31 Aralık 2017 Pazar

Hz. Ali aşk.

“Aşk kıskançlığıyla utanmaz, yüzü pek bir hale geldim;
horlandım, usanca düştüm; huyum kötüleşti…
Hayır hayır; aşktandım, aşka aşığım ben;
Arslanıma şaşılacak bir ceylan oldum gitti.”
İşin ihlasını Hazreti Ali’den öğren! Bil ki, Tanrı arslanı hileden hasetten tamamıyla temizdir.
Hazreti Ali, gazada bir pehlivana galip geldi. Hemen kılıcını çekerek hasmına hücum etti.
Hasmı ise bütün Peygamberlerin, bütün Velilerin iftiharı Cenab-ı Ali’nin yüzüne tükürdü.
O, öyle bir yüze tükürdü ki, ayın yüzü, secde yerine baş koyacağı zaman, o yüzün önünde secde eder.
Onun tükürmesiyle Cenab-ı Ali, derhal elindeki kılıcı yere attı ve başladığı gazadan vazgeçti.
Hasmı, Cenab-ı Ali’nin bu hareketine ve yersiz gösterdiği af ve merhametine hayran oldu.
O mübariz (savaşan) dedi ki:
“Ey kanadı Allah’ın nuru ile parıldayan! Ey Şaha ve Şahın bileğine alışkın olan, Doğan! Bu sırrı açık söyle. Ey Şah-ı Hakiki’nin Anka tutan Doğan’ı! Ey orduları, ordusuz tek başına ezip geçen kahraman! Sen kendin, yüz binlerce ümmetsin. Bu naçiz kul, senin yüksek himmet Doğan’ına avlanmıştır. Açık söyle. Kahır yerinde gösterdiğin bu rahmet nedir? Ejderhaya fırsat elini vermek kimin yoludur? Hangi yiğidin işidir?”
Hakk Kur’an’da: “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah, muhakkak ki, bütün günahları mağfiret eder.” Ayetiyle mademki ümitsizliğin boynunu vurmuştur. Şu halde günah taat gibidir.
Şeytan uğraşır ki, insan bir günah işlesin de, o günah yüzünden kuyuya düşsün.
Şeytan, insanın işlediği günahın taate çevrildiğini görünce; bu an, Şeytan için üzüntülü, mübarek olmaz bir an olur.
Cenab-ı Ali dedi ki: “Ey pehlivan. Beri gel! Ben sana kapı açtım. İçeri gel, ilim şehrine gir. Sen benim yüzüme tükürdün, ben sana hediye verdim. Bana eza edene, ben böyle hediyeler verirsem, bana sol ayağıyla gelenin, muhalefet edenin, önüne nasıl baş korum? Onu hilmimle nasıl karşılarım? Bana karşı vefakar olanlara ise ne vereceğimi, artık sen bundan kıyas et de anla. Bil ki, onlara, ebedi hazineler, zevalsiz mülkler ihsan ederim.” (*)
Senden eyler intişar afaka feyz-i Ahmedi,
Senden almış nur-ı irfanı Efendim, her Velî!
Merhamet et Şahsın, ey rahmeten lil alemin.
Nur-ı Hakk, Sakı-i Kevser, Dinim, İmanım Ali! 
 Zumer Suresi,39.Sure/53.Ayet
Hasan Çıkar Dede – 

Bilincin devinimi..

Gözünüz herşeye hayat verendir . Varoluştaki her molekülün ardında farkındalık (awareness) olmalıdır . Aksi takdirde evren , hareketsiz gazların ve sönmüş yıldızların tesadüfi bir dönüşü ; yaradılışın ilk tohumu için çırpınan bir boşluk olurdu. 
Zeka olmadan hayat olmaz, sadece hareket olur. 
Pencereden dışarıya her bakışınızla, hayatın tohumunu yaradılışa bırakırsınız. 

Rüya görürken hatta rüyasız uykuda bile , tanık uyumaz . İşte bu yüzden tanığın görmek için gözlere ihtiyacı yoktur. 
Bu çok sihirli birşey gibi görünür . Göz , görmenin temel organı değil midir ? Göreli dünyada görebildiğimiz , duyabildiğimiz , dokunabildiğimiz herşeyin temeli ENERJİ VE BİLGİYE dayanır . Her atom bu iki öğeye ayrılabilir . Hayatın bu muhteşem düzenini sağlamak için başka bir güce ihtiyaç vardır , ZEKA . Zeka evreni bir arada tutan zamktır. Kişi kendi iç gözüyle " bu zekanın ta kendisi " olduğunu bilir . En derin anlamıyla görme , uykudayken , rüya görüyorken de gerçekleşebilir .Çünkü görmek demek evrensel zekanın farkında olmak demektir. Tam bir tanık olduğumuzda herşey anlaşılır.

Eğer dünyayı görünür kılan görme olayı ise , Görmeyi yaratan kim veya nedir ?
Göz birşeyi görmeden önce gözü kim gördü ?
Cevap ; Farkındalıktır.
Gözün ardındaki gören Bilen , bilincin kendisidir. Algılarımızı yaratır ki onlarda çevremizdeki herşeyi yaratabilsin.
Deepah Chopra- Büyücünün Yolu kitabından alıntıdır.


30 Aralık 2017 Cumartesi

Ruh ve evren..

Güneş Sistemi 

Güneş sistemi ruh için bir deneyimler döngüsüdür. Gezegenlere karşılık gelecek şekilde bunun tam sekiz boyutu vardır: Gezegenler, bu boyutlar için birer odak noktasını temsil ediyorlar. Bir başka deyişle, her boyutun maddi alemdeki görüntüsü farklı olsa da boyutlar kendilerini bu şekilde ifade eden ve gerçekleşen çevre ortamlarıdır. Biz üçüncü boyutta bulunuyoruz ve burası tüm sistem için adeta bir laboratuar gibidir. Çünkü özgür irade sadece burada tam anlamıyla belirleyici olmaktadır. Diğer gezegen ya da boyutlarda, ruhun uygun dersleri alıp almadığını görmek için ruh üzerine uygulanan belirli denetim düzeni bulunuyor.

Eğer yeterince gelişmişse ruh bu denetimi kendisi yapar. Çünkü bu boyutta beden terk edildikten ve bilinçli yaşamın bilgisi bilinçaltına kaydedildikten sonra ikisi arasında bulunan peçe kalkmaktadır.

Gördüğünüz gibi bilinçaltı bu sistemde ve yıldızları da kapsayan diğer tüm sistemlerde ruh tarafından yaşanmış tüm kayıtları içeriyor. Bu, bizim Kayıt Meleği tarafından tutulduğunu düşündüğümüz kayıtlardır. Bu, bizim ruh olarak yaşadıklarımızın öyküsüdür. Tanrı’nın bir parçası olan ve bize yaşam boyu bireyliğimizle birlikte armağan edilen ruh, bir bakıma Tanrı’dan ayrı olan varoluşumuz demektir. Bizim sorunumuz bireyliğimizi kusursuz duruma getirerek Tanrı’ya geri dönmektir. Ruh ve can ya da bireyliğimiz Tanrıyla işte böyle bağlantılıdır.”

Yaşadığımız diğer gezegen ya da boyutlardan kaynaklanan astrolojik etkiler, oralarda edindiğimiz deneyime ve sorunlarımızla nasıl başa çıktığımıza bağlı olarak iyi ya da kötü, zayıf ya da güçlü olabiliyor.

Yıldızlar bizim yaşayacağımız şeyleri değil, ruhun yaşam kalıplarını simgeliyor. On iki zodyak burcu, ruhun yeryüzüne girerken seçtiği on iki yaşam kalıbını göstermektedir.

Edgar Cayce



Uyandırılmış benlik.,

Aslan İster Bir Nişane 🤚
Ali'nin Aslanı ve Ali'nin kılıcı ile şakti ve sekmet arasındaki bağ
Kundalini, benzetme olarak omuriliğin/belkemiğinin dibi olan kuyruk sokumunda yedi sayısının yarısına eşit olan '3,5' kez kıvrılarak uyuyan bir 'ateş yılan' şeklinde tarif edilmektedir. Kundalini kelimesi köken olarak spiral anlamına gelen 'kunda' kelimesinden türemiştir. Zira Kundalini enerjisi, uyarıldığında spiral şeklinde, yılan gibi hareket ederek yükselir. Kadim Kundalini öğretisinin batıni boyutu, Kundalini'yi tanrısal veya Tanrı'nın gücü olarak görür. 
Bu kadim öğreti diğer kadim uygarlıklarda da 'Yılanın gücü', 'Ateş yılanı' olarak simgelenmiştir. 
Eski Mısır öğretisindeki simgelerinden birisi 'Tanrıça Sekhmet'ttir, "Sekine" isminin kadim etimolojik kökeni bu sırra dayanmaktadır. 
Yıkım ve savaşın dişi aslan suretinde tasvir edilmiş tanrıçasıdır. Tanrıça Hathor'un diğer kimliği olduğu da söylenir. İda nadi'nin tam gücünün simgesidir. 
Doğu öğretisinde 'Tanrıça Kali' ve dişil enerji 'Şakti'ye tekabül eder. 
Tantrik Yoga yazıtlarında 'Kundalini şakti' olarak anılmakta, öğreti olarak bilinen yazılı köken bu metinlerden gelmektedir. Bu isim de omuriliği sardığından, kavrama hareketinden hareketle 'kundalini/kundala', 'sarılmış' anlamında kullanılmaktadır. 
Şiva ve Şakti karşılıklı iki güçlü, pozitif/aktif ve negatif/pasif kutuplardır. Şiva denilen güç, özünde eril ve durgundur. Şakti denilen güç ise özünde faal ve dinamiktir ve Şiva'nın itici gücüdür. 
Şakti, Şiva'dan çıkar ve sonsuz kainat olarak tercüme olunur. O da, Kuran'da "Errahmanirahim", yani "Rahim olan Rahman Rabb"e denk gelmektedir. 
Arapça olmayan Rahman,
Hint öğretisinden alınma "Brahman" dır. 
İlk evrensel prensip olarak iki güçle yaratan, yani "Rahman ve Rahim"in birleşmesinden doğan "Rabb" anlamındadır. 
"Sekine" veya 'Şakti ', Eski Mısır'da Tanrıça İsis (Esi) olarak isimlenir. İsis, aynı zamanda "Hathor" inek, yani 'süt emziren ana tanrıçadır!' 🐮 🍼
Evrensel 'Ana', yani dişil prensibin yeryüzündeki simgesi meme ve süttür. Süt, batıni ruhsal ilimde 'tanrısal ilim, hikmet' anlamına gelir. Bu gerçeği bir perde daha açarsak o, "Sekine"nin açığa çıkacağı kişideki faaliyetine işaret eder. Kısaca özetlenmesi gerekirse buna da 'göksel (tanrısal anlamda) veya ruhsal emzirme' denir. Bu emzirmeyle işaret edilen eylem, Kundalini gücündeki şaktinin titeşimlerinin yavaş yavaş yükselip tepeye (baş) tırmanarak eşi olan eril kutup, yani ruh ile birleşme hareketine, böylece de uyanmaya başlamasıdır. Tanrısal dişil enerji uyanma eğilimine girdiğinde bilin ki kişiye ait ruhsal değişim de başlamıştır. Bu uyanış, kişinin ruhsal titreşimlerine, yani kazandığı ruhsallık basamağına göre kendini belli ederek gösterecektir. 


Venüs..

"Üst ben binmeden “Ref ref” denen bu uçan ata,
Çıkamaz Miraç yapmak için yedinci kata!
Eşim ve ben bir bütün, ayrılamaz ikiziz!
RÛH ikimizin adı!
Onu bulandır aziz! 
Merkür’ün ismi ‘Hermes!’ Venüs’ün ki ‘Afrodit!’ 

Yâni ortak adımız olmuştur ‘Hermafrodit!’ 
Bu yüzden rûh, hem erkek!
Hem dişi bir kelime!"

29 Aralık 2017 Cuma

Çiçekler açsın..

Bütün yıldızların parladığını duyarım içimde
Bir sel gibi dolar dünya hayatıma
Gövdemde çiçekler açar
Gönlümde toprağın ve suyun bütün gençliği tüter bir tütsü gibi
Ve seslendirir bir kaval gibi bütün nesnelerin soluğu düşüncelerimi

Rabindranath Tagore


Gülmek..

Soruyor sevgilim: 
gökyüzü ile benim aramdaki fark ne? 
aranızdaki fark şöyle ki 
bir gülsen sevgilim 
aklımda ne yer kalır ne gök 

Sema..

“Gizem Bahçesi” adlı şiirinde sufî mistiği Mahmut Şabistan, 
şöyle diyor: 
Bilin dünyanın baştan ayağa bir ayna olduğunu, 
Vardır atomda yüzlerce parlayan güneş. 
Yararsan bir su damlasının kalbini, 
Çıkar ondan yüzlerce saf okyanus. 
Gözünün bebeğidir gökyüzü. 
Bir tahıl tanesi kadar küçük olsa da gönlün, 
Yeridir orası, her iki dünyanın Rab’binin


28 Aralık 2017 Perşembe

Önyargı ve psişik olmak.

" Varoluşun sadece fiziksel olabileceğini varsaymak neredeyse abes bir önyargıdır. Aslında,yakın bilgisine sahip olduğumuz tek var olma türü psişiktir. Aksine, fiziksel varlığın sadece bir çıkarsama olduğunu da söyleyebiliriz çünkü bu maddeyi şu ana kadar sadece duyular tarafından ortaya çıkarılan psişik imgeler olarak algılıyorduk "  

Carl Gustave Jung


Son yemek..

"İyi ve Kötü'nün Yüzü Aynıdır!.." 

[Paulo Coelho]

Leonardo da Vinci "Son Akşam Yemeği" isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı. İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı. Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı.

Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.

Aradan 3 yıl geçti. "Son Akşam Yemeği" neredeyse tamamlanmıştı ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı.

Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı. Günlerce aradıktan sonra Leonardo, vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo, yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.

Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo, adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu. Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.

Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:

- Ben bu resmi daha önce gördüm.

"Ne zaman?" diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.

"Üç yıl önce" dedi adam, "Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti"


İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır. 

Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...

(Da Vinci tarafından yoğun biçimde kullanılan altın oranı gösteren "Son Akşam Yemeği"

 “The Last Supper”resmi) —

Yaşayan canlılar..


Ağaçlar zamanın tanıklarıdır..

Yaşam ağaçlarınızla konuşun.Dinler onlarcası sizi siz anlatmazsanız bile on'lar hal canlarıdır.Nice sırlar saklıdır içlerinde hiç birinide kendileri için kullanmazlar Verdiğiniz sırları..

Ağaçlar kutsal varlıklardır. Onlarla konuşmasını, onları işitmesini bilen, gerçeği de yakalar. Onlar öğretiler ya dahazır reçeteler öğütlemezler, onlar bireyi dikkate almadan, yaşamın en eski yasasını vaaz ederler. Bir ağaç şöyle diyor: İçimde bir öz, bir kıvılcım, bir düşünce saklı, ben ölümsüz yaşamın yaşamıyım. Ölümsüz doga ananın, benimle gerçekleştirmeyi göze aldığı deneyim ve oğul verme çabasının eşi benzeri yoktur. Benim kalıbım ve derimin damarlarının da eşi benzeri yok, doruğumdaki en küçük yaprak oyunu ve kabugumdaki en küçük yara bile benzersiz. Görevim, böylesine belirgin olan bu benzersizlikte sonsuzu yaratmak ve göstermektir.
Bir ağaç şöyle diyor: Gücüm güvenden gelir. Babalarımı bilmiyorum, her yıl benden doğan binlerce çocuğumu da tanımıyorum. Tohumlarımın gizini sonsuza dek taşıyacağım, tek düşüncem bu. Tanrı'nın içimde olduğuna güveniyorum. Görevimin kutsallığına güveniyorum. Bu güvenle yaşıyorum.


27 Aralık 2017 Çarşamba

Bilinç ve psişik olmak..

“(…) Bilinçdışı, psişik yaşantının genel alt yapısı olarak anlaşılmalıdır. 

Bilinçdışı, bilincin küçük dairesini kuşatan, dana geniş dairedir. 

Her bilinçli hususun, bilinçdışında bir ön aşaması vardır. 

Bilinçdışı bu aşamada kalıp, yine de psişik performansın tam değerini ortaya koyabilir. 

Bilinçdışı, asıl gerçek psişik husustur (…) 

Duyu organlarımızla dış dünya nasıl eksik aktarılabiliyorsa, 

bilince ait verilerle de bilinçdışı o kadar eksik aktarılır 

(Freud 2003:421/ Rüya Yorumları II. cildi ” 

Nokta'yı bilmek.

"Noktanın sonsuzluğu ve insan

Kuantum mekaniği alanına girince, nokta’nın taşıdığı sırlar üzerinde de düşünüp konuşmak kaçınılmaz oluyor. Neden? 

Çünkü içinde bulunduğumuz âlem / kainat, bundan yaklaşık 13,7 milyar yıl önce, bir noktacık halinde belirerek başlamıştı. 

Nokta ne demektir ona da bakalım: Nokta’nın bir çok anlamı var... 

Geometrideki anlamı şöyle:

“ Üç boyutun (uzunluk, genişlik ve yüksekliğin) hiç birinin kendinde olmadığı varlık, noktadır...”

Çok boyutlu âlem (evren) hiçlikte beliren bir nokta ile ( Big-Bang / Büyük Patlama anında) başlamıştır. Nokta’nın boyutsuz olması derin sırlar ve anlamlarla yüklüdür... 

O çember şeklindeki yerde, yani noktada; küreler ve zerreler aleminin tüm boyutları ve varlıkları bir aradadır... 

Zaman diye adlandırdığımız boyut da o çemberin içindedir ve o iç içe daireler oluşturan sarmalın katmanlarıyla birliktedir. 

Hz. Mevlana Celadettini Rumi’nin bilgelik ve gönül yoldaşı Şemsi Tebrizi 14. yüzyıldan günümüze seslenerek bu gerçekliği şöyle ifadeye almış:  

“ Alemler, tüm boyut ve katmanları ile insanda mevcuttur...” 

İnsanı tanımlarken ona “mikrokosmoz / küçük kainat” denmesinin sebebi de budur. 

Yani, nokta hangi boyutları çemberinin içinde taşıyorsa, mikrokosmoz olan insanda da onların hepsi mevcuttur "

Yaşamın kaynağı.

"Hayat piyano gibidir; 
Beyaz tuşlar mutluluğu 
ve siyah tuşlar hüznü temsil eder. 
Ancak hayatın yolculuğuna çıkarken, 
siyah tuşların da müzik oluşturduğunu unutmayın. 

26 Aralık 2017 Salı

Zıtlıklar ..

ENANTİODROMİA (Kutupluluk)

Evrendeki kutupluluk ve denge yasaları icabı, zıta yönelen herhangi bir güç, kaçınılmaz olarak kendi karşıtını doğurur. Çünkü denge, ancak böyle kurulur. 

Meselenin özünde, telaffuzu güç Yunanca bir kelimeyle izah edilen çok önemli bir yasa var: Enantiodromia. 

'Enatio' (karşı koymak, karşısında durmak) ve 'dromia' (koşmak) sözcüklerinden terkip edilmiş bu kelime, bir yöne gidildiğinde, buna karşıt bir hareketin kendiliğinden oluştuğunu anlatmak için ilk kez filozof Heraclitus tarafından kullanılmıştır

"Yukarıya çıkış ve aşağıya iniş bir ve aynıdır," diyerek epeyce insanın kafasını karıştırdığını tahmin ettiğimiz Heraclitus, asla görmezden gelemeyeceğimiz bu kozmik yasayı ne güzel kavramış.

" Kutupluluk prensibi, tezahür eden her şeyin, 'iki yanı', 'iki vechesi', 'iki kutbu', 'bir zıt çifti' olduğu ve uçlar arasında çeşitli derecelerin bulunduğu gerçeğini anlatır,"

(Üç İnisiye; Kybalion; çev.: Murat Sağlam; sayfa 135-138)

*********************************************

"Kutupluluk yasasının psikolojik versiyonu enantiodromia devreye girdiğinde, aşırıya kaçan tüm davranış ve duyguların zıtlarını ortaya çıkarır. Bu zıtların ikametgâhı, 'inkâr edilen', 'sahiplenilmeyen', 'yadsınan' tüm duyguların biriktiği gölgedir. 

"Yeter artık! Bunu yeteri derecede yaptın/ yaşadın/duyumsadın. Şimdi zıttını deneyerek aradaki farkı öğren," diyen bilincin karanlık yönü tetiklendiğinde şaşırtıcı şeyler oluşur: 

Sevgi birden nefrete dönüşür; aşırı iyilik ya da ruhaniyet temel içgüdülere rücu eder; tek yönlü yaklaşımlar karşı görüşü benimsemeye başlar. 

Buna verilebilecek örnekler pek çok: 

Toplumun en yüksek ahlaki değerlerinin ateşli savunucusu bir fanatiğin hayat kadınlarıyla seks yapması; 

Büyük güç sahibi olan işadamının/kadınının geceleri sado-mazo ilişkiler yaşaması; 

Yardımseverin çocuklarını döverek hıncını çıkarması gibi. 

Yıllardır tanıdığınız birinin aniden karakter değiştirdiğine şahit olduğunuz da bilin ki karşınızda duran o değil onun gölgesidir. 

Enantiodromia'nın fonksiyonu bizi bilinçli kılmaktır. 

Gerçek şu ki ,şeytanı taşlamakla şeytanı yenmek mümkün değildir..."

Yaşam ve döngü..


Görüntünün olası içeriği: çiçek ve bitki
"Büyük bir şaşadır ölüm"

ebruli nurlarla gelir 
öyle bir yanardağdır ki öfkesi  
mutantan destur'larla gelir

karşıtıyla yüklüdür herşey
mutlak çözümlerden vazger
tartışılmaz mükemmellikler
ne gizli kusurlarla gelir
sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerin
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir
nasıl doğmakla başlarsa ölüm
ölmekle başlar öyle hayat
bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir"
Attila İlhan'ın bu şiiriyle anlattığı kavram yaşam ve ölüm diyalektiği...
Her canlı, yaşam-ölüm diyalektiğini içinde taşır.
Evrenin kendisi tam anlamıyla diyalektik bir devinim sürecidir.
Yaşam ölüme meydan okuyan bir süreçken, ölüm de anlık bir olay olmayıp yaşamı yenilgiye uğratmaya çalışan bir süreç...
Yaşam ve ölüm karşıtlığı hatırlanacak olursa, organik yaşam zaten her an bazı hücrelerin ölmesi ve yenilerinin doğması (yani canlının her an hem kendisi olması hem de olmaması) şeklinde ilerleyen bir süreçtir. 
Bu nedenle canlılığın kendisi sürekli ortaya çıkan ve ancak çatışmalarla çözülen bir çelişkidir. 
Zaten herhangi bir canlı varlık açısından bu çelişkinin bitmesi, canlılığı var eden yaşam-ölüm çatışmasının ölüm lehine sonuçlanması anlamına gelmektedir. 
Ancak unutmamalı ki, bu ölüm başka canlılar açısından yaşamın başlangıcı ya da devamı olacak, yani çelişki ve hareket mutlak anlamda asla sona ermeyecektir. 
Engels, doğanın diyalektiğin deneme tezgâhı olduğuna değinir. 
Bilimsel buluşlar, doğada her şeyin metafizik değil ama diyalektik yasalara göre yürüdüğünü kanıtlamaktadır. 
Doğa kesintisiz bir var oluş ve yok oluş sarmalında, spiral basamaklarda ilerleyen sonsuz bir akış halindedir. 
Ve zaten diyalektik düşüncenin kendisi de, sonsuz hareketin doğru tarzda düşünen beyindeki yansımasından ibarettir. 
Hareketin sonsuzluk özelliğini kavramaya çalışan diyalektik açısından, o halde hiçbir şey kesin, mutlak ve değişmez değildir. 
Diyalektik yaklaşımın üstünlüğü, her şeydeki ve her şeyin içindeki geçici niteliği açıklayabilmesidir. 
"Herşey, aynı zamanda zıttını içinde barındırır"

Ruh ve yaşam

Ruhumu bilinmeyene gönderdim.
Ölümün ötesinden iki kelam için,
Sonra sonra ruhum geri döndü.
Ve dedi ki: 

''Ben, hem cennetim, hem de cehennem''

Ömer Hayyam


25 Aralık 2017 Pazartesi

Renkler sensin.

'SİYAHLAR BEYAZLARI FARKETTİRDİĞİ İÇİN'...

Üzülme der Mevlana ve devam eder;Kızma hiç kimseye yaptıklarından dolayı 
aksine teşekkür et ihanet edenlere ,sadakati öğrettikleri için...
Minnet duy yalancılara ,doğrunun farkına varmanı sağladıkları için...
Mutsuz edenlere dua et ,mutluluğu daha derin hissettirdikleri için.. 
Herkesi sev yaşamına bir anlam kattığı için..
Hayat bu yüzden daha güzel 'SİYAHLAR BEYAZLARI FARKETTİRDİĞİ İÇİN'...

--------------------------------------

Görsel :1618 Tabula Smaradina ("Zümrüt Tablet") Matthew Merian yorumu

Simge,birlik ve kundalini.

Sembolizmde DÜALİTE PRENSİBİ,

_____EJDER ve YEDİ SAYISI_____ ile de ifade edilir. 

Gök ile Yer arasında biri inen, biri çıkan iki enerji akımından söz edilir. 
Uçan kanatlı ejder ve yerde yürüyen ejderle sembolize edilir.

Birbirlerinin kuyruğunu ısıran iki yılan veya ejderha, 
görünüşte zıt olsalar da DÜALİTE realitesindeki herşeyin 
aslında aynı kaynaktan veya prensipten doğduğunu öne sürmektedir.

Kanatlı yılanlar ya da ejderhalar Güneşle ilişkilidir ve ruh ve maddenin birliğini simgelerler, bu aynı zamanda kartal ile yılanın ve tüm zıtların birliğidir; onlar aynı zamanda hızlandırılmış bir anlayışı temsil ederler. 

Çin tradisyonuna göre eski ay takviminde 7. ayın 7. günü 
büyüyen yarım ayın günüdür ve bugün de kutlanan bayram özellikle kadınlar ve genç kızlar için Çin yılının en önemli bayramıdır 

Çünkü her ne kadar kadim Çin’de çift sayı olmayan yedi sayısının, 
eril prensip olan yang ile özdeşleştirilmesi beklense de 

kadın organizmasının ritmik gelişimi yedi sayısını temel almıştır, 

dolayısıyla sayı kadın hayatının yaş dönemlerini belirlemede kullanılırdı: 

2.nci 7 yaşında olduğunda yin yolu başlardı 
ve 7.nci 7 olduğunda bu sona ererdi. 

1+2+3+4+5+6+7=28 eder. (Kadınlar, yirmi sekiz günlük sürelerle yumurtlar.)
Ay da normal devrini 4 x 7 =28 günde tamamlar.Yok oluşla yeniden var oluş bunun içindedir.7 sayısı da "Varoluş ve yok oluş", "7 kat gök","7 kat yer"in karşılığıdır.

Ejderha diğer bir kundalini sembolüdür, 
hatta İncil'in sonundaki "Kehanet"teki yedi başlı ejderhanın, 
kundalinin yedi çakra ile bağlantısını gösterdiği belirtilir. 

Çin’de yedi gezegen sayısı, sadece beş gezegeni içeren 
ve olasılıkla Hindistan’dan gelmiş olan daha önceki sisteme 
(Mars, Merkür, Jüpiter, Venüs ve Satürn) nazaran daha az öneme sahipti.

Gerek yılan, gerekse onun dev şekli olan ejder (ya da ejderha) sureti 
antik çağlara ait mitolojilerde çok yaygın bir semboldür.

Ejderha, yılanın mübalağalı surette
büyütülmüş, korkunçlaştırılmış ve stilize edilmiş,
tamamen hayali ve efsanevi bir modelidir

Yılanlar ya da ejderhalar 
eşiklerin, mabetlerin, hazinelerin, ezoterik bilginin 
ve tüm ay tanrıçalarının koruyucularıdır.

Yılan söz konusu olduğunda ilginç bir şekilde yedi sayısı gündemdedir.

Bütün eski efsanelerdeki mitsel yılanlar, göklerle bağlantılıdır ve uzaydan gelip uygarlık kuran (Extra-terrestrial) varlıklardır. 

Atlantis’teki yıldızlararası yılanlardan bazılarının Pleiades’ten geldiği söylenir. 

Bu androjen (çift cinsiyetli) yılanlar, kutsanmış yedili diye bilinir.

Türklerde bir ejderha kültünden söz edilebilir.

Ayrıca; “Cantemir Batır” masalında Cantemir’in yaşadığı memleketi yedi
başlı bir ejderha (yedi düvel) korkuturmuş (Mahmut vd. 1997: 465). 
Cantemir, bir vuruşta ejderhanın altı başını birden keser, yedinci başını kesmez (Mahmutvd. 1997: 469). 

Kırım Türklerinden derlenen halk hikâyelerinde; “yedi başlı bir kuyruklu
yılan”, “yedi kuyruklu bir başlı yılan” vd. gibi motifler yer almaktadır.

İnisiyatik yolda yedi zorlu sınavı simgeleyen yedi başlı yılan, aynı zamanda cehenneme iniş denilen inisiyatik deneyim sırasında inisiye adayının mücadele etmesi ve yok etmesi gereken karmik tortularını, menfi tesirleri ve nefsaniyeti simgeler.

Bu sembol Türk tradisyonunda yedi başlı ejder olarak ifade edilmiş, 
ejderha sembolü ile simgelenmiştir.

Türk Söylence Sözlüğü'ne göre Ebren yani Evren ejderhaya karşılık geliyor. 

Kanatlı bir dev sürüngen olan ejderha, yeraltında yaşayıp hazine koruyuculuğu yapıyor.

Evrenin aslında bir ejderha olduğuna, yani insan aklıyla bütün özelliklerinin kavranamayacağına inanılıyor.

Ve eski türk mitolojilerinde 
dünyayı, gezegenleri çekip çeviren, döndüren bilge varlıklar olarak bahsedilmiştir: 

"Yarattı kör , evren tuçi evrülür. 
anıng birle tezginç yine tezginir " (Yusuf Has Hacip) 

Yedi baslı ejderha anlamına gelen “büke” sözcüğü 
Yakut Türkleri tarafından büyüklere unvan olarak verilir.

Dört yön ile ilişkisi vardır 
ve gök ile yer-su kültlerinin varlığı nedeniyle 
astrolojiyle ilişkili olarak farklı sembolik anlamlar yüklenmiştir. 

Doğu ekollerinde özellikle Tibet ve Çin de yedi başlı ejderha simgesi ile 
,iç yolculukta olan kişiye bu aşamalara geçtikten sonra ,
ışık, aydınlanma ve ilahi kelama kavuşma,
evrensel yasalarla ahenk içinde yürüme müjdelenir.

Dejenere olmadan önce kadim zamanlarda 
özellikle Tibet ve Çin’de bu sembolü simgeleyen özel okullarda
inisiyeler eğitim görürler, ejderhayı yendikten sonra asıl bilgi ile karşılaşırlardı. 

Daha sonra bu kıymetli okullarda, bazı majik etkilere yenik düşerek, 
7 başlı ejder sembolü saptırıldı, 
kişinin kolay yoldan sonsuzluğa açılmasını simgeleyen bir sembole dönüştü.

Kendini kandırmak.

“Herkes bir gölgeye sahiptir, bu gölge 
bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az içeriliyorsa, o kadar kara ve yoğun olur.” 

Kendi gölgesiyle yüzleşemeyen insan suçu başkalarına atar, onları kötü diye niteler. 

Oysa ki yapılması gereken; onunla yüzleşmek, onu kabul etmektir. O kontrol edilebilir. Büyümek burada başlar. 

Jung


24 Aralık 2017 Pazar

Benzeşmek aynılık demektir.Oysa biz aynı değiliz..

"Bizler GÜNEŞ ve AY gibiyiz, sevgili dostum , deniz ve kara gibi. Amacımız iç içe geçmek birbirimize dönüşmek değil, 
birbirimizi tanımak birbirimizi gerçekte nasılsak öyle görüp buna saygı duymak, yani birimizin ötekinin karşıt ve bütünleyici parçası olduğunu bilmektir" 

"We are sun and moon, dear friend; we are sea and land.It is not our purpose to become each other; it is to recognize each other, to learn to see the other and honor him for what he is: each the other’s opposite and complement

 " Hermann Hesse

Uyum ve düzen..

Evrendeki DENGE

İçinde yaşadığımız dünya dönerken, her başka döngü birbiriyle sessizce bir ilinti içinde… Rüzgar ağaçları sallıyor, çiçekler kokularını nefeslere sessizce armağan olarak sunuyor. Yağmur bütün doğanın üzerine inerek, yeşili doyuruyor, canlılığını koruyor.

Rüzgarla, suyla, yıldızlarla, çakıl taşlarıyla hayvanlarla ve elbette insanlara rağmen süregiden bir "denge" söz konusu. 

Doğanın bu mükemmel "işletim sistemi" kendi varoluşunu belirliyor. Evrenin bu konumlanışı içinde "Kelebek Etkisi" varolan döngüye müdahil oluyor. 

Yaşam içinde artık "çekim yasası" gibi sözcükleri günlük yaşama endeksleme çabamız var.

Olumlu enerjinin paylaşımında asıl olarak doğayla ve evrenle gerçek anlamda kurulan ilişkinin payı gizli:  

Örneğin tabiatı sevmek, evrenin armağanı olarak doğadaki her varlığa teşekkür etmek, doğayla kurulan "ilişki" biçimlerinden biri. Çünkü nehirlere, karaya, rüzgara, taşa ve yağmura.. 

Doğaya ilettiğimiz her sevgi enerjisi, size bumerang gibi geri gelen bir döngüsellikte. 

Doğadan kopmayanların öğreneceği çok şey var. Bir ağaçtan hatta bir yapraktan bile. Ondaki "bilge" yani keşfetme isteğiyle bakarsak farkındalığımız gelişir. 

Mevlana, bu bakış açısını şu sözlerinde o kadar güzel anlatıyor ki: 

"Ey minik yaprak, söyle nereden buldun dalı delecek gücü? 
Nasıl çıktın zindanından dışarı? 
Anlat bize, anlat ki, 
biz de kavuşalım ışığa, 
biz de çıkalım zindanımızdan dışarı! 
Ey servi, yerde bitiyorsun ama nasıl da atılmışsın gururla göklere! Kimden öğrendin nasıl yapıyorsun bunu? 
Öğret bize de, yükselmeyi göklere!"

Tabii ki bu, evrendeki eşsiz senfoninin yaydığı ritmin "farkında" olanlar için böyle… 

Bu ritmi yakalamaya bazen yaptığınız bir tablo, bazen de gülümsemenizi paylaştığınız bir insan neden olabilir. Kelebeğin kanat çırpması, dünyanın başka bir karasında iklim değişikliklerine bile neden oluyorsa, benliğimize dahil olan küçücük bir duygusal girdi de pozitif bir hareketin sebebine dönüşebilir.

23 Aralık 2017 Cumartesi

Savaşlar.

Savaşlar olacak.İki ülke birbirine girecek.Savaş uçakları düşüyor..

Boyutlara ulaşmak için frekansını değiştir..---2---

Bu boyut içsel arzu ve ihtiyaçlarımızın karşılanma ve bizim kendimizle buluşma alanımızdır. Bu boyutta bedenin , ruhun, zihnin tatmini söz konusudur. Kurban bilincinin hüküm sürdüğü dolayısıyla haklı çıkma ihtiyacımız vardır. Etki tepki davranış modeli hakimdir. Zihinsel faaliyetler devrededir. İnsan düşünceleriyle sürekli olarak zihninde geçmiş ve gelecek arasında gider gelir. Kurban bilincinin hüküm sürmesinden ötürü sorumluluk almak yerine suçlu arayışı vardır ve sonuç olarak isyanlar yaşanır.

Dördüncü boyut fizik bedenin ötesine geçer.

Görünmez olan Ruhsal bedenimizin tezahür alanıdır. Zaman algısı bu boyuta aittir. Zaman kavramı ilk üç boyutta zihnimizde geçmiş ve gelecek olarak ifade edilirken dördüncü boyutta zamanın ifadesi an’dır. Herşey anda mevcut ve içiçedir. Ancak biz hangisini algılıyorsak o alandayızdır. Tıpkı radyo ve televizyon kanalları gibidir. Hangisini açarsak onu görür ve onu dinleriz.

Dördüncü boyutun davranış modeli sevgi dilidir. İnsana, hayvana ve tüm mevcudata duyulan sevgidir. Sevginin ifadesi kademe kademedir. Sevginin hissedilişi üçüncü boyutta başlar, dördüncü boyutta farklılaşma gösterir ve koşulsuzluğa kadar devam eder. Üçüncü boyutla dördüncü boyut geçişlerinde koşullanma söz konusudur. Koşulsuzluk deneyimleri seyirci olarak izleme sürecinde başlar. Ne zaman yaşananları bir seyirci olarak görmeye başlarız o zaman artık olayları dışardan hem yaşadığımız duyguların farkındalığında, hem de duyguların etkisinde kalmadan değerlendirebiliriz. İşte bu nötr bakış açısıdır.

Yaşananları iyi/kötü; güzel/çirkin diye anlamlandırmak yerine sadece deneyim olarak görürüz. Bu durumda ne yaşarsak yaşayalim deneyimimizdeki insanları sevmemiz ya da sevmememiz söz konusu değildir. Bu durum tıpkı bir tiyatroyu izler gibi hem oyuncu hem de izleyici olabilmektir. Koşulsuzluk böylece başlamış olur.

Beşinci boyut ise bütünsel bakış açısıdır.

Artık yaşama yukarıdan bakabilmek, bütünü görebilmek, yaşadığımız deneyimlerin öncesi ve sonrasının ilişkilendirilmesiyle değerlendirmek ve aslında yaşamımızda var olan herkesin bizlerin evrimselleşmemizde rol alan öğretmenlerimiz olduklarını görebilmek ve hiçbir yargı ve ön yargı çıkarmadan yapmamız gerekeni en iyi şekliyle zerafet, uyum, denge içinde yapabilmektir.

İşte iç içe yaşadığımız bu boyutların dış dünya deneyimsel yansımaları da birbirinden farklıdır. Üçüncü boyut yansıması savaş, kaos, hastalık, mutsuzluk iken, dördüncü boyut sevgi, şefkat yardımlaşmayı deneyimler. Beşinci boyut algısına gelebilmiş olan insan ise içsel dengelerini kurabilmiş olduğundan varoluşa şükran duyarak , herkesin ve her şeyin kabulü içinde kendinden memnun aşk halini deneyimler. Yeni gelen çocuklarda bizlere en güzel örneklemelerdir. Onların mutlu ve barışık olmaları…


Düşüncelerimiz..

Davranışımız ve boyutlar  --1--

Fizik ve Metafizik araştırmalar, varoluşun içindeki her şeyi enerji olarak nitelendirmektedirler. Enerji varlıklar olarak da kendimizi ifade biçimimiz titreşim seviyelerimizdir.

Boyut geçişleri: Fizik ve metafizik araştırmalar

Her an çıkardığımız düşüncelerimizle ve yaydığımız frekanslarımızla düşünce yapımız hakkında bilgi veririz. Aynı zamanda da hangi algı boyutunun varlıkları olduğumuzun da anlaşılması mümkündür. Bunlar ne düşündüğümüzün, neyi anlatmak istediğimizin dışa vurumu olmakla beraber asıl önemli olan bilinç yani kendi varlığımızın tümüyle farkında olmamız anlamında bizim iç dünyamızın yansımalarıdır.

Düşüncelerimiz fizik bedende duygularımızla iletişime geçer.

Duygularımızda organlarımızla iletişim halindedir. Dolayısıyla düşünce yapımızla bedenimizin sağlıklı olup olmaması arasında da etkileşim vardır. Beden dilimizde düşüncelerimizin bir anlamda ifadesidir.

Frekans titreşim alanlarını boyut olarak adlandırdığımızda 3. Boyut, 4. Boyut, 5. Boyut, 6 boyut ifadelerini kullanırız. Enerjiyi sübtil (görünmez) olarak nitelendirdiğimizde boyutları da görmemiz mümkün değildir. Ancak hepsi aynı anda iç içe yaşanmaktadır.

Şimdi içinde yaşadığımız bu boyutları ve bu boyutların gelecek yüzyıllardaki önemine bakacak olursak; ilk üç boyutu uzunluk, genişlik, derinlik olarak yani maddenin 3 boyutu olarak ifade edebiliriz. Fiziksel bedenimiz bunun somut örneği olup ilk üç boyutu fizik bedenimizde 5 duyu organımızla algılayabiliriz. Davranışlarımıza baktığımızda üçüncü boyut ego benliklerimizin bir yansımasıdır.


Nar ve sağlık

Hastalık size yanaşamazmış... 
21 Aralık gecesi nar kırdıysanız ,yıl boyunca nar gibi bereketiniz olurmuş...
Bu gece konuklarınıza nar sunarsanız, gönül kırgınlıklarınız geçer, küslükleriniz diner, yürek yaralarınız azalırmış... 
Bu gece nar evinize girerse, yıl boyunca tam da bu geceki gibi, karanlık kısalır, kısalır, biter, artık aydınlıklarınız olurmuş... 
Bu gece, Aralık'ın 21. gecesi, Şeb-i Yelda. Bu gece karanlık kısalıyor. Belki bu gece bizim de karanlığımız azalır... 
Bu gece, size nar ayıklayanınız varolsun, size nar tanesi sunanın da kadrini kıymetini biliniz; birken, bin olunuz beraber, tane tane kızıl kızıl ışıldayınız, sonra yanyana daha da bir... (alıntı)

22 Aralık 2017 Cuma

Işın ve frekans

Kozmik ışınların insan doğasına etkileri

Çok yüksek eneriye sâhip gök ışınları, 1911'de AvustralyalıV.F.Hess tarafından, dünyanın dışardan gelen ışınlarla bombardıman edildiği balonda gerçekleştirilen bir deneyde gösterilmiştir.

Hess bu keşfinden dolayı, 1936 Nobel mükâfatını almıştır.

Dünyâya erişenler samanyoluna münhasırdır. Samanyolunun tahminen 100 milyar yıldızın meydana getirdiği bir yıldızlar grubu olduğu sanılmaktadır. Güneş, bu yıldızlardan biridir. Disk formunda ve çapı 100.000 kalınlığı ise 100 ışık yılı civarındadır. (Işık yılı, ışığın bir senede aldığı yoldur.)

Elektromanyetik spektrumun en sağ kısmında dalga boyu en küçük ve en küçük olduğu için en aktif harekete sahip, bunların yanında frekansı çok büyük olduğu için enerji düzeyi yüksek olan kozmik ışınlar yer almaktadır. 

Spektrumun tamamında olduğu gibi kozmik ışınlarda maddenin sadeleştirilmiş hali olup,normal şartlar altında üretilmesi mümkün değildir. 

Kozmik ışınların üretildiği merkezler ya süpernovalar, ya nötron yıldızları ya da atarca yıldızları olup; bunların tespiti ancak çok hassas Aletler sayesinde olmaktadır.

Kozmik ışınların biyolojik tesirleri iki bakımdan önemlidir. Bunlardan ilki uzay yollarına olan etkileridir. 

İkincisi de kozmik ışınların biyolojik gelişimde oynadığı roldür. Meselâ milyonlarca yıl önce yaşamış dinazorların nesillerinin kesilmesi, tahminen âni bir kozmik ışın bombardımanı ile açıklanabilir.

Kozmik ışınların insan doğasındaki etkileri tam bilinmemekle beraber, insanı olumsuz etkilediği ve insanda mutasyona neden olabilecek etkilere sahip oldukları tahmin edilmektedir. 

Öyle ki, küresel ısınma ile söz konusu olan güneş ışınlarının insanda meydana getireceği tahribatın büyüklüğü; kozmik ışınların meydana getireceği tahribat yanında devede kulak gibi kalmakta; bu da bize kozmik ışınların ne kadar büyük enerji yumakları olduğunu göstermektedir.

Güneşten gelecek zararlı ışınlar mor ötesi ışınlar olup bunlar kozmik ışınların yanında çok basit denilebilecek etkiye sahiptir. Ancak süpernova ve diğer dev yıldızların bizden olan uzaklıkları nedeniyle etki azalmakta ve bu nedenden dolayı da etkiyi fazla hissetmemekteyiz. Ama ileriki dönem içerisinde yakın bir bölgede süpernova patlaması gerçekleşecek olursa bu insanlık için büyük tehlikelere neden olacaktır.

Bakteriler ile iletşim.

'Bakteri İletişimi Dünya’nın İklimi Üzerine Etki Ediyor!

Bilim adamları, okyanusların derinliklerinde dünyadaki tüm yaşamı etkileyen müthiş bir yaratılış mucizesi kefşetti.

Bakterilerin birbirleriyle iletişim kurdukları geçtiğimiz yıllarda keşfedilmiş ve keşfi yapan bilim adamları üzerinde hayranlık uyandırmıştı.

Bu iletişimin temellerine inildikçe; daha da şaşırtıcı mükemmelliklerle karşılaşılmaya başlandı.

Woods Hole Oşinografi Enstitüsü (WHOI)’nden bilim adamları, bakterilerin kendi aralarındaki iletişimin aslında tüm dünyadaki dengeyi koruyan bir özelliğe sahip olduğunu keşfetti.

Küçük deniz bitkileri (fitoplanktonlar), küçük deniz canlıları olan zooplanktonlar tarafından yenirler. Bu parçalar yapışkandır ve biraraya gelerek daha ağır parçacıkları oluştururlar. Bakteriler, karbon zengini bu küçücük parçaların üzerinde birleşerek, bu parçalarla birlikte dibe doğru hareket ederler.

Bu aslında çok sıradan bir durum gibi görünebilir. Ancak, bu küçük hareketin harika bir yönü bulunmaktadır.

Gözleri, kulakları ve ağızları olmayan bakteriler etraflarında başka bir komşu bakteri olup olmadığını anlamak için, kimyasal sinyaller gönderirler. Eğer yakında yeteri kadar bakteri komşuları varsa; toplu halde, parçacıklar içerisindeki karbon içeren molekülleri daha küçük sindirilebilir parçacıklara kıran bir enzim salgılamak üzere bir araya gelirler.

Parçacıklardaki karbon türü, atmosferde bulunan karbon dioksittir, yani bir ısı tuzağı olan sera gazıdır. Bakterilerin arasındaki, bu iletişim, bu zehirli gazı okyanusun derinliklerinde salacak şekilde gerçekleşecek, sığ derinliklerde gerçekleşmeyecek bir sistemle yaratılmıştır.

Sığ derinliklerden, kolayca atmosfere karışabilecek olan bu zehirli yaz, planlı bir iletişim sistemiyle okyanusun derinliklerine taşınmakta ve böylece atmosfere ulaşması engellenmektedir.

Bir başka deyişle, şu an okyanusun derinliklerinde gözlerimizle göremediğimiz ve varlıklarından haberimiz dahi olmayan milyonlarca bakteri, hayatlarında hiç görmedikleri bizler için, fedakarca çalışmaktadır.

Canlılık için hayati bir öneme sahip olan karbon döngüsünde bakterilerin çok önemli bir yer sahibi olduğu uzun yıllardır bilinir. Ancak; bu yeni keşif bizlere, dünyanın içerisinde yaşam barınan bir gezegen olmasının, son derece kapsamlı ince ayarlara, başka bir deyişle, tüm detayları ince ince işlenmiş mükemmel bir yaratılışa sahip olduğunu bir kez daha delillendirmektedir.

Dünyada yaşam için elverişli tüm koşulları yapay olarak bir ortamda gerçekleştirseniz; atmosferinin özelliğinden, ekosistemdeki böcek sayısına, tüm canlı türlerine, uydusuna, güneşine kadar tüm özellikleriyle yapay bir ortamda dünyayı birebir taklit edebilseniz bile... Bu yapay ortamın içerisine dünyadaki ile eş sayıda plankton, eş sayıda diatom, eş sayıda bakteri koysanız bile...

Bu yapay dünyanın karşılaşacağı son, kaçınılmazdır. Eşit sayıda bakteri bile koysanız, o bakteriler arasındaki iletişim var olmadığı takdirde, ürettiğiniz yapay ortam yaşam dolu bir gezegen yerine öldürücü bir gaz odasına dönüşür. Tüm canlılık, zehirli karbon gazı altında boğularak, kısa sürede yok olur.

Dünyamız’daki dengelerden herhangi biri değiştirildiğinde, bu senaryo hep aynı olacaktır. Ancak bu dengelerin ve ince ayarların hepsinin tam olarak aynı anda dünyada var olması ile; dünyada yaşamdan bahsedilebilir.



Frekans ve dünya

Neredeyse 100 yıl önce Son yüzyılda yapılan bilimsel keşiflerden mahrum olmasına rağmen Charles Haanel Evren’in nasıl çalıştığını biliyordu;

-“Zihin varoluşa dair en güçlü titreşimlerdir” 

-‘’ Evrensel Akıl Sadece zekayı değil onun özünü de kapsar…
ve bu öz atomları oluşturmak için çekim yasasıyla atomları bir araya getiren çekim gücüdür…

Atomlar ise aynı yasayla bir araya gelerek molekülleri oluşturur.
Moleküller nesnel bir şekil alır ve bizde yasanın; 

Sadece Atomların,Dünya’nın,Evren’in değil
Her oluşumun imgelemin şekillendirebileceği her kavramın arkasındaki güç olduğunu anlarız…’’

CHARLES HAANEL

1912 yılında Charles Haanel, çekim yasasını “yaratım sisteminin bir bütün olarak dayandırılabileceği en büyük ve en mutlak yasa” olarak tanımlamış.

Evrenin en etkili yayın merkezi sayılmamızın nedeni, 
bize enerjimizi düşüncelerimiz aracılığıyla odaklama ve odaklandığımız şeye ait tireşimleri değiştirme gücü verilmiş olmasıdır; 
çünkü bu titreşimler o enerjiyi manyetik olarak bize çekecektir...


21 Aralık 2017 Perşembe

Niyetin sözcüklerindir..

............... DUALARINIZI DEĞİŞTİRİN..............

Ben enerji olayını öğrendikten sonra dualarımı değiştirdim. Eskiden ” Allah’ım beni görünür görünmez kazalardan, belalardan koru, ” diyordum. Hep başıma kazalar belalar geliyordu. ” O kadar dua ediyorum etmesem ne olacak acaba ? ” diye hayıflanıp dururdum. Şimdi sadace ailem ve kendim için iyi bir gün diliyorum. Olmayan kazaları belaları ağzıma almıyorum. ANMIYORUM.

Dualar yansıma yaratır. Bu nedenle dua ederken kullandığımız sözcüklere çok dikkat etmemiz gerekir.
Çoğu zaman da kendimizi başımıza gelen bir olayın daha beteri olacağına ama olmadığına inandırmaya çalışıyoruz. Kısacası kendimizi kandırıyoruz. Aslında bunları düşünmek bile daha beterini davet etmektir. Ya da diyoruz ki ” Başıma bunlar bunlar geldi daha ne olabilir ki? ” Bu cümleden daha kötü bir çekim olmaz. Yani bu cümleyle, başımıza gelen kötü olayın daha kötüsünü çekiyoruz.
Başımıza gelen her olay karşısında kesinlikle kabule geçerek, kötüyü zikretmeden, iyi dualar etmemiz gerekiyor. Ben dualarımı değiştirdim, siz de değiştirin.
Örneğin;
“Ben hasta değilim” yerine
“Ben SAĞLIKLIYIM” , demelisiniz.
“ALLAH’IM SAĞLIKLI OLDUĞUM İÇİN SANA ŞÜKÜRLER OLSUN.”

Yürekten İnanmak gerek

"Yürekten savaş, yüreğimiz istediği için verdiğimiz savaştır. Kahramanlık çağlarında, şövalyelik çağında kolaydı bu. Fethedilecek ülkeler ve yapılacak çok şey vardı. Oysa bugün dünya çok değişti, yürekten savaş artık savaş meydanlarında değil, içimizdeki meydanlarda veriliyor.
“Yürekten savaş, hayallerimiz uğruna verilen savaştır. Gençken ve hayallerimiz yüreğimizde ilk kez tüm güçleriyle patladığında çok cesuruzdur, ama henüz nasıl savaşılacağını öğrenmemişizdir.
Büyük bir çaba göstererek nasıl savaşılacağını öğreniriz, ama o zaman da artık savaşa girecek cesareti kendimizde bulamayız.
O yüzden, kendimize yönelir ve içimizde savaşırız. Kendimiziin en kötü düşmanı olup çıkarız. Hayallerimizin çocukça olduğunu, gerçekleştirilemeyecek kadar zor olduğunu ya da hayatı yeterince tanımamamızdan kaynaklandığını söyleriz. Yürekten savaş vermekten korktuğumuz için hayallerimizi öldürürüz.
Hayal etmekten asla vazgeçmemelisin. Hayaller ruhun besinidir, tıpkı yemeğin bedeni beslediği gibi. Hayatımızda birçok kez hayallerimizin paramparça olduğuna, isteklerimizin yerine gelmediğine tanık oluruz, ama hayal kurmayı bırakmamamız gerekir. Bırakırsak, ruhumuz ölür.

 ” P.Coelho

Kainatın gizi.

"Benim için dünya esrarengizdir. Harikulade, ürkütücü, gizlerle dolu, kavranılamazdır o zira; ben senin burada, bu görkemli âlemde, bu görkemli çölde, bu görkemli zamanda olmanın sorumluluğunu üstlenmen gerektiğine inanmanı istedim hep. 
Her bir eyleminin sonucunu hesaba katmayı öğrenmen gerektiğine inanmanı istedim; zira sen burada kısa aslında, onu tüm görkemlerine tanık olamayacağın denli kısa bir süre kalacaksın yalnızca.

" Sihirli Geçişler

20 Aralık 2017 Çarşamba

Geometrik boyutlar..

Dr. Ornstein’a göre Geleneksel Batıni Psikologların, 'sezgi'nin eğitiminde kullandıkları tekniklerden biri "Geometrik Şekiller" dir.

Geometrik Şekiller

Beynin sağ yarım küresinin uzmanlık alanına giren geometrik şekillerin kullanımı, batıni psikolojide önemli bir yer tutar.

Bilinç biçimini belli bir yolla doğrudan etkilemek için, bazen bir oda, bazen de tüm bir yapı inşa edilir. 

Bunun günümüze kalmış bir örneğin, İspanya’daki “Endülüs Sarayı Elhamra”dır. Mekansal ve yaşantısal bir etki yaratması amaçlanmıştır. 

Batıni psikoloji öğrencilerinden, özel hazırlanmış iki boyutlu geometrik desenlere bakmaları istenir. 

Bu desenler, yoğunlaştırıcı meditasyonun (Samatha, Konsantrasyon) ODAKLANMA NESNESİ işlevi görürler. 

Tasavvuf geleneğinde de bu tür “motifler” kullanılır.


Sınırlı bağımlılık..

İnsanoğlu kainat dediğimiz bütünün bir parçasıdır, zaman ve mekanla sınırlanmış bir parça… 

Kendi benliğimizi, düşüncelerimizi ve duygularımızı her şeyden soyutlanmış hissediyoruz, ve buna bilincin yarattığı bir göz yanılsaması denebilir. 

Bu yanılsama bizi kişisel arzularımıza ve en yakınımızdaki birkaç kişiye olan bağlılığımıza hapseden bir cezaevi gibidir. 

Görevimiz, şefkat evrenimizi tüm canlıları ve bütün güzelliğiyle doğayı da kapsayacak şekilde genişleterek, kendimizi bu cezaevinden azat etmek olmalıdır. İnsanoğlu varlığını sürdürecekse yeni bir zihniyete ihtiyacı vardır. 

Albert Einstein


Her canlı titreyecek..

...SUR düdüğü olarak ifade edilen varlığın FREKANS duyumudur; bu frekans ve yüksek boyuttaki titreşim beyindeki şifrenin açılması ile kıyametin başladığının göstergesidir..

19 Aralık 2017 Salı

Gerçekte, insanlar yalnızca sahip olduklarını hayal ettikleri ve aslında sahip olmadıkları şeyi feda etmelidirler. Onlar fantezilerini kurban etmelidirler. Ama bu onlar için zordur, çok zordur. Gerçek şeyleri feda etmek çok daha kolaydır.
Dolaysıyla,İnsanın yitirmesi gereken şey imajinasyondur. Gerçek olan hiçbir şey uyanmanın önünde bir engel değildir. Bizi uykuda tutan şeyler imajinatif şeylerdir ve vazgeçmemiz gereken şeyler de bunlardır.

Tek benlik..

Her şeyden önce, bir kişi haline gelmek zorundasınız. Siz pek çoksunuz ve yüzlerce ‘ben’e ve yüzlerce iradeye sahipsiniz. Eğer bağımsız bir irade geliştirmek istiyorsanız birlik olmalı ve şuurlu olmalısınız. İrade birliğe ve şuurluluğa dayanır.

Peter Ouspensky

Farklı bakışlar alışkanlıklardan kurtarır bizi.

Bazı alışkanlıklar oldukça sıradan ve zararsızdır ama onların önüne bir zorluk çıkardığınızda, bu kendini gözlemleme için size güzel materyal sağlar ve siz özdeşleşme geldiğinde onu ayırt edebilir olursunuz. Bu mücadele, sürtüşme yaratır ve sürtüşme olmaksızın siz kendinizi fark edemiyor olurdunuz, farkına varmaksızın kalın bir sis tabakası içindeymişçesine yaşıyor olurdunuz.

Peter Ouspensky

18 Aralık 2017 Pazartesi

Merkezinde 'an'da kal..

Varoluş ‘bir’dir, ona analiz yoluyla yaklaşırsan, maddesel ve ölü görünür. Ona paylaşım yoluyla yaklaşırsan, yaşam ilahi bir bilinç olarak görülür. 

İçinde aynı anda var olan iki âlem ya da iki boyut var. Sen ikisisin… Daima değişen bir değişen ve hep değişmeden kalan değişmeyen… 

Bir şey hep aynıysa dikkat etmek için sebep yoktur. Bir şey değiştiği zaman zihnin dikkat etmesi gerekir. Bu bir boşluk yaratır ve düzen titreşir.

Bedenin farkına varıyorsun, zihnin farkına varıyorsun, çünkü onlar değişiyor. Ve sen onların farkına vardığında, onların sen olduğunu düşünmeye başlıyorsun. Onları tanıyorsun. Onlarla özdeşleşiyorsun. 

Tüm tinsel çaba farklının ortasındaki aynıyı bulmak içindir. Değişenin içindeki ebediyi bulmak için, hep aynı olanı bulmak için… O senin merkezindir ve eğer o merkezi hatırlayabilirsen ancak o zaman bu teknik kolay olur.

İlk önce dostuna yabancıymış gibi bak, ancak o zaman yabancıya da dostunmuş gibi bakabilirsin. Bu ikisi ilişkidir. 

Senin beklentilerini karşılayacak hiç kimse yoktur. Herkes gibi beklentilerini karşılama peşindesin. 

Biri sana saygı duyuyor, bunu onun sana saygı duyduğu biçiminde anlarsan güçlük çekersin. O içindeki belli bir tezahüre saygı duyuyor, sana değil. Seni nasıl tanıyabilir ki? Sen bile kendini tanımıyorsun. 

Diğerleri seninle değil, senin değişik parçalarınla iletişime geçiyor. 

Merkez uzaktır. Hep öyle olmuştur. O aşkındır, o hep ötededir. Aşağıda ne olursa olsun, ona asla olmaz. 

Ve bir kez doğal uzaklık duygusunu öğrenince, hiçbir şey seni rahatsız edemez. Sessiz kalırsın. Dünyada ne olursa olsun, sen etkilenmeden kalırsın. Biri seni öldürüyor bile olsa, yalnızca bedenin etkilenir. Etkilenen sen değilsin. Sen ötede kalırsın. Bu ötedelik seni varoluşa, mutluluğa, ebedi olana, doğru olana, daimi olana, ölümsüz olana, yaşamın kendisine götürür. Sen ona Tanrı diyebilirsin, Nirvana diyebilirsin. Ne dilersen… Ama çeperden merkeze gitmediğin sürece, içinde ebedi ve ezeli olanın farkına varmadığın sürece, din başına gelmemiş olur. Yaşam başına gelmemiş olur. 
....

Ben açım deme. Hep içten içe bedenimin aç olduğunu biliyorum de. Bilişi vurgula. O zaman ayrım orada olur. Yaşlanıyorsun, asla yaşlanıyorum deme. Yalnızca bedenim yaşlanıyor de. O zaman ölüm anında bilebileceksin. Ben ölmüyorum. Bedenim ölüyor. Ben beden değiştiriyorum. Yalnızca evi değiştiriyorum. Bu yanım derinleşirse bir gün aniden aydınlanma olacak.