27 Aralık 2018 Perşembe

Sümer dini.

Yılanın tarihsel yolculuğuna baktığımızda bir çok medeniyeti buluruz.
Mısır firavunları Kobrayı başlarında taşırdı. Tevrat’taki Nahaş kelimesi hem yılan, hem sırları bilen anlamına gelirdi. 

Sümer’de Tanrı Enki’nin sembolü yılandır. Yılan, Sümerlerde yaradılış yasalarının bekçisi ve bilgelik sembolü olan bir kutsal hayvandır. Kuyruğu ağzında yılan evreni ve sonsuzluğu simgeler.
Tufanda Utnapiştim’i uyandırıp uyaran yılandır. Zeus ve Maia’nın oğlu ve habercisi Hermes, yılan dolalı bir asa ile düşmanını yenmiştir. Güney Amerika’daki kadim Meksika, Aztek, Toltek, Maya uygarlıklarının gökten gelen tanrıları yılandır. Eski Türk inanışlarında Ejderha; kutsal, göksel ve iyi bir varlıktır.
Mitolojide Tanrıça Gaia’nın da yılanları vardır. Kadın Tanrıçaların elindeki bu yılanları Zeus ele geçirmiştir. Apollon ve Zeus’la süreç, artık erkek egemen duruma geçiştir. En baştan beri Babil, Mısır, Girit, Anadolu’da da eski inançlar içerisinde kadın tanrıçalar yılanla bir tutulmuştur. Bilgelik ve bilicilikle yılan, ilişki halindedir. Hindistan’da insiye bilgelere ve kâhinlere, ‘akıllı yılanlar’ anlamına gelen ‘Nagalar’ denirdi. Alnın tam ortasına sembolün konması, yılan gibi akıllı olmak için iç psişik melekelerin kullanılmasını ifade ederdi. Mister Okulu’nun sadece en yüksek inisiyelerine yılan başlığı takma izni veriliyordu. Başını kaldırmış yılan, aşağıdan yükselen kundalini, Yılan Ateşi’ni sembolize ederdi. Kundalinin yükselmesi ve üçüncü göz’ün açılmasıyla kişi büyük bilgeliğe ve spiritüel yaratıcı güce ulaşır; her şeyin sonsuzluğu bilinir olurdu. 
Kundalini; üç buçuk kez (yedinin yarısı) kıvrılıp uyuyan spiral bir yılan demektir. İnsanın içindeki ateşi göstermek üzere Kundalini kelimesi kullanılır. Bireysel uyanışın, aydınlanmanın ve bilgeliğe ulaşmanın sembolüdür. Mısır’da Roma’da resmedilen kanatlı yılan Kundalinidir. Uyuyan spiral bir yılan… 

Eski Mısır’da gökte yaşayan “Apofi (Apapa)” adlı bir yılan vardır ki bu yılan her gün güneşi doğudan batıya doğru taşıyan güneş tanrısı Ra’nın peşinden gider, onu sokmaya çalışır ve bir gün sokup öldürür. Ancak tanrı İsis, Ra’yı iyileştirir

Bütün bu mitsel kayıtlara göre yılan; bugünkü kötü imajına inat, aslında yaşamın öz ateşi ve bilgelik sembolüdür.


25 Aralık 2018 Salı

Işınlanmak artık basit..

Çinli Bilim İnsanları Işınlanma Teknolojisinde Büyük Başarı Elde Etti

Işınlanma' teknolojisi, yavaş ancak emin adımlarla gelişiyor. Çinli bilim insanları Dünya'nın yörüngesine fotonu ışınlamayı başardıklarını açıkladı.

Uzay Yolu filmlerinde sık sık izleyicinin karşısına çıkan 'ışınlanma' teknolojisi, Çinli bilim insanlarının, 500 kilometre uzaklıktaki Dünya'nın yörüngesine bir fotonu ışınlamayı başardıklarını açıklamasıyla daha da ilerlemeye başladı. Gelişen bu teknolojinin daha da ilerlemesi sonucunda insan organlarının kopyalanıp, lazım olduğu takdirde tedavilerde kullanılacağı belirtildi.

500 KİLOMETRE UZAKLIĞA FOTON IŞINLANDI

Yapılan duyuruda, 500 kilometre uzaklıktaki bir kuantum uydusuna fotonun başarıyla ışınlandığı belirtildi.

IŞIĞIN TEMEL BİRİMİ

Işığın temel birimi olan partiküllere foton adı veriliyor.

DÜNYA VE UZAY ARASINDAKİ İLK KUANTUM VERİ AĞI KURULDU

Başarıyla sonuçlanan deney ile dünya ve uzay arasındaki ilk kuantum veri ağı da kurulmuş oldu.

EN UZUN MESAFELİ KUANTUM IŞINLANMASI

Kuantum ışınlaması maddenin enerjiye dönüştürülerek uzay-zamanda hareket ettirilmesi olarak tanımlanıyor.

Kuantum ışınlamasında foton çiftleri kullanılıyor. Foton çiftleri arasındaki mesafe ne olursa olsun, bir tanesinin gösterdiği tepki diğerini de etkiliyor.

Çinli bilim insanlarının gerçekleştirdiği son ışınlama ise bugüne kadarki en uzun mesafeli kuantum ışınlaması olarak kayda geçmiş durumda.

"KUANTUM İNTERNETİ İÇİN İLK ADIM"

Çin, başarıyla sonuçlanan deneyin 'kuantum interneti için ilk adım' olduğunu duyurdu.Partiküllerin fiziksel temas olmaksızın veri aktarımı gerçekleştirebildiği kuantum internetinin, hayata geçtiğinde veri aktarım hızında da devrim niteliğinde bir gelişme olacağı ddüşünülüyor.

İNSAN ORGANLARI KOPYALANABİLECEK

Kuantum ışınlamasının tıp alanında da kullanılabileceği teorisi üzerinde duruluyor.Gelecekte, organları oluşturan partiküllerin ışınlama yoluyla kopyalanarak veri halinde depolanması ve ihtiyaç duyulduğunda bu veri depolarındaki organ parçacıklarıyla tedavilerin yapılabileceği üzerinde duruluyor.

Çin Halk Cumhuriyeti
Kaynak: BBC

Yukarda ne varsa aşağıda da o var..

Zümrüt tabletleri..Simya veya Alşimi (Arapça'daki “alkheemee” kelimesinden gelir, İngilizce'ye “alchemy” olarak geçmiştir). Alşimi sözcüğünün etimolojisine bir bakalım: Sözcüğün “al” hecesi Arapça artikel, eski deyimle harf-i tariftir, takip eden “chemy” ise Mısır’ın orijinal ismi olup “siyah toprak” anlamına gelir.

Söylenildiğine gore simyanın büyük hakikatleri ilk defa Hermes Trismegistro tarafından keşfedilmiştir. Zosimos’a göre, Hermes, kendisine şeytanlar tarafından aktarılan, Alşimi ilkelerini tabletlere yazmıştır. Bu tableterden ikisi, yani Menfis ve Zümrüt Tablet, çok önemlidir. Menfis Tableti’nin , Menfis yakınında bir kaya üzerinde bulunmuş olduğu ve üzerinde Yunan ve Koptik dillerinde şöyle yazılmış olduğu söylenir:

“Yukarıda cennet, aşağıda cennet; yukarıda yıldızlar, aşağıda yıldızlar. Yukarıda ne varsa aşağıda da o vardır. Bunu kabul et, sana mutluluk getirecektir. “

Zümrüt Tablet'e gelince, efsaneye göre Büyük İskender, Hermes’in mezarı yanında bulmuştur. Batı bu tabletten MS 1200’de haberdar olmuştur. Özetle, serbest tercümesine göre şöyle denilmektedir:

“Hakikattir, sarihtir ve her şeyin en hakikisidir: O ki yukardadır iç kısmında Tabiatı taşır. Tabiattan tekrar yükselir. Bu ikisini birbirine bağlıyacak bir yol vardır. Bu birleşmede kırmızı güneş baba, beyaz ay anne. Bunları takiben, üçüncüsü, ateşli (kızgın) hükümdar. Kalını ince yap ve sonra tekrar kalın yap. Böylece Dünyanın şanına sahip olursun”

Simyacılar, evrenin tek bir maddeden oluştuğuna ve yedi tür metalin bu ana maddeden gezegenlerin etkisiyle türediğine inanırlarmış. Bunlara göre temel metalleri altına çevireceğini sandıkları öz maddeye Felsefe Taşı adını vermişlerdir. Özden oluşan yedi metal, Güneş’in etkisiyle türeyen altın, Ay’ın etkisi ile türeyen gümüş, Merkür ile cıva, Satürn ile kurşun, Jüpiter ile kalay, Mars ile demir, Venüs ile bakır olarak sıralanır. Bunlardan ilk ikisi soy diğerleri ise soy olmayan metaller sayılır.

Günümüzde simya, mistik, ezoterik ve sanatsal yönleri nedeniyle bilim tarihçileri ile filozofların ilgi alanına girmektedir. Simya, modern bilimin temelini atan disiplinlerden biridir ve günümüz kimya ve metalürji endüstrilerinde kullanılan birçok madde ve işlem eski dönem simyacılarının keşfidir.


21 Aralık 2018 Cuma

Baban gelirse..

“BABAN GELİRSE BENİ HEMEN ÇAĞIR HA..!”

Balıkesir’de Ali Sururi İlkokulu karşısındaki boşlukta, eski ayakkabı tamircisi, kır, pala bıyıklı bir ihtiyar olan Cevdet (Alkalp) dede vardı. Bir akşamüstü konu Çanakkale’ye gelince ağlamaya başladı. Ve devam etti:

“Rahmetli babam, Hafız Ali Çanakkale’de kaldığında, anamın karnında yedi aylıkmışım. Onu hiç tanımadım. Bir fotoğrafı bile yoktu. O günler çok zor günlerdi. Seferberliğin sıkıntıları, kuvayı milliye zamanı, işgal yılları, kurtuluş, yokluk, sıkıntı… Çocukluğumuz hep ekmek peşinde, sıkıntıyla geçti.

Ama anam, benim çocukluğumdan itibaren her sokağa çıkışta, her nereye giderse yanıma gelir ve:

- Oğlum ben pazara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha..!

- Ben teyzenlere gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha..!

- Ben komşulara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha..! derdi.

Anam babamı bekledi durdu..

Büyüdüm, dükkân açtım. Annem yine her bir yere gidişte dükkâna gelir, gideceği yeri söyler ve “Baban gelirse beni çağır ha..!” diye eklerdi.

Aradan yıllar geçti. Anacığım ihtiyarladı. Gene hep değneğini kaparak bana gelir ve “Baban gelirse beni çağır ha..!” diye tembihlerdi.

Günü geldi ağırlaştı. Ölüm döşeğinde bizimle helalleşti. “Bana iyi baktınız, hakkınızı helal edin” dedi. 

Bana döndü yavaşça:

“Baban gelirse ona: ‘Annem hep seni bekledi’ de!” dedi. 

Birden irkilerek doğruldu ve kapıya doğru gülümseyerek: 

“Hoş geldin bey, Hoş geldin!” diyerek ruhunu teslim etti.”

(Cevdet Alkalp’le Röportaj Yapan Kişi Araştırmacı Yazar ve Bursa Çınar Anadolu Lisesi Coğrafya Öğretmeni Mustafa Doğru)


16 Aralık 2018 Pazar

Güç..

Gücü gördüğünüzde aldığınız pozisyon ahlakınızı belirler..

10 Aralık 2018 Pazartesi

Rüzgar

Rüzgar bazen hayattır bazende yaşamımızı çekilmez kılar.Ama oda bir dalgadır.Boşluktaki ses dalgaları..Karışıp bozulmadan ekranlarımıza gelen ses dalgaları.Görüntü dalgaları ise ayrı.Kuşların o sesleri veya kendi frekanslarında ötmeleri, bu ses dalgalarının içinden geçerler,fakat kuşların ötüşleri bu ses dalgalarına karışmaz.Bu sesler birbirini bozup deforme etmez.
Hiç bir madde düşünceyi bozamaz.Düşüncenin proğramını,ancak ondan daha güçlü olan başka bir düşünce bozabilir.Ancak düşünce tektir,onun dışında başka bir düşünce yoktur.Eğer bu teklik yasasına ters düşecek olursak,başkalaşım başlar ve nefsin emrine girmiş oluruz.Bu teklik ve doğa düzenine aykırıdır.
Ve bütün bedenimizdeki iç organlar dahil tüm mekanizmada bozulmalar meydana gelir.
Herbir frekans,bir varlığı ortaya çıkarır.Bu nedenle,her varlığın,kendine ait bir dalga boyu ve hertzi vardır.Ona özellik veren,kişilik ve kimlik veren budur.Hiç kimse diğerinin aynı değildir.
Kainatta bulunan, bilinen veya bilinmeyen her yaşamın ayrı bir dalga boyu boyutu vardır.Göksel alemde açılan kapılar karada da açılır astral alemde de açılır.Sadece sağlam bir üstad bulup iyi niyetle hedefe kilitlenmek gerekiyor.

8 Aralık 2018 Cumartesi

Seversen çoğalırsın

Sevmek sanattır..Allah ise sevginin özüdür özü.
bizi kuşatan ve bizi sarmalayan öz, sevginin o muhteşem rengiyle harelenir. Hayat, sizi sevgiyle kucaklar. Bütün bunlar, siz sevdiğiniz için olur. Durup dururken, hiçbir neden yokken, bir kelebeği seversiniz. Güneşin batışını ve doğuşunu seversiniz. Gecenin sessizliğini, derinleşen yalnızlığı seversiniz. Hırçın dalgaları, kimsesiz çocukları, gökyüzünün derinleşen maviliğini, bulutu, yağmuru, rüzgârı seversiniz. Sevdikçe genişlediğinizi, sevdikçe açıldığınızı ve sevdikçe tüm dünyayı kucakladığınızı hissedersiniz.
Eğer sevmiyorsanız, mutsuzluk üretirsiniz. Sadece mutsuzluk üretirsiniz. Kaşlarınız çatılır. Bakışlarınız öfkeyle bulutlanır. Umutsuzluk, korku, endişe, kin, rekabet, haset ve buna benzer negatif açılımlar olur. Sevmiyorsanız, kıskanırsınız. Kahrolmanızın nedeni kıskanmanızdır. Ve sizi mahveden, sizin nefretinizdir. Mutlu olmanızın nedeni ise, sevmenizdir..."

5 Aralık 2018 Çarşamba

Genetik değişim

HAYATA YÖN VEREN ADAPTASYON:

İnsan evrimi ve adaptasyonu farklı bölgelerde, farklı şekillerde mutasyona uğrayabiliyor. Bunun en ilginç örneklerinden bir tanesi de geçimini balıkçılıkla sağlayan ve sürekli dalış yapmak zorunda kalan Bajaular.
Serbest dalış rekoru, 79 metre derine inme ve 3 dk boyunca nefes tutma ile Güneydoğu Asya’dan Bajau Laut’a ait. Bajaular, bu kadar derinlere dalmıyor veya balıkçılık için bu kadar süreyi orada geçirmiyor, o zaten suyun altında yaşıyor. Çalışma saatlerinde zamanının %60’ını suyun altında geçiriyor.

Nisan ayında Cell dergisinde yayınlanan bir araştırma gösteriyor ki, bazı fiziksel ve genetik adaptasyonlar bu kadar harika dalışlar yapmasına yardım ediyor. Kendimizi doğal yaşamın en tepesinde sanıyor olsak da, evrim bazı insanlar için hala devam ediyor. Onları alışılmadık yaşam şartlarına ve çevrelerine göre değiştiriyor.
0.yy boyunca, Bajaular yaşamlarını devam ettirebilmek için sahile yerleştiler ve geleneksel meslekleri olan balıkçılığı yaptılar. O zamanlar dalış için uygun olan tek şeyleri ahşaptan yapılma gözlükleri ve bazı basit ağırlıklarıydı. Başarıları ise ne kadar derine daldıkları ve ne kadar süre orada kaldıklarıyla bağlantılıydı.

Uluslararası bir araştırma ekibi Bajaular ile çalıştı ve dalağının, komşu köyde yaşayan ve balıkçılık yerine daha çok tarımla uğraşanlara göre daha büyük olduğunu gözlemledi. Araştırmalar ayrıca aynı özelliğin Bajauların dalış yapmayan aile üyelerinde de olduğunu fark etti. Yanii bu kişisel bir özellik değil atalardan geçen genetik bir mirastı.

Dalağın boyutu ise önemli, çünkü dalak kırmızı kan hücrelerini depoluyor. Dalış sırasında kasılarak bu ekstra kırmızı kan hücrelerini oksijen seviyesini artırmak için dolaşımdaki kana pompalıyor. Bu özellik dalış yapan diğer memeli canlılarda da bulunuyor.

Dİğer Örnekler

Bu bazı insanlar üzerinde devam eden evrimsel sürecin ilk örneği değil. Örneğin, Tibet yerlileri kırmızı kan hücreleri mutasyona uğramıştır ve yerel Çinliler gibi değildir. Yüksek yerlerdeki oksijen azlığından dolayı Tibetliler daha fazla kırmızı kan hücresi üretmektedir.

Diğer örnek ise Grönland’da yaşan Inuit topluluğudur. Adaptasyonları sayesinde yüksek miktarda yağ tüketmelerine rağmen kalp krizi riskiyle rahatça başa çıkabilmektedirler.

Bajaular ile çalışan araştırmacılar, bu adaptasyonları daha iyi anlayabilmeleri halinde, oksijen yetmezliği gibi durumlarda tedavi olarak kullanılabileceğini tahmin ediyorlar.
Kör balıklar .
İsveç’teki Lund Üniversitesi’nden bir araştırma ekibine göre, mağaralarda yiyecek bir şeyler bulmak son derece zor olduğu için bu hayvanlar enerjilerini tasarruflu kullanmak durumunda kaldı. Ve gözlerden vazgeçmek oldukça büyük bir tasarruf. 
Gözler Enerji İster

Araştırmayı yürüten Damian Moran, görme duyusunun “aşırı enerji tüketen ışığa duyarlı hücreler ve sinirler” sebebiyle maliyetli olduğunu söylüyor. Bundan dolayı karanlıkta güneşten faydalanmadıkları için gözlerini kaybediyorlar.

“Evrim genellikle eşzamanlı meydana gelen süreçlerin bir karışımıdır.


Siyah Dut meyvesinin gizemi..

Babil'in en güzel kızı Thisbe ile en yakışıklı genci Pyramus evlerini bölen bir duvarın olduğu komşu çoçuklarıdırlar. Duvarın bir yanında Thisbe, diğer yanında Pyramus zamanla birbirlerine aşık olur ve evlenmek isterler ancak anne ve babaları buna razı olmazlar. 

Duvarda ki küçük bir delikten sabahlara kadar birbirlerine olan sevgilerini, aşklarını fısıldayıp, öpücük gönderen gençler birbirlerini görmeye engel olan bu duvar arkasından konuşmaya dayanamaz ve kaçmaya karar verip, ertesi gün gece, şehrin dışında olan mezarlığın oradaki beyaz dut ağacının altında buluşmak için sözleşirler. 

Buluşacakları gün ikisininde içleri içlerine sığmaz. Güneş batıp karanlık çökünce genç kız evden usulca kaçıp mezarlığın oraya gelir ama Pyramus oralarda yoktur. Genç kız sevgilisini heyecanla beklerken ansızın bir kükreme duyar, arkasına bakınca yeni avlandığı belli olan ağzı, pençeleri kanlı bir aslanın durduğunu görünce korkup kaçar ama kaçarken de sırtına aldığı örtüsünü düşürür. 

Mezarlığın kenarın da su kaynağı olduğu için su içmeye gelen aslan örtüyü farkedip onu paramparça eder ve ormana geri döner. 

Bir süre sonra yakışıklı genç gelir bakar ki kimse yok. Yerde güzeller güzeli sevgilisinin örtüsü, üstelik kan içerisinde, aslanın yerdeki ayak izlerini de görünce çılgına döner zannederki aslan kızı öldürüp yedi. Acısı tarifsiz ne yapacağını bilemez bir anda çıkarıp kılıcını geç geldiği için sorumlu tutar kendini ve dut ağacının altında saplayıp göğsüne yığılı verir yere. Pyramus'dan fışkıran kanlar ağaçtaki dutları kızıla boyar. 

Aslandan korkup kaçan Thisbe geri döndüğünde beyaz dut ağacı yerinde kara dut ağacı vardır. Gözleri yerde kanlar içinde yatan Pyramus'u görünce sevgilisinin kollarına atar kendini. Ağlayarak "Ben geldim, Pyramus. Bak, ben, Thisbe" der. Pyramus büyük bir güçlükle son nefesinde gözlerini açıp Thisbe'ye son kez bakar ve oracıkta ölüverir. 

Thisbe anlar kendisi için öldürdüğünü sevgilisinin. "Benim için öldürdün kendini, benim de içim aşkla dolu. Ancak ölüm ayırabilir bizi; oysa şimdi o birleştirecek ikimizi" diyerek Pyramus'un göğsündeki kılıcı çekip kendi göğsüne saplar o da öldürür kendini. 

Dut birleşemeyen iki sevgilinin kanı ile kıpkırmızı olur. 
Anne, babaları da, Tanrılar da acırlar iki sevgilinin hazin durumuna. Aileler ölülerini yakıp küllerini bir kaba koyarlar. Tanrılar da onların anısına bütün ülkelerde kara dut ağaçları yetiştirip çoğaltırlar.

1 Aralık 2018 Cumartesi

Frekans ve vücut

Vücut bizim mabedimizdir.Her hücresi farklı titreşir.Midenin frekansı farklı beynin farklı kalbin frekans farklı gözün titreşimi ise çok daha farklıdır.Hepsinin birleşme uyumu vucudumuzun frektal alanına bağlıdır..Çinliler ruhu tanımlarlarken arının gülüşünü kullanırlar. Bu bir semboldür ve aslında kastedilen gözdür, gözün arıya benzeyen gözbebeğidir; diğer değişle ruhun tabiatı, gözün tabiatı incelenerek anlaşılınır. Gözün gördüğü herşey çevresindekilerin bir anlık yansımasıdır ve göz kendisini başka yöne çevirdiğinde artık o yansımalar gözde değildir, onlar kaybolur. Yansıma sadece bir anlık algılamadır.
İlk etapta “dış varlığımız mı zihin dünyamızı yaratır yoksa iç dünyamız mı vücudumuza şekil verir?” sorusuna cevap vermek zordur. Gerçekte her ikisininde etkisi vardır; Vücut zihni yapar, zihinde vücudu yapar. Zihnin vücut üzerine büyük bir etkisi vardır ve vücutta zihin üzerine çok açık bir şekilde etki yaratır. Hastalık düşüncesi, hastalık getirir; gençlik ve güzellik düşüncesi de benzeri kaliteleri oluşturur; vücudun temizliği zihnede temizlik getirir, vücudun kuvvetli olması ise zihine cesaret verir.

Vücudumuzun her değişikliği zihni etkiler. Diğer bir değişle zihin vücudun resmini gösterir. Ruhun kendisi herşeye nüfuz eden bilinçten başka birşey değildir. Fakat bu bilinç çevresindeki elementler vasıtasıyla sınırlı, kısıtlı hale getirilirse, işte bilincin bu hapis haline ruh deriz.
Ruh ve zihin suyla tuz gibidir. Zihin ruhtan gelir, tuzunda sudan gelişi gibi; ve bir an gelir ki zihin ruhta erir, tıpkı tuzun suda erimesi gibi. Zihin ruhtan kaynaklanan bir oluşumdur, tuzda sudan. Ruh zihinsiz yaşar, fakat zihin ruhsuz yaşayamaz. Ruh zihinsiz daha saftır ve zihin onu kaplar, perdeler.

Ruhu kaplayan zihin ampül gibidir: Günahkar bir zihin ruhu günahkar, erdemli bir zihin ise ruhu erdemli yapar. Ama tabiatı itibariyle değil, sadece etki olarak, kırmızı ampülün, lambanın ışığını kızrmızılaştırması, yeşilin yeşilleştirmesi gibi. Aslında ışık ne yeşil, ne de kırmızıdır; o renksizdir, renk onun elbisesi, vücududur.


30 Kasım 2018 Cuma

Ses tonu..

Herkesin ses tonu kendi kan grubu gibidir.Şahsa mahsus yaratmıştır yaradan.Frekans ve frektal alanda bozulma başladıysa sağlıkta düşmeler başlıyor..Düşünceler ve sağlıkta bulaşıcıdır.Kainat yanılmadı ve yanılmayacak.Bilim yeni yeni bunu ıspatlıyor ama kainat varolduğundan bu yana bu böyle çalışıyor.Her frekans kendi yapısına uygunu çeker.Misafir (hastalık) veya başka unsurkar da olabilir.
Kendi sesinin anahtar tonunu kim bulursa, o zaman kendi varlığını kurtarabilir ve başkalarına yardım edebilir. 

Pek çok bilge bir de sessizlikten bahseder ki titreşimlerin düzenli yayılması için dinlemek, işitmek çok önemlidir. Boşluk, hiçlik. Titreşimlerin kaynağa döndüğü mutlak sessizlik, yeni yaratımın başladığı yer..
Ses olmadan sessizlik olmaz, ikisinin dengede olması armoniyi yaratır. Rezonansın yükselmesi ve yayılması ile diğer titreşim boyutlarına ulaşabiliriz, bu uyanış gücünü hem kendi içimizde hem de diğer tüm canlılarla birleşerek, Bir olarak gerçekleştirebiliriz. 
Sonra bu müthiş ruhsal boyuttan çıkıyorsun, ölmediğine göre dünya alemi boyutuna geri dönüyorsun. Kapıdan çıktığında sokak kedisini tekmeliyorsan, durduk yere sinirlenip birisine kızıyorsan, yediğin şeylerin plastiklerini doğaya atıyorsan, suları kirletiyorsan, ağaçları kesiyorsan, ormanları yakıyorsan, diğer canlıları öldürüyorsan, korkuların varsa, hem kendine hem de diğer insanlara yalan söyleyerek koca dilini tutamıyorsan, ah ben müthiş aydınlandım ama ne olacak bu insanlığın hali çok cahiller diyorsan, çekirdek ailen hariç diğer toplulukları önemsemiyorsan, hatta toplumlara vaaz verecek bir pozisyona gelmiş ve sadece ayrımcılığa, bölücülüğe, savaşlara, öfkeye, endişeye ve sevgisizliğe yol açacak sözler sarf ediyorsan Samsara ‘ nın büyük tuzağına hoş geldin. Ana tondan çıktın. Ne nirvana kaldı, ne aydınlanma ne de hurilerle dolu cennet köşeleri. Ağzından alevler çıkan ejderha yedi seni düştün cehennem ateşine. Tabii bu şeytan olmalı yoksa düşmezdin bu tuzağa.
Evrene yayılan titreşimler güçlenir, yayılırlar, birlik şarkıları söylenir, kuşlar cıvıldar, sular şakırdar, dalgalar coşar, çiçekler tohumcuklar, meltemler fısıldar, yıldızlar ışıldar, Ay şarkılar söyler, sen yoksan ben de yokum. Bir ‘ lik evrensel uyanışın şarkılarını söylüyor.
Üstadlar boşuna dememişler ne yersen ve söylersen sen o'sun..

Aşk..

Aşkı aramana gerek yok,aşkın kendisi sensin.Aşk öyle derin bir ihtiyaçtır ki onsuz yaşayamazsınız; ya kendisi ya da yedeğini ararsınız. Yedek sahte olabilir ama en azından bir süreliğine âşık olduğunuz hissine kapılabilirsin. Sahtesi bile keyiflidir. Eninde sonunda sahte olduğunun farkına varırsın; o zaman sahte aşkı gerçeğine dönüştüremezsin o zaman sevgili değiştirirsin. İki olasılık var; bu aşkın sahte olduğunu anladığında kendini değiştirebilirsin, sahte aşkı bırakıp gerçek bir aşığa dönüşebilirsin. Diğer olasılık ise sevgilini değiştirmektir ve değişmendir.. Aklın seçtiği yol budur.

 


28 Kasım 2018 Çarşamba

Şifreli buluşma.😀

Kabil'de kitap satan bir kız sevgilisinin geldiğini gördü, bu sırada babası da yanında duruyordu.

Kız sevgilisine, "Alman yazar Yorg Daniel'in " Baban evde mi? " kitabını almaya geldin galiba?"

Arkadaşı, "hayır ben ingiliz yazar Tomas Munis'in "Seni nerde gorebilirim " kitabını almaya gelmiştim."

Kiz; "o kitap yok ama ABD'li yazar, Patrice Olfer in "Elma ağaçlarının altında " kitabını önerebilirim."

Arkadaşı; "Çok güzel! Belçika'lı yazar Jean Barner in "5 dakika sonra ararım " kitabını yarın getirebilir misin?"
Kız; "Memnuniyetle. Ayrıca Fransız yazar Mishel Daniel'in "Asla yanlız bırakmam " kitabını da öneririm."

Bu konuşmadan sonra babası, "bunca kitap çok değil mi? Bunların hepsini okuyor mu?"

Kız "evet baba, o çok zeki çocuk hepsini okur."

"Benim çok güzel ve sevimli kızım öyleyse ona Hollandalı yazar, Frank Martinis'in "Ben geri zekalı değilim " kitabını da öner onu da okusun ,ayrıca sen de oku. 

Kitap okuma haftası, kitap aşıklarına kutlu olsun!🤓


Bilginin perdesi..

Anana Papirüsü
"Ey insanoğlu; bu parşömende yazılı olanları iyi oku. Oku; burada var olmadığın günleri bulacaksın, eğer tanrıların bahşettiği bilgeliğe sahipsen.
Oku çocuğum; çok uzaklardan sana henüz ulasan geçmişin ve geleceğin sırlarını oku.
İnsanoğlu ebediyetten bu güne; sadece burada yaşamadı; birçok yerde, birçok zamanda, birçok dünyada yaşadı; her birinin arasında karanlıklar perdesi vardı;
Ve simdi kapılar açılacak ve başlangıçtan beri varolan tüm karanlık tüneller aydınlanıp, görünecekler; inancımız bize sonsuz yaşamı öğretti; simdi ebediyeti, sonun ve başlangıcın olmadığım anladık; Bu bir sonsuz daire. Bu nedenle; çember yasasına göre; eğer bir tek şey doğruysa öteki her şey doğrudur; öyle ki; bizler daima yaşadık. Yaratıcı, insanoğlunun gözlerine birçok yüzünü, çeşitli ahitlerle gösterdi; aslında O birdir; O istedi ki; tek bir tanrı olarak bilinsin; çünkü henüz her şey yanlıştı, her şeyin doğru olması için.
Özümüz; ki o bizim ruhsal benimizdir; kendisin! bize çeşitli yollarla gösterir. Bilginin perdesi sonsuzluktan gelir ve bu perde herkeste gizlidir; mucizelerin.gücü ile bize gerçeğin bir an için görünmesi özellikle yapılanmıştır. Mısırlılar arasında bilinen kara böcek tanrı değildir, sadece onun sembolüdür.
Çünkü o böcek ayaklarıyla çamurları yuvarlar ve yumurtalarını yaptığı topların içine koyar; aynen Yaratıcı'nın dünyaları yuvarlayıp üzerine yaşamı koyduğu gibi.
Bütün tanrılar; bir olarak sevgi ödülünü dünyaya verdiler hiçbir kesinti, duraklama olmaksızın. Inançlar bize açıkça öğretti, belki sizlere de; yasam ölümle son bulmuyor ve bilin ki, sevgi tüm yaşamın ruhudur. Sonsuzluk boyunca sürdürülmelidir. Görünmeyen zamanların kudreti, ruhların tümünü bağlayacak; dünya öldüğünde; sona gelindiğinde ve bu arada bütün ayrı geçmişler onlara açıklanmış olacak."

ANANA; 

Firavun Leti 11'nin Başyazmanı ve arkadaşı�M.Ö. 3500


Ego..


Düş kırıklığı


25 Kasım 2018 Pazar

Beyinde yeni çığır..

İnsan beyninde yeni bir bölüm bulundu

Avustralyalı bilim insanları, beyinde ince motor hareketlerini kontrol ettiği düşünülen yeni bir bölgeyi keşfettiğini duyurdu.

Daha önce fark edilmeyen bölgenin hayvanlarda olmadığı, bu sebeple insanları hayvanlardan ayıran ince motor beceriler için kullanılıyor olabileceği düşünülüyor. İnce motor becerileri örneğin bir müzik aleti çalmak, yazı yazmak veya spor yapmak gibi insanları hayvanlardan ayıran becerilere deniyor.

Profesör George Paxinos, beyindeki söz konusu bölgeyi 30 yıl önce yaptığı araştırmalar sırasında da gördüğünü, ancak çok üzerinde durmadığını söylüyor. Buradaki hücrelerin işlevinin daha önce hiç incelenmediğini fark eden araştırmacı, yeni yayımladığı kitabında bölgenin özelliği konusunda teorilerini ortaya koydu.

YENİ KEŞİF ALZHEİMER’A ÇARE OLABİLİR

Euronews’in haberin göre, bulunduğu konum bakımından “Endorestiform Çekirdek” (Endorestiform nucleus) adı verilen bölgenin incelenen maymun beyinlerinde bulunmadığına dikkat çekiliyor. Söz konusu hücre topluluğunun önemli bir işleve sahip olduğu düşünülse de konu üzerinde daha fazla araştırma yapılması gerekiyor.

Dünyanın en saygın beyin kartograflarından biri olan Paxinos, beynin farklı bölgelerinin işlevlerini ortaya koyan ‘beyin atlasları’ oluşturarak bu alanda araştırma yapan doktorlara ve bilim insanlarına öncülük ediyor. Yeni keşfedilen bölge, Alzheimer gibi beyin hastalıklarında yeni tedaviler bulmak için kullanılabilir.

21 Kasım 2018 Çarşamba

---3

Her harfin özel sırları

 

ا    (Elif)  : Elif’in makamı, cem (birlik) makamıdır. Ona ait isim Allah; sıfat ise kayyumluktur. Ona ait mertebeler bütün mertebelerdir. Elif, dairenin noktası ve çevresi, alemlerin basiti ve bileşiğidir. Ona ait sayı 1 dir.

  ء    (Hemze) : Hemze şehadet ve melekût aleminden olan harflerdendir. Çıkış yeri boğazın bitimidir. Sayıda bir mertebesi yoktur.

 ب     (Ba)  : Ba harfi mülk, şehadet ve kahır alemindendir. Çıkış yeri iki dudaktandır. Yolun başı ve sonu ona aittir. Tabiatı sıcaklık ve kuruluk, unsuru ateştir.  Sayısal değeri 2 dir.

 ت      (Te)  :  Te, gayb ve ceberut alemindendir. Çıkş yeri Dal ve Tı ile aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır.  Sayı değeri 404 dür. 

  ث     (Se) :  Se, gayb, ceberut ve lütuf alemindendir. Çıkış yeri Zı ve Zel ile aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 505 tir. 

   ج    (Cim)  :  Cim, şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri damakla dilin ortasıdır. Tabiatı soğukluk, sıcaklık, kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 3 tür.

  ح     (Ha) : Ha, gayb alemindendir. Çıkış yeri hançerin ortasıdır. Tabiatı soğukluk ve yaşlık, unsuru sudur. Sayısal değeri 8 dir. 

  خ     (Hı) :  Hı, gayb ve melekut alemindendir. Çıkış yeri hançerin ağızdan sonra gelen kısmıdır. Başının tabiatı soğukluk ve kuruluk, bedeninin diğer kısmının tabiatı sıcaklık ve yaşlıktır. Büyük unsuru hava, küçük unsuru topraktır. Sayısal değeri 600 dür.

   د    ( Dal)  :  Dal, mülk ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri Tı harfi ile aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 4 tür. 

    ذ   (Zel)  :  Zel, şehadet, ceberut ve kahır alemindendir. Çıkış yeri Zı harfinin çıkış yeri ile aynıdır. Tabiatı sıcaklık ve yaşlık, unsuru havadır. Sayısal değeri 707 dir.

   ر    (Ra)  :  Ra, şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin yüzeyinden ve ön dişlerin üzerindendir. Tabiatı sıcaklık ve kuruluk, unsuru ateştir. Sayısal değeri 200 dür.

  ز    (Ze)  :  Ze, şehadet, ceberut ve kahır alemindendir. Çıkış yeri Sad ve Sin ile aynıdır.  Tabiatı sıcaklık  ve kuruluk, unsuru ateştir. Sayısal değeri 7 dir.  

 س    (Sin)  :  Sin, gayb, ceberut ve lütuf alemindendir. Çıkış yeri Sad ve Ze’nin mahreciyle aynıdır. Tabiatı sıcaklık ve kuruluk, unsuru ateştir. Sayısal değeri nur ehline göre 60, İbn Arabî’ye göre 303 tür.

 ش     (Şın)  :  Şın, gayb ve ceberut’un orta alemindendir. Çıkış yeri Cim harfiyle aynıdır. Tabiatı kuru ve yaş, unsuru sudur. Sayısal değerinur ehline göre 300, İbn Arabî’ye göre 1000 dir.

  ص    (Sad)  :  Sad, gayb ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin iki ucu ile alt ön dişlerin biraz üstünün arasındadır. Tabiatı sıcaklık ve yaşlık, unsuru havadır. Sayısal değeri nur ehline göre 90, İbn Arabî’ye göre 60 tır. 

  ض   (Dat)  :  Dat şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin ön ucu ile azı dişlerinin arasındadır. Tabiatı soğukluk ve yaşlık, unsuru sudur. Sayısal değeri nur ehline göre 800, İbn Arabî’ye göre 90 tır.  

   ط    (Tı)  :  Tı, mülk ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin ucundan ve ön dişlerin kökündendir. Tabiatı soğukluk ve yaşlık, unsuru sudur. Sayısal değeri 9 dur. 

    ظ   (Zı)  :  Zı, şehadet, ceberut ve kahır alemindendir. Çıkış yeri dilin iki ucu ile dişlerin uçları arasındadır. Dairesinin tabiatı soğuk ve yaş, boyunun tabiatı sıcak ve yaştır. Büyük unsuru su, küçük unsuru havadır. Sayısal değeri nur ehline göre 900, İbn Arabî’ye göre 808 dir.

  ع     (Ayn)  :  Ayn, şehadet ve melekût alemindendir. Çıkış yeri hançerinin ortasıdır. Tabiatı sıcaklık ve yaşlıktır. Sayısal değeri 70 tir. 

   غ    (Gayn) :  Gayn şehadet ve melekût alemindendir. Çıkış yeri hançerinin ağza en yakın kısmıdır. Tabiatı soğukluk ve yaşlık, unsuru sudur. Sayısal değeri nur ehline göre 1000, İbn Arabî’ye göre 900 tür.  

  ف   (Fe)  :  Fe, şehadet, ceberut, gayb ve lütuf alemindendir. Çıkış yeri alt dudağın içinden ve ön dişlerin uçlarındandır. Tabiatı sıcaklık, soğukluk ve yaşlıktır. Sayısal değeri 88 tir. 

    ق   (Kaf)  :  Kaf, şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin sonundan genzin üzerine doğrudur. Tabiatı ilk analardır. Sonu sıcak ve kuru, diğer kısımları soğuk ve yaştır. Unsuru su ve ateştir. Sayısal değeri 100 dür. 

   ك     (Kef)  :  Kef, gayb ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri Kaf’ın mahreciyle aynı, fakat ondan daha aşağıdadır. Tabiatı sıcaklık ve kuruluk, unsuru sudur. Sayısal değeri 20 tir. 

   ل    (Lâm)  :  Lâm, şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin ucundan bitimine kadar olan yerdir. Tabiatı sıcaklık, kuruluk ve soğukluktur. Büyük unsuru ateş, küçüğü ise topraktır. Sayısal değeri 30 tur. 

  م       (Mim)  :  Mim, mülk, şehadet ve kahır alemindendir. Çıkış yeri Ba’nın mahreciyle aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 40 tır. 

   ن      (Nun)  :  Nun, mülk ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin ucundan ve ön dişlerin üzerindendir. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 55 tir. 

    و      (Vav)  :  Vav mülk, şehadet ve kahır alemindendir. Çıkış yeri iki dudak arasıdır. Tabiatı sıcaklık ve yaşlık, unsuru havadır. Sayısal değeri  6 tır.  

    ه      (He)  :  He gayb harflerinden biridir. Çıkış yeri hançerinin sonudur. Tabiatı tıpkı Utarit gibi soğukluk, kuruluk, sıcaklık ve yaşlıktır. Büyük unsuru toprak, küçüğü havadır. Sayısal değeri 5 tir. 

    ى      (Ya)  :  Ya harfi şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri Şın harfinin mahreciyle aynıdır. Tabiatı ilk analardır. Büyük unsuru ateş, küçük unsuru sudur. Sayısal değeri  10 dur. 

Kaynak :Hz.İbn-i Arabi.. 

---2

Kur’an’daki Harflerin Sırları

Arapça harfleri ile yazılmış olan Kur’an, Arapça harflerinin terkibiyle kelimeler, ayetler ve surelerden oluşmuştur. Harflerin sırları, oluşturduğu kelimelere, ayetlere ve surelere ayrı ayrı anlamlar ve hikmetler yüklemiştir. Bunları tamamen anlamak çok zor ve hatta imkansızdır. Ancak peygamberler ve sırlar ilminde ilerlemiş en yetkin alimler bunların sır ve hikmetlerini görebilir. Diğer insanlar da, bu seçilmiş kişilerin anlattığı bilgileri öğrenmekle yetinmek zorundadır. Sufilerin dediği gibi, alem Kur’an’ın açılmış ve tafsil edilmiş halidir. Nasıl evrenin bütün sırlarını  akıl ve duyularla anlamak mümkün değilse, Kur’an’ı da zahiri yöntemlerle  anlamak imkansızdır. Harflerin Kur’an’da oluşturdukları sırlar, Kur’an’ın hem zahiri hem de batını yönden incelenmesiyle mümkündür. Bu da ancak sırlar ilmiyle mümkündür.    

Kur’an’daki harflerin sırları ile ilgili olarak, İmam Rabbanî Hazretleri  Manevi Yolculuk adlı eserinde şöyle buyurmaktadır:

“Bilmek gerekir ki, Kur’an harflerinden her bir harf, özet olarak bütün kemalatı kapsamaktadır. Uzun surelerdeki özel faziletlerin aynısını kısa surelere de koymuşlardır. Her surenin, her ayetin, hatta her kelimenin özel bir üstünlüğü ve kendisine has fazileti vardır. Tıpkı ilahi şuûnlardan (sıfatlardan) her bir şânın (sıfatın) özet olarak bütün şuûnatı kapsaması, bununla birlikte özel bir fazilet ve tesirinin bulunması gibi.”   

 

Elif-Lâm-Mim’deki sırlar

Bakara suresinin başındaki Elif-Lâm-Mim’deki Elif tevhide, Mim yok olmayan mülke, Lâm ise ikisi arasındaki bağı göstermektedir. 

Elif-Lâm-Mim bir harftir. Onun üç sayıda olması, alemlerin birleşim olmasındandır. Üst alemde olan hemze (Elif), orta alemde olan Lâm ve aşağı alemde olan Mim’dir.

Elif tek zattır, yazının başında bulunduğunda onun herhangi bir harfe bitişmesi doğru değildir.  Elif-Lâm-Mim’deki Elif, Fatiha suresinin son kelimesi olan “dalalette olmayanlardan” ifadesinden sonra getirilmiş, âmin ise gizlenmiştir. Çünkü o melekût aleminden olan bir bilinmezdir. 

Elif Zat’a delalet eder. İnsanın alemde halife olması gibi, Elif’te harfler aleminin halifesidir. Dolayısıyla bilinemez. O, hareke kabul etmeyen zat gibidir. Hareke kabul etmeyince, bilinmesi ancak niteliklerin ondan soyutlanması ile mümkün olabilir. Biz Elif’i değil, Elif’in ismini okuduk. Bu da fetha harekesiyle hemzenin okunması demektir. Bu durumda hemze, ilk yaratılmış olan şeyin yerini almıştır. Hareke ise onun ilmi niteliğidir. Elif ise ancak kendinden önce bulunan ve ona bitişik harekeli bir harfle okunabilir. 

 

Besmeledeki harflerin sırları

Besmele gizli bir mübtedanın (başlangıç ismi) haberi olmuştur. Besmele bu şekli ile bir isim cümlesidir. Söz konusu başlama, alemin varlığının başlaması ve ortaya çıkmasından ibarettir. Dolayısıyla alemin ortaya çıkışı “Bismillahirrahmanirrahim” dir. Başka bir ifadeyle Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla alem ortaya çıkmıştır. 

Besmele üç ilahi isme tahsis edilmiştir. Allah ismi bütün isimleri toplayan isimdir. Er-Rahman ismi genel bir niteliği gösterir. Dolayısıyla Allah dünya ve ahiretin Rahman’ıdır. Bu genel rahmet ile Allah alemdeki her şeye dünyada rahmet eder. Rahim ismi ise, ahiret hayatında iman eden herkese tahsis edilmiştir. Alem bu üç isim vasıtasıyla ayrıntılı olarak tamamlanmıştır. 

Besmele “Bismi” (bi-ismihi, Allah’ın adıyla) kelimesi ile başlar. Bu kelimenin ilk harfi Ba harfidir. Dolayısıyla varlık Ba harfi ile zuhur etmiş, ondaki nokta sayesinde ibadet eden ettiğinden, âbid mabuddan ayrılmıştır. Söz konusu ayrım, kulun, kulluk hakikatinin gerektirdiği şekilde var olmasıdır. Şeyh Ebû Medyen (ra) şöyle demiştir: “Her ne gördüm ise üzerinde Ba yazılıydı.”.

Bütün varlıklara eşlik eden Ba harfi, cem ve vücûd (vahidiyet mertebesi) mertebesindeki Hakk’ın mertebesindendir. Yani her şey Ba harfi vasıtasıyla var olmuş ve ortaya çıkmıştır. Ba’nın noktası, var olanları gösterir. Böylece Ba harfinde üç tür meydana gelmiştir. Ba’nın şekli, nokta ve hareke. Alemler ise üçtür. Bunlar Ba’nın şeklinin gösterdiği melekût alemi, noktasının gösterdiği ceberut alemi ve harekesinin gösterdiği şehadet ve mülk alemidir. Bu harflerin besmelede birleşmesi birçok sırlar içerir.

Kelimelerin gücü ..--1

Kelimelerin sırları

“Kelime” sözcüğü yara anlamına gelen kelem’den üretilmiştir. Kelimeler harflerin birbirine eklenerek düzenlenip, harekelendirilerek elde edilmişlerdir. Kelimeler oluşmadan, harekelerin alemiyle harfler aleminin karışmasında bir yarar yoktur. Harflerin kelime halinde düzenlenmesi, yaratılışımız hakkındaki şu ayetteki duruma benzer: “Onu düzenleyip ruhumdan üflediğimde” (Hicr,15/29). Buradaki ruhun üflenilmesi, kelimenin düzenlenmesinden sonra söz konusu harflere harekelerin konulmasıdır. Böylece, ruh üfleme sayesinde içimizden birisi insan diye isimlendirildiği gibi, harflerin birleşip harekelenmesinden de kelime diye isimlendirilen başka bir yaratılış meydana gelir. İşte kelime ve lafız (söz) alemi, harfler aleminden böyle ortaya çıkar. 

Buna göre kelimeler için harfler, cisimlerimizin varlığını ayakta tutmak için su, toprak, ateş ve hava gibi maddelerdir.Bu maddelerin birleşiminden sonra Allah emrinden olan ruhunu ona üflemiş ve insan olmuştur. Aynı şekilde rüzgar da istidat kazandığında kendisine ruh üflenip cin oluşur. Işık istidat kazandığında ilahi emirden olan ruhun üflenişini kabul ederek melek oluşur. 

Bu yapı ortaklığından dolayı, kelimelerin bir kısmı insana benzer ki bu kısım çoğunluktur. Bir kısmı melek ve cinlere benzerler ki bunlar görünmezdir. Bunlar azınlıktırlar.

Kelimeler içindeki her harf kendi hakikatinin gerektirdiği şeyi onda meydana getirir. Kelimelerin hakikati, harflerin hakikatlerinin birleşimi ile oluşur. Eğer harflerden biri kelimeyi terk ederse kelimenin hakikati kaybolur ve yok olur. 

Harfler kelimeler içinde bazen tekil, bazen çift ve bazen çoğul halindedir. Bunların da anlamları vardır. Tekil yapılanlar kulun kalıntısının ezeli olarak silindiğine ve yok olduğuna işaret eder.  Çift yapılanlar, hal olarak kulluk kalıntısının varlığına işaret eder. Çoğul yapılanlar, sonsuz olan bilgilerle ebede işaret eder.Başka bir ifadeyle, teklik ezelî deryaya, çoğul ebedî deryaya ve çift ise Muhammedî berzaha aittir.  

 Allah’ın kelimelerini inceleyip öğrenenler için şaşılacak sır ve işaretler vardır. Bu ilahi ilimler teorik düşünce ve tefekkür ürünü olsaydı, hiç kuşkusuz onları en kısa sürede öğrenirdi. Fakat onlar kulun kalbine peş peşe gelen Hakk’ın tecellileri ve onun saygın ruhlarıdır. Bunlar Hakk’ın gayb aleminden “Kendi katından bir  rahmet ile” ve “Kendi katından olan bilgi ile” kula iner. Böyle bir ilişki ile eserlerin ve kitapların nasıl yazıldığını İbn Arabî Hazretleri aynı kitabında şöyle anlatmaktadır:

Bizim eserlerimiz ilahi mertebenin kapısına bağlanmış kalplerdir. Kapının açılmasını gözetler ve her türlü (kazanılmış) bilgiden soyutlanmış muhtaç bir halde bekler. Bilincini yitirdiği için o makamdayken bir şeyden sorulsa sorulanı duymaz. Perdenin ardından bir şeyler kendisine parıldarsa süratle ona bağlanmaya koşar ve kendisine tanımladığı duruma göre onu algılar. Binaenaleyh bazen bir şey, adette, düşüncede, teorik akılda ve zâhir bilgi ve bilginlerin kabul ettiği ilişkinin gerektirmediği kendi türdeşi olmayan bir şeye bağlanır. Halbuki bunun sebebi sadece keşif ehlinin farkına vardığı gizli bir ilişkidir.”

Bizim yaptığımız ise bu Hazretlerin anlattıklarını sizlere aktarmaktır. Burada anlatılanlar kendi aklımızla oluşturduğumuz nesneler değildir. Sadece, İbn Arabî gibi tasavvuf ehli ilim adamlarının elde ettiği keşif bilgilerini okuyucuya sunmaktır.

Allah İsmindeki Harflerin Sırları

Allah isminin harfleri Elif, Lâm ve He dir. Elif ve Lâm harf-i tariftir, yani ismi belirleme aletidir. Arapça’da bir kelimenin başına Elif ve Lâm gelirse onu belirli hale getirir. İsmin sonundaki He harfi de Hüve zamirinin tarifidir. Bu üç harften oluşan Allah ismi, vâcibu’l-vücûd  (varlığı zorunlu) olan Zat’ın özel ismidir. Buna göre, bu mübarek isimde üç çeşit tarif sebebi bir araya gelmiş bulunmaktadır. Bir kelimenin tarif edilmesi için bir harfin yeterli olmasına karşın, Allah isminde üç ayrı tarif harfinin özel bir anlamı olmalıdır. Bu anlam, bu ismin ifade ettiği şeyin (Allah’ın Zatı), azametinin kemali, derecesinin yüksekliği ve makamının uluvviyeti sebebiyle hiçbir şekilde tarif edilemez, açıklanamaz olduğudur.

Allah Teâlâ, idrak edilmekten çok yüce, tarif edilmekten çok üstün ve bilinmekten çok uludur. Bu nedenle bu isim diğer ilahi isimlerden ayrıdır ve onların hükümlerine tabi olmaktan uzaktır. Bu isimde, ismin ifade ettiği şeyin bilinmesi yoktur, sadece diğer her şeyden ayrı olduğunun bilinmesi vardır. Allah’ı bilmek O’nu bilememektir.

Hüve zamirinin kendisinin belirliği, onun işaret ettiği mana olan Allah’ın Zat’ını ifade etmede yetersizdir. Dolayısıyla onun tarifine yardımcı olmak için başa Elif ve Lâm getirilmiştir. Lâm harfinin şeddeli (çift) olması ise tarifte mübalağa içindir. Bunlara rağmen Zat’ın belirli olarak bilinmesi mümkün olmadı. Bu da, Allah isminin diğer isimlerden tamamen faklı olduğu göstermektedir.  Bu şekilde yaratıklar O’nu tanımada aciz kalmışlardır. Çünkü Allah Teâlâ anlaşılamaz ve asla tarif edilemez.

20 Kasım 2018 Salı

İncir ve zeytin kardeşliği.

Türkiye'de Ege kıyılarında, Marmara Bölgesi'nde ve Akdeniz Bölgesi'nde deniz kıyısında binlerce yıldan bu yana zeytin yetiştiriliyor, incir yetiştiriliyor. Ve bu iki ürün çok eski zamanlarda, bazen aynı bahçe içinde, bazen de birbirine çok yakın bahçelerde ekilirdi... 

Bu işlemin çok mantıklı ve çok faydalı bir yöntem olduğunu Anadolu topraklarında çok uzun yıllar yaşamış olan çiftçiler çok iyi biliyorlardı. Fakat, ne olduysa, bu ülkede yeni nesil, tecrübesi çok olan eski bilgili ve donanımlı nesille konuşmadılar. 

Sormadılar, öğrenmediler, daha iyisi var mı diye merak etmediler...

Zeytin ağacı ile incir ağaçları aynı dönemde meyve veriyor...

Bu dönem, zeytin ağaçları meyve vermeye başladığı zamanda, zeytin sineğinin üremeye başladığı zamanlardır. 

Zeytin sineğinin, zeytin ağaçları ve zeytin meyvesine zarar vereceği dönemlerde, iyice olgunlaşan incir ağaçlarının meyveleri bal dökmeye başlar... 

İncirin balı, zeytin sineğine o kadar cazip gelir ki, bu sinekler, İncir balının yoğun kokusundan dolayı, zeytin yerine incir meyvesini tercih ederler. 

Zeytinliklerdeki incir ağaçları tıpkı yüzlerce sayıda etkili paratonerler gibi zeytin sineklerini üzerine çeker. 

İncir balını büyük bir iştahla yiyen zeytin sinekleri, bir süre sonra zehirlenerek ölürler. Çünkü, incir balı yemenin ayarını bir türlü tutturamazlar, yedikçe daha çok yemek isterler... 

1924- 1926 yılları arasında yapılan ''Mübadele'' öncesinde Anadolu’nun Ege kıyılarında yaşayan Rumların her zeytin tarlasına mutlaka 8-10 tane incir ağacı dikmiş olmalarının nedeni de budur... 

Oysa bizim ülkemizde, özellikle yeni nesil zeytin üreticilerimizin bir çoğu bu eko sistem döngüsünü ve doğal tarım gerçeğini bilmedikleri için, zeytin bahçelerindeki yüzlerce incir ağacını sinek topluyor diye kesmişler ve odun yapmışlardır...



Mısır da doğum..

Mısır’da Hamile Bir Kadına Ait 3 Bin 700 Yıllık Mezar Bulundu

Mısır’da arkeologlar, karnındaki fetüs ile gömülmüş hamile bir kadına ait 3 bin 700 yıllık mezar buldu.

National Geographic’de yer alan habere göre, Mısır Tarihi Eserler Bakanlığı, geçen hafta, Asvan kenti yakınlarında İtalyan — Amerikan ortaklığında yapılan bir kazıda, hamile olarak gömülmüş bir kadın iskeleti ve pelvis bölgesinde baş aşağı pozisyonda duran fetüsün kalıntılarına ulaşıldığını duyurdu.

​Bakanlık, yapılan incelemelerde doğum sürecine girdiği anlaşılan ve 25 yaşında olduğu sanılan bir kadına ait iskeletin M.Ö. 1750 — 1550 yılları arasından kalma olduğunu açıkladı.

Araştırmacılar, fetüsün baş aşağı pozisyonda duruyor olmasının anne ve bebeğinin doğum sırasında ölmüş olabileceğine işaret ettiğini ve bulunan kalıntıların, antik dönemlerde gebelikte anne ölümleriyle ilgili ipuçlarını ortaya koyduğunu belirtti.Florida Üniversitesi’nden Profesör Sandra Wheeler, basına yaptığı açıklamada, o dönemden itibaren hala bir kadının içinde olan fetüsün keşfinin son derece nadir bir durum olduğunu dile getirdi.

Söz konusu keşfin, günümüzde olduğu gibi çok eski zamanlarda da gebelikte anne ölümlerinin görüldüğüne ilişkin bir bulgu olabileceğine işaret eden Wheeler, yumuşak dokuların varlığı olmadan iskeleti bulunan kadının ölüm nedenini kesin olarak belirlemenin imkansız olduğunu ifade etti.

Wheeler, annenin pelvis iskeletini oluşturan kemiklerde eğrilik olduğuna, bunun da kadının kritik gelişim yıllarında travma yaşadığının veya yetersiz beslendiğinin belirtisi olabileceğine dikkati çekerek, “Bu tür ipuçları, bize kadınların hayatlarını ve çocukluklarını anlatır” dedi.

Bazı araştırmacılar da kadının pelvisindeki kaymanın nedeninin geçirdiği bir kazaya ya da yaşamındaki sağlık sorunlarına bağlı olabileceği değerlendirmesinde bulundu.


Biraz tebessüm..


18 Kasım 2018 Pazar

Zehirlenmek.

Başkasının zhinsel kontrolüne girmek ,beynimize format attırıp zehirlenmek istediğimizin göstergesi.Format gerekli ama bu kendi düşünce ve yapınla ilgili.Zehirli düşğncelere format mutlaka gerekli ama bunuda yine senin kendi çabanla içsel bir şekilde tamamlaman gerekli..Bilgisayarın hard diskinde içerisinde birçok dosya vardır. Dosyanın içerisinde dosyalar vardır. Ama bilgisayara baktığımız zaman seçimini yaptığımız dosyanın o bölümünü görürüz. Yaşamda aynen böyledir.  Alemin içinde alemler vardır. Biz bilincimizle seçimini yaptığımız alemi (dosya) algılayarak varlığımızı sürdürürüz.

Dünyamızda da çeşit, çeşit yapıya sahip insanlar vardır. Her insan beyin programları gereği birbirinden farklıdır. Anlamıyor. Gerçeği göremiyor. Böyle bir şeyi nasıl yapar diye kızdığımız bu insanların beyni aynı bir bilgisayar gibidir. Hard diskinde bilgi olanlar, hard diski boş olanlar, hard diski virüslü olanlar vardır. 

Hard diski yetersiz olan veya virüslü olan bir bilgisayara kızmak, bağırıp çağırmak ne kadar anlamsızsa, anlatılanı anlamayan, yanlış değerlendirip, yanlış işler yapan bu insanlara da kızmak o kadar anlamsızdır. Onlara kızmak sadece bunun bilincinde olmayan insanın kendisine zarara verir. Onu yıpratır. Hasta eder. 

Bu kadar zeki, bu kadar tahsilli, aydın olup da bu kadar net olan gerçekleri nasıl göremez. Böyle bir şeyi nasıl yapar diye kızdığımız kendisine ve çevresine zarar veren bu insanlara ne kadar anlatırsanız anlatın bir türlü gerçekleri kabul ettiremezsiniz. Çünkü işletim sistemlerine virüs bulaşarak kontrolleri ele geçirilmiş bu kimseler yaptıklarının farkında değildirler.

İşin kötü tarafı maalesef işletim sistemlerine virüs bulaşmış bu kimseler toplumdaki imajları nedeni ile korunma kalkanı oluşturmamış "antivirüs" programına sahip olmayan kimselere de sahip oldukları virüsü bulaştırarak hızla çoğalmaktadırlar. Bu durum, çağımızın vebası, virüslü beyinleri oluşturmaktadır. 

Üst beyinleri ele geçirilmiş, bu kimseler her şeye duygusal yaklaşıp, çok kolay kandırılıp, kullanılabilen robot kitleleri oluştururlar. Bu gaflet içerisindeki insanlardan oluşmuş büyük çoğunluğa sahip kitleler, içlerine yerleştirilen az sayıdaki ihanet unsurlarınca kolaylıkla kontrol edilip, yönlendirilerek, kendi değerlerinin aksi yönünde kullanılırlar. Bu suretle, farkında olmadan kendi kendilerini köleleştirirler.

Bu yüzden kullandığımız sistemi iyi tanımamız ve seçimlerimizi bilinçli yapmamız lazımdır. Çünkü bilmediğimiz bir şeyi sağlıklı kullanıp, koruyamayız. Sistem içerisinde işletim sistemini ele geçirmeye yönelik kurgulanmış tuzaklar “virüsler”(yalan haberler, şüpheler, kompleksler, korkular, vb.) vardır. 

Çeşitli yayın kanalları yolu ile bilinçli bir şekilde kurgulanmış haber, dizi ve film ve oyunlar içerisine yerleştirilmiş "virüsler" toplumsal beyinleri hedef alan çağımızın en önemli silahları durumunda bulunmaktadır.  

Bunun son örneğide, doksanlı yılların popüler çocuk oyunu pokemondur. Günümüz gençliğinin sosyalleşme oyunu “Pokemon Go” olarak geri döndü. Daha doğrusu 20 - 25 sene öncesinin çocukları, bugünün ise yetişkin gençlerinin çocukluk döneminde beyinlerine kodlanan pokemon isimli virüs zamanı geldi ve bilinçaltındaki uykusundan uyandırıldı.

Sorgulaması, düşünmesi, okuması, öğrenip, muhakeme etmesi gereken en verimli çağındaki gençlik pokemon yakalama peşine düştü. Sokaklar elinde telefon, zihni pokemon yakalama amacı ile koyun gibi nereye çekerlerse oraya yönelip, oraya giden, nereye, nasıl gittiğinin farkında olmayan pokemon avcılarıyla doldu. 

Sokaklarda herkes aynı hareketi yapıyor, insanlar robotlaşmış gibi. Bedava dahil olunduğu zannedilen bu sisteme girmek ile acaba karşılığında farkında olmadan insanlardan ne alındığının, kime, hangi sisteme, farkında olmadan ne gönderildiğinin farkında mıyız?.. Ataların dediği gibi “Bedava peynir, sadece fare kapanında olandır.”  

Virüslü bu dosyaları açmamak lazımdır. Bu dosyaları açtığınız anda virüs fark ettirmeden kişiyi istediği şekilde yönlendirmekte, kontrolü ele geçirmekte, zaman içerisinde kişide düşünen, karar veren “irade” o olmaktadır. Onun için korunmak, sağlam dosyaları açmak, sağlam yoldan gitmek gerekir.

İçerisinde bulunduğumuz bilişim çağının oluşturduğu farkındalığı değerlendirip, düşünce kalıplarını yenileyebilen insan için içerisinde bulunduğu sistemi anlayıp, bilerek kullanmak sureti ile daha iyi bir yaşam oluşturma şansı bulunmaktadır.