Kadınlarımız bizim toplumsal aynamızdır.Ayna ne kadar temizse bizde okadarız.Kadına değer veren halk daima ilerlemiştir..
Dayağın dili kültürü veya sınıfı yoktur,ayırmaz o acı canlıları ki:( biz insan olarak var olan bu dünyada bütün canlılara eziyet ediyoruz,)Toplumsal yaradır kadının dayak yemesi.Bir erkek bir kadını dövdüğünde o erkeğin ne kadar cahil olduğu ortaya çıkar.Sevmeye bilirsin ayrıl veya boşan.Ama dövmek öldürmek bu tamamen vahşi bir içgüdüdür.Cahilliktir.Beynin kapasitesinin iflasıdır.
Kadın ağladığında yaratılmış veya yaratılacak olan bütün kainat ağlar.Çünki Allah ona kendi esması olan Rahim ismini vermiştir.Benim gözümde hiç bir canlıya heleki bir kadına el kaldırmak kitabımda yoktur.Ma hemcinslerim (erkekler) bunu anlayamadılar.Gelelim yaşanmış olan bir olaya:
El bebek gül bebek büyütülen ben, aynanın karşısına geçip bugün, yediğim ilk koca dayağından sonra gözümün altında biriken morluğu okşadım usulca. En sevdiğim renk mor olmakla beraber, bir daha mor bir elbise giymeyeceğim belki de. Bir kadın, mesela en sevdiği renge küsüyorsa, annesi değil, bir fahişe avutabilir onu.
Karşı komşum Sedef bir fahişe. Kapımı çaldı bu sabah. Açtım.Tuttu elimden. “”Gel canımın içi” deyip kendi evine aldı beni. Terlik bile yoktu ayağımda, o da terliksizdi. Benim morluğum gözümün altındaydı, onun morluğu her yanında, -ayakları da dahil-. Dedi ki,“o herif seni çok fena dövdü dün gece değil mi Zarife?” Yutkundum, “ah, sarılayım sana” dedi. Akıp gittim Sedef`in kollarının arasından kucağına. Dövülürken ağlamamıştım; bir dost kucağında küçücük bir su birikintisi oluverdim bir anda. Kolonya tuttu bana Sedef, kahve pişirdi. Suskunluğumuzu dinledik birbirimizin. İki kadın, birbirinin suskunluğunu dinliyorsa, yaralı kadınlarla doludur ruhları, - ben bugün bunu öğrendim. –
Yarım saat geçmedi, arkadaşları geldi Sedef`in; Hatice, Bahar ve Güler. “Sana geldik Zarife” dediler, “geçmiş olsuna geldik canım benim.” “Beni tanımıyorsunuz ki” dedim. “Sedef`in canı, bizim de canımızdır “ dediler. Bir sarılışları vardı bana, sanki annem sarılıyormuş gibi. Bir bilseniz, nasıl utandım o tedirginliğimden. Hatice genelevde çalışıyormuş. Bahar, müşterileriyle otel odalarında ilgilenirken, Güler ise gece on birden sabah altıya kadar bir pavyonda ömür çürütüyormuş. Hatice melemen yaptı hikâyesini anlatırken. Ara ara lafa karışan Bahar çay demlerken, Güler sofrayı kurup , “ne bize acı, ne de kendine acı güzel bacım” diye bana nasihat etti.
Göz göze geldik Sedef`le. “Kaç aydır karşı karşıya oturuyoruz, yalnızca selamlaştık seninle” dedim. “Sen beni kınadın Zarife, oysa benim canımsın” dedi. “Kınamadım” dedim. “Şimdi kınamıyorsun, evet; ama hep kınadın beni, hissettim ben” dedi kederle. “Kınamadım aslında” derken, boğazım öyle düğümlendi ki. Yanı başıma sokulup saçlarımı okşadı Sedef. O anda ne geldi aklıma biliyor musunuz; kimse bana şefkatle dokunmamıştı aylardır, kocam bile. Bir gün, bir sokak köpeği patisini uzatmıştı avucuma; ah, bir sokak köpeğinin şefkati süzülüvermişti avucumdan ruhuma…
Boşala boşala ağladım, “ağlama” demediler. Teskin edici hiçbir söz de söylemediler bana. Tuttular birbirlerinin elinden. Dedim ki, “ben de tutmak isterim elinizden, hepiniz canımsınız.” Ben, Sedef, Hatice, Bahar ve Güler; beş renk olduk, beş tını, beş sızı ve solgunluk. “Anlat” dediler, “kocanı anlat.” “Bilemezdim” dedim, “sevmiştim o adamı…” Resimler yaptık gün boyu, hiçbirimizin resim becerisi yokken. Şarkılar söyledik, içimizi döktük ve masallar uydurduk birbirimize.
Sedef pencereyi açtı birdenbire. “Seslenelim gökyüzüne doğru; yaralı kadınların kırılgan sesleri dolaşsın gökyüzünde ”dedi. Sedef konuştu ilk. “Sevişirken, bir kez olsun uçurtma uçuramayışım geliyor aklıma. Çok isterdim uçurtma uçurmayı. Özlemlerimi düşünürken, üzerimdeki adamların canımı yakışını hissetmiyorum...” “Sarımsaktan nefret ediyorum” dedi Hatice. “Ağızları sarımsak kokarken, benim onları memnun etmemi bekliyorlar. Oysa annemin sarımsak soslu makarnasını ne çok severdim...” Bahar, “sevişmek istemiyorum” dedi, “kitaplar gibi kokmak istiyorum ve kokumun sindiği kitapları okumak istiyorum çocuklara, kedilere ve körlere.” Güler, “sevişmeyeceğim cennete girersem; gidip cehennemdeki çocuklarla ilgileneceğim “dedi. Ben geçtim pencerenin önüne en son. Gökyüzünü seyrederken annemi gördüm bulutların arasından. “Anne” dedim, susuverdim. “Bilemezdin kızım” dedi, “sevmiştin o adamı…” “Ben çok yoruldum, sizinki gibi bir evliliğim olsaydı keşke” dedim. “Babanın bana ilk hediyesi çizgili bir dosya kağıdına yazdığı mektuptu Zarife” dedi annem. “İkinci hediyesi neydi?” dedim. “Kendi yaptığı bir kartpostaldı” dedi. “Nice hediyesi oldu babanın. Benim ona ilk hediyem bir çift çoraptı. Sonra, iki yüz elli gramlık bir kahve aldım ona. “Bana kahve pişirirsin belki” dedim. Ertesi gün oturduğu öğrenci evine davet etti beni baban. “Kahvenizi nasıl alırsınız hanımefendi?” diye sordu gülümseyerek. Kahve fincanları yokmuş yazık; çay bardağında içtim babanın bana pişirdiği ilk orta şekerli kahveyi.” Gülümsedim. “Mutsuzsun, gel yanımıza kızım” dedi annem. “Kendi yolumda gideceğim” dedim anneme; “senin gibi, babam gibi, nice güzel canlar gibi kendi yolumda yürüyeceğim” Dalgın dalgın baktı bana. “Duyuyor musunuz?” dedim kızlara. “Annenle konuşuyorsun değil mi?” dediler, “ama neler söylediğinizi duymuyoruz. “ Ah, muhteşem bir büyüydü annemle konuşmam…
El bebek gül bebek büyütülen ben, aynanın karşısına geçip bugün, yediğim ilk koca dayağından sonra gözümün altında biriken morluğu okşadım usulca. Ben bugün kadın olduğumu anladım fahişe dostlarımın arasında.
Girdim eve gecenin on birinde. Çıplak ayaklarıma bakıp bağırdı kocam, “ne bu halin, neredesin sen?” “Hele bir daha vur” dedim fısıltıyla, “hele bir daha dene sıkıysa!” “Kim verdi sana bu cesareti?” dedi şaşkınlıkla. Demedim bir şey, banyoya geçtim.
Aynanın karşısında seyrettim kendimi. Bir saat, iki saat, üç saat… Saatlerce seyrettim kendimi. Annemin ve babamın beni bir kez olsun incitmeyişini düşündüm. Sedef`e olan önyargılarımı düşündüm ve Sedef`in özlemlerini. Hatice`nin içine akıttığı gözyaşlarını, Bahar`ın yara bere içindeki teninden serpilen kitap kokusunu, Güler`in, “ne kendine acı güzel bacım ne de bize” deyişlerini…
Ruhumu seyrettim aynada, nice yorgun, ölgün, tutunamamış kadının kanayan ruhlarını. “Sen benim aynamsın” dedim aynaya,” sen Zarife`nin aynası…” ”Canımsın” dedi aynam, “gittiğin her yere götüreceksin beni, yollarda dinecek ruhunun sızısı…” “Dinsin lütfen, çok sızlıyor ruhum” dedim. “Hiç çalışmayan sen, sekreterlik yapacaksın ilk önce” dedi. “Yaparım” dedim. “Sonra, kasiyer olacaksın çalışacaksın” dedi. “Çalışırım dedim. “Bakıcısı olacaksın huysuz bir ihtiyarın” dedi. “Olurum” dedim. “Bir adamı seveceksin ve sana ilk hediyesi çizgili bir dosya kağıdına yazdığı mektup olacak” dedi. Doluverdi gözlerim; dedim ki, “ah, şimdi babamı daha çok özledim...”
Banyonun kilitli kapısını yumrukladı kocam. Açtım kapıyı, yanı başından geçip giderken, sıktı kolumu acıtırcasına, “derdin ne lan senin!” dedi öfkeyle. Göz altımdaki morluğu gösterdim. “En sevdiğim renge küstüm senin yüzünden” dedim. Bakakaldı morluğa öylece. “Özür dilerim” dedi. Yatak odasına girdim. Bavulumu hazırlamaya başladım. “Gitme” dedi. “Bu evde bana ait bir koku vardı, artık yok” dedim. “Nasıl yani?” dedi. “Senin de kokun yok artık” dedim ve yine fısıldayarak, “hele bir daha vur sıkıysa, sen beni dövebilirsin ama ben seni öldürürüm!” dedim. “Sen hanım hanımcıktın, ne oldu sana böyle?” derken sesi titriyordu. “Bugünüm güzel geçti” dedim gayet sakin,“kendimi buldum ve anne babamı daha iyi duyumsadım fahişelerin arasında…”
Yollara düşeceğim, üzerimde annemin mor hırkası; kavuşmak için annem gibi içtenliklere, babam gibi inceliklere ve fahişe dostlarım gibi incitilmişlere…
Şarkılar söyleyerek yürürken gökyüzüne bakacağım bir gece yarısı; bir elimde babamdan yadigar tahta bir bavul, bir elimde Zarife`nin aynası…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder