25 Haziran 2018 Pazartesi

Düşünce ve yaşam.

Düşüncelerimiz bizim kim olduğumuzu belirliyor.Ne düşünürsek oyuz biz.Düşünce, tahayyül dünyamıza davet ettiğimiz şeyler bir süre sonra bizi etkisi altına alır. Düşündüğümüz, inandığımız, o obje ile bütünleşmeye başlar. Onun halini giyiniriz.

Bu yüzden sorgulamadan, araştırmadan körü, körüne inanılan sentetik düşünce kalıpları (dedikodular, yalanlar, vb.) kişinin dünyasında bir süre sonra hoşnut olmadığı yaşamı olarak yerini alır.

Çünkü, atom altı boyutundaki enerji parçacıkları olan "kuantlar/melikler" kişinin bilincinde oluşturduğu inançlarını, istek ve arzularını “olumlu-olumsuz, iyi-kötü” gibi hiç bir ayırıma tabi tutmaksızın, hepsini bilincin "istek ve arzuları" olarak kabul edip, benzer dalgaları çekip kişinin dünya(sın)da fiilleri oluşturmak suretiyle tam "itaatlerini - kulluklarını" yerine getirirler. Bu da kişinin yaşamını oluşturur. “İyyake na’budu ve iyyake nesta’iyn” Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz. (Fatiha suresi/5) 
Bu yüzden insanın kendisine daha iyi bir gelecek, daha iyi bir yaşam dolu dünya inşa edebilmesi için bilgi ışığında tefekkür ederek, analitik düşünce yapısını geliştirmesi tahmin edemeyeceği kadar çok önemlidir.

Son yılların moda tabiri çekim yasası, benzer benzeri çeker. Düşünceler manyetik tir ve birer frekansları vardır. Böylece bir şey düşündüğünüzde ona benzeyen düşünceleri kendinize çekersiniz. Peki hakikaten düşündüklerimizi kendimize çekebiliyor muyuz.? 

Hakkında birçok kitap yazılıp, kişisel gelişim uzmanları tarafından uygulanabilmesi gayet kolaymış gibi anlatılan iyi şeyler düşündüğümüzde (sağlık, bol para, iyi iş, iyi eş, başarılı çocuklar) bunlara sahip olabileceğimiz gerçek mi?.. Gerçekse neden çoğumuz gerekli uygulamaları yapmamıza rağmen bu konuda başarılı olamıyoruz.

Birincisi bu söylenenler doğrudur. Bunu söyleyenlerin dahi bunu gerçekleştiremediklerine gelince, teşhis doğru, müdahalenin yapıldığı yer yanlıştır. Yani bir hazine var. Fakat aranılan yer ve yöntem yanlış olduğu için bu muazzam hazineyi çıkarıp istediğimiz gibi kullanamıyoruz. Bir kere hazineyi beş duyuyla kısıtlı, şartlanmalarla kendi bilincimizi sınırlandırdığımız “kozamızı” örüp içine kendimizi hapsettiğimiz bir şeyin olabilmesi için kuralların, yasaların, sebeplerin geçerli olduğu farkında olarak yaşadığımız küçük dünya(mız)da (üst beynimiz)de arıyoruz.

Halbuki isteklerimizin oluşabilmesi için sınırsız zaman ve mekan ile kayıtlı olmayan, şartlandırmalardan arınmış bir noktadan isteklerimizi açığa çıkarmamız gerekmekte.. İşte burada karşımıza alt beyin (mikro-kozmos) dediğimiz bilinçaltımız çıkıyor.

İçinde yaşadığımız evren, varlıklar ve fiziksel yasalar tamamen “algılayan bilincin mevcut veri tabanına” göre oluşmaktadır. Veri tabanını irrite eden evrenden gelen frekans dalgaları bulunduğu her boyutta (dünya, ölüm ötesi, rüya, vb.) veri tabanının sahip olduğu formata göre kişide “madde” algısını oluşturarak gerçeklik olgusunu yaratmaktadır.

Mesela siz diyorsunuz ki ben düşüncelerimi olmasını istediğim şey üzerinde yoğunlaştırmak suretiyle (beyinde soyut bir şekilde oluşturduğum isteğimi, dünyam da somut olarak açığa çıkartabilirim) yani enerjiyi maddeye çevirebilirim. Üst beyin (korteks)de kendinizi buna inandırıyorsunuz.

Fakat bunun olabilmesi düşüncenin fiiliyata dönüşebilmesi için bilinçaltımızın sahip olduğu veri tabanı tarafından bu isteğin olacağına kesin, en ufak bir tereddüt olmaksızın inanarak onaylanması gerekir. 

Alt beyin/bilinçaltımız da oluşmuş format (doğum anıyla birlikte beynimizin aldığı kozmik etkiler ve genetik mirasın eklenmesiyle oluşan veri tabanı) onay vermediği için soyut istekler, somut hal alıp beş duyuyla algılanabilecek, yaşanabilecek şekle gelemezler.

Düşüncelerimizin fiile dönüşüp dünya(mız)da açığa çıkabilmesi için, en ufak bir tereddüt olmaksızın inanmak(iman) gerekir.  Bir şeyi red etmek o şeye karşı kendini kapatmak, kilitlemek, ondan uzak kalmaya neden olmaktadır. "İman etmek= Amin demek"  o şeye karşı kendini açık hale getirmek demektir. 

Hz. İsa “Herkes dünyayı yener. Bize dünyaya karşı zafer kazandıran, imanımızdır. İman edin. Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, `kalk, denize atla! der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir” diyerek iman (tereddütsüz inanma) konusunun önemini ifade etmiştir. (1Yu 5:4/Mar 11:22-23)

Bunun için yapılması gereken alt beynin (bu müthiş bilgisayarın) kendisini sınırlayan şartlanmalardan arınarak özgürce yeniden format atılmak suretiyle, programlanması, yeni bir veri tabanı oluşturulmasıdır. Beyni bir bilgisayar gibi düşünürsek hangi programı yüklediysek (korku, kin, nefret, sevgi, sahiplenme, vb.) o program doğrultusunda çıktı alırız. 

En önemlisi de biyolojik bedenin devre dışı kalması (ölüm sonrası) bilinçte oluşan veri tabanında oluşan formatın sabitlenerek en son haliyle sonsuza kadar bulunduğu her boyutta aynı senaryonun değişik versiyonlarını oluşturarak insana yaşatmasıdır. Bu gerçeği Hz. Muhammed(sav) "Her kişi öldüğü hal üzere dirilir. Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz." Sözleri (hadis) ile ifade etmiştir.

Yani bu olay, veri tabanın oluşturduğu aynı senaryonun değişik zaman ve mekan algılamalarında defalarca tekrarlanarak yaşanması olayıdır.

Bu olayı Kur'an (Nisa suresi/56) ”Âyetlerimizi inkâr edenleri cehenneme sokacağız. Derileri kızarıp yandıkça, defalarca yerine taze deri yaratacağız, ta ki cezaları olan azabı iyice tatsınlar. Şüphesiz ki Allah azîz ve hakîmdir” şeklinde ifade etmiştir.

Akıllı insan, dünya yaşamında sahip olduğu beynini kullanarak akıl, düşünce ve muhakeme vasıtası ile programını yenileyerek gerekli formatlamayı yapar. Beyinde ki bu yenilenen format, bilinç vasıtası ile ışınsal bedene aynadaki görüntü misali yansır. Ve insan en son almış olduğu hal (program) ile enerji (ışınsal) bedenindeki yaşamına bu veri tabanı ile ebediyen devam ederek her daim cennetini yaşar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder