Zaman su gibi akmıyor biz sadece anı'da yaşamak istemediğimiz için hızlı geçiyor.Zihin gelecek ve geçmişle ilgilendiği ve İçinde bulunduğumuz modern çağ, insanı adeta hız tutkunu haline getirdi. Yemek yememizden alışkanlıklarımıza kadar her şey baş döndürücü bir hızla seyrediyor. Gözümüz sürekli saatte, daha çabuk, daha hızlı olmak için yarışıp duruyoruz. Her şeyin bir an önce çabuk gerçekleşmesini istiyoruz. Devamlı bir koşuşturma, gerilim ve stres içinde, panik atak halindeyiz. İbadetlerimizde bile aceleciyiz. Aceleciliğimiz yüzünden hiçbir şeyin tadını alamıyoruz.
Çocuklarımızı yetiştirirken de acele ediyoruz. Onlar için gerekli olup, zaman içinde yaşamaları gerekenleri, onlara sıkıntı olmasın, çabuk olsun diye, onların yerine acele ile biz yapıp, kabuğu dışarıdan delmeye çalışıyor. Sonrada şikayet ediyoruz.
Oysa evrende aceleye yer yoktur. Yumurtadan çıkan civciv, meyve veren ağaç, her şey durur, zamanını bekler. İpek böceği, içerisinde bulunduğu kozasını tekamülünü tamamladığı süreç sonunda, zamanı geldiğinde kendisi deler ve kelebek olarak özgürlüğüne uçar. Bu süreci çabuklaştırmak için acele ile dışarıdan kozayı veya yumurtayı delmeye kalkarsanız içindeki varlığın doğmadan yok olmasına sebebiyet verirsiniz.
“Her şey vaktini bekler, Ne gül vaktinden önce açar, Ne güneş vaktinden erken doğar. Bekle, senin olan sana gelecektir.” (Hz.Mevlana)
Acelecilik, mükemmel işleyen sistemin farkında olmaksızın, her şeyi kontrol edebilme telaşı ile bir işi yeteri kadar anlayıp, düşünmeden, sabırsızlık ile vaktinden evvel çabuk yapıp, bitirmeye çalışmaktır. Aceleye getirilip fazla düşünüp, olgunlaşmadan, telaş ile yapılan şeylerin sonu ise genellikle hüsran olur. “Acele ile mesafe alınmaz, acele yürüyen yolda kalır”
İnsanın beş duyu ile algılayarak içinde yaşadığını hissettiği dünyası, aslında çeşitli dalga boyunda frekanslardan oluşmuş bir yapıdır. Huzur içinde bir yaşam için, insanın alfa/elif (Allah) frekansında olması gereken beyni, günlük yaşam kargaşası içerisinde, farkındalıktan uzaklaşıp, acele ile telaş ettiğinde, daha hızlı frekans dalga yapısına sahip, bireysel, dünyevi, parçalanmış bilinç hali olan stres, vehim odaklı “cinni” dalga boyutuna (beta) geçerek, Allah’tan(alfa, elif) uzaklaşır.
Bunun sonucunda, insan strese girer, vehim oluşur, korkar, panik yapar, her şeyi kontrol edebilme telaşına düşer. Bu süreçte aceleci, kuşkucu, duygusal, dengesiz, aşırı tepkili, beyindeki vehim odaklı, şeytani “amigdala” bölgesi kumandayı ele alır.
Beyin üzerinden sağduyulu, ihtiyatlı, akli muhakeme etme durumunu kaybeden zihin, negatif enerji alt kişiliklerden(cin) gelen tüm verilere açık hale gelir. Sonuçta, insan acele ile duygusal kararlar alıp, bu sanal varlıkların tuzağına düşer.
“(şeytan)Beni ateşten(frekans dalga) yarattın, onu çamur(madde)den, onları senin doğru yolundan saptırtmak için bende mühlet verilen güne kadar, elbette onlara(pusu kurup) önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Ve sen onların çoğunu şükreden(farkında olan kimse)ler olarak bulamayacaksın.” (Araf suresi/12-17)
Bu durumdaki insan, düşünmeden, farkındalıksız, hayvansı bir içgüdü ile ön yargılı, duygusal çıkışlar ve acil tercihler yapar, doğru kararlar alamaz. Bunun sonunda da pişman olup, ben bunu nasıl yaptım!.. diye üzüntü duyar. -“Acele işe şeytan karışır”- Hz. Muhammed(sav)
Çünkü insan, acele edip, bütünden uzaklaşıp, aklı devre dışı bırakarak, hızlı frekansta hareket etmeye başladığında, beyni, gizli(cinni) ışınsal frekans yayınlara maruz kalır. Bu ışınsal yayınlarda insana secde etmez. Yani insan bu yayınları kontrol edemez. Onların etkisi altına girer.
“İblis secde etmedi. O büyüklük, benlik taslayıp, hakikat bilgisini inkâr eden kâfirlerden (karşısındakinin aslını göremeyip, hakikati örtenlerden) oldu” (Sâd suresi/74)
İnsan bu sırada dışarıdan gelen veri yüklü ışınsal (frekans) yayınları sorgulamadan, acele ile hızlı frekans(beta)da okur(algılar). Işınsal noktaların hızla maddeyi var algılatması ile olumsuz yanılsamayı (illüzyonu) aceleden fark edemeyen insan, bütünden kopuk, bireysel benlik algılaması ile huzurdan uzak, gündelik bilinç hallerinde, farkındalıksız uykuda kalır. Şuurdan uzaklaşıp, vehme kapılır.
Vehim ve vesvesenin oluşturduğu korkuları ile hakikatten ve huzurdan uzaklaşan insan bilinci, var zannettiği madde beden kabrinde, bilincini ele geçirmiş olan gizli, negatif enerji alt kişilik (cin)lerden oluşan varlıkların kölesi olarak vehim içerisinde ömür sürer.
Bu durumdan kurtulmanın yolu ise, meleki kuvvelerle (az yiyip, az konuşup, az uyuyup, tefekkür edip, ibadet türü çalışmalarla) zihinsel olarak durmaktır. Bu suretle beyindeki, hızlı dalga boyundaki frekans, daha yavaş dalga boyuna geçer ve insan gelen yayınları sakin bir şekilde beynin kuvvelerinden(akıl) geçirip, ağır okuyarak (ihtiyatla sorgulayarak) nötrleyip, vehme kapılmaktan kurtulur.
Acele etmeden, bu frekansta kalıp(durup), ihtiyatla, olayları akıl süzgecinden geçirip (verileri ağır okuyup) değerlendiren insan, aklını kullanarak, olumlu tercihini yapar ve huzurda kalır. -“Acele şeytandan, teenni (ihtiyatlı, akıllı davranma) Rahmandandır.” Hz. Muhammed(sav)
Tüm bilinçli yapılan ibadetlerde (namaz, oruç, vb.) insanlar(alfa/elif frekansında huzurda kalırlar) dururlar. Durmak sureti ile frekans dalga devir sayısının düşmesi neticesi, zihin, günlük parçalanmış bilinç halinden, sakin, huşu halindeki, bütünsel, huzurlu bilinç haline geçer ve akıl devreye girerek, tefekkür(derin düşünme, analiz) başlar.
Huzurda kalmanın yolu, gündelik yaşam içerisinde, hızlı frekansa geçen beyin dalgalarının, belirli zaman dilimlerinde “ibadet” denilen çalışmalarla, huşu(huzur, sakinlik) hali olan “alfa/elif” frekansına düşürülüp, fabrika ayarlarına, Allah’a dönmesi ile mümkün olur.
Mesela; Bilinçli kılınan namaz (salat) sırasında ayet anlamlarının hissedilip, yaşanmaya başlanması ile “gündelik bilinç hallerinin” hakim olduğu beyindeki yoğun “beta” dalgaları, yerini huzur, huşu, teslimiyet gibi kişiyi dünyevi maddesel benliğinden uzaklaştırıp, bütünü fark ettiren, alfa/alef/elif (Allah) frekansına bırakır. “Onlar Salat (namaz)larında huşu(alfa, elif frekansı) içerisindedirler” (Mü’minun suresi/2)
Beyni, bu frekanstaki insan, durup, zihinsel olarak hakikati, yaratılıştaki mükemmeliyeti fark eder bu farkındalıkla o güne kadar çeşitli şartlanmaların tesiri altında, yanlış bilgiler sonucu, olmayan şeyleri var sanarak yaşadığını anlar. Şahadet (şahit olup, şükür) eder.
Basiret perdelerinin şuurundan kalkmasıyla hakikati görüp, yaratılıştaki mükemmeliyeti seyre dalan insan, hayretten hayrete düşer. -“Allâh’ım, hayretimi arttır!” Hz. Muhammed(sav) - Ve insan, ulaştığı hayret ile bilincini huzurda bulur. Huzurda olmak, şahit olunan “hazırda kinin” karşısında durmak (zihinsel olarak fark/şükür etmektir).
Bu suretle kul, huzurda, hazır olur, hazır olduğunda da Hızır’ın geldiğini, kendisine açılan kapıların(nimetlerin) farkına varır. Yani kısaca, insan ağır okuduğunda(alfa/elif frekansında) zihni hazır, olduğunda kapıların açılacağının farkında olup, kendini, hazırdakinin huzurunda bulur. Bu sırada hazırda olanda imdada yetişirse, adı “Hızır” olur.
Aslında, yaşam her insana, bir takım kapılar açıyor. İlginçtir ki çoğu insan, açılan kapıların farkında olmadan, yaşam denilen yolculuğu bitiriyor. Çoğu kişi, kendisine açılmış kapıların farkında olmadan, açılsın diye bir ömür o kapıların önünde oturuyor. Oysa kapılar, kapıların açılacağının farkında, huzura girmeye hazır olan zihinlerde açılıyor. Yani, kısaca insan hazır olduğunda, huzurda oluyor ve kapıların açıldığının farkına varıyor.
"Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman, bilmem! Yeter ki o kapıda durmayı bil!" (Hz.Mevlana)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder