Sessizlik Yemini, farklı isimlerle ve uygulama biçimleri ile şamanlar , keşişler, rahipler, tasavvuf erenlerince
belirli bir amaç uğruna ettikleri yemindir.
Kadim zamanlarda insanların konuşma ve söz söyleme sanatı olan hitabet ve cedel / tartışma sanatı hakkında eğitildikleri gibi susma, anlama, dinleme sanatında da eğitildikleri ve bunun tapınak girişinde 'kendinizi ve etrafınızdakileri dinleyin, konuşmadan önce çok iyi düşünün, aynı zamanda size emanet edilene sahip çıkın ' anlamında susmayı sembolize eden işaretle ifade edildiği belirtilir.
Lisan-ı hal’in
lisan-ı kal’den üstün tutulduğu
bilinen bir değerlendirmedir.
Sözün ulaşamadığı yerde insanın hâli vardır.
O hâl de, aslen kalpten neşet eder.
“yol almak” isteyenler de
büyüklerin bu haliyle hallenmeye çalışırlar.
"Nasıl ki bedenin orucu varsa her bir uzvun da ayrı ayrı orucu vardır",
"Ya Aşktan konuş, ya da sükut eyle" diyor yine erenler ...
Dudakların orucunu da sükut olarak ifade etmişler.
Çok konuşmak,
insanın beyninin sürekli karmaşalar içinde olmasını sağlar,
hep konuşulan şeyler akla geldiğinden,
insan zihnini toplayamaz.
Bu yüzden de,
sadece bir şey düşünmek istediğinde bunu başaramaz.
Dolayısı ile insan
ne kadar dilini tutmasını bilirse
ve konuşmamaya çalışırsa
zihnini o kadar bir noktaya odaklayabilir.
Halil Cibran da
"Çok konuşunca düşünce ölür" der.
Kynikler’de,Melamiler’de
var olan nefsini hor görmenin yanısıra
bu işleri yaparken konuşmak da yasaktır (Susma Orucu)
Eflatun'un bir sanat olarak gördüğü konuşmaya
Epiktetos bir diğer sanatı da ekleyerek:
"Güzel söz söyleme sanatı" diye bir şey var ise,
bir de "güzel anlama ve dinleme" sanatı vardır." demiştir.
Birçok yogi gibi ,
Yoga'nın en etkili arınma, dinlenme ve aydınlanma yöntemlerinden biri olarak
haftanın bir gününü konuşmadan geçiren Gandi de
konuşmaktan imtina etmenin
bu uygulamanın kendisine iç huzuru getirdiğine inanıyordu.
Gandi 'nin de uyguladığı bu pratik
Hindu ilkeleri
Mauna (Sanskritçe:मौनं — sessizlik) ve Şantiden (Sanskritçe:शांति — huzur)
etkilenmiştir.
Zira Bilge için Sanskritçe sözcüklerden biri
Muni,
“sessiz kişi”dir.
Sakya -muni
(Gautama Buddha’nın adlarından biri),
“Sakya klanının sessiz kişisi ya da bilgesi” anlamına gelir
Meditasyon ve içe dönüşü
muhteşem destekleyen bir yöntem olarak
annamaya koshadaki (fiziksel beden) sessizlik yani konuşmamak,
kendi kendine veya başkalarıyla,
gereksiz iletişimden kaçınmaktır.
Bu uygulama ile
iç ses ve enerji dağıtılmamış olur.
Ancak mauna
konuşmamanın da ötesinde,
zihni yoracak ve tekrar hareketlenmesini sağlayacak
her eylemden kaçınmayı içerir.
Susanna Tamaro da
" Anlayışın
sessizliğe gereksinmesi vardır" der.
Ya da Shri Sathya Sai Baba'nın ifadesi ile;
"Zihinde sessizlik hakim olduğunda
Tanrı'nın ayak seslerini duyabilirsiniz."
Önemli olan,
yoga yolundaki bütün uygulamalar gibi tanıklıktır,
kendinize, zihninize, yaptığınız işlere, gördüklerinize,
yorum yapmadan,
ilk defa görür gibi
sadece tanık olabilmektir.
Ve hedeflenen nokta,
kashta mouna yani mutlak sessizliktir.
Konuşmalar bazen insanlar arasında
gerçek bir iletişim sağlamak yerine
engel dahi oluşturabilirler
ve fazlasıyla enerjiyi tüketirler.
Mesnevi’nin “Konuş!” diye değil de “Dinle!” diye başlıyor olması
yine aynı amaca yöneliktir.
Zira Tasavvufta susmak (samt),
teslimiyeti ifade eder.
Bu susma hali,
gerçekte
yeni bir dil alanına kapı açmak demektir;
sukutun dili (voice of silence) olarak ifade edilen....
Tasavvuf hal ilmi olduğundan
konuşarak değil, susarak yani hâl ile yaşanılır ve öğrenilir.
Hz. Hızır 'ın, Hz. Musa dan istediğidir yine "susmak".
Samt, iki çeşit olarak karşımıza çıkar:
__ Dış sükût -Zâhiri samt: Lisanın konuşmaması, yani dilin susup dünya kelâmı söylememesidir.
__İç sükût- Bâtini samt : Zihnin ve kalbin konuşmaması, susması, Yaratıcıdan başkasını düşünmemesidir.
Tevekkül eden kişinin rızık endişeleri açısından kalbi (içi), susma durumundadır.
Vücûdun hareketsiz hali de, kendine göre sükûtu ifade eder.
"Aşık susarsa,
arif konuşursa helak olur"
Tasavvufta sükut (kıllat-i kelâm) esas olduğundan
Seyr-i sülûke yeni başlamış bir sâlike de
önce sükût idmanları yaptırılır.
Çünkü dil sükût ettiği halde
zihin mâsiva ile meşgulse bu susma makbul değildir.
Susma tefekküre dalmak için yapıldığında daha güzeldir.
Himmetin
sükut ile öğrenileceği sıklıkla belirtilmiştir;
"Söz gümüş ise, sükut altındır.",
"Kişinin selâmeti susmasındadır.",
" Susması faydalı olmayanın sözü de faydalı olmaz.",
"Bana, benden olur ne olursa; başım rahat olur, dilim durursa.",
"Sözün gümüş ise sükutun olsun zeheb (altın); kemal ehli kemalâtı sükut ile buldu hep."
gibi halk arasında kullanılan deyişler de vardır.
Ayrıca Susmak zıtlaşmaları da önler.
Konuşana karşı susmak,
söyleyecek sözü olduğu halde
kendini tutup sabretmek ise cidden zordur.
Zaten Tasavvuf söz değil,
yaşama işidir.
Yani Tasavvuf ehli için
laf (kâl)'a değil,
yaşama (hâl) önemlidir.
"Sözün canı vardır" atasözü,
Söylenen sözün, başa gelecek belâya bağlı olduğu hususunu dile getirir.
Kalabalık toplantılarda, uluorta konuşulmaması gerektiğine dair
"söz vardır halk içinde, söz vardır hulk içinde" denilir.
Sözün etkili bir yanı olduğunu belirtmek üzere,
"söz vardır işi bitirir, söz vardır başı yitirir" atasözünde olduğu gibi...
Ya da Yunus Emre'nin ;
"Söz ola kese savaşı, söz ola y iti re başı,
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz."
dizelerindeki gibi
"Söyleyenden,
dinleyen arif gerek"
atasözümüzden de bildiğimiz gibi...
"Ne kadar sessizleşirsen, o kadar fazla duyabilirsin" diyen
Mevlâna'nın yine
“Hikmeti ehlinden gizlemek zulumdür. Na ehline vermek ise hikmete zulumdür.” sözleri ile anlattığı gibi..
Dilin sessizliğinin uygulanması ile
kişi alışılagelmiş tepkilerin ne kadar gereksiz ve yorucu olduğunu,
hayatın aslında bizsiz de gayet güzel devam ettiğini görür,
rahatlarlar
Dil, düşüncenin sesli ifadesi olduğundan
ardından düşüncelerin sessizliği yaşanır
ve üretilen fikirlerin hakikati görmeyi engellediği aramıza fark edilir
ve bu gereksiz fikirlerin feda edilmesi gerektiğini görülür.
Daha sonra tüm bu sessizlikler
artık ses olmaması hali,
boşluk ve niteliksizlik olarak değil
düşünmeden bilinilen
bir özgürlük halinin yaşanmasına dönüşür -denilir-
Sanskritçe “Antar Mouna” da
içsel sessizlik, içe dönüş anlamındadır.
Antik çağlardan beri uygulanan Antar Mouna
Zihinsel sorunları ele almak, farketmek ve çözümlemek için en doğrudan ve etkili yöntemlerden birisidir.
Bu sebeple Antar Mouna prensipleri
diğer dinler, mistik gelenekler, modern psikoloji ve psikiyatri tarafından geniş çapta kullanılmaktadır.
Antar Mouna,
budizm geleneğinde Vipassana (İçgörü) Meditasyonu isminde görülür
ve tüm dünyada Mindfullness (Farkındalık) meditasyonları ismiyle de popüler hale getirilmiştir.
Bu şekilde içsel farkındalık geliştiren birey
kendisini tanır, zihninin işleyişini anlar ve bu işleyişi kontrol altına almak için yöntemlerini geliştirir.
Genç yaştan itibaren bastırılan düşünceler, arzular ve unutulmaya çalışılan “kötü” tecrübelerin sebep olduğu zihinsel gerginlik, endişe, korku, mutsuzluk ve bunlardan kaynaklanan hem fizyolojik hem de psikolojik rahatsızlıklar giderilir.
Bu esnada zihindeki düşünceleri ve problemleri takip etmek,
onları kabul etmek, onların şiddetini zayıflatır ve onlardan kurtulmayı kolaylaştırır.
Bilinçaltında unutulmuş hatıralar, korkular, nefretler, düşünceler ve duygular
yavaş yavaş gün yüzüne çıkartılır ve tüketilerek yok edilir.
Bu uygulama konsantrasyon problemi olanlara yardımcı olabileceği gibi
elbette bir arınmadır.
Kızılderililer sessizliği Tanrı’nın sesi olarak görmüşlerdir ;
“Eğer sorarsanız: Sessizlik nedir? Cevap veririz; O Büyük Ruh’un sesidir.
Yine sorarsanız: Sessizliğin meyveleri nelerdir? Cevap veririz: “
Kendi kendini kontrol, gerçek cesaret demek olan metanet, sabır, vakar ve saygı.”
Yahudilikte de “sükut /susma orucu/perhizi (savm-ı samt) şeklinde bir oruç vardır.
Bazı dindar ve zahit Yahudiler sabahtan akşama kadar hiç kimse ile konuşmadan sükût etmekte ve bununla da Hz. Musa ve Hz. Meryem’in sünnetini yerine getirmekte olduklarına inanırlar.
Meryem Suresi'nde belirtildiği gibi
Kutsal Meryem sessizlik (sükûnet) orucu tutmakla yükümlü kılınmıştır:
"Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan,
“Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” de". (Sure 19:26 Diyanet)
Yine Hz. Zekeriyye için de susma orucu vardır :
"Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen:
"Ben Rahman için (susma) oruc(u) adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım," de." Ali İmran,41.
Meryem’in susma orucunda,
onun içerisinde bulunduğu durumu anlamayacak olan bir topluma
boşuna konuşmaması, suskunluk orucu ile Rabbine zikir ve şükretmesi hedeflenmiştir.
Aslında Meryem`in bu uygulaması,
günümüze,
oruçlu iken yalan söylememek, söz taşımamak, gıybet etmemek şeklinde
anlaşılmalı ,intikal etmelidir.
Ne mutlu
o sessizliğin içindeki mesajı
alabilenlere!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder