Antik Mısır’da Din ve Büyü: Başka Dünyaların Güçleriyle Savaşmak – Bölüm 1
Antik Mısırlılar büyü çalışmalarını el üstünde tuttular ve neredeyse yaşamlarının her tarafında çeşitli amaçlar için kullandılar. Dünya görüşleri sadece bu dünyada olanlarla kısıtlı değildi...
Büyünün Gelişi ve Önemi
Büyü, onların adlandırdığı biçimiyle Heka, antik Mısırlıların buradaki ve ahiretteki yaşamları üzerinde çok önemli bir rol oynadı. Her ne kadar Roma dönemine kadar hala büyüye Heka dense bile, tam olarak kesin bir tanımı yok. Bu yüzden bilginler terimi insan formunda ilahi bir varlığın belirtilerinin gözlemlenebilmesini sağlayan doğal bir güç olarak tanımlıyorlar. Heka’nın teolojik gösterimi Eski Krallık zamanlarına kadar bile dayanan mezar ve tapınak resimlerinde de kendini gösteriyor. Tanrı Heka nemes takmış sakallı bir figür olarak güneş gemisinin tayfası arasında görülür, aynı zamanda M.Ö. 1000 yılından beri de bir hiyeroglif şeklinde görülebilir. Eski bir kraliyet ahiti olan Merikare’ye Öğütler (M.Ö. 2025-1700), Heka’nın cömert Yaratıcı (güneş tanrısı) tarafından tehlikeli durumların etkilerini savmak için gönderilmiş bir armağan olduğunu söyler.
Beşinci hanedandan Firavun Sahure’nin cenaze tapınağında Heka krala adaklarını sunmak isteyen bölgesel tanrıların tören alayının başında durur. Heka hakkında eski bir açıklamaya göre Heka işaretleri kutsar. Orta Krallık’tan kalma lahitte bulunan “Tanrı Heka olmak” başlıklı cenaze büyüsü 261’de der ki: “Ben ki her şeyin efendisinin ikilikten önce yarattığı varlık, ben ki Dokuz Tanrıya can veren, çünkü siz tanrılar henüz ortada yokken evren bana aitti. Siz sonradan geldiniz, çünkü ben tanrı Heka’yım.” Sonraki dönemlerden bulunan belgelerde ve Batlamyos’a ait Dendera, Edfu, Kom Ombos ve Philae tapınaklarında; Heka güneş tanrısı Ra’nın 14 kişiliğinden biri olarak gösteriliyor. Bu fikir Orta Krallık Kefen Yazıtlarında da söyleniyordu.
Eski Mısır bilimcileri ve antropologlar uzun süre neden büyünün antik Mısır toplumunu bu kadar çok etkilediğini araştırdı. Bazı uzmanlar büyünün dinin bozulmuş veya ilkel bir hali olduğunu, bu nedenle de dindar ritüeller içermeyen gayri meşru ve kötücül bir aktivite olduğunu iddia ederken bazıları buna şiddetle karşı çıkıyor. Dr Emily Teeter, “Mısırlıların büyüyle alakalı şöhretine rağmen, bilginler antik Mısırlılarda büyünün neyden oluştuğu hakkında ve özellikle büyü ve dinin arasındaki çizgiyi nerede çekeceklerine dair bir anlaşmazlığa düşerler”, diyor.
Prof Joann Fletcher bu konuda, “Bence bu tamamen modern terminolojiyle alakalı – modern Batı’da kesinlikle hala ‘din’ kelimesi bazı aktiviteleri geçerli kılıp belli bir otoriteye sahip olmalarını sağlıyor. Bir taraftan da ‘büyü’ kelimesi toplumun bastırmak istediği aktiviteler için kullanılıyor. Ancak antik Mısırlılar için çoğu zaman iki kelime de aynı şeyi ifade ediyor,” diyor. Böylelikle, bir rahip ya da büyücü tanrıları kendi isteğini gerçekleştirmesi için ikna edebilirdi. Dr Bob Brier ise bu konuda “Bence büyünün dinden önce geldiği konusunda bir şüphe yok, bu yüzden büyü kesinlikle dinin bozulmuş bir versiyonu olamaz,” diyor.
Antropolog Winifrid Blackman tarafından yapılan günümüzde Mısır’ın kırsallarındaki kasaba hayatını konu edinen inceleme fellahinlerin (köylülerin) de komplike inançlara sahip olduğunu gösterdi. Köylüler küçük gelirlerinin şaşırtıcı şekilde büyük bir kısmını büyüler, muskalar ve ritüeller için büyü alanında uzmanlaşmış özel kadın ve erkeklere harcadılar. Antik Mısır’da da, her topluluk büyü alanında özel yetenekleri olan birini bulundururdu. Büyünün albenisi iki sebepten ötürüydü: kişinin sorunlarını dile getiriyordu ve en çaresiz durumlarda bile bir umut veriyordu. Bu nedenle Sir Alan Gardiner bu Mısır büyü geleneğini “kişisel din” olarak tanımladı. Polonyalı Bronislaw Malinowski ise terimi “ritüelleştirilmiş iyimserlik” olarak sınıflandırdı. Aralarından en iyi tanım ise büyük ihtimalle Sir Wallis Budge’ın yaptığı “dinin cariyesi” tanımıdır.
Prof Fletcher çoğu şehrin tahribi nedeniyle büyünün toplumsal ve kişisel etkisini belirlemenin zor olduğunu söyledi. “Resmi bir şekilde tapınaklarda yapılan ve evde yapılan kişisel ritüelleri direkt olarak karşılaştırmak zor, çünkü elimizdeki bulgular oldukça tek taraflı. Fiziksel açıdan, çoğu kerpiç ev yok oldu; buna rağmen taş işlemelerine büyüler yazılmış sayısız tapınak günümüze kadar gelebildi. Ki bu tapınaklar nüfusun sadece okuma yazma bilen soylulardan, katiplerden ve rahiplerden oluşan %1’lik kısmına açıktı. Nüfusun geri kalanı büyüleri kelimesi kelimesine ezberlemek zorundaydı. Yapabildiğimiz tek şey elimizdeki bulgularla – maskeler, figürler, muskalar – büyünün günlük hayattaki formuna dair fikirler yürütmek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder