairesel planlı ve kubbe şeklinde tasarlanmış yapıların, zaman içinde ve kuramsal olarak, teknolojiyle birlikte gelişip biçim değiştirdiği, ancak, temel kurallarda hiçbir değişikliğin oluşmadığı anlaşılmaktadır.
Prehistorik dönemlerden başlayarak, tinsel inançların oluşmasıyla şekil bulmaya başlayan mimarinin, daha başlangıçta, daire biçiminde yaratılan plan üzerine odaklanmış olması, bu mimarilerin Gökkubbe’yle olan ilişkisi nedeniyle dikkat çekicidir.
İnsanın düzen ihtiyacı nedeniyle şekillenen, kutsal yapıların genel strüktürü birçok sembolik anlamlara sahiptir.
Caminin tabanı, yeri, dünyayı, caminin kendisi, İlahi olanın fiziki yansımasını, minare ve kubbesi Göksel Kudreti simgeler.
İnsanlık tarihi kadar eski, Mandala diye bilinen kozmik sembol, burada açıklanmaktadır.
Mandala, her şeyin başı ve sonu olan ve sonsuz bütünü temsil eden bir dairedir. Ancak, kare veya dörtlü prensibi ifade eden simetrik bir düzeni de kavramı kapsamına almaktadır. İdeal, bütün dairedir, doğal olarak bölünmesi dörtlüdür.
Çok defa elemanlardan biri daha belirgindir. Eyvan, camilerde kullanımı ile değil de sembolik anlamı ile başroldedir.
Genellikle Gök kapısı, Cennet kapısı olarak nitelendirilmektedir.
KUBBE İç mekânın heybetini vurgulayan, merkezi kubbeli plandır.
İşlevsel olarak, kubbe, mekânda akustiği düzenler, anlamsal olarak makro kozmosu simgeler, estetik olarak iç mekânı bütünleşme hissiyle donatır, dairesel hareketi vurgular.
Kubbe, merkezinde Tanrı’nın olduğu Göksel İlahi’yi simgeleyen eşsiz bir merkezi oluşturur. Kubbe, Evren’in, Tanrı ile İnsanoğlu’nun buluştuğu, konuştuğu kutsal mekanın sembolüdür.
İnsanoğlunun dört katlı doğasını sembolize eden kubbenin çevresindeki dört duvarın, merkezindeki Ebedi Birlik’e doğru dönüşümünü anlatmaktadır.
Kubbenin sembolik doğası onun geometrisinden kaynaklanmaktadır. Daire, simgeler arasında sonsuzun ifadesi olarak en güçlü olanıdır. Kaynağı ve sonu içerdiği için evrendeki birlik ve bütünlüğün başlıca ifadesidir.
Bütün diğer geometrik şekilleri dairenin içinden kurmak mümkündür, dairenin sonsuz potansiyeli vardır.
Bütün İslam sanatının başlıca ifade aracı olan geometrik düzenlerdeki devamlı tekrar etme prensibi buna dayanır.
İnsan bilincini simgeleyen üçgen, ahengin prensibi, iki varlık ve aralarındaki bağlantının geometrik ifadesi, daireye yakın altıgen gök sembolü, yeryüzünü ve maddeyi ifade eden kare daireden elde edilebilecek temel geometrik figürlerdir.
Dört rakamının yeryüzü ile sıkı ilişkisi, dörtgenin ideal türü olan karenin yeryüzünün değişmez sembolü olduğu ve mandalaya benzer evren simgesini daire ile birlikte oluşturduğu böylece açıklanmış olmaktadır.
Dört eyvanlı planın da neden evreni ifade ettiği, yer ve gök ile evreni temsil eden camide, kubbe (daire) ile dörtgen altyapısının neden vazgeçilmez bir beraberlik kurduğu böylece anlaşılır olmaktadır.
Kimi zaman karşımıza çıkan sekizgen kubbe, Kur’an’da adı geçen “Sekiz Cennet” ile ilişkilendirilir.
Ardelan ve Bakhtiar adlı yazarlar kubbe’nin önemini,
onu Evren’in, kutsal adların ve erdemlerin arketiplerinin tasvirini yapan bir mandala olarak ele alarak ortaya koymuşlardır.
Kimi zaman karşımıza çıkan sekizgen kubbe, Kur’an’da adı geçen “Sekiz Cennet” ile ilişkilendirilir.
İslam kültüründe kubbe bir yandan antik imajını korurken, diğer yandan İslam kozmogonisinin temellerini oluşturan kuvvetli bir manifestasyondur.
Sembolik geçişlerle kubbenin doğasında mevcut olan merkez, daire ve küre tam ve bütünlükle gerçekleşmiştir.
Kare bir mekândan yarım küreye geçiş, yaratılanın Yaradan’a geri dönüşünü anlatmaktadır.
Kare ile kubbeyi birbirine bağlayan, üçgen biçimli pandantifler (bini) bir geçiş öğesidirler ve Kur’an ayetleri üçgen içinde bulunan bir daire içine yazılmışlardır.
Pandantif kelimesi “asılı tutan” anlamına gelir. İnsanın onu yeryüzüne bağlı tutan kişilik zincirlerinden kurtulup Birlik’e geri dönüşünün özel çaba isteyen gerilimli alanlarıdır.
Ruhun kubbe’nin Zirve noktasından geçişi, Birlik’e ulaşmanın sembolü, iki farklı yöndeki hareketi ihtiva eder: Aşağıya doğru, yayılan ve yukarı doğru, toplayan, birleştiren. Bu mükemmel birleşimle Ruh İdea’sı iyice vurgulanmıştır.
Bu İdea ki, tüm varlıkları kuşatır ve içine alır, ve aynı zamanda içlerine yayılır: benzer bir şekilde bir kubbede içine aldığı mekanı bütünü ile içine alır, kuşatır, üzerine oturduğu dört kemeri veya dört duvarın üstünde Göğün Merkezi tüm varlıkları kucaklar.
Hz. Muhammed (SAV) Göğe Yükselişi’ni anlatırken, dört köşesindeki sütunlar üzerine oturmuş İnciden bir kubbenin Kutsal Ana’sından bahseder. Dört sütun üzerinde Kur’an’dan “Rahman ve bağışlayan Allah’ın adıyla” yazmaktadır.
Karenin üzerine oturan kubbe, sekiz meleği simgeleyen bir sekizgen ile birleşmektedir.
Kubbe, tüm manifestasyonlarında ilahi tahtın yeridir.
Tarihteki farklı Türk devletlerinde İran’daki Büyük Selçuklu Devletinden Anadolu Selçukluları’na, Beyliklere ve son olarak Osmanlı Devleti’ne kadar yapılan bütün önemli yapıların üst örtüsünün kubbe olması çok ilgi çekicidir.
Sahip Atâ Fahreddin Ali’nin başlıca eserleri, Konya’da İnce Minareli Medrese, Sivas’ta Gök Medrese ve Kayseri’deki Sahibiye Medresesi, plân itibarıyla avlulu veya kubbeli medrese tipine girerler
Neredeyse kubbe, Türk mimarisinin sembolü olmuştur diyebiliriz.
Kubbenin Türkler tarafından bu kadar kabul görmesinin altında Orta Asya’dan gelen tesirlerin olduğu eskiden beri söylenmektedir.
Göçebe hayatında Gök örtüsü ve içinde hareket eden Güneş, Ay ve yıldızlar, düzenin ilk habercileri olmuş, yüzyıllar boyunca sürecek olan “gök kubbe” tasarımının ilk ifadesini çadırda bulmuştur.
Orta Asya’da, göçebe yaşamış eski Türk kavimlerinden başlayarak günümüzde çok az da olsa Anadolu’unun değişik yerlerinde kullanılan ahşap iskeletli göçebe çadırlarının ana formu kubbedir.
Ağaç dallarından yapılmış “yurt” adını alan bu çadırlar kubbeli yapılarıyla dikkat çekmektedir. Çadırın orta kısmında kubbenin az yükseltilerek temiz hava ve ışığın gelmesine izin verecek biçimde olması da düşünülmüştür.
Bazı araştırmacılar, çadırlarda kullanılan bu örtü biçiminin; yerleşik hayata geçen ve göç ettikleri İran ve Ortadoğu’da bulunan geleneksel kubbelerle birleştirilerek kullanıldığını, sonraları Türk şehirlerinin ayrılmaz parçası olduğunu düşünmektedirler.
Sanat tarihçisi Josef Strzy-govvski'ye göre gökkubbeyi temsil eden Türk kubbesi (topak ev) Orta ve Ön Asya'dan bütün dünyaya yayılan kubbe mimarisinin menşeidir ve Mezopotamya'nın kubbeli evleriyle İran ve Anadolu'nun kümbetleri birer kagir Türk çadırından başka bir şey değildir
Türk çadırı ile kubbe arasındaki benzerlik gökyüzü, hükümranlık ve kozmik sembollerle bağlantılı biçimde uzun bir gelişme süreci izlemiş, bu arada stupa adı verilen yapı tipi ortaya çıkarak çadırdan kubbeye geçişte aracılık yapmıştır. Bu etki ilk türbelerde çok açıktır.
Topak ev gibi kâinatı temsil eden stupaların ilk örnekleri, içindeki oyuklarda kutsal kalıntıların saklandığı yarım küre şeklinde masif Budist anıtlarıdır.
İçi boş olan Uygur stupaları ise şekil ve tezyinat bakımından daha çok topak eve benzer. Vill-lX. yüzyıllara tarihle-nen Tirmiz Kırkkız Türbesi 11.5 m. çapındaki kubbesiyle erken tarihli bir örnektir.
Aynı şekilde Hazar şehri yakınlarında bulunan ve Karahanlılar'a bağlanan De-garon Camii (X. yüzyıl), 6,S m. çapındaki orta kubbesi ve köşelerindeki dört küçük kubbesiyle merkezî bir plan gösterir.
Asıl gelişmesini Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu mimarilerinde gösteren kubbe. Doğu Asya'nın stupaları kadar İran'ın âteşkedelerinin de belirli unsurlarını almış olmalıdır. Genellikle Sâsânîler devrinde yaygınlık kazanan âteşkedeler dört ayak üzerine oturan kubbeden ibaret basit bir yapı gösterir.
Kubbe gibi mimari bir unsurun İslâm eserlerinde benimsenip geliştirilmesi farklı bölgelerdeki yorumlarla değişik çehreler göstermektedir.
Kur'an'da cemaatle namaz kılınacak mekânın özellikleri tarif edilmediği gibi bu ibadetin şekli bakımından da kubbeli yapı şart tutulmamıştır; mescid ve cami kelimelerinin de kubbeli mimariyle kavram olarak herhangi bir ilgisi yoktur.
Bu hususlar kubbenin İslâm doktrininin veya litürjisinin bir sonucu olamayacağını gösterir.
Gerçi merkezî planlı camilerdeki tek kubbenin tev-hid düşüncesiyle örtüşen bir sembolizme çok uygun düştüğü söylenebilir; fakat böyle bir plan sadece Anadolu'da ve ancak XVI. yüzyılda şekillenmiştir.
Yanlışlıkla Ömer Camii de denilen Kubbetü's-sahre hariç tutulursa Hulefâ-yi Râşidîn ve Eme-vî dönemlerinden kalan camilerin hiçbirinde kubbe mekâna hâkim bir eleman olarak görünmez; çok sayıdaki destek sı-ralarıyla ayrılan nefler genellikle düz dam örtülüdür.
Mescid-i Aksa, Emeviyye Camii ve İbn Tolun Camii'nde ise mihrabın Önündeki sütunlardan birkaçı kaldırılarak bu kesim birer kubbe ile vurgulanmıştır. Ancak bu kubbeler, enlemesine genişleyen yapıların kütle kompozisyonuna estetik bir katkıda bulunmadığı gibi tam aksine yatay gelişen örtü sisteminin bir kenarında garip bir çıkıntı yapar.
İslâm kubbe mimarisi bakımından ilk önemli örneklerden biri, Gazneliler'e aitLeşker-i Bâzâr Ulucamii'nde enlemesine gelişen camilerin ilk mihrap önü kubbesi olan yaklaşık 9 m. çapındaki kubbesidir.
En abartılı görünümüyle Tac Mahal'de karşımıza çıkan soğan şekilli kubbe önce Hint ve Güneydoğu Asya mimarisinde yaygınlık kazanmış, daha sonra Rus ve diğer Ortodoks kiliselerinde kullanılmıştır.
Kubbeler, insanların zihninde eskiden beri yer alan gök kubbe tanımının yeryüzündeki sembolü gibi de algılanmıştır.
Zaman zaman camilerin ana mekâna doğru yükselen, küçük ve yarım kubbelerle desteklenen, orta mekânı örten büyük kubbede tamama eren tekil yapısı, “tevhid” inancının gösterimi olarak düşünülmüştür.
Ayrıca sınırlı kubbe ile biten o mekânın ortasında düşünmeye dalan insan için o büyük mekânın – gök kubbenin altındaki insanın basitliğini, acizliğini hissettirmesi de bir başka yönüdür. İnsanın kendine yönelip düşünmesine yardımcı olan bu etkinin kubbeleri yaptıran ve yapanlar tarafından da farkedilmemiş olması mümkün değildir.
Kubbeler, her ne kadar Türkler tarafından meydana getirilmemiş olsa da Türkler tarafından geliştirilen ve yaygın olarak kullanılan bir yapı ögesi olmuştur. Kubbenin tek ve yan yana düzenli kullanımı ile fonksiyon dışında estetik de vurgulanmaya çalışılmıştır. Bu yönleriyle kubbe, anıtsal Türk mimarisinin sembolü olmuştur.
Hint ve Druid tradisyonları gibi pekçok tradisyonda yeralan kozmik bir sembol olan Dünya Yumurtasında Gökkubbe yumurta olarak nitelendirilmeye başlanmış ve bu yumurtanın da yedi katmandan oluştuğu kabul edilmiştir ki bu da Greklerin yedi göğünü ya da küresini temsil etmektedir.
Hadisi şeriflerde ifade edildiği üzere cennet vecehennemden bu dünyaya dallar uzamaktaCehennemden uzanana "Şecere-i zakkum",cennetten uzanana da "Şecere-i tuba" denmektedir.
Şecere-i tûba-i hilkat: yaratılışın mutluluk ağacı (Cennet örtülü, gizli, gerçek mutluluk manasında bir kavram, bir varlık boyutudur) gibi İslamda Kubbeler Tuba ağacının temsillerini stilize ederler.
Özetle Kubbeler Cenneti sembolize ederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder