belirlerler.
-- Laozi (Lao Tzu)
Taoculuk için “öteki YOL” demek de mümkündür, çünkü Çin imparatorluğundaki kurumlar ve uygulamalar için etik ve dini bir temel teşkil etmiş olan Konfüçyus geleneğiyle kendi tarihi boyunca yan yana varolmuştur. Taoculuk, kökten bir değişim yaratmasa da, Konfüçyuscu yaşam ve düşünce biçimine bir dizi alternatif sunmuştur. Ancak bu alternatifler birbirini tümden dışlayan bir nitelik taşımıyordu. Aslında Çinlilerin büyük bir çoğunluğu için Konfüçyusculuk ile Taoculuk arasında bir seçim söz konusu değildi. Bir kısım pedantik Konfüçyus taraftarı ve bazı tutucu Taocular dışında, Çinli kadınlar ve erkekler kişiliklerinin ve zevklerinin paralelinde veya yaşamlarının farklı fazlarında her ikisini de uygulamayı yeğlemişlerdir.
Laozi and Zhuangzi, doğadaki düzen ve uyumun, devletin gücüyle veya insan bilgisiyle geliştirilmiş kurumlardan çok daha dengeli ve sürekli olduğuna dikkat çektiler. Onlara göre doğru bir yaşam, ancak Dao ile uyum içinde, yani doğal, sade ve kolay bir yaklaşımla mümkündür
İlk Taocular doğal düzenle uyumlu yaşama sanatını öğretmeyi hedeflediler. ‘Eylem’e yaklaşımlarını, doğayı gözlemle tasarladıkları ‘wuwei’ (eylemsizlik) kavramıyla ifade ettiler. Taocu bilge, eğitimi ve etik anlayışıyla bir model teşkil eden Konfüçyuscu öğretmenden farklıydı. Zhuangzi'nin bilgeleri çoğunlukla kasap veya marangoz gibi esnaf sınıfından oluşuyordu. Alçakgönüllü esnaflar, sanatın gizini ve yaşama sanatını idrak etmişlerdi. Ustalıklarını ve yaratıcılıklarını gereğince icra edebilmeleri için, içsel bir konsantrasyon geliştirmeleri ve maddi kazanç, ün, unvan gibi dışsal kaygılardan arınmış olmaları gerekiyordu. Sanatsal süreç, tıpkı yaşam gibi, toplumun insani değerlerini değil doğanın yaratıcı yolunu takip ediyordu.
Çin tarihi boyunca, sosyal aktivizmden yorulan ve beşeri kazanımların anlamsızlığını fark eden insanlar, dünyadan el-etek çekerek doğaya dönmüşlerdir. Doğal güzellikle iç içe olmak özlemiyle şehirlerden uzak, kırlık veya dağlık bir bölgeye yerleşirlerdi. Doğanın yaşamsallığının merkezinde yatan yaratıcı gücü hissetmek adına şiir okur, şiir yazar veya resimle uğraşırlardı. Arada sırada arkadaşlarıyla veya ender de olsa eşleriyle, güz yapraklarının veya ay ışığının güzelliğinde şarap içmeye çıkarlardı.
Bazı Taocular ruhların doğaya (bedenin hem dışındaki, hem de içindeki doğal dünyaya) nüfuz ettiğine inanırdı. Dinsel bakış açısıyla, belli bir form taşımayan bu ruhlar Dao’nun tezahürleriydi. Taocu panteon, gelişimiyle paralel olarak gitgide daha fazla cennet ve cehennemdeki emperyalist bürokrasiyi yansıtmaya başladı. Cennetsel bürokrasinin başındaki yorgun imparator, doğal alemin çalışmasından ve ahlaksal adaletin idaresinden sorumlu ruhları yönetmekteydi. Cennetteki tanrılar, insanın dünyasındaki memurlar gibi davranmakta ve böyle değerlendirilmekteydiler. Tanrılara ibadet, laik otoriteye karşı takınılması gereken tutumun bir provası gibiydi. Bunun yanı sıra, cehennemdeki şeytanlar ve hayaletler ise fiziksel alemdeki zorbalar, haydutlar ve tehlikeli yabancılar gibi algılanıyordu. Onlara rüşvet veriliyor ve ruhsal bürokratların milis güçleri tarafından ritüellerle yakalanıyorlardı. [5] Dünyasal yönetimde fazlaca etkin olamayan sıradan insanlar ise dertlerden uzak kalmak, sağlıklı, varlıklı ve uzun yaşamak adına ruhlara tapınmayı seçiyorlardı.
İnisiye edilmiş bir Taocu rahip için tüm tanrılar Dao’nun tezahürleriydi. Önemli ruhların isimlerini, rütbelerini ve güçlerini bilmek, meditasyon ve imgeleme yöntemleriyle onları yönlendirebilmek için gerekli eğitimden geçmesi gerekirdi. Meditasyonunun amacı, bu ruhları uyumlamak ve Dao ile yeniden bir olmalarını sağlamaktı. Ancak, yalnızca eğitimli izdeşler rahibin dahil olduğu kompleks teolojik sistem hakkında bir fikir sahibi olabilirlerdi. Bu yüzden özel ritüeller iki aşamadan oluşurdu:
(a) rahibin meditasyonu ile yönlendirilen ve ancak eğitimli sınıfın katılabildiği rahip seviyesi;
Taoculuk aynı zamanda edebiyat, tiyatro ve folklorik öykülerde önemli bir motif teşkil etmiştir. Toplum içinde para ve ün peşinde koşmayan “tuhaf” kişiler, Konfüçyuscu değerleri ve ödülleri reddettikleri için genellikle “Taoist” olarak nitelenirdi. Edebiyatta da Taocular “tuhaf” kişilerdi, ruhsal kazanımlarını sembolize eden gizil, büyülü güçleri vardı. Şifa verirler, gençlik ve canlılık yollarını bilirler, geleceği tahmin edebilir ve kişilerin ruhlarını okuyabilirlerdi. Onlar aynı zamanda ahlaksal adaletin hizmetkarları olarak tasvir edilirlerdi – hatalar için cennet ve cehennemdeki Taocu tanrıların belirlediği kesin ve katı cezalar vardı ve hiçbir günahkar bundan kaçamazdı. Bir yandan, farklı değerler ve yaşam biçimleri benimsemiş olmaları ile toplumsal yapıda muhalif bir tavır sergilerken, diğer yandan ise katı ahlaksal adalet anlayışları ile toplumun mevcut değerlerini destekleyen bir konumları vardı. Taoculuk, “öteki YOL”du, ama toplumsal uzlaşmayı tehdit etmemekteydi. Bir anlamda Taoculuk, toplumsal baskılara karşı bir çeşit emniyet sübabı veya alternatif fikirler ve değerler için tamamlayıcı bir kanaldı.
Çinli komünistler, Taoculuk kaderci, pasifist ve yeniden yapılanmaya zarar veren bir unsur olarak gördüler. Çin Halk Cumhuriyeti, geleneksel bitkisel ilaçların kullanımı gibi kökeni Taoculuğa dayanan bazı pratik sanatları yaşatmaya özen gösterdi. Daha geniş bir açıdan ise, Taoculuğun politik arenadaki çatışmalardan bir kaçış işlevi gördüğü imparatorluk döneminden bu yana, günümüzde “Dörtler Çetesi”ndeki aşırılığa bir reaksiyon olarak ortaya çıkan politik rahatlamanın, Çin Maoizminde Taoist bir fazı temsil ettiği söylenebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder