– “Bekle ve çalışmana devam et . . . “
Bu sözü her duyuşunda, içinde aniden başkaldırma arzusu, üzüntü ve şüphe uyanıveriyordu.
“Büyük ümitlerle geldiği bu mabette yoksa kara maji ehlinin kulu kölesi mi olmuştu?!…”
“İradesine hükmederek meçhul bir felâkete doğru mu sürükleniyordu?” “Yoksa… Bütün bunlar sadece birer saçmalıktan mı ibaretti?…”
Zihninden geçmesine engel olamadığı bu sorular her geçen gün gittikçe içini daha da Fazla kemirmeye başlıyordu…
Ancak onun fark etmediği ve bilmediği bir şey vardı. Kendisine kayıtsız kaldığını zannettiği mürşitleri sürekli olarak onu telepatik olarak izlemekte ve geçirdiği ruh hâllerini takip etmekteydiler. îşte böyle anlarda onu izleyen mürşitleri ona iç enerjisini ve ilhamını kuvvetlendirici manyetik enerjiler yollayarak, içine düştüğü kabuslardan kurtulmasına yardımcı olmaktaydılar. Bu yardımlar sayesinde, olup bitenleri daha iyi anlamaya başlıyordu. Kendisine kendisinin haberi bile olmadan yollanan bu manyetik enerjiler sayesinde, en zor anlarında birden bire kendisine gelerek, iç sıkıntılarından bir anda arınıveriyordu.
İç Aydınlanma Anları
Bu psişik yardımlar aynı zamanda sezgilerinin de daha güçlenmesine zemin hazırlıyordu. Ve bu sayede bir zamanlar kendisini eğiten rahiplere sorduğu pek çok sorunun cevabına, kendi içinden gelen seslerle ulaşabiliyordu. Böylelikle daha önce sorduğu tüm sorulara niçin rahiplerce “bekle ve çalışmana devam et” dendiğini daha iyi anlamaya başlıyordu. Çünkü aradığı cevapların dışarıdan değil, kendi içinden çıkıp geldiğini görüyor ve bu da kendisine olan güveninin artmasına neden oluyordu. Mabede girebilmek için maruz bırakıldığı çetin sınavların sembolik anlamlarını da işle bu “iç aydınlanma anları”nda çok daha iyi anlayabiliyordu. Mabede giriş sınavında yaşadıkları mabette daha sonra yaşayacaklarının tam bir özetiydi…
Sınav sırasında içine düşmekten kıl payı kurtulduğu kapkaranlık uçurumun daha sonra içine düşeceği çelişkilerin sembolü olduğunu şimdi çok iyi anlıyordu. Şurası bir gerçek ki, sınavda karşılaştığı o karanlık dipsiz kuyu bile, şimdi zaman zaman yaşadığı o şüphe ve korkuların yanında daha aydınlık kalmaktaydı…
İçinden geçtiği ateş de onu şimdi yakan ihtiraslarından daha az korkunç g()rünmekte ve içine atlamak zorunda kaldığı o soğuk ve karanlık su bile, ona içini doldurup kendisini sıkboğaz eden şu şüpheden daha az soğuk gelmekteydi.
22 Sırrın Gizemi
Sınav gecesi kendisine yeraltı mahzenlerinde anlamlarının açıklandığı o gizemli yirmi iki sırrı sembolize eden heykellerin aynıları, bu kez mabedin bir salonunda iki sıra halinde tekrar karşısına çıkmıştı. ”Sırlar Öğretisi”nm henüz daha eşiğindeyken kendisine son derece üstü kapalı bir şekilde anlatılan bu sırlarla ilgili daha sonra tek bir söz bile edilmemişti. Bunlarla ilgili ne zaman bir soru soracak olsa neredeyse azarlanırcasına itilip kakılmış ve tek bir açıklama bile alamamıştı. “Bekle ve gör” denmişti her seferinde… Evet… “Bekle ve gör…” Bunun artık bir sabır işi olduğunu gayet iyi anlamaya başlamıştı.
Sabretmeden, fazlalıklarını terk etmeden ve arınmadan sırlarla karşılaşamayacaktı!… Bunu açıkça kendisine söylememişlerdi ama o içe doğuş anlarında edindiği en önemli bilgilerden biri bu olmuştu. Zamanı gelmeden sırlarla temas etmesi mümkün değildi.Peki ne kadar bir zamana ihtiyacı vardı? En çok merak ettiği
şeylerin başında bu geliyordu. Buna ne kendi içinden, ne de mürşitlerinden bir cevap alamıyordu. Demek ki bunun için de beklemesi gerekmekteydi. Aklı sürekli olarak o yirmi iki sırra ve temsil ettiği heykellere
takılıp kalıyordu. Eğer bunlarla ilgili bilgiler üstü örtülü de olsa geçtiği sınavın sonunda kendisine açıklandıysa ve bu sınav aynı zamanda geçeceği inisiyasyonun safhalarını anlatan sembolik bir bilgiye de sahipse, o halde ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktaydı:
Belki de edineceği sırların temelini oluşturan bu yirmi iki sırrın gerçeğine inisiyasyonun ancak sonunda ulaşabilecekti.Bunu anlaması oldukça uzun bir süreye mal olmuştu ama artık çok iyi biliyordu ki, bunlar Mısır İnisiyasyonu’nun temellerini oluşturmaktaydı. Ve bu sırların neler olduğunu anlayabilmesi için inisiyasyonun tamamını kat etmek gerekiyordu. Burada da sabır, karşısına dikilmişti… Sabretmeli ve beklemeliydi. Ve bu arada sabretmeyle ilgili de bir şeyler keşfetmeye başlamıştı. Sabretmenin basit anlamda köşesine çekilip bekleme olmadığını, tam tersine kendisinin göstereceği çaba ve çalışmayla
geçen bir süreci kapsaması gerektiğini fark etmişti…
Şimdi mürşitlerinin kendisini neden terketmiş gibi göründüklerini daha iyi anlıyordu. Rahipler de sabrederek kendisinin belli bir yol kat etmesini bekliyorlardı… O içe doğan aydınlanma anlarının birinde fark ettiği gerçeklerden biri de buydu işte…
Yirmi iki sırrı sembolize eden heykellerle ilgili, o günden beri mürşitlerinin hiç biri ona tek bir kelime bile söylememişti ama bu heykellerin bulunduğu salonda gezinip, bu resimler üzerinde konsantre olup, derin derin düşünmesine izin verilmisti. Orada bazen saatlerce tek başına kalmaktaydı… Heykellerdeki
ciddiyet ve kararlılık, Mısır’ın o kendisine özgü sanatıyla adeta hayat bulmuştu. Bu, heykellerin görünen kısmıydı. Bu kadarı bile insanda hayranlık uyandırmaya yetiyordu…
Büyüleyici sanatsal güzelliklerinin ötesinde temsil ettikleri sırlar ve o sırların enerjisi onlarla bütünleşmiş durumdaydı…
Onlara bakanlar o enerjiyi ruhlarının derinliklerinde hissetmekte, o enerjiler onu seyredenin gönlüne dolmaktaydı…
Her biri evrenin ve yaşamın bir alanını yönetip yönlendiren kozmik prensipleri ifade eden bu “Mısır’ın Kutsal Sembolleri” rahipler için evrenin anahtarı konumundaydılar. Sırların saklandığı yer işte buradaydı. Bunun farkında olan aday onlara başka bir gözle bakmakta ve onları sırların muhafızları gibi görmekteydi. Ancak bu sırlara erişebilmesi henüz mümkün görünmüyordu. Peki bir gün bu sırlarla karşı karşıya gelip
bunların ne anlama geldiklerini tam olarak anlayabilecek miydi?…
– “İsisin gülünü koklamama ve Osiris’in ışığını seyretmeme bir gün izin verilecek mi acaba?…”
Aklında sürekli dönmekte olan bu soruyu bir gün Osiris Rahipleri’nden birine sorduğunda şöyle bir cevap almıştı:
Bu bize bağlı bir şey değil. Hakikat kendisini teslim etmez. İnsan onu ya kendinde bulur yada hiç bulamaz. Biz seni adept yapamayız. Onu kendi kendine elde etmek zorundasın. Lotüs suyun dibinde yeşerir ama suyun yüzeyine ulaşması çok uzun bir zamanı gerektirir. İlahi çiçeği açtıracağım diye acele etme. Olacağı varsa bir gün elbette olacaktır. Çalış ve dua et.
Mabedin aurası tüm benliğini kuşâtıyor. Bu cevap, adayda buruk bir sevinçle karşılanmış ve tekrar derslerine geri dönmüştü. Rüyaları da değişmekteydi demiştik… Evet… Artık rüyaları bile Mısır İnisiyasyonunu oluşturan sembollerle dolmuştu. “İsis’in Gülü”m bir gün koklayabilecek miyim diye düşündüğü o günün gecesinde garip bir rüya görmüştü. Bir ağacın içinden çıkan ISİS, sağ elinde tuttuğu kupadaki suyu kendisine uzatıyor ve bu sudan kana kana içiriyordu. Hemen aşağıda ise kendisini görüyordu. Başı kendi sinin başıydı ama vücudu büyük bir kuşu andırıyordu. Isis’in sol elinden akan suyu da, bu kuş içiyordu. Demek ki, kendisi farketmese de İsis sürekli yanındaydı. Ve enerjileriyle kendisini besliyordu. İsis’in elinden rüyasında su içmek bu anlama geliyordu. Kendisine ruhsal konularda bilgi veren rahipler, kuşun astral bedeni sembolize ettiğini daha önce söylemişlerdi. O halde hem fiziksel hem de astral bir arınmayla karşı karşıyaydı. Bunu artık o kadar iyi içinde farkediyordu ki, ruhsal bir yıkanmadan çıkmış gibi kendisini hissediyor ve İsis’in kendisini dört bir yandan kuşattığını nerdeyse görür gibi oluyordu. Mabedin aurası tüm benliğini kuşatmıştı… Görmüş olduğu rüya bunu anlatıyordu. İşte bu düşüncelerle uyandığında uzun bir süre derin bir sessizliğe gömülmüş ve tek bir söz bile söyleyememişti.
Bu açıdan bakıldığında adayın rüyasında Isis’in ağacın içinden çıktığını görmesi, İsis’i temsil eden ruhsal planla irtibata girmeyi başardığını göstermektedir. Bu, Isis İnisiyasyonu’nun başarıyla tamamlanacağını ya da tamamlanmak üzere olduğunu gösterir. Su, burada hem bilginin hem de ruhsal – manyetik tesirlerin
sembolüdür. Isis’in suyuyla beslenmek onun tesiriyle muhatap olmak demektir. Bu hem fiziksel hem de ruhsal arınmayı da ifade eden bir semboldür.
Bu sessizliğin yüce cazibesi ile mabette günler aylan, izlemekteydi….
Mabede geldiği günden bu yana yıllar geçmişti…
Rahip adayı, mabede geldiği ilk günle kendisini karşılaştırdığında gözle görülür bir başkalaşım içine girdiğini çok iyi anlayabiliyordu. Bir zamanlar başına üşüşmüş olan ihtirasları, ondan bir buhar gibi uzaklaşmış; onu şimdi sarıp sarmalamakta olan düşünceler ise, ona yepyeni bir dünyanın kapısını
aralamaya başlamıştı… Dünyasal benliğinin silikleşmeye başladığını, onun yerine daha saf bir benliğin doğmakta olduğunu, kuvvetle hissetmekteydi. İçinde bulunduğu mabedin aurasını artık daha iyi hissediyordu. Burada bulunmak bile sanki iç dünyasında büyük değişikliklerin oluşmasına yetiyordu. Her geçen gün farklı bir kisveye bürünmekteydi. Son günlerde rahiplerin de kendisine karşı tutumlarında değişiklikler olduğunu görüyordu. Gittikçe kendisiyle daha fazla ilgilenmeye ve ona yeri geldikçe bazı
bilgileri artık daha açık anlatmaya başlamışlardı. Örneğin bu mabedin kimler tarafından ve ne zaman kurulduğunu, ne amaçla bu yola girildiği gibi çok özel bilgilerini, rahipler kendisiyle paylaşmaktan artık çekinmiyorlardı. Kendisini rahiplerin sırdaşı gibi görmeye başlamıştı. Bu da içinde büyük bir öz güvenin doğmasına neden olmaktaydı.
Kuşku dolu günler artık geride kalmıştı..
Bu duyguların etkisiyle, içinden gidip kapalı sunağın basamaklarında el pençe divan durmak, secdeye varmak geliyordu. Onda artık başkaldırma duygusunun yerini, mabedin temsil ettiği değerlerle bütünleşme almıştı. Bunun ne olduğunu tam olarak bilemese de, sadece içten içe ama son derece
derinden hissediyordu. Sihirli bir dünyadaydı ve bu sihirli dünyanın gizemleri onu sarıp sarmalamıştı. Kendisini bu sihirli dünyaya teslim etmekte artık hiç bir tereddüt göstermiyordu. Çünkü o da artık bu sihirli dünyanın bir üyesiydi…
Yaptığı meditasyonlarda sık sık Başrahibin vizyonuyla karşılaşmakta ve her seferinde Başrahip’ten telepatik yolla yeni bir şeyler öğrenmekteydi. Her anının Başrahip ve diğer Majlarca gözetildiğini artık kendisi de çok iyi biliyordu… Bir zamanlar yalnızlık içinde geçen günlerin yerini şimdi her anı dolu dolu geçen günler almıştı. İşte yine derin vecd haline girdiği bir meditasyon çalışması sırasında Başrahip telepatik irtibat kurarak, kendisine şunları söylüyordu:
Oğlum!… Hakikatin sana açıklanacağı zaman yakındır. Sen onu kendi benliğinin derinliklerine indiğin ve orada ilahi yaşamı yaşadığın zaman zaten perde arkasından hissetmiştin. İnisiyelere ait Yüce Meclise kalbinin temizliği, hakikate olan aşkın ve terk yolundaki başarın sayesinde bunu haketmiş durumdasın. Ama ölmeden ve ardından da tekrar doğmadan Osiris’in eşiğinden kimse içeri girememiştir. Mahzende sana yardım edeceğiz. Sakın korkma, zira sen artık bizim kardeşimizsin.
Bu sözler, rahiplerin desteğiyle inisiye adayının çok farklı bir aşamaya geçirileceğinin işaretiydi. Vecd halindeyken bu mesajı alması, adayın artık ruhsal bir kanala bağlandığının da bir göstergesiydi. Bu mesajı alabildiğine göre, ruhsal kanaldan gelecek diğer mesajları da alabilecek demektir. Bu da, yıllar süren İsis İnisiyasyonu’ndan artık inisiyasyonun ikinci safhası olan Osiris İnisiyasyonu’na geçebileceği anlamına geliyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder