17 Nisan 2018 Salı

FREGOLİ SENDROMU/ HERKES AYNI KİŞİ

FREGOLİ SENDROMU BİR NÖROLOJİK HASTALIKTIR.

Fregoli Sendromu. Nörolojik  hastalık: Herkes aynı kişi. O kılık değiştirerek gizleniyor. Aslında 

Fregoli delusion olarak bilinir tıp literatüründe. Çok az kişide görülse de son derece rahatsız edici bir nörolojik hastalık olarak kabul edilir. Fregoli Sendromu olarak bilinen bu nörolojik  hastalıksürecinde kişi, tek bir kişinin kılık değiştirerek kendisini takip ettiğini, o kişinin aslında herkes olduğunu düşünür. Sürekli kılık değiştirerek onu takip eden kişi, şüphesiz kötü niyetlidir ve ona kötülük yapmak için uğraşır. Herkesten şüphelenir Fregoli Sendromu yaşayan kişi. Genelde yaşadığının bir nörolojik  hastalık olduğunu bilmez. Her şey son derece gerçektir. Bir kişi kılık değiştire değiştire ona yaklaşmaktadır. Bu kişi herkes olabilir. Nörolojik  hastalık olan Fregoli Sendromu kişinin hayatının bir döneminde gerçekten var olmuş bir kişiye derinden takıntı geliştirilmesiyle oluşmaya başlar. Bu kişi gerçekten de derin izler bırakmıştır. O kişinin cinsiyeti, yaşı fark etmez. Kadın ya da erkek kılığına girmiş olan bu kişi onu her şekilde takip ederek rahatsız etmektedir.

FREGOLİ SENDROMU/ NÖROLOJİK  HASTALIK İLK NE ZAMAN TEŞHİS EDİLDİ?

24 yaşında Parisli bir kadında Fregoli Sendromu yani bu nörolojik  hastalık ilk kez teşhis edilmiştir. Sıradan bir kadın olan bu kişi, o dönemin ünlü tiyatro sanatçısı, Leopold Fregoli’nin kılık değiştirmek suretiyle kendisini takip ettiğini iddia etmiş, üstelik karakola giderek bu kişi hakkında şikayetçi olmuştur.

Aslında Leopold Fregoli gerçekten de kılık değiştirerek bir tiyatro oyununda tipten tipe giren bir kişidir ve onun ismi bu hastalığa adını vermiştir. Leopold Fregoli kılık değiştirmekteki hızlılığı ve üstün başarısı sayesinde Guiness rekorlar kitabına girmiştir. Tek kişilik oyunlarında sadece kendisinin rol almasına rağmen, kılık değiştirmekte gösterdiği maharet sayesinde, herkese tiyatro oyununda daha fazla kişinin rol aldığını düşündürtmekte ustaydı.

FREGOLİ SENDROMU/ NÖROLOJİK  HASTALIK NEDEN OLUŞUR?

İnsanların önyargıları çok güçlüdür. Her ne kadar onları yıkmak istesek de, gördüğümüz imajlar istemeden de olsa bir önyargı geliştirmemize sebep olabilir. Beynimizdeki limbik sistem bu önyargıları yanılsamalar şeklinde alır. Beyindeki bir sorun da fregoli sendromu geliştirir.  Bu nörolojik hastalık son derece güçlü etkilere sahiptir. Durum hem fiziksel hem ruhsal rahatsızlıktan kaynaklanır.

Öte yandan uzman nörologlar, amigdala ve yüz tanımlama sistemlerindeki hasarlar sebebiyle fregoli sendromu oluşumu arasında bir bağlantı olduğunu dile getirmektedir. Lezyonlar fregoli sendromu geliştirmekte, uzun süreli bellekler hasar görerek kişilerin nesneleri ve insanları akıllarında tutmalarını neredeyse imkânsız kılmaktadır. Böylece bir nörolojik hastalık olan Fregoli Sendromu sahneye çıkmakta ve insanın hayatını zehir etmektedir.

Capragas sendromu Fregoli sendromuna benzerlik gösterse de aslında aralarında farklar bulunmaktadır.

Tedavi: Uzun yıllar öncesinde teşhis edilmiş olmasına karşın, az sayıda kişide görülmesi ve bu sendromdan mustarip olan kişilerin pek fazla ortaya çıkmaması olası tedavi yöntemlerini kısıtlayan unsurlar olsa da bazı tedaviler uygulanmaktadır. Fregoli Sendromu/ nörolojik hastalık

 



DEPERSONALİZASYON. RUH HASTALIĞI. ‘’BU BEN DEĞİLİM.’’

Bu hastalık: beyin hastalığı ve başka rahatsızlıkların semptomları olabileceği gibi genel tanımı bu rahatsızlıktan mustarip olan kişinin kendini bedeni, duygu ve düşüncelerinden kopması bir şekilde kendine yabancılaşması hali olarak kısaca tanımlanabilir. Bu durumda olan kişi kendini bir rüyada ve bedenin tamamen dışında olarak gözlemleyebilir.

Dissosiyatif bozukluklar sınıfına giren Depersonalizasyon bir ruh hastalığıdır. O halde Dissosiyatif bozukluklar için kısaca, hafıza, bilinç, farkındalık,   algılama   bozulmalarını içeren ruh hastalıkları grubunun adı diyebiliriz. Diyelim ki, hafıza ya da algılamalarda bir bozukluk var, tek bir işleyiş sıkıntısı bu rahatsızlığa neden olabilir. Bu durumda kişinin sosyal anlamda sıkıntılı zamanlar yaşayabilmesi kuvvetle muhtemeldir.

 SEMPTOMLARI.

Kişinin kendi bedenini algılaması çarpıktır ve dolayısıyla bir robot gibi kendini görür. Ayrıca sürekli bir rüyadaymış hissiyle yaşar. Kişi aklını kaybedeceğini yahut çoktan delirdiğini farz edebilir. Kimileri için gelip geçici ya da kısa süreli nöbetler bazılarında hayat boyu ve çok daha kronik bir tabloda seyredebilir.  Günlerce sürdüğü gibi senelerce sürebilir. Etkiler kaybolmuş gibi gözükse de tekrar nüksedebilir.

İnsanın hayatını olumsuz etkileyeceği kesindir. Günlük hayat bir anda kabusa dönebilir.

Hastalık Sebepleri.

Bu rahatsızlığın neden olduğuna dair çok fazla bilgi mevcut değilse bile uzamanlar kalıtsal ve fiziksel etkenlerin hastalığın sebebi olduğunu düşünmektedirler. Esasen  bu rahatsızlık, savaş, kaza, suiistimal gibi travmatik olayların tetiklemesi sebebiyle oluşabilir. Genellikle dissosiyatif bozuklukların bu tarz travmalar sonrası ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Yine de dissosiyatif bozukluklar içinde görülen Depersonalizasyon vakaları ender görülen vakalardır.

 Depersonalizasyon/ Dissosiyatif bozukluklar Tanı ve tedavi süreçleri.

Bu tarz bozuklukları teşhis edilmesi için gereken klinik testler maalesef bulunmamaktadır. Yine de hekim röntgen, kan ve idrar testi isteyebilir. Böyle yaparak hastalığın bir ilacın yan etkisinden yahut  biyolojik ve kısa süreli  bir rahatsızlıktan oluşmuş olma ihtimalini eleyerek önünü daha net görebilecektir. Elbette hastanın tıbbi tarihini, aile de böyle rahatsızlık geçirmiş bireylerin saptanması da önemlidir Her ne kadar hastalığa neyin neden olduğu tam olarak bilinmese de, genetik faktörler baş şüphelilerdendir.

Hastalar genellikle depresyonda olduklarını düşünürler. Yahut anksiyete etkisindedirler. Semptomlar yüksek oranda belli bir sürede kaybolur. Fakat aniden nükseden durumlarda hastanın hayatı iyice kötüye gitmeye başladığında tedavi kaçınılmazdır.

 Uygulanan bazı tedaviler:

Psikolojik tekniklerden Psikoterapi, hipnoz, ilaç tedavisi başlıcalarıdır bununla beraber hekimin uygun görmesiyle başka terapilerde uygulanabilir. Örneğin aile ve bilişsel terapiler gibi. Sanat ve musikinin sağaltıcı etkilerinden faydalanan hekimlerde vardır ve yüksek oranda başarı yakalanmıştır.

Kullanılan tedavi yöntemleri sayesinde  depersonalizasyon vakaları çoğunlukla sağaltılır, tedavinin uygulanmaması durumunda depersonalizasyon vakaları şiddetlenebilir.

 Nasıl önlenebilir?

Maalesef  bu rahatsızlık önlenebilen bir rahatsızlık değildir. Tıbbın bu hastalığı önleme çalışmaları sürmekte olsa da şimdilik bu pek mümkün görülmemektedir. Yine de bu rahatsızlıktan şikâyetçi olan kişilerin rahatsızlıklarının daha büyük hastalığa çevrilmeden tedavi olması çok önem arz eder.




15 Nisan 2018 Pazar

Bizi hasta eden Mikroplarda anlaşıyor frekans yoluyla..

Evrende çoğalmayan ve etkilenmeyen etkilemeyen hiç bir canlı yoktur.İşte onlardan bazıları Mikroplar da koklaşa koklaşa anlaşıyor..

Bilim adamları, mikropların da "koku" yoluyla haberleşip 
hep birlikte gen değiştirmek gibi kararlar alabildiğini ortaya çıkardı.
İnsan vücuduna girip hastalık yapan bakteri ve öteki mikroorganizmaların, 
kendi aralarında kimyasal sinyallerle haberleştikleri ortaya çıktı.
‘Biofilm’ denilen gruplar oluşturup haberleşen mikropların böylece vücutta yaşama şanslarını çok daha fazla artırdığını ortaya çıkaran araştırmayı, ABD’deki Washington Üniversitesi yaptı.
Araştırmayı yöneten William Costerton, tüberküloz ve sistik fibrosis hastası insanların akciğerinde, hastalıklı dişetlerinde, iltihaplı prostatta ve kronik kulak enfeksiyonlarında mikroplar arası iletişime rastlandığını açıkladı ve "Yapay kalp kapakçıları, sonda takılan bölgeler ve kontak lensler gibi vücuda takılan tıbbi cihazlar etrafında da sık rastlanan mikroplar arası haberleşme, kronik enfeksiyonların büyük bölümünden sorumlu" diye konuştu.
Princeton Üniversitesi araştırmacısı Bonnie Bassler ise, bakterilerin nasıl haberleştikleri konusunda önemli ipuçları elde etti.
İki mesaj belirlendi
Bassler’e göre,
mikrop ve bakteriler kimyasal maddeler salgılayıp 
bunları koklayarak iletişim kuruyor.
Mikropların bu yolla düzinelerce sinyal verebildiğini belirten Bassler, 
iki tanesini de belirledi.
Bunlardan ilki, ‘gruplar halinde koordineli hareket etme’ sinyali.
Diğeri de, ‘topluca gen değiştirme’ mesajı.
Bu iki mesaj sayesinde mikroplar, antibiyotiklere karşı daha dirençli hale gelebiliyorlar.
Ve dolayısı ile bilim adamları şimdi, mikropların haberleşmesini engelleyecek
yeni ilaçlar üretip birçok hastalığı önlemenin peşinde artık . Bu bilgilere paralel olarak da işte hastalık yapıcı bakterilere karşı yeni tedavi yöntemleri:
*** "İletişim kesintisi: Bakteri bir kişiye bulaştığında, bakterilerin kaç türünün olduğunu ölçmek kimyasal işaretlere bağlıdır. Bakteriler sayıca az olurken, herhangi bir hasara yol açmadan bekleyebilir. Ancak sayıları arttığında bir kimyasal işaret bakterilerin saldıracağını haber verir. Bu belirleme yeteneği "quorum sensing" olarak adlandırılır. Bakterilerin birbirleriyle iletişim kurma, dolayısıyla sayılarını kontrol etme ve buna bağlı olarak fizyolojik ve patojenik özelliklerini değiştirme mekanizması olarak tanımlanan Quorum Sensing, Princeton Üniversitesi'nden moleküler biyolog Bonnie Bassler tarafından keşfedildi. Bundan sonra Bassler ve meslektaşları bu süreci engellemenin yolunu aramaya başladılar. Bakterilerin bu iletişim yeteneğini kesmek bu bakterileri etkisiz hale getirecektir." 

----2

Araştırmacılara göre, erkek meyve sineklerinin karşı cinsi cezbetmek için yaydıkları kokuyu alan yüksek Yahudi otu, yumurtalarını yerleştirmek için köklerini delerek kendilerine zarar veren dişileri uzak tutacak bir kimyasal savunma ile kendilerini koruyor.

Bilim adamları, yaptıkları saha çalışmasında erkek meyve sineklerinin dişileri çekmek amacıyla yaydığı kokuya maruz bırakılan yüksek Yahudi otu bitkisiyle, bu kokuya maruz bırakılmayan aynı cinsteki bitkileri kıyasladı. 

Araştırmacılar, dişi meyve böceklerinin yumurtalarını, erkeklerin yaydığı kokuya maruz bırakılmayan bitkilere oranla yaklaşık 4 kat fazla bıraktıklarını saptadı.

Araştırmayı yapan Penn State yüksek okulundan böcek bilimciler, Proceedings of the National Academy of Sciences adlı bilimsel dergide yayımladıkları araştırmada, son yıllarda bitkilerin aldıkları kokulara karşı tepki verdiklerinin giderek açıklık kazandığını belirtti.

Böcek Bilim Bölümü Yardımcı Profesörü Mark Mescher, geçmişte yapılmış araştırmaların bitkilerin diğer bitkilerin kokularına verdiği tepkiler üzerine olduğunu anlattı. Önceki araştırmalarda bazı bitkilerin, yakınlarındaki böcekler tarafından zarara uğratılmış bitkilerin verdiği kokuya tepki olarak kendi savunmalarını devreye soktuklarının görüldüğünü belirten Mescher, 

"Yaptığımız araştırmada yeni olan unsur ise bitkilerin bazen böceklerin yaydığı kokuları da ayırt edebilmesinin mümkün olabileceğini göstermesi" dedi.

Araştırmanın, bitkilere zarar veren kın kanatlılar olarak bilinen böceklerin de erkek meyve sineğinin karşı cinsi cezbetmek için kullandığı kokuya maruz bırakılan yüksek Yahudi otuna daha az zarar verdiğini ortaya koyduğunu kaydeden Mescher, 

"Görünüşe göre bitki sineğin kokusunu fark ediyor ve tehdide karşı daha hızlı karşılık vermek amacıyla kimyasal savunmasını devreye sokuyor" dedi.

“Koku hissi” bitkilerin birbirleri ile iletişiminde de görev yapmaktadır. 

Radboud Üniversitesi’nden araştırmacılar ise bitkilerin birbirlerini uyarmak için bir nevi kendi kablosuz iletişim sistemlerini kullandıklarını ortaya koymuştur

Bitkiler, çevrelerindeki canlılarla algılanmayan koku olarak adlandırılan “uçucu organik bileşikler” yolu ile iletişim kurarlar.

Şimdiye kadar 1000 değişik bileşik saptanmıştır. Yapılan araştırmalar, bitkiler tarafından üretilen çeşitli özelliklerde ve fonksiyonlarda on binlerce ya da yüz binlerce birincil ve ikincil uçucu organik kimyasal olduğunu göstermektedir.

Bitkiler böceklerle konuşmalarında iki dil kullanırlar. 

Bunlardan biri _tehditkar_ bir dildir. 

Bu tehditkar dil bitkilerin, yapraklarını kemiren böcekleri uzaklaştırmak için kimi zaman zararlı kimyasallar üretmesi, kimi zaman da bu böceklerle beslenen avcı böcekleri çeken kimyasal kokular yaymaları ile ortaya çıkar. Kuşkusuz her iki taktik de son derece mucizevidir. 

Nitekim tarımsal alanda yapılan faaliyetlerde bu gizli dil, çok etkili bir yöntem olarak taklit edilmeye çalışılmaktadır. 

Almanya’daki Max Planck Kimyasal Ekoloji Enstitüsü’nde ‘bitki savunması genetiği’ alanında çalışmalar yapan Jonathan Gershenzon, bu stratejiyi gereği gibi taklit edebilirlerse, gelecekte tarımsal ilaçlamaların zehirsiz yapılabileceğini düşünmektedir. 

Bitkilerin böceklerle kurduğu diğer iletişim ise son derece _dostane_dir ve bitkilerin üremelerini sağlar.


Bazı bitkiler (örneğin akçaağaç, lima fasülyesi, lahana) bitki zararlısı böcekler tarafından istila edildiklerinde birtakım kimyasallar salgılayarak komşu bitkileri uyarır ve onların savunma mekanizmalarını harekete geçirmesini sağlar.

_______Komşu ağaca uyarı_______

80’li yılların başında bir kavağın, akça ağacın veya çınarın yapraklarının bir kısmını tahrip ettiğimiz zaman, ağacın geri kalanının ot oburların yiyemeyeceği yoğunlukta maddeler üreterek karşı saldırıya geçtiği keşfedildi. Özellikle de tanen maddesi. Kısacası, eğer çok yenirse ağaç kendini sindirilemez hale getiriyor.

Aslında saldırıya uğrayan ve uğramayan bitkiler arasındaki iletişimin varlığıyla ilgili ilk kanıtları Ian Baldwin, 1983 yılında ortaya koymuştu. Kavak ve akçaağaçta meydana gelen "yaralanmalarda" zehirli fenoller ve tanenler üretildiğinde, henüz zarar gelmemiş komşu ağaçta fenol ve tanen içeriğinin aynı oranda yükseldiğini görmüştü bilim adamı.

Bunun tek bir mantıklı açıklaması olabilirdi: Yaralanan ağaçlar diğerlerine bir uyarı iletisi yollamışlardı.

------------------------------------------------------------------------------------

Aynı dönemde, Güney Afrika’da, Profesör Van Hoven da akasya yaprakları ile beslenen kudus antiloplarının, yanı başlarında otlayabilecekleri ağaçlar olduğu halde açlıktan ölmüş olmalarını anlamaya çalışıyordu. 

Ölü hayvanlarda yaptığı otopsiden sonra Profesör Van Hoven midelerinde yüksek tanen oranları dolayısıyla sindirilmemiş çok büyük miktarlarda yaprak buldu.

Araştırmalar devam etti ve bir deneye girişildi. Bir grup öğrenciye sopalar verildi ve akasyaların alçak dallarına vurmaları, yapraklarını parçalamaları istendi. Analizler sonunda, tanen oranının iki saat sonra iki buçuk katına çıktığı izlendi. 

Bunu izleyen araştırmada bazı ağaçlar dokunulmadan bırakıldı ve görüldü ki hırpalanan ağacın 3 metre çapında kalan tüm ağaçların yapraklarında da tanen üretimi artıyordu. Muhakkak ağaçlar arasında bir iletişim vardı...

Önce kökler aracılığıyla yayılan kimyasal bir ileti düşünüldü. Ama hiçbir deney bu varsayımı doğrulayamadı. Çözüm, çok basit bir gaz, sadece iki karbon atomundan oluşan etilen idi. Gaz halinde olan tam bir hormondu söz konusu olan. Bir bitki tarafından salgılandığında, komşu bitkileri de harekete geçiriyordu.

------------------------------------------------------------------------------------

Benzer sonuçlara söğüt (Salix sitchensis) araştırmasıyla ulaşan D.Rhoades, tırtıllar tarafından yenen yaprak kalitesinin, yara almamış bitkilerinkine göre daha düşük olduğunu görmüş. Aynı etki, saldırıya uğrayan bitkilerin yanında büyüyen ancak kökleri temas etmeyen komşu bitkilerde de görülmekte. 

1980’lerde yapılan bu araştırmada kurtçuk istilasına uğramış sağlıklı ağaçlarda bu kurtçuklara karşı dayanıklılık gözlenmiştir. 

Çünkü bu ağaçlar kurtçukların tercih etmediği kimyasalları salgılamaktadırlar. 

Bu kurtçukların istilasına maruz kalmamış ağaçlar ise bu kimyasalları salgılamamaktadırlar. 

Kendi türünü tanıma yetisi
------------------------------------------------------------------------------------
Karban çöllerde yetişen bir çalılık türü olan Artemisia absinthum bitkisini (Türkçede pelin olarak bilinir) araştırdı. Bu bitki böcekleri uzaklaştırmak için çeşitli kimyasallardan oluşan bir koku salgılar.

Karban, saldırı tepkisini doğurmak amacıyla tek bir bitkinin yaprağını kestiği zaman, kendi benzerleri arasında yetişen bitkinin, farklı bitkiler arasında büyüyen bitkiye göre daha yoğun bir salgı çıkarttığını gözlemdi. 

Dahası, beş ay sonra bile komşu akrabaların tırtıllardan diğer zararlı böceklerden daha az zarar gördüğü ortaya çıktı (Ecology Letters, vol.12, p 502)

------------------------------------------------------------------------------------
Sadece diğer bitkilerin değil hayvanların da kokuları hissetmesini sağlıyorlar!...

Böceklere KOKU halinde SOS sinyalleri gönderiyorlar.

Bazı bitkiler tırtıllar tarafından saldırıya uğradıklarında hemen bu tırtıllarla beslenen avcı böcekleri kendilerine çeken, uçucu bir kimyasal madde salgılar. 

Yardıma çağrılan böceklerin özelliği ise yumurtalarını tırtılların içine bırakmalarıdır. Tırtıldan habersiz onun içinde barınan ve yumurtadan çıkan larvalar ise, bu tırtıllarla beslenerek büyüme imkanı bulurlar. Böylece ekine zarar veren tırtıllar dolaylı bir strateji ile imha edilir. 

Bilim adamları Tırtıl istilasına uğrayan mısırların, tırtılların avcısı olan yaban arılarını çağıracak gazlı bir kokteyl hazırladıklarını açıkladılar.

Yine Lahanaların da meşhur lahana kelebeğine karşı benzer bir strateji geliştirmiş olduklarını tesbit ettiler.

Küçük bir yaban arısı türünü çeken bir gaz salgılıyorlar.Bunlar daha sonra lahana kelebeğinin larvaları arasında yumurtalarını bırakarak onları tamamen yok ediyor.

Domates bitkileri, Tırtıllar tarafından saldırıya uğradığı zaman, tırtıl yiyen eşek arılarını çeken bir sinyal gönderiyor.

ABD Utah'ta yetişen bir tütün bitkisi ise Manduca güvesinin tırtılı tarafından saldırıya uğramaktadır. Bu zararlının yumurtaları Geocoris böceği tarafından sevilen bir yiyecek türüdür. Tütün bitkisinin salgıladığı uçucu kimyasal madde sayesinde Geocoris avcısı kimyasal salgılar aracılığıyla çağırılmakta ve yumurtalar bu böcek tarafından yendiği için tırtıl sayısının artışı engellenmektedir.

Saldırıya uğramış ağaçlar da hava aracılığı ile feromonal mesajları sağlıklı ağaçlara gönderirler ve böylelikle onların muhtemel kurtçuk saldırısına karşı korunmalarına yardımcı olurlar. 

Ağaçlar arasındaki bu yardımlaşma gerçekten üzerinde düşünülecek kadar ilginç bir örnek...

Bitkiler ve yaşam.-----1

BİTKİLER ' Tehlike ' yi KOKLARLAR! ve HABER VERİRLER!...

Koku sadece Üremeleri için değil Savunmaları için de hayati önem taşıyor.

Bunun en güzel örneğini orman yangınlarından sonra yeniden yeşeren ağaçlık alanlarda görüyoruz.

Tohumlar dumanın kimyasal içeriğinin kokusunu alır ve bu da tohumun çimlenmesini hızlandırır. 

Kaybolan florayı yeniden canlandırmanın doğal yolu tamamen bitkilerin koku almasına bağlı. 

Bir şeyin kokusunu aldığımızda aslında o şeyin havaya yayılan uçucu kimyasal maddesinin kokusunu alıyoruz ve buna göre tepki veriyoruz. 

Bitkiler de kokulara karşı tepki gösterir. Örneğin meyvelerin olgunlaşmasında bitkilerin koku alma yeteneğinin önemli etkisi var. Olgunlaşmış ve olgunlaşmamış iki meyve yan yana bir torbaya koyulduğunda olgunlaşmamış meyvenin hızla olgunlaştığı görülür. 

Olgun meyvenin havaya salgıladığı kimyasal madde bu işi gerçekleştirir. 

Doğada da bir meyve olgunlaşmaya başladığında etilen hormonu salgılar. Bu kokuyu alan aynı ağaçtaki diğer meyveler, komşu ağaçtakiler, bahçedeki diğer ağaçlardaki meyveler aşağı yukarı aynı zamanda olgunlaşır.

------------------------------------------------------------------------------------

"KÜSKÜT" adı verilen ot,Cuscuta pentagona, bitkiler dünyasının narkotik köpekleri olarak isimlendirilir. 
------------------------------------------------------------------------------------

Bu bitki kendi besinlerini sentez etmek için gerekli olan klorofile hemen hemen hiç sahip değildir.Bu nedenle küskütler diğer bitkilerin şekerli öz suyunu emerek yaşamlarını sürdürürler. 

Küsküt bitkisinde, faydalanacağı diğer bitkiye dolanmak için koku alma algısı kullanılır. 

Cuscuta domates ve buğdayı ayırt edebilir ve bir domates bitkisini tercih edecektir 

Bu bitkiler potansiyel kurbanlarını kokularından tanırlar ve bu bitkilere doğru yönelirler. Her kokuyla harekete geçmeyen küsküt, kendisi için faydalı olmayan bitkilerden uzak durmuş olur.

Bütün bitkilerin koku alma algısı vardır ama küsküt bitkisinin diğerlerinden farklı olarak kokulara karşı aşırı hassasiyeti vardır. 

------------------------------------------------------------------------------------

Hayvanlar ve insanlarda koku alma işlemi burunda bulunan sensörler vasıtasıyla gerçekleşir. 

Bitkiler de ise farklı kimyasalları algılayan reseptörleri bulunur.

------------------------------------------------------------------------------------

1920’lerde Amerikan Tarım Bakanlığı’ndaki araştırmacılar etilen gazını ham meyveye uyguladıklarında meyvenin olgunlaşmaya başladığını görmüşlerdir. 

Etilen birçok reaksiyonu düzenleyen ve koklanabilen bir bitki hormonudur. 

O günden sonra anlaşılmıştır ki olgunlaşmakta olan meyveler gerekli miktarda etileni absorbe ederler ve sonuçta olgunlaşırlar. 

Bu durum homojen şekilde meyvenin olgunlaşmasına neden olmakta, olgunlaşan meyveden açığa çıkan bol miktarda etilen komşu meyvelerin de homojen şekilde olgunlaşmasına neden olmaktadır. Meydana gelen bu olgunlaşma hayvanları meyve yemeye cezbetme açısından da önemlidir. Böylece meyve tohumları hayvanlar aracılığı ile çevreye kolayca yayılır.

------------------------------------------------------------------------------------

Yine ABD'de yüksek YAHUDİ OTU adlı bitki üzerinde yapılan bilimsel araştırma, 

bu bitki türünün kokuları ayırt ederek tepki verdiğini göstermiştir.

------------------------------------------------------------------------------------